Hani bir
zaman biz, annene bazı hususlar ilham etmiştik.
Ona şöyle
demiştik: "Mûsa'yı
sandığa koy, Nil nehrine bırak ta nehir onu kıyıya vursun. Onu, benim de onun da
düşmanı olan biri alsın. Seni sevimli kıldım ki muhafaza altında yetişesin.
Taberi,
İbn-i İshak'ın özetle şöyle söylediğini rivâyet ediyor: Hazret-i
Mûsa'nın annesi, Firavun'un,
İsrailoğulları'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emrettiği yılda,
Hazret-i Mûsa'yi dünyaya getirmiş ve
Firavun'un, kendi çocuğunu da öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine
Allahü teâlâ Hazret-i
Mûsa'nın annesine, ya zamanındaki Peygamberler
vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Mûsa'yı
küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir.
Mûsa'nın annesi,
Allahü teâlâ'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır.
Firavun her zaman olduğu gibi bir
sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayının bahçesinde karısı Âsiye ile birlikte
otururlarken, nehir, sandığı getirip kenara attı. Firavun sandığın getirilmesini
emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik şekline getirilmiş bu
sandıkta Hazret-i
Mûsa bulunuyordu.
Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'yı
Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü.
Âyet-i kerime’de: "Mûsa'yı
benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır. Bu düşmandan maksat,
Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için Allah'ın düşmanı
olmuştur. Hazret-i Mûsa'nın büyüyüp Peygamber
olmasından sonra kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuştur.
Âyet-i kerime’de "Seni sevimli
kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat,
Allahü teâlânın, insanların kalblerine Hazret-i
Mûsayı sevme duygusunu yerleştirmesidir. Yahut Hazret-i
Mûsa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.
Yine âyet-i kerime’de "Seni sevimli
kıldım ki. muhafazam altında yetişesin." buyurulmaktadır. Burada ifade edilen
muhafaza altında bulundurulmaktan maksat, "Benim iradem ve sevgim ile beslene ve
büyüyesin." demektir. Yahut "Bütün hallerinde benim denetimim altında
bulunasın." demektir.
Bir zaman
kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: "Size, onu bakıp yetiştirecek birini
buluvereyim mi?" diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin diye seni tekrar ona
verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni endişe ve gamdan kurtarmış
ve seni iyi bir imtihandan geçirmiştik. Medyen'e gidip orada yıllarca kaldın.
Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey
Mûsa.
Âyet-i
kerime’de, Hazret-i
Mûsa'nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan
Mûsa için bir süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hazret-i
Mûsa'nın annesi, çocuğu sandığa koyup suya bırakırken onun kızkardeşine
de sandığı takib etmesini söylemişti. O da takib ederek sandığın nerede ve
kimler tarafında bulunduğunu uzaktan görmüştü.
Hazret-i
Mûsa'nın, annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt
anne olarak Hazret-i Mûsa'nın bizzat kendi
annesini tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu husus şu âyetlerde açıkça
beyan edilmektedir: "Mûsa'nın annesinin
gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, mü’minlerden olması için kalbini
pekiştirmeseydik nerdeyse, Mûsa'nın kendi
çocuğu olduğunu açığa vuracaktı." "Annesi, Mûsa'nın
kızkardeşine" "Onu takib et." dedi. O da Mûsa'yı
uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında değildi." "Biz,
annesi gelmeden, Mûsa'nın başkalarını emmesine
engel olmuştuk. Bunun üzerine Mûsa'nın
kızkardeşi: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile
göstereyim mi size?" dedi." "Böylece biz Mûsa'yı
annesine geri verdik. Sevinsin, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu
bilsin diye. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Kasas
Sûresi, âyet: 10-13
Âyet-i kerime’de Hazret-i
Mûsa'nın bir kişiyi öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah'ın,
onu bu üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hazret-i
Mûsa'nın adam öldürme hadisesi de şu âyetlerde açıklanıyor: "Mûsa,
halkının bir gaflet ânında şehre girdi. Orada biri kendi taraftarlarından diğeri
düşmanlarından olan iki adamın döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlarından olan
adam, düşmanlarından olan adama karşı Mûsa'dan
yardım istedi. Bunun üzerine Mûsa, adama bir
yumruk vurup öldürdü. "Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran
apaçık bir düşmandır." dedi." "Mûsa, "Rabbim,
doğrusu ben kendime zulmettim, bağışla beni." dedi. Allah ta
Mûsa'nın duasını kabul edip bağışladı. Çünkü
o, çok affeden ve çok merhamet edendir." "Mûsa:
Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara arka
çıkmayacağım." dedi." "Şehirde korku içerisinde idi ve etrafı gözetliyordu. Bir
de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen taraftan, bugün başka bir
kişiye karşı yine kendisinden yardımına koşmasını istiyor.
Mûsa ona: "Anlaşılan, sen apaçık bir
azgınsın." dedi." "Derken Mûsa, her ikisinin
de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, yardım dileyen,
Mûsa'nın, kendisini yakalayacağını sanarak:
"Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de
beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm,
ıslah edenlerden olmak istemiyorsun." dedi." "Şehrin en uzak yerinden bir adam
koşarak gedi. "Ey Mûsa, şehrin ileri
gelenleri, seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben
sana öğüt verenlerdenim," dedi." "Bunun üzerine Mûsa,
korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim
kavimden kurtar." dedi. Kasas Sûresi, âyet: 15-21
Yine âyet-i kerime’de "Seni iyi bir
imtihandan geçirmiştik." buyuruluyor. Abdullah b.
Abbas, Hazret-i Mûsa'nın geçirmiş
olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı bir şekilde
anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek mümkündür:
Sa'd b. Cübeyr diyor ki: "Ben,
Abdullah b. Abbas'dan, Allahü teâlâ'nın
Hazret-i Mûsa'ya "Biz seni iyi bir imtihandan
geçirmiştik." buyurmasının izahını sordum. Abdullah
b. Abbas: "Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek
uzun bir meseledir." dedi. Sabah olunca, Abdullah b.
Abbas'ın, bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine
getirmesi için ona gittim. Abdullah b. Abbas
şöyle dedi:
"Bir gün Firavun ve adamları,
Allahü teâlâ'nın, İbrahim aleyhisselama,
onun soyundan Peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini
görüştüler. İçlerinden bazdan şöyle dediler: "İsrailoğulları hâlâ bunu
bekliyorlar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin,
Yakub'un oğlu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrahim'e vaad edilen
bu değildi." dediler. Bunun üzerine Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" dedi.
Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlarına usturalar
vererek İsrailoğullarının bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve buldukları
her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun'un adanılan bu karan
uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullarının yaşlılarının öldüklerini, küçük
çocuklarının da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler:
"Nerdeyse İsrailoğullarının sonu gelecek. Böyle giderse onların yaptıktan
işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan
erkek çocuklan bir yıl öldürün ertesi yıl öldürmeyin. Kız çocuklarına ise
dokunmayın. Böylece ölen büyük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan tutmuş
olur. Sağ bırakmış olduğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk
oluşturamazlar. İsrailoğularının tamamen sonu gelmemiş olur, biz de
ihtiyaçlarımızı karşılamış oluruz." İsrailoğulları'nı öldürme kararlarını bu
görüşe göre verdiler.
Hazret-i
Mûsa'nın annesi,
Mûsa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların
kesilmediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip
büyüttü. Çocukların kesildiği ertesi yıl ise, Hazret-i
Mûsa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntüler
dolmaya başladı.
Ey İbn-i Cübeyr, Hazret-i
Mûsa
annesinin karnında iken, annesinin, daha sonra çocuğnun başına gelecekleri
düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken
Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'nın
annesine: "Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz. Ve onu
Peygamberlerden kılacağız." diye ilham etti. Ve ona, çocuğu doğurunca bir
sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti.
Mûsa'nın annesi
Allahü teâlâ'run emrettiklerini yaptı.
Mûsa'yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca
Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve kadın kendi kendine şöyle dedi: "Ben
çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözümün önünde kesilseydi de ben onu elimle
kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak, çocuğumun balıklara yem olmasından
daha güzeldi."
Su Mûsa'yı
alıp götürdü. Firavun'un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı.
Cariyeler sandığı gördüler, onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu
açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: "Bunun içinde eşya var. Eğer
biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inanmaz." Böylece
sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun'un hanımına
götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü.
Allahü teâlâ, Firavun'un hanımının kalbine Hazret-i
Mûsa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, ondan önce hiçbir kimseye karşı
öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Mûsa'nın
annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını
düşünüyordu.
Cellatlar bir çocuk bulunduğunu
duyunca usturalarını alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu
kesmek istediler.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan
biridir.
Firavun'un hanımı cellatlara şöyle
dedi: "Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk, İsrailoğullarının sayısını
artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana
bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Şâyet kesilmesini emrederse size
diyeceğim kalmaz."
Firavunun hanımı çocuğu alıp
Firavun'a getirdi. Ve: "Bu, benim için de senin içinde sevinç kaynağı bir çocuk.
Onu öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz...
Kasas Sûresi, âyet: 9 dedi. Firavun da: "Senin olsun benim buna ihtiyacım
yok." dedi.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Adına yemin edilen Allah'a yemin olsun ki, şâyet Firavun da karısı gibi,
çocuğun kendisini için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi,
Allahü teâlâ kadını hidâyete erdirdiği gibi
onu da hidâyete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."
Firavun'un hanımı
Mûsa'ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı.
Hangi kadın
Mûsa'yı emzirmek istediyse
Mûsa onu emmedi. Bunun zerine Firavun'un
hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından öleceğinden korktu. Bu olay onu çok
üzmüştü. Kadın, Mûsa'nın, insanların çokça
bulunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti.
Mûsa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer
taraftan Mûsa'nın annesi yanıp yakılıyordu.
Mûsa'nın kizkardeşine: "Sen bir araştır, sor
belki ondan bir haber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar
mı yedi?" dedi. Mûsa'nın annesi, Allah'ın
kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Mûsa'nın
kızkardeşi onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu
cariyelerin bulduğunu gördü.
Firavun'un adamları süt anne
bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin için ona bakıp
yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi
Kasas, Sûresi, âyet: 12
Firavun'un adamları kızı yakalayıp:
"Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu
tanıyorlar mı?" dediler. Ve Mûsa hakkında
şüpheye düştüler.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan
biridir.
Kız ise Firavun'un adamlarına şu
cevabı verdi: "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, Kralın
sarayında süt annesi olmak isteyeceklerinden ve bu işten menfaat
umacaklarındandır.." Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı bıraktılar. Kız
annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mûsa'nın
annesi geldi ve
Mûsa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı
ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna süt
annesi bulduk." diye müjdelediler. Firavun'un hanımı,
Mûsa'nın annesine adam göndererek yanına çağırttı.
Mûsa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce:
"Benîm yanımda kal ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim."
dedi. Mûsa'nın annesi şu cevabı verdi: "Ben
evimi ve çocuklarımı bırakarak onları kaybedemem. Şâyet bu çocuğu bana emanet
ederseniz onu da alıp evime götürürüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen
hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Buna razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı
bırakamam."
İşte bu sırada
Mûsa'nın annesi, Allahü teâlâ'nın
kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun'un hanımına karşı diretti. Allah'ın,
vaadini mutlaka yerine getireceğine inanıyordu.
Mûsa'nın
annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allahü teâlâ Mûsa'yı güzel bir
şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.
Şehrin bir tarafında toplu halde
yaşamakta olan İsrailoğulları, Hazret-i Mûsa'yı
vasıta kılarak Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve
angaryadan kurtulmaya çalışıyorlardı.
Mûsa
büyümeye başlayınca Firavun'un hanımı Mûsa'nın
annesine: "Çocuğumu görmem için bana getir." dedi.
Mûsa'nın annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret edeceği bir
gün tayin etti. Firavun'un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve sarayda
bulunan süt annelerine: "Sizden hiçbir kimse oğlumu, hediye ve bahşişle
karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne yaptığınıza
baksın." dedi.
Mûsa,
annesinin evinden çıkıp Firavun'un hanımını evine gelinceye kadar, görüşme
yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı.
Mûsa
kadının yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok
sevidi. Kadının kendisine güzel davranışı Mûsa'nın
hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da hediyeler verip ikramda
bulunsun" dedi.
Mûsa'yı
Firavun'un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı.
Mûsa
Firavun'un sakalından tutup öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi.
Orada bulunan Allah düşmanlarından biri şöyle dedi: "Görmüyor musun? işte
Allah'ın İbrahim'e vaadettiği." Bu sana galip gelecek ve seni yok edecek.
Cellatları çağır bunu kessinler."
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr,
Mûsa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi.
Bü olay üzerine Firavun'un hanımı
koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında
sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip
geleceğini ve beni öldüreceğini tahmin ediyor." dedi. Kadın: "Bunun doğru
olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci
getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup köz'den kaçınırsa aklının
erdiğini anlarsın. Şâyet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan
hiçbir kimse incileri bırakıp ta közü (ateşi) tercih etmez." dedi. Bunun üzerine
Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip musa'ya yaklaştırdı.
Mûsa
eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye onları çekip elinden aldı.
Firavun'un hanımı: "Görmüyor musun ne yapıyor?" dedi. Böylece Allah,
Mûsa'yı öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini,
Mûsa'dan uzaklaştırdı. Zira Allah,
Mûsa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.
Mûsa
erginlik çağma erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun'un
adamlarından herhangi biri İsrailoğullarından kimseye zulmedemiyor ve onları
angarya işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hazret-i
Mûsa
şehrin bir tarafında gezerken, İsrailoğullarından bir adamla Firavun'un
taraftarlarından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü.
İsrailoğullarından olan kişi Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı
Mûsa'dan yardım istedi.
Mûsa çok kızdı. Zira, Firavun'un
taraftarlarından olan kişi, Mûsa'nın,
İsrailoğullarını himaye ettiğini bilmesine rağmen İsrailoğullarından olan kişiye
saldırmıştı. Bundan dolayı Mûsa aşırı derecede
öfkelenmişti.
Mûsa'nın
annesinden başka diğer insanlar, Mûsa'nın,
İsrailoğullarını niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı
olduğunu sanıyorlardı. Ancak Allahü teâlâ
Mûsa'ya, başkalarına bildirmediği birşeyi
ilham etmiş olabilirdi.
Mûsa,
Firavun'un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü.
Mûsa ile ölen adamı Allah'tan ve
İsrailoğullarından olan adamdan başka kimse görmemişti.
Mûsa adamı öldürdükten sonra kendi kendine
şöyle dedi: "Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık
bir düşmandır." Sonra Allah'a yalvararak şöyle dua etti: "Rabbim, doğrusu ben
kendime zulmettim. Bağışla beni." Allah da Mûsa'nın
duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir,
Mûsa şehirde korku içerisindeydi ve etraftan
gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun'a intikal ettirildi ve ona:
"İsrailoğullarından bir adam, Firavun taraftarlarından birini öldürdü. Onlardan
hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme." denildi. Bunun üzerine
Firavun: '"Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız
hüküm vermek doğru olmaz." dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladılar. Onlar,
araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sırada
Mûsa bir de ne görsün daha dün, kendisinden
yardım isteyen İsrailoğullarından olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile
dövüşüyor ve yine kendisinden, yardımına koşmasını istiyor.
Mûsa, bir gün önce yaptığından pişman olmuştu.
Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uzatıp
Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve İsrailoğullarmdan olan
adama: "Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın." dedi. İsrailoğullarından olan kişi
Mûsa'ya baktı. Bir gün önce Firavun
taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, İsrailoğullarından olan kişi,
Mûsa'nın kendisine "Şüphesiz ki sen, apaçık
bir azgınsın." Demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden
korktu ve kendisiyle kavga eden adamı Mûsa'nın
önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey
Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?"
dedi ve kavga edenler ayrıldılar. Firavun'un taraftan olan adam gidip,
İsrailoğullarından olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun
cellatlarıni gönderdi, Mûsa, şehrin en büyük
cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan Firavun'un adamları
Mûsa'nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı.
Mûsa'nın taraftarlarından bir adam, şehrin en
uzak yerinden koşarak geldi. Gelirken kestirmeden geldi ve Firavun'un adamları
Mûsa'nın yanına varmadan ona ulaştı ve durumu
ona bildirdi. Ve: "Ey Mûsa, şehrin ileri
gelenleri seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben
sana öğüt verenlerdenim." dedi. Bunun üzerine Mûsa,
korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim
kavimden kurtar." diye dua ediyordu.
Abdullah b. Abbas dedi ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de
bu idi."
Mûsa,
Medyen'e doğru yola koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çekmemişti. Yol
hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: "Umanın rabbim
bana doğru yolu gösterir." diyordu.
Medyen suyuna vardığında orada
hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de hayvanlarının suya
gitmelerini engellemeye çalışan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir, bir
tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sulamıyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Çobanlar
sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla yarışacak güce sahip
değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adamdır. Biz, onlardan artan
sularla hayvanlarımızı suluyoruz." dediler. Bunun üzerine
Mûsa
onların hayvanlarını sulayıverdi. Mûsa, su
kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan önce o kadınların koyunlarını
suladı. Kadınlar sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler.
Mûsa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine
çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. "Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra
ve nzka çok muhtacım."
Kadınların babası, kızlarının,
koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve onlara: "Sizde
bugün bir hal var." dedi. Onlar da babalarına, Mûsa'nın
kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlarından birine
Mûsa'yı çağırmasını emretti. Kız gdip
Mûsa'yı çağırdı.
Mûsa, kızların babası olan Şuayb aleyhisselam
ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: "Korkma
artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhangi
bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz." dedi. Kızlardan biri de
şöyle dedi: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en
hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır." Şuayb
aleyhisselam kızının bu sözlerine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle
dedi: "Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?" Kız: ."Güçlü
olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben
bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim. Güvenilirliliğine
gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğunmu
anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar
yukan kaldırmadı ve sonra bana: "Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et." dedi.
İşte ancak güvenilir bir insan böyle yapar." dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını
rahatlattı. Babası kıza inandı ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi.
Ve Mûsa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl
çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu
on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koşmak ta
istemem. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi.
Mûsa da' "Bu, seninle benim aramda kesin bir
sözleşmedir. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım haksızlığa uğramış
olmam. Söylediklerimize Allah şahittir." dedi.
Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet
etmek
Mûsa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da,
Allah'ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şuayb
aleyhisselamın yanında on yıl geçirmiş oldu."
Bundan sonra
Mûsa, ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi
görme, âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çıması mucizeleri
meydana geldi.
Mûsa,
Allahü teâlâ'ya, Firavun'un taraftarlarından
birini öldürdüğünü, dilinin kekeme olduğunu arzetti ve rabbinden, kardeşi
Harun'u da Peygamber seçmesini istedi. Allahü teâlâ
da Mûsa'nın isteklerini kabul etti.
Kekemeliğini giderdi, Harun'a vahiy verdi ve Mûsa'ya,
Harun'la görüşmesini emreti. Mûsa asasını alıp
yola devam etti. Kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun'a gidip
görüşme izni verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara
görüşme izni verildi. Firavun'a varıp şöyle dediler: '"Şüphesiz ki biz, rabbinin
Peygamberleriyiz." Firavun: "Rabbiniz de kimdir?" dedi.
Mûsa ve Harun, Kur'an'ın bize anlattığı
şekilde Firayun'la konuştular. Firavun onlara: "Netice olarak ne istiyorsunuz?"
dedi. Ve Mûsa'ya adamlarından birini
öldürdüğünü hatırlattı. Mûsa özür diledi ve
Firavun'a: "Allah'a iman etmeni ve İsrailoğullarının bizimle bilikte gitmeleri
için serbest bırakmanı istiyoruz." dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve
Mûsa'ya: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu
gösteren bir delil getir." dedi. Mûsa, asasını
yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı açık
bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekilde kendisine yöneldiğini
görünce korktu. Tahtından kalkıp Mûsa'dan onu
durdurmasını istedi. Mûsa da onu durdurdu.
Sonra koynundan elini çıkardı. Firavun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz
olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri
gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle dediler: "Bunların
ikisi de sihirbazdan başka bir şey değildir. Sizi, sihirleriyle ülkenizden
çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar."
Firavun ve taraftarları,
Mûsa'nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler. Firavuna:
"Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var.
Sihirbazlar bunlara galip gelsinler." dediler. Firavun bütün şehirlere adamlar
gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun huzuruna
gelince
Mûsa'yı kastederek: "O nasıl bir sihir
yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir yapıyor." diye
cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve âsâ ile
bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız
ne olacaktır?" dediler. Firavun onlara: "Sizler benim yakınlarım ve özel
adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım." dedi. Bunun üzerine
Mûsa ile Firavun ve taraftarları, bayram
gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.
İşte sözü edilen bu günde
Mûsa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure
günü olarak devam etmektedir.
O gün insanlar bir meydanda
toplandılar. Aralarında: "Durum bakalım sihirbazlar, yani
Mûsa ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz." diye alay
ediyorlardı. Sihirbazlar: "Ey
Mûsa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy
veya biz koyalım." dediler. Mûsa: "Siz koyun."
dedi. Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka
galip gelecek olan biziz." dediler. Mûsa,
sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü.
Allahü teâlâ da ona: "Sen de âsânı at." dedi.
Mûsa asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir
ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu
görünce: "Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat
bu, Allah tarafından bir iştir. Biz, Allah’a ve Mûsa'nın
Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı
Allah'a tevbe ederiz." dediler. İşte burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının
belini kırdı. Hak galip geldi. Onların yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup
oldular. Zelil olarak geri döndüler.
Firavunun karısı ise perişan bir
halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, musa'nın Firavun ve adamlarına galip
gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun taraftarlarından onu görenler, onun, Firavun
ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyorlardı. Halbuki onun üzüntü ve
endişesi
Mûsa içindi.
Mûsa
her mucize getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, İsrailoğullarıni kendisiyle
birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonradan vaadini
bozuyordu. Ve: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyordu. Öyle ki
Allahü teâlâ Firavun'un kavmine, Tufan,
Çekirge, Haşerat, Kurbağa ve Kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri
geldiğinde Firavun Mûsa'ya başvuruyor,
bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında İsrailoğullarını serbest
bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dönüyor,
vaadini bozuyordu.
Allahü
teâlâ, nihÂyet
Mûsa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un
diyarından çıkmasını emretti. Mûsa ve
geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş
olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve
Mûsa'yı takibe çıktı.
Allahü
teâlâ denize: "Kulum Mûsa âsâsıyla
sana vurduğunda oniki parçaya bölün ki Mûsa
beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Mûsa'nın
arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan," diye emretti. Fakat
Mûsa âsâsıyla denize vurmayı unuttu. Denizin
önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Mûsa
gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böylece Allah'a isyan
etmiş olacağından korkuyordu.
İki topluluk birbirini görüp
yakınlaşınca
Mûsa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize
yetişecekler. Ey Mûsa, rabbinin sana
emrettiğini yap. Zira ne senin rabbin yalan söyler, ne de sen." dediler.
Mûsa da dedi ki; "Rabbim bana vaadetti ki
denize vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan
sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin,
Mûsa ile giden İsrailoğullarının en arkada
bulunanlarına yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu.
Allahü teâlâ'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı.
Mûsa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip
karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkları bir sırada
Allahü teâlânın emrettiği şekilde deniz
onların üzerine kapanıverdi.
Mûsa'nın
kavmi denizi geçtikten sonra şöyle demeye başladı: "Biz Firavun'un
boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz." Bunun üzerine
Mûsa rabbine dua etti. O da Firavun'un
cesedini onların gözünün önüne çıkardı. Onlar da böylece Firavun'un öldüğüne
kesin olarak inandılar.
Sonra
Mûsa ve kavmi, kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar.
Ve
Mûsa'ya şöyle dediler: "Ey
Mûsa, bunların nasıl ilahları varsa bize de
öyle ilâh yap." Mûsa da onlara şöyle dedi:
"Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara
ibadet edenlerin içinde bulunduklara din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları
ameller bâtıldır."
Bundan sonra
Mûsa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz
Harun'a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin ediyorum."
dedi.
Mûsa,
Allahü teâlâ ile otuz gün konuşmalarda
bulunup sonra kavmine döneceğini söyledi ve onlardan ayrılarak rabbi ile
konuşmaya gitti. Otuz ün geçtikten sonra Allahü teâlâ
bir on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde İsrailoğulları, kendi
aralarında ihtilafa düştüler. Firavun'un taraftarlarından emanet olarak
aldıkları ziynet eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı
bir kişi, eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu heykelin
ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyordu.
İsrailoğullarından bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı
çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler,
dini açıkça yalanlamaya kalktılar.
Harun onlara: "Ey kavmim, siz bu
buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman olan Allah'tır.
Bana uyun, emrime itaat edin." dedi. Bunun üzerine onlar: "Ne oluyor
Mûsa'ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaadinden döndü. Aradan kırk
gün geçti. Hâlâ gelmedi." dediler. İçlerinden beyinsiz olanlar ise: "Belki de o,
rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden gitsin." dediler.
Mûsa,
Allahü teâlâ ile konuştuktan sonra
Allahü teâlâ ona kavminin yaptıklarını haber
verdi. Mûsa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak
döndü ve onlara: Kur'an-ı Kerim'in kıssasını zikrettiği şeyleri söyledi...
Kardeşi Harun'a öfkelendikten sonra onu mazur gördü. Sonra Samiri'yi hesaba
çekti. Samiri de ona: "Ben İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçinin
izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş mücevheratın içine attım. İşte böyle
bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi. Mûsa da
ona şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: '"Bana dokunmayın."
diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaadedilmiş bir azap
vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız.
Sonra onu denize savuracağız."
Sonra, İsrailoğullarından buzağıya
tapanlar hata ettiklerini anladılar. Mûsa'ya:
"Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe edelim de
yaptıklarımızı bağışlasın." dediler. Bunun üzerine
Mûsa, Buzağıya tapmaya katılmayan ve İsrailoğullarının önde gelenlerinden
yetmiş kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya
yakalandılar. Bunun üzerine Mûsa: "Ey rabbim,
eğer dileseydin bunları da beni de daha önce helak ederdin. Sen, içinizdeki
beyinsizlerin işledikleri yüzündne bizi helak mı edeceksin? dedi.
Aslında bu yetmiş kişinin içinde
buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Mûsa
ve Harun bunun farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı.
Allahü teâlâ Mûsa'ya:
"Bunların tevbeleri, içlerinden herbirinin, önüne geleni, baba-oğul demeden
öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır." buyurdu.
İsrailoğulları
Allahü teâlâ'nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. Sonunda
Allahü teâlâ öldüreni de öldürüleni de bağışladı. Sonra
Mûsa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına
doğru yürüyüp gitti. Onlara Allahü teâlâ'nın
göndermiş olduğu emirleri tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve
bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine
Allahü teâlâ dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara
yaklaştırdı. İsrailoğulları, dağın üzerlerine düşeceği korkusuyla ilahi emirlere
sarıldılar ve Mûsa'yı takib ederek mukaddes
topraklara vardılar. O topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve
Mûsa'ya: "Onlar orada bulunduğu müddetçe biz
oraya giremeyiz" dediler. Mûsa'nın ısran
üzerine: "Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız." dediler ve
bu sözleriyle Mûsa'yı kızdırdılar.
Mûsa, bundan önce İsrailoğulları aleyhine
herhangi bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua
etti. Allah da duasını kabul etti ve onların Kudüs topraklarına girmelerini kırk
yıl haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar.
Sabahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlardı,
Allahü teâlâ İsrailoğullarına bu kırk yıl
içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onları çölde bulutla gölgelendirdi.
Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Taştan on iki pınar
fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu... (Bu hadise tefsir
kitaplarında "Fûtun hadisi" denmektedir.)
Seni
kendime Peygamber seçtim.
Sen ve
kardeşin mucizelerimle gidin. Beni anmada (ve emirlerimi tebliğde) gevşek
davranmayın.
İkiniz de
Firavun'a gidin. Çünkü o azdı.
Öğüt
alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin."
Ey Mûsa,
ben sana bu nimetleri verdim. Çünkü ben seni Peygamberliğe ve emirlerimi tebliğ
etmeye seçtim. Sen ve kardeşin Harun, delil ve mucizelerimle Firavun'a gidin.
Zira o azdı. Ona, benim size emrettiklerimi tebliğ edin. Size emrettiğim şeyleri
tebliğ ederken beni anmayı unutmayın. Zira beni anmanız azminizi güçlendirir.
Ayaklarınızı yerinde sabit tutar. Firavuna karşı konuşurken yumuşak bir şekilde
konuşun. Umulur ki, o konuştuklarınızı düşünür, ibret alır veya Allah'tan
korkar, azgınlığından vaz geçer.
Mûsa
ve Harun: Ey rabbimiz, Firavun'un bize karşı aşırı davranmasından veya daha da
azmasından korkarız." dediler.
Mûsa
ve Harun: "Ey rabbimiz, biz Firavun'u emrettiğin şeye davet edince onun bizi
derhal cezalandıracağından veya azgınlıkta daha da ileri gideceğinden
korkuyoruz." dediler.
Allah
şöyle dedi: "Hiç korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Ben herşeyi işitirim,
görürüm.
Firavuna
varın ona, deyin ki: Şüphesiz biz, rabbinin Peygamberleriyiz. Bizimle
İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rabbinden bir mucize
ile geldik. "Selam" hidâyete uyanlara olsun."
Bize
vahyolunmuştur ki (Peygamberi) yalanlayıp yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.
Allah,
Mûsa ve Harun'a şöyle dedi: "Siz Firavundan korkmayın. Ben, sizinle
beraberim. Ona karşı size yardım ederim. Aranızda geçecek olan şeyleri işitir ve
görürüm. Siz ona vann ve deyin ki: "Şüphesiz ki biz, senin rabbinin
Peygamberleriyiz. O, bizi sana gönderdi. Rabbin sana, İsrailoğullarını bizimle
beraber serbest bırakmanı emrediyor. Sen onları bizimle beraber serbest bırak.
Onlara, güçlerinin yetmeyeceği işleri yükleyerek onlara işkence etme. Biz sana,
rabbin tarafından bir mucize getirdik. Sana söylediğimiz şeylerde bize
inanmazsan o mucizeyi sana göstereceğiz. Selam ve esenlik, Allah'ın hidâyetine
tabi olanların üzerine olsun. Rabbin bize şunu vahyetti ki, davet ettiğimiz
dinden yüz çevirip onu yalanlayanlara mutlaka azap vardır."
Âyet-i kerime’de, Müslüman olmayana
nasıl selam verileceği beyan edilmektedir.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) de Herakliyus'a
mektup yazarken, mektubun başına: "Selam hidâyete tâbi olanlaradır." şeklinde
yazmıştır.
Bunun
üzerine Firavun: "Rabbiniz de kimdir ey Mûsa?"
dedi.
Hazret-i
Mûsa ve Harun, Firavun'a vardılar, Allahü
teâlâ'nın kendilerine emrettiği şeyleri ona tebliğ ettiler. Firavun
ise, kendisini yaratan Allah’ı inkâr ederek: "Rabbiniz de kimdir ey
Mûsa?" dedi.
Mûsa:
"Rabbimiz, herşeye takdir ettiği şekli verip sonra da doğru yolu gösterendir."
dedi.
Müfessirler bu âyet-i Celileyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.
Bu izah şekillerinden biri de şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve
ona, evlenme, yeme, içme, barınma vb. yolları göstermiştir."
Taberi
bu izah şeklini tercih etmiştir.
Diğer
bir izah şekli
de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini vermiştir. İnsanları insan,
hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun olan
yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve tedarik ettiği gıdayı
nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.
Diğer
bir izah şekli
de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uygun bir şekilde yapmıştır.
Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.
Başka bir izah şekli de şöyledir:
"Yarattığı her şeye kendisine yaraşan özellikler verdi. Köpeğe diş, kuşa pençe
gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini gösterdi."
Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının, amellerini,
ecellerini, rızıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir ettiği şekilde
hareket etmektedirler.
Firavun:
"Öyleyse geçmiş nesillerin haline olacak?" dedi.
Hazret-i
Mûsa, Firavun'a, kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ve Allah'ın
herşeyi yaratıp onlara nimetlerini verdiğini söyleyince Firavun: "Daha önce
geçmiş ümmetlerin durumu ne olacak? Zira onlar senin rabbine ibadet etmemiş
başka şeylere tapınışlardır. Onların hepsi de cehennemlik midir?" diye sordu.
|