Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

183

 

008 - ENFÂL SÛRESİ

 

CÜZ :

10

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

53

Çünkü bir kavini, kendi davranışlarını değiştirmedikçe, Allah, onlara verdiği nimeti değiştirmez. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Biz Kureyş müşriklerini cezalandırdık. Çünkü onlar bizim kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri değiştirdiler. Gönderdiğimiz peygamberi yurdundan çıkardılar. Bir topluluk kendi ahlak ve davranışlarım değiştirmedikçe Biz, onlara vermiş olduğumuz nimetleri değiştirmeyiz. Zira biz, hiç kimseye sebepsiz yere ceza vermeyiz.

54

Onların tutumu, Firavun ailesi ve ondan önce geçmişlerin tutumu gibidir. Onlar, rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de işledikleri günahları yüzünden kendilerini helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk. Hepsi de zalimdiler.

Bu müşfiklerin âdet ve davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onların bazılarını şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da şiddetli bir kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bizim helak ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allah'ın Peygamberlerini yalanlayıp, âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi.

55

Allah nezdinde canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Onlar iman etmezler.

Allah katında, yeryüzünde hareket eden canlıların en şereflisi, Allah'ın birliğini inkâr edip, ondan başkasına tapan kâfirlerdir. Onlar, Allah'ın indirdiği vahye iman etmezler.

Bu âyet-i kerime, Beni Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bu kabilenin ileri gelenlerinden Kâb'b b. el-Eşref ve taraftarları, Resûlüllah'a karşı savaşmayacaklarına dair bir antlaşma yapmışlar fakat Hendek savaşında bu antlaşmayı bozarak Resûlüllah'ın düşmanlarına arka çıkmışlardır.

Bundan sonra gelen âyet-i kerime de bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır.

56

Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarım bozan kimselerdir. Onlar, Allah'tan korkmazlar.

Medinede bulunan Yahudiler sadece Hendek savaşında değil daha bir çok yerde antlaşmalarına riâyet etmediler. Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Daha sonra yine antlaşmalar yaptılan fakat yine antlaşmalarına uymadılar. Bunların ne barizlerinden birisi de Hendek muharebesiydi. Onlar, bu yaptıklarının cezasını da gördüler.

57

Eğer savaşta onları yakalarsan, arkalarındakinî dağıtacak bir şekilde cezalandır. Belki ibret alırlar.

Eğer o ahitlerini bozanlardan birini savaşta yakalayıp esir alacak olursan, arkalarında bulunan diğer ahitlilere de ibret olsun ve dağılıp gitsinler diye onları ağır bir şekilde cezalandır ki bir daha böyle bir şey yapmaya cesaret edemesinler, ibret alsınlar da verdikleri sözü bir daha bozmasınlar.

58

Eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan, sen de aynı şekilde sözleşmelerini bozarak üzerlerine at. Şüphesiz ki Allah, ihanet edenleri sevmez.

Ey Rasûlüm, Eğer aranızda düşmanlık bulunan bir kavmin, sana ihanet edeceğinden ve antlaşmayı bozmasından korkacak olursan, sen de onlara, antlaşmayı bozduğunu bildir. Böylece antlaşmanın bozulduğundan heriki taraf açıkça ve eşit şekilde haberdar olsun. Ve sen, ihanet etmiş olmayasm. Zira Allah, hainleri sevmez.

Taberi diyor ki: "Eğer denecek olursa ki: "Sırf düşmanın ihanetinden korkularak ahit nasıl bozulabilir? Çünkü bu bir zan'dır. Zan ise kesinlik ifade etmez." Cevaben denilir ki: "Mesele senin anladığın gibi değil. Buradaki cümlenin manası şudur "Düşmanın ihanet edeceği belirtisi sana belli olur ve onların sana saldıracaklarından korkacak olursan işte o zaman onların anlatlaşmalarını üzerlerine at ve onlara karşı savaş ilan et." Nitekim Resûlüllah Kureyza oğullarının, Ebû Süfyan ve müşriklerle, kendisine karşı yardımlaşmayı kabul etmelerinden ve kendisine karşı savaşacaklarını bildirmelerinden sonra, onlarla olan antlaşmasını bozduğunu bildirmiştir. Mü’minlerle savaşı kesme atlaşması yapan bütün kavimler bu hükme tabidirler. Müslümanların halifesi, Kureyza oğullarının, Resûlüllah'a ve sahabilere yaptıkları ihanet gibi herhangi bir ihanet görecek olursa onlarla yaptığı antlaşmayı üzerlerine atıp bozabilir ve onlara karşı savaş ilan edebilir.

59

Kâfirler, yakalarını kurtarıp kaçacaklarını sanmasınlar. Onlar, Allah’ı âciz bırakamazlar.

Kâfirlerin, yakalarını Allah'tan kurtarmaları mümkün değildir. Allah onları mutlaka cezalandırır. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Yoksa kötülüklerde bulunanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarım mı sanıyorlar? Ne de kötü hüküm veriyorlar! Kasas sûresi âyet; 28/4

60

Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız ve daha bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir ve siz, asla haksızlığa uğratılmazsınız.

Ey, Allah’a ve peygamberine iman edenler, kendileriyle muahede yaptığınız ve muhadeyi bozup size ihanet edeceklerinden korluğunuz kafirler ve diğer bütün İnkârcılar için gücünüzün yeniği kadar savaş araçları hazırlayın. Besili at-lpr yetiştirin ki bu araçlarla sizin de Allah'ın da düşmanı olan kâfirleri korku tasınız. Böylece size karşı savaşma cesaretini bulamasınlar. yine bu savaş araçla sizin bilmediğiniz ve Allah'ın bildiği münafıklar ve cinler gibi düşmanlarınızı da korkmasınız. Allah yolunda savaşmak'için mallarınızı harcayarak silah almanız halinde bu harcamalarınız boşa gitmeyecek, Allah, bunların karşılığını dünyada verecek, sevaplarını da âhirete saklayacak ve size hiçbir haksizlik yapılmayacaktır.

Âyet-i kerime'de, müslümanların, kâfirlere karşı güçlerinin yettiği kadar kuvvet hazırlamaları emredilmiştir. Peygamber efendimiz bu kuvvet hakkında şöyle buyurmuştur: Ukbe b. Âmir diyorki:

"Ben Resûlüllah'ın, minberin üzerinde: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurduğunu işittim. "Dikkat edin, şüphesiz ki kuvvet, atmak'tır. Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. Müslim, K. el-İmara, bab: 167, HN: 1917 /Ebû Davud K. el-Cihad bab: 23, HN: 2514

Taberi diyor ki: " Resûlüllah'tan rivâyet edilen bu hadis-i şerifte, âyet-i kerime’de zikredilen kuvvet, "Atmak" olarakizah edilmiş ise de bu izahtan, kuvvetin sadece "Atmak"tan ibaret olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Resûlüllah: "Kuvvet, sadece atmaktır, başka bir şey değildir." buyurmamaştır. Bu sebeple, kılıç, ok, mızrak ve düşmana karşı savaşmakta kullanılan her türlü silah âyettte geçen "Kuvvet" kavramı içine girmektedir. Kaldı ki Resûlüllah'tan zikredilen bu haberin senedi gevşektir."

Âyet-i kerime’de "Bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız" buyurulmaktadır.

Müfessirler, Allah'ın bildiği, mü’minlerin ise bilmediği bu düşmanlardan kimlerin kastedildiği hususunda dört görüş zikretmişlerdir.

a- Mücahide göre bunlardan maksat, Yahudi Kureyza oğullarıdır. Bedir savaşı yapıldığında onların düşmanlığı henüz ortaya çıkmamıştı.

b- Suddiye göre bu düşmanlardan maksat, Farslar'dır. Müslümanlar, Parslarla savaşacaklarını o sırada tahmin etmiyorlardı.

c- Ibn-i Zeyde göre ise, mü’minlerin bilmediği bu düşmanlardan maksat, münafıklardır. Çünkü onlar, kelime-i şehadet getiriyorlar, hatta mü’minlerle birlikte savaşlara katılıyorlardı. Bu sebeple düşmanlıkları bilinmiyordu,

d- Diğer bir kısım âlimlere göre ise burada zikredilen düşmanlardan maksat, cinlerdir.

Taberi bu son gomşüa tercihe düğünü söylemidir. Çünkü Mü’minler, Kureyza oğlu Yahudilerin ve Farslarm müşrik olmaları hasebiyle kendilerine düşman olduklarını ve onlara karşı savaşabileceklerini biliyorlardı. Bu itibarla, âyette zikredilen bilinmeyen düşmanlar değillerdi.

Münafıklara gelince, her ne kadar bunlar düşmanlıkları bilinmeyen kimseler idiyseler de mü’minlerin güçlerinin artması yüzünden korkacak kimseler de değillerdi. Münafıklar, mü’minlerin, kendilerinin iç yüzlerim bilmelerinden korkuyorlardı. Bu sebeple âyette zikredilen güç hazırlamadan dolayı korkmaları düşünülemezdi. O halde, âyette, mü’minlerin bilmedikleri zikredilen düşmanlar, insanların dışındaki düşmanlardır ki onlar da cinlerden olan düşmanlardır. Nitekim, atlarının kişnemelerinin cinleri korkuttuğu ve atın bulunduğu yere cinlerin yakşalamadığı Rivâyet edilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, Müslümanlar her halükârda savaşa hazırlıklı olacaklardır. Fiilen savaş hayatının yaşanması şart değildir. Daima savaşa hazırlıklı olmak gerekir. * Hiçbir hazırlığa girişmediği halde "Ben, cihad ederim" iddiası boş bir iddiadır. Zira gerçeklen savaşmak niyetinde olanlar, her an savaş hazırlığı içinde olurlar. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Eğer bunlar cihada çıkmak isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardi."(9/146)

61

Eğer onlar, barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Şüphesiz o, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey Rasûlüm, eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan sen de aynı şekilde sözleşmelerini bozarak üzerlerine at. Ve onlara karşı savaş ilan et. Şâyet, İslam'a girerek veya boyun eğip cizye vermeyi kabul ederek yahut savaşmayı bırakarak seninle barışmaya eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster. İşini Allah'a bırak ona tevekkül et, o sana yeter, zira o, senin de kendileriyle barışmak istediğin kimselerin de ne söylediğinizi ve ne gibi şartlar koştuğunuzu işiten ve her iki tarafın diğeri hakkında sadakat mı yoksa ihanet mi düşündüğünü çok iyi bilendir.

Katade, İkrime, Hasan-i Basri ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyet-i kerime tevbe suresinde, müşriklere karşı savaşmayı emreden çeşitli âyetlerle neshedilmiştir. Bu hususta Katade diyor ki: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş." hükmü, Berae sûresi inmeden önce nazil olmuştur. Bu dönemde Resûlüllah, müşriklerle belli büreler için ateşkes antlaşması yapıyor, sürenin sonunda müşrikler ya müslüman oluyor veya savaş yapılıyordu. Daha sonra, Berae (tevbe) sûresi nazil olunca bu hükmü kaldırdı ve Allahü teâlâ buyurduki: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün Tevbe sûresi, 9/5

“Ey mü’minler, müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın. Tevbe sûresi, 9/36

Böylece Allahü teâlâ, Resûlüllah ile muahede yapmış olan her antlaşmalmın antlaşmasını üzerlerine attırdı ve Resûlüllah’a "Müşrikler Lailahe illallah deyip müslüman olmadıkça onlara karşı savaşmasını, iman dışında onlardan herhangi bir şey kabul etmemesini emretti. Bu surede ve bunun dışındaki surelerde zikredilen mü’minlerin, müşriklerle yap- , tıklan muahede ve sulh antlaşmaları, tevbe süresiyle neshedilmiş oldu.

İkrime ve Hasan-ı Basri de demişlerdir ki: "Tevbe suresinin: "Kitap ehlinden, Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve hak din olan islamı din edinmeyenlerle, boyuneğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Tevbe sûresi, 9/29 âyet-i kerimesiyle bu âyetin hükmü neshed il mistir.

Taberi diyor ki: "Bu âyetin neshedildiğirü söyleyen görüş, kitap sünnet ve akl-ı selimden herhangi bir delili olmayan görüştür. Çünkü "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." âyet-i kerimesi, "Eğer onlar banşa yanaşırlarsa sen de yanaş" âyet-i kerimesinin hükmünü ortadan kaldıracak bir durumda değildir. Zira, barış yapılabileceğini beyan eden bu son âyet, Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Onlar ise ehl-i kitaptır. Tevbe suresinin yinni dokuzuncu âyetinde belirtildiği gibi, cizye verip boyun eğdikleri takdirde onlarla banş yapılmasına izin verilmiştir. Tevbe suresinin, "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." âyeti ise, putlara tapan Arap müşriklerini kastetmektedir. Bunların, cizye vererek mallarını, canlanın teminat altına aldırmalan mümkün değildir. Onların müslüman olmaktan başka kurtuluş yolları yoktur.

Görüldüğü gibi, sulh yapılmasını emreden âyetle, müşriklerin öldürülmesini emreden âyetlerin hükümleri farklıdır. Onlardan biri, diğerinin hükmünü tamamen ortadan kaldırmadığı için birinin diğerini neshettiğini söylemek doğru değildir. Âyetlerin her ikisi de muhkemdir Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi

Eğer karşı taraf sulh isterse sulh antlaşması yapmak icabeder. Bu açık sulh teklifine rağmen savaşa devam edilmez.

Bu hususta Peygamber efendimiz bir örnek vermiş, Hudeybiye musalahasında, dokuz yıl savaşmayacaklarını hükme bağlayan barış antlaşmasını kabul etmiştir. Çünkü karşı taraf sulh istemiş, savaşmak niyetinde olmadığını beyan etmiştir.

Ancak, Müslümanların, düşmanla sulh anılaşması yapmaları için, güçlü durumda olmaları ve yapılacak barışın kendileri için açıkça menfaat getirmmesi şarttır. Aksi takdirde, düşmana boyun eğerek barış antlaşması yapmak caiz değildir. Bu konuda bir âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır. "Ey iman edenler, üstün olduğunuz halde, düşmanlarınız karşısında gevşek davranıp da barış istemek zoruda kalmayın..."(47/35)

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç