Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

313

 

020 - TÂHÂ SÛRESİ

 

CÜZ :

16

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

38

Hani bir zaman biz, annene bazı hususlar ilham etmiştik.

39

Ona şöyle demiştik: "Mûsa'yı sandığa koy, Nil nehrine bırak ta nehir onu kıyıya vursun. Onu, benim de onun da düşmanı olan biri alsın. Seni sevimli kıldım ki muhafaza altında yetişesin.

Taberi, İbn-i İshak'ın özetle şöyle söylediğini rivâyet ediyor: Hazret-i Mûsa'nın annesi, Firavun'un, İsrailoğulları'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emrettiği yılda, Hazret-i Mûsa'yi dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi çocuğunu da öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'nın annesine, ya zamanındaki Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Mûsa'yı küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir. Mûsa'nın annesi, Allahü teâlâ'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır.

Firavun her zaman olduğu gibi bir sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayının bahçesinde karısı Âsiye ile birlikte otururlarken, nehir, sandığı getirip kenara attı. Firavun sandığın getirilmesini emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik şekline getirilmiş bu sandıkta Hazret-i Mûsa bulunuyordu. Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'yı Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü.

Âyet-i kerime’de: "Mûsa'yı benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır. Bu düşmandan maksat, Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için Allah'ın düşmanı olmuştur. Hazret-i Mûsa'nın büyüyüp Peygamber olmasından sonra kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuştur.

Âyet-i kerime’de "Seni sevimli kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat, Allahü teâlânın, insanların kalblerine Hazret-i Mûsayı sevme duygusunu yerleştirmesidir. Yahut Hazret-i Mûsa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.

Yine âyet-i kerime’de "Seni sevimli kıldım ki. muhafazam altında yetişesin." buyurulmaktadır. Burada ifade edilen muhafaza altında bulundurulmaktan maksat, "Benim iradem ve sevgim ile beslene ve büyüyesin." demektir. Yahut "Bütün hallerinde benim denetimim altında bulunasın." demektir.

40

Bir zaman kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: "Size, onu bakıp yetiştirecek birini buluvereyim mi?" diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin diye seni tekrar ona verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni endişe ve gamdan kurtarmış ve seni iyi bir imtihandan geçirmiştik. Medyen'e gidip orada yıllarca kaldın. Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey Mûsa.

Âyet-i kerime’de, Hazret-i Mûsa'nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan Mûsa için bir süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hazret-i Mûsa'nın annesi, çocuğu sandığa koyup suya bırakırken onun kızkardeşine de sandığı takib etmesini söylemişti. O da takib ederek sandığın nerede ve kimler tarafında bulunduğunu uzaktan görmüştü.

Hazret-i Mûsa'nın, annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt anne olarak Hazret-i Mûsa'nın bizzat kendi annesini tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu husus şu âyetlerde açıkça beyan edilmektedir: "Mûsa'nın annesinin gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, mü’minlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik nerdeyse, Mûsa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracaktı." "Annesi, Mûsa'nın kızkardeşine" "Onu takib et." dedi. O da Mûsa'yı uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında değildi." "Biz, annesi gelmeden, Mûsa'nın başkalarını emmesine engel olmuştuk. Bunun üzerine Mûsa'nın kızkardeşi: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi size?" dedi." "Böylece biz Mûsa'yı annesine geri verdik. Sevinsin, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. Kasas Sûresi, âyet: 10-13

Âyet-i kerime’de Hazret-i Mûsa'nın bir kişiyi öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah'ın, onu bu üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hazret-i Mûsa'nın adam öldürme hadisesi de şu âyetlerde açıklanıyor: "Mûsa, halkının bir gaflet ânında şehre girdi. Orada biri kendi taraftarlarından diğeri düşmanlarından olan iki adamın döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlarından olan adam, düşmanlarından olan adama karşı Mûsa'dan yardım istedi. Bunun üzerine Mûsa, adama bir yumruk vurup öldürdü. "Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır." dedi." "Mûsa, "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim, bağışla beni." dedi. Allah ta Mûsa'nın duasını kabul edip bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir." "Mûsa: Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara arka çıkmayacağım." dedi." "Şehirde korku içerisinde idi ve etrafı gözetliyordu. Bir de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen taraftan, bugün başka bir kişiye karşı yine kendisinden yardımına koşmasını istiyor. Mûsa ona: "Anlaşılan, sen apaçık bir azgınsın." dedi." "Derken Mûsa, her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, yardım dileyen, Mûsa'nın, kendisini yakalayacağını sanarak: "Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm, ıslah edenlerden olmak istemiyorsun." dedi." "Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak gedi. "Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri, seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim," dedi." "Bunun üzerine Mûsa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar." dedi. Kasas Sûresi, âyet: 15-21

Yine âyet-i kerime’de "Seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyuruluyor. Abdullah b. Abbas, Hazret-i Mûsa'nın geçirmiş olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı bir şekilde anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek mümkündür:

Sa'd b. Cübeyr diyor ki: "Ben, Abdullah b. Abbas'dan, Allahü teâlâ'nın Hazret-i Mûsa'ya "Biz seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyurmasının izahını sordum. Abdullah b. Abbas: "Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek uzun bir meseledir." dedi. Sabah olunca, Abdullah b. Abbas'ın, bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için ona gittim. Abdullah b. Abbas şöyle dedi:

"Bir gün Firavun ve adamları, Allahü teâlâ'nın, İbrahim aleyhisselama, onun soyundan Peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazdan şöyle dediler: "İsrailoğulları hâlâ bunu bekliyorlar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub'un oğlu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrahim'e vaad edilen bu değildi." dediler. Bunun üzerine Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" dedi. Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlarına usturalar vererek İsrailoğullarının bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve buldukları her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun'un adanılan bu karan uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullarının yaşlılarının öldüklerini, küçük çocuklarının da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler: "Nerdeyse İsrailoğullarının sonu gelecek. Böyle giderse onların yaptıktan işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan erkek çocuklan bir yıl öldürün ertesi yıl öldürmeyin. Kız çocuklarına ise dokunmayın. Böylece ölen büyük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan tutmuş olur. Sağ bırakmış olduğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk oluşturamazlar. İsrailoğularının tamamen sonu gelmemiş olur, biz de ihtiyaçlarımızı karşılamış oluruz." İsrailoğulları'nı öldürme kararlarını bu görüşe göre verdiler.

Hazret-i Mûsa'nın annesi, Mûsa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların kesilmediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocukların kesildiği ertesi yıl ise, Hazret-i Mûsa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntüler dolmaya başladı.

Ey İbn-i Cübeyr, Hazret-i Mûsa annesinin karnında iken, annesinin, daha sonra çocuğnun başına gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsa'nın annesine: "Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz. Ve onu Peygamberlerden kılacağız." diye ilham etti. Ve ona, çocuğu doğurunca bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti. Mûsa'nın annesi Allahü teâlâ'run emrettiklerini yaptı. Mûsa'yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve kadın kendi kendine şöyle dedi: "Ben çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözümün önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak, çocuğumun balıklara yem olmasından daha güzeldi."

Su Mûsa'yı alıp götürdü. Firavun'un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı. Cariyeler sandığı gördüler, onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: "Bunun içinde eşya var. Eğer biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inanmaz." Böylece sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun'un hanımına götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allahü teâlâ, Firavun'un hanımının kalbine Hazret-i Mûsa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, ondan önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Mûsa'nın annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını düşünüyordu.

Cellatlar bir çocuk bulunduğunu duyunca usturalarını alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu kesmek istediler.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Firavun'un hanımı cellatlara şöyle dedi: "Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk, İsrailoğullarının sayısını artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Şâyet kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz."

Firavunun hanımı çocuğu alıp Firavun'a getirdi. Ve: "Bu, benim için de senin içinde sevinç kaynağı bir çocuk. Onu öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz... Kasas Sûresi, âyet: 9 dedi. Firavun da: "Senin olsun benim buna ihtiyacım yok." dedi.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Adına yemin edilen Allah'a yemin olsun ki, şâyet Firavun da karısı gibi, çocuğun kendisini için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allahü teâlâ kadını hidâyete erdirdiği gibi onu da hidâyete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."

Firavun'un hanımı Mûsa'ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı. Hangi kadın Mûsa'yı emzirmek istediyse Mûsa onu emmedi. Bunun zerine Firavun'un hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından öleceğinden korktu. Bu olay onu çok üzmüştü. Kadın, Mûsa'nın, insanların çokça bulunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti. Mûsa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer taraftan Mûsa'nın annesi yanıp yakılıyordu. Mûsa'nın kizkardeşine: "Sen bir araştır, sor belki ondan bir haber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?" dedi. Mûsa'nın annesi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Mûsa'nın kızkardeşi onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin bulduğunu gördü.

Firavun'un adamları süt anne bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi Kasas, Sûresi, âyet: 12

Firavun'un adamları kızı yakalayıp: "Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?" dediler. Ve Mûsa hakkında şüpheye düştüler.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Kız ise Firavun'un adamlarına şu cevabı verdi: "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, Kralın sarayında süt annesi olmak isteyeceklerinden ve bu işten menfaat umacaklarındandır.." Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı bıraktılar. Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mûsa'nın annesi geldi ve Mûsa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna süt annesi bulduk." diye müjdelediler. Firavun'un hanımı, Mûsa'nın annesine adam göndererek yanına çağırttı. Mûsa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce: "Benîm yanımda kal ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim." dedi. Mûsa'nın annesi şu cevabı verdi: "Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları kaybedemem. Şâyet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürürüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Buna razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam."

İşte bu sırada Mûsa'nın annesi, Allahü teâlâ'nın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun'un hanımına karşı diretti. Allah'ın, vaadini mutlaka yerine getireceğine inanıyordu.

Mûsa'nın annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allahü teâlâ Mûsa'yı güzel bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.

Şehrin bir tarafında toplu halde yaşamakta olan İsrailoğulları, Hazret-i Mûsa'yı vasıta kılarak Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve angaryadan kurtulmaya çalışıyorlardı.

Mûsa büyümeye başlayınca Firavun'un hanımı Mûsa'nın annesine: "Çocuğumu görmem için bana getir." dedi. Mûsa'nın annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret edeceği bir gün tayin etti. Firavun'un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve sarayda bulunan süt annelerine: "Sizden hiçbir kimse oğlumu, hediye ve bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne yaptığınıza baksın." dedi.

Mûsa, annesinin evinden çıkıp Firavun'un hanımını evine gelinceye kadar, görüşme yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Mûsa kadının yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevidi. Kadının kendisine güzel davranışı Mûsa'nın hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da hediyeler verip ikramda bulunsun" dedi.

Mûsa'yı Firavun'un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Mûsa Firavun'un sakalından tutup öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah düşmanlarından biri şöyle dedi: "Görmüyor musun? işte Allah'ın İbrahim'e vaadettiği." Bu sana galip gelecek ve seni yok edecek. Cellatları çağır bunu kessinler."

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, Mûsa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi.

Bü olay üzerine Firavun'un hanımı koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldüreceğini tahmin ediyor." dedi. Kadın: "Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup köz'den kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şâyet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan hiçbir kimse incileri bırakıp ta közü (ateşi) tercih etmez." dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip musa'ya yaklaştırdı. Mûsa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye onları çekip elinden aldı. Firavun'un hanımı: "Görmüyor musun ne yapıyor?" dedi. Böylece Allah, Mûsa'yı öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini, Mûsa'dan uzaklaştırdı. Zira Allah, Mûsa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.

Mûsa erginlik çağma erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun'un adamlarından herhangi biri İsrailoğullarından kimseye zulmedemiyor ve onları angarya işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hazret-i Mûsa şehrin bir tarafında gezerken, İsrailoğullarından bir adamla Firavun'un taraftarlarından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. İsrailoğullarından olan kişi Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı Mûsa'dan yardım istedi. Mûsa çok kızdı. Zira, Firavun'un taraftarlarından olan kişi, Mûsa'nın, İsrailoğullarını himaye ettiğini bilmesine rağmen İsrailoğullarından olan kişiye saldırmıştı. Bundan dolayı Mûsa aşırı derecede öfkelenmişti.

Mûsa'nın annesinden başka diğer insanlar, Mûsa'nın, İsrailoğullarını niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlardı. Ancak Allahü teâlâ Mûsa'ya, başkalarına bildirmediği birşeyi ilham etmiş olabilirdi.

Mûsa, Firavun'un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Mûsa ile ölen adamı Allah'tan ve İsrailoğullarından olan adamdan başka kimse görmemişti. Mûsa adamı öldürdükten sonra kendi kendine şöyle dedi: "Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır." Sonra Allah'a yalvararak şöyle dua etti: "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla beni." Allah da Mûsa'nın duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir, Mûsa şehirde korku içerisindeydi ve etraftan gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun'a intikal ettirildi ve ona: "İsrailoğullarından bir adam, Firavun taraftarlarından birini öldürdü. Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme." denildi. Bunun üzerine Firavun: '"Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz." dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladılar. Onlar, araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sırada Mûsa bir de ne görsün daha dün, kendisinden yardım isteyen İsrailoğullarından olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile dövüşüyor ve yine kendisinden, yardımına koşmasını istiyor. Mûsa, bir gün önce yaptığından pişman olmuştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uzatıp Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve İsrailoğullarmdan olan adama: "Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın." dedi. İsrailoğullarından olan kişi Mûsa'ya baktı. Bir gün önce Firavun taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, İsrailoğullarından olan kişi, Mûsa'nın kendisine "Şüphesiz ki sen, apaçık bir azgınsın." Demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden korktu ve kendisiyle kavga eden adamı Mûsa'nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey Mûsa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?" dedi ve kavga edenler ayrıldılar. Firavun'un taraftan olan adam gidip, İsrailoğullarından olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun cellatlarıni gönderdi, Mûsa, şehrin en büyük cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan Firavun'un adamları Mûsa'nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı. Mûsa'nın taraftarlarından bir adam, şehrin en uzak yerinden koşarak geldi. Gelirken kestirmeden geldi ve Firavun'un adamları Mûsa'nın yanına varmadan ona ulaştı ve durumu ona bildirdi. Ve: "Ey Mûsa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim." dedi. Bunun üzerine Mûsa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar." diye dua ediyordu.

Abdullah b. Abbas dedi ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de bu idi."

Mûsa, Medyen'e doğru yola koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çekmemişti. Yol hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: "Umanın rabbim bana doğru yolu gösterir." diyordu.

Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de hayvanlarının suya gitmelerini engellemeye çalışan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sulamıyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla yarışacak güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adamdır. Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz." dediler. Bunun üzerine Mûsa onların hayvanlarını sulayıverdi. Mûsa, su kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler. Mûsa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. "Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra ve nzka çok muhtacım."

Kadınların babası, kızlarının, koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve onlara: "Sizde bugün bir hal var." dedi. Onlar da babalarına, Mûsa'nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlarından birine Mûsa'yı çağırmasını emretti. Kız gdip Mûsa'yı çağırdı. Mûsa, kızların babası olan Şuayb aleyhisselam ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: "Korkma artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhangi bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz." dedi. Kızlardan biri de şöyle dedi: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır." Şuayb aleyhisselam kızının bu sözlerine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle dedi: "Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?" Kız: ."Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim. Güvenilirliliğine gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğunmu anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar yukan kaldırmadı ve sonra bana: "Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et." dedi. İşte ancak güvenilir bir insan böyle yapar." dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Ve Mûsa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koşmak ta istemem. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi. Mûsa da' "Bu, seninle benim aramda kesin bir sözleşmedir. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım haksızlığa uğramış olmam. Söylediklerimize Allah şahittir." dedi.

Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet etmek Mûsa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah'ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şuayb aleyhisselamın yanında on yıl geçirmiş oldu."

Bundan sonra Mûsa, ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi görme, âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çıması mucizeleri meydana geldi.

Mûsa, Allahü teâlâ'ya, Firavun'un taraftarlarından birini öldürdüğünü, dilinin kekeme olduğunu arzetti ve rabbinden, kardeşi Harun'u da Peygamber seçmesini istedi. Allahü teâlâ da Mûsa'nın isteklerini kabul etti. Kekemeliğini giderdi, Harun'a vahiy verdi ve Mûsa'ya, Harun'la görüşmesini emreti. Mûsa asasını alıp yola devam etti. Kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun'a gidip görüşme izni verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara görüşme izni verildi. Firavun'a varıp şöyle dediler: '"Şüphesiz ki biz, rabbinin Peygamberleriyiz." Firavun: "Rabbiniz de kimdir?" dedi. Mûsa ve Harun, Kur'an'ın bize anlattığı şekilde Firayun'la konuştular. Firavun onlara: "Netice olarak ne istiyorsunuz?" dedi. Ve Mûsa'ya adamlarından birini öldürdüğünü hatırlattı. Mûsa özür diledi ve Firavun'a: "Allah'a iman etmeni ve İsrailoğullarının bizimle bilikte gitmeleri için serbest bırakmanı istiyoruz." dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Mûsa'ya: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir." dedi. Mûsa, asasını yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı açık bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekilde kendisine yöneldiğini görünce korktu. Tahtından kalkıp Mûsa'dan onu durdurmasını istedi. Mûsa da onu durdurdu. Sonra koynundan elini çıkardı. Firavun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle dediler: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey değildir. Sizi, sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar."

Firavun ve taraftarları, Mûsa'nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler. Firavuna: "Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var. Sihirbazlar bunlara galip gelsinler." dediler. Firavun bütün şehirlere adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun huzuruna gelince Mûsa'yı kastederek: "O nasıl bir sihir yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir yapıyor." diye cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve âsâ ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?" dediler. Firavun onlara: "Sizler benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım." dedi. Bunun üzerine Mûsa ile Firavun ve taraftarları, bayram gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.

İşte sözü edilen bu günde Mûsa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure günü olarak devam etmektedir.

O gün insanlar bir meydanda toplandılar. Aralarında: "Durum bakalım sihirbazlar, yani Mûsa ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz." diye alay ediyorlardı. Sihirbazlar: "Ey Mûsa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy veya biz koyalım." dediler. Mûsa: "Siz koyun." dedi. Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz." dediler. Mûsa, sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü. Allahü teâlâ da ona: "Sen de âsânı at." dedi. Mûsa asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: "Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Allah tarafından bir iştir. Biz, Allah’a ve Mûsa'nın Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah'a tevbe ederiz." dediler. İşte burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi. Onların yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri döndüler.

Firavunun karısı ise perişan bir halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, musa'nın Firavun ve adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun taraftarlarından onu görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyorlardı. Halbuki onun üzüntü ve endişesi Mûsa içindi.

Mûsa her mucize getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, İsrailoğullarıni kendisiyle birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonradan vaadini bozuyordu. Ve: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyordu. Öyle ki Allahü teâlâ Firavun'un kavmine, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa ve Kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun Mûsa'ya başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında İsrailoğullarını serbest bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dönüyor, vaadini bozuyordu.

Allahü teâlâ, nihÂyet Mûsa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un diyarından çıkmasını emretti. Mûsa ve geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve Mûsa'yı takibe çıktı.

Allahü teâlâ denize: "Kulum Mûsa âsâsıyla sana vurduğunda oniki parçaya bölün ki Mûsa beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Mûsa'nın arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan," diye emretti. Fakat Mûsa âsâsıyla denize vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Mûsa gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böylece Allah'a isyan etmiş olacağından korkuyordu.

İki topluluk birbirini görüp yakınlaşınca Mûsa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize yetişecekler. Ey Mûsa, rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin rabbin yalan söyler, ne de sen." dediler. Mûsa da dedi ki; "Rabbim bana vaadetti ki denize vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin, Mûsa ile giden İsrailoğullarının en arkada bulunanlarına yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu. Allahü teâlâ'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Mûsa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkları bir sırada Allahü teâlânın emrettiği şekilde deniz onların üzerine kapanıverdi.

Mûsa'nın kavmi denizi geçtikten sonra şöyle demeye başladı: "Biz Firavun'un boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz." Bunun üzerine Mûsa rabbine dua etti. O da Firavun'un cesedini onların gözünün önüne çıkardı. Onlar da böylece Firavun'un öldüğüne kesin olarak inandılar.

Sonra Mûsa ve kavmi, kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar. Ve Mûsa'ya şöyle dediler: "Ey Mûsa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilâh yap." Mûsa da onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulunduklara din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır."

Bundan sonra Mûsa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz Harun'a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin ediyorum." dedi.

Mûsa, Allahü teâlâ ile otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine döneceğini söyledi ve onlardan ayrılarak rabbi ile konuşmaya gitti. Otuz ün geçtikten sonra Allahü teâlâ bir on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde İsrailoğulları, kendi aralarında ihtilafa düştüler. Firavun'un taraftarlarından emanet olarak aldıkları ziynet eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı bir kişi, eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu heykelin ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyordu. İsrailoğullarından bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler, dini açıkça yalanlamaya kalktılar.

Harun onlara: "Ey kavmim, siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." dedi. Bunun üzerine onlar: "Ne oluyor Mûsa'ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaadinden döndü. Aradan kırk gün geçti. Hâlâ gelmedi." dediler. İçlerinden beyinsiz olanlar ise: "Belki de o, rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden gitsin." dediler.

Mûsa, Allahü teâlâ ile konuştuktan sonra Allahü teâlâ ona kavminin yaptıklarını haber verdi. Mûsa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak döndü ve onlara: Kur'an-ı Kerim'in kıssasını zikrettiği şeyleri söyledi... Kardeşi Harun'a öfkelendikten sonra onu mazur gördü. Sonra Samiri'yi hesaba çekti. Samiri de ona: "Ben İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş mücevheratın içine attım. İşte böyle bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi. Mûsa da ona şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: '"Bana dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaadedilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."

Sonra, İsrailoğullarından buzağıya tapanlar hata ettiklerini anladılar. Mûsa'ya: "Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe edelim de yaptıklarımızı bağışlasın." dediler. Bunun üzerine Mûsa, Buzağıya tapmaya katılmayan ve İsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya yakalandılar. Bunun üzerine Mûsa: "Ey rabbim, eğer dileseydin bunları da beni de daha önce helak ederdin. Sen, içinizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzündne bizi helak mı edeceksin? dedi.

Aslında bu yetmiş kişinin içinde buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Mûsa ve Harun bunun farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı. Allahü teâlâ Mûsa'ya: "Bunların tevbeleri, içlerinden herbirinin, önüne geleni, baba-oğul demeden öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır." buyurdu.

İsrailoğulları Allahü teâlâ'nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. Sonunda Allahü teâlâ öldüreni de öldürüleni de bağışladı. Sonra Mûsa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına doğru yürüyüp gitti. Onlara Allahü teâlâ'nın göndermiş olduğu emirleri tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara yaklaştırdı. İsrailoğulları, dağın üzerlerine düşeceği korkusuyla ilahi emirlere sarıldılar ve Mûsa'yı takib ederek mukaddes topraklara vardılar. O topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve Mûsa'ya: "Onlar orada bulunduğu müddetçe biz oraya giremeyiz" dediler. Mûsa'nın ısran üzerine: "Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız." dediler ve bu sözleriyle Mûsa'yı kızdırdılar. Mûsa, bundan önce İsrailoğulları aleyhine herhangi bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua etti. Allah da duasını kabul etti ve onların Kudüs topraklarına girmelerini kırk yıl haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sabahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlardı, Allahü teâlâ İsrailoğullarına bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onları çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Taştan on iki pınar fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu... (Bu hadise tefsir kitaplarında "Fûtun hadisi" denmektedir.)

41

Seni kendime Peygamber seçtim.

42

Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin. Beni anmada (ve emirlerimi tebliğde) gevşek davranmayın.

43

İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o azdı.

44

Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin."

Ey Mûsa, ben sana bu nimetleri verdim. Çünkü ben seni Peygamberliğe ve emirlerimi tebliğ etmeye seçtim. Sen ve kardeşin Harun, delil ve mucizelerimle Firavun'a gidin. Zira o azdı. Ona, benim size emrettiklerimi tebliğ edin. Size emrettiğim şeyleri tebliğ ederken beni anmayı unutmayın. Zira beni anmanız azminizi güçlendirir. Ayaklarınızı yerinde sabit tutar. Firavuna karşı konuşurken yumuşak bir şekilde konuşun. Umulur ki, o konuştuklarınızı düşünür, ibret alır veya Allah'tan korkar, azgınlığından vaz geçer.

45

Mûsa ve Harun: Ey rabbimiz, Firavun'un bize karşı aşırı davranmasından veya daha da azmasından korkarız." dediler.

Mûsa ve Harun: "Ey rabbimiz, biz Firavun'u emrettiğin şeye davet edince onun bizi derhal cezalandıracağından veya azgınlıkta daha da ileri gideceğinden korkuyoruz." dediler.

46

Allah şöyle dedi: "Hiç korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Ben herşeyi işitirim, görürüm.

47

Firavuna varın ona, deyin ki: Şüphesiz biz, rabbinin Peygamberleriyiz. Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rabbinden bir mucize ile geldik. "Selam" hidâyete uyanlara olsun."

48

Bize vahyolunmuştur ki (Peygamberi) yalanlayıp yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.

Allah, Mûsa ve Harun'a şöyle dedi: "Siz Firavundan korkmayın. Ben, sizinle beraberim. Ona karşı size yardım ederim. Aranızda geçecek olan şeyleri işitir ve görürüm. Siz ona vann ve deyin ki: "Şüphesiz ki biz, senin rabbinin Peygamberleriyiz. O, bizi sana gönderdi. Rabbin sana, İsrailoğullarını bizimle beraber serbest bırakmanı emrediyor. Sen onları bizimle beraber serbest bırak. Onlara, güçlerinin yetmeyeceği işleri yükleyerek onlara işkence etme. Biz sana, rabbin tarafından bir mucize getirdik. Sana söylediğimiz şeylerde bize inanmazsan o mucizeyi sana göstereceğiz. Selam ve esenlik, Allah'ın hidâyetine tabi olanların üzerine olsun. Rabbin bize şunu vahyetti ki, davet ettiğimiz dinden yüz çevirip onu yalanlayanlara mutlaka azap vardır."

Âyet-i kerime’de, Müslüman olmayana nasıl selam verileceği beyan edilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de Herakliyus'a mektup yazarken, mektubun başına: "Selam hidâyete tâbi olanlaradır." şeklinde yazmıştır.

49

Bunun üzerine Firavun: "Rabbiniz de kimdir ey Mûsa?" dedi.

Hazret-i Mûsa ve Harun, Firavun'a vardılar, Allahü teâlâ'nın kendilerine emrettiği şeyleri ona tebliğ ettiler. Firavun ise, kendisini yaratan Allah’ı inkâr ederek: "Rabbiniz de kimdir ey Mûsa?" dedi.

50

Mûsa: "Rabbimiz, herşeye takdir ettiği şekli verip sonra da doğru yolu gösterendir." dedi.

Müfessirler bu âyet-i Celileyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri de şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve ona, evlenme, yeme, içme, barınma vb. yolları göstermiştir." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini vermiştir. İnsanları insan, hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun olan yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve tedarik ettiği gıdayı nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uygun bir şekilde yapmıştır. Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.

Başka bir izah şekli de şöyledir: "Yarattığı her şeye kendisine yaraşan özellikler verdi. Köpeğe diş, kuşa pençe gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini gösterdi." Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının, amellerini, ecellerini, rızıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir ettiği şekilde hareket etmektedirler.

51

Firavun: "Öyleyse geçmiş nesillerin haline olacak?" dedi.

Hazret-i Mûsa, Firavun'a, kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ve Allah'ın herşeyi yaratıp onlara nimetlerini verdiğini söyleyince Firavun: "Daha önce geçmiş ümmetlerin durumu ne olacak? Zira onlar senin rabbine ibadet etmemiş başka şeylere tapınışlardır. Onların hepsi de cehennemlik midir?" diye sordu.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç