Âdem ve zevcesi rablerine şöyle yalvardılar: "Ey
rabbîmiz, biz kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan,
şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz."
Allahü teâlâ bu Âyet-i kerime'de, Hazret-i
Âdem ve Havva'nın uyarılmalarından sonra ne cevap verdiklerini beyan ediyor,
onların, günah işlediklerini itiraf ederek kendisinden, affedilmelerini
dilediklerini haber veriyor. Halbuki mel'un İblis, bunlar gibi yapmamış,
hatasını itiraf ederek bağışlanmasını dileme yerine, kendisine mühlet
verilmesini istemiştir. Allahü teâlâ'da
onların her ikisine de istediklerini vermiştir.
Âdamin bu yalvarması, rabbinden almış olduğu kelimelerledir. "Âdem rabbinden
kelimeler aldı. Günahının bağışlanmasını istedi. Allah da tevbesini kabul etti.
Şüphesiz Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, merhamet sahibi
Bakara sûresi, 2/97 Âyet-i kerimesi buna işaret
etmektedir.
Allah dedi "Bir kısımsız diğer birkısmınıza düşman
olarak cennetten inin. Yeryüzünde sizin için bir müddete kadar yerleşme ve
geçinme vardır."
Allah Âdeme, Havva'ya onların soylarından geleceklere, İbüs'e ve onun soyundan
olanlara ve yılana dedi ki: "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin.
Yeryüzünde, sizlerin karar kılacağınız ve yatıp kalkacağınız yerler vardır ve
hayatınızın sonuna kadar sizi geçindirecek şeyler mevcuttur."
Âyette geçen ve "Yerleşme" diye tercüme edilen kelimesi, Ebul Âliye tarafından
"Karargah" diye izah edilmiş, Abdullah b. Abbas
tarafından ise "Kabir" olarak açıklanmıştır. Taberi,
âyetin umum ifadesinin, yeryüzünün hem diriler hem de ölüler için karargah
kılındığını ifade ettiğini söylemenin daha evla olduğunu beyan etmiştir.
Yine şöyle dedi: "Orada yaşayacasınız, orada
öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız."
Yine Allah dedi ki: Hayatınız yeryüzünde geçecek, ölümüz yeryüzünde olacak,
kıyamette hesaba çekilmeniz için de oradan çıkarılıp diriltileceksiniz.
Bu hususta diğer bir âyet-i kerime’de
de şöyle buyurulmaktadır:
"Biz, sizin aslınızı topraktan yarattık. Öldükten sonra sizi oraya döndürürüz.
Kıyamet günü de oradan tekrar çıkaracağız. Taha
sûresi, 20/55
Ey Âdemoğulları, sizin için, avret yerinizi öretecek
elbise ve ziynet eşyası yarattık. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bu,
Allah'ın delillerindendir. Gerekir ki ibret alırlar.
Ey Âdemoğulları, size, avret yerlerinizi örtecek elbiseler, sıkıntısız ve
genişçe yaşamınızı sağlayacak mallar verdik, Allah'ın yasaklarından kaçınıp,
emirlerine itaat ederek takvaya bürünmeniz, sizin için, avret mahallelinizi
örten elbiselerden daha hayırlıdır. Bu elbise ve mallar, Allah'ın, varlığını
gösteren de-lillerindendir. Gerekir ki ibret alır, bâtılı bırakıp hakka
yönelirler.
Âyet-i kerime’de,
insanların, avret mahallerini örtmeleri için, Allahü
teâlâ'nın, kullarına elbise nimetini lütfettiği zikredilmektedir.
Cahiliye döneminde, Araplardan bir kısım insanlar, Kâbeyi tavaf ederken, her
zaman giydikleri elbiselerini çıkanr çıplak olarak tavaf yaparlardı. Âyet-i
kerime böyle yapanları uyararak, avret mahallerin örtmeleri için kendilerine
elbiseler verdiğini beyan etmektedir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Zinet eşyası" şeklinde tercüme edilen kelimesi,
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Süddi,
Urve b. Zübeyr ve Dehhaktan nakledilen bir
görüşe göre "Mal" demektir. Buna göre, Âyetin bu bölümünün manası: "Sizin için
elbiseler ve mal var ettik." demektir.
Yine Abdullah b. Abbas ve Mabed el-Cüheniden,
nakledilen diğer bir görüşe göre bu kelimenin manası "Elbiseler" ve "Müreffeh
hayat" demektir. İbn-i Zeyd'e göre ise bu
kelimenin manası "Güzellik" demektir.
Taberi diyor ki: kelimesinin asıl manası
"Geçimlik ve mal" demektir, Bazan bunu Araplar, diğer mallar dışında sadece
"Elbise" anlamında kullanırlar. Bazan da "Bolluk ve müreffeh yaşantı" manasında
kullanırlar. İbn-i Kesir ise bu kelimenin "Süslü
elbise" manasına geldiğini söylemekte ve şöyle demektedir: "Normal elbise
insanın avret mahallerini örten elbisedir." "Riyş" ise süslü elbise, süslemek ve
güzelleşmek için giyilen elbisedir. Normal elbise zaruri eşyalardan sayılırken,
süs elbisesi olan "Riyş" lüks eşyalardan sayılmıştır. Allah, kullarına, zaruri
olanların üstünde de nimetler vermiş ve bu itibarla düşünüp ibret almalarını
istemiştir
Âyette zikredilen "Takva elbisesi"nden neyin kastedildiği hususunda çeşitli
görüşler zikredilmiştir.
a- Katade ve
İbn-i Cüreyce göre burada zikredilen "Takva
elbisesinden maksat iman"dır.
b- Mabed el-Cüheniye göre "Haya ve edep"tir.
c- Abdullah b. Abbastan nakledilen bir
görüşe göre "Salih amel"dir.
d- Abdullah b. Abbastan nakledilen
diğer bir görüşe ve Hazret-i Osman'a göre "Güzel kıyafef'tir.
e- Urve b. Zübeyre göre "Allah korkusu"dur.
f- İbn-i Zeyde göre ise "Avret
mahallini örtmek"tir. Zira, Allah'tan korkan, avret mahallini örter ve böylece
takva elbisesini giymiş olur.
Taberi diyor ki: "Âyet-i
kerime’de geçen kelimesi çeşitli
gramer kaideleri gözönünde bulundurularak iki şekilde okunmuştur.
a- Bu kelimenin sonu şeklinde ötre okunmuştur. Bu kı-raata göre âyetin
manası şöyledir: "Ey Âdemoğulları, sizin bilmiş olduğunuz bu takva elbisesi
sizin için, avret mahallerinizi örten elbiselerden ve sizin için yarattığımız
mal ve süslerden daha hayırlıdır. Siz bu takva elbisesini giyin.
b- Bu kelimenin sonu şeklinde üstün okunmuştur. Bu kıraata göre ise
Âyetin manası şöyledir. "Ey Âdemoğulları, biz sizin için, avret mahallelinizi
örten elbiseler mal ve süs eşyaları ve takva elbisesi indirdik. İşte bizim size
indirdiğimiz bu şeyler, Kâbeyi tavaf ederken soyunup ta çıplak şekilde tavaf
etmenizden" Sizin için daha hayırlıdır. O halde Allah'tan korkun. Allah'ın sizi
rıziklandirdığı bu şeyleri geyin, elbiselerinizden soyunmak suretiyle şeytana
itaat etmeyin. Çünkü şeytan, bu davranışıyla sizi alaya alıyor, atanız Âdem ve
Havvayı, Allah'ın kendilerine giydirdiği elbiseden soyundurarak onları aldattığı
gibi sizi de böylece aldatmak istiyor.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Bu
son kıraat şekli Âyetin manasının daha sıhhatli bir şekilde ifade ettiği için
daha isabetlidir. Nitekim bundan sonra gelen Âyetin manası da bu Âyeti, son
kıraat şekliyle izah etmenin daha münasip olduğunu ifade etmektedir.
Müfessirlerin, takva elbisesi hakkında
beyan ettikleri görüşlere gelince; "Onlardan doğru olanı, takva elbisesinden
maksadın, nefislerin ve kalblerin, Allah korkusunu hissetmeleri ve bunun icabı
olarak ta emirlerini tutup yasaklarından kaçınmalarıdır." diyen görüştür. Takva
elbisesi bu manada alındığı takdirde, iman da, salih ameli de hayayı da, Allah
korkusunu da ve güzel kıyafetli olmayı da ifade etmiş olur, Zira, Allah'tan
korkan, ona iman etmiş olur. Emirlerini tutar, ondan çekinir, her yerde onun,
kendisini gözetlediğini düşünür. Diğer kulların onun kusurunu görmelerinden
utanır. Böyle olan kimsede de güzelliğin eserleri, hem şekilde hem de ruhda
görülür.
Allahü teâlâ, nefislerin ve kalblerin,
kendisinden korkmalarını, kişinin üzerine giydiği bir elbiseye benzetmiştir.
Zira inşa kendisini maddi tehlikelere karşı elbise ile koruduğu gibi manevi
tehlikelere karşı da Allah korkusunu hissetmeyle korur.
Ey Âdemoğulları, Şeytan, ana va babanızı (Âdem ile
Havva'ya) avret yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak
cennetten çıkardığı gibi sizi de altmasın. Çünkü Şeytan ve kabilesi, sizin
onları göremediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz, Şeytanları, iman
etmeyenlerin dostları yaptık.
Ey Âdemoğulları, sakın Şeytan iki atanızı, kendilerine avret mahallerini
göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizleri de
aldatmasın. Çünkü Şeytan ve kabilesi, sizin onları göremediğiniz yerden sizi
görürler. Şüphesiz ki biz Şeytanı, mü’minlerin değil ancak kafirlerin dostları
kılmışındır.
Âyet-i kerime’de,
Şeytanın, Hazret-i Âdem ile Havva'nın elbiselerini soyduğu zikredilmektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi müfessirler
soyulan bu elbiselerin ne olduğu hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:
a- İkrime ve
Abdullah b. Abbas'a göre Hazret-i Âdem ile
Havva'nın bu elbiseleri tırnak idi. Ebul Cevze,
Abdullah b. Abbas'ın bu hususta şunları söylediğini rivâyet etmiştir.
"Âdem ile Havva, yasaklanan ağaçtan yiyerek hata işleyince onların, tırnaktan
olan elbiseleri soyuldu ve bugün var olan tırnaklar, bir hatırlatma ve süs
olarak bırakıldı.
İkrime de demiştir ki: "Âdem ile Havva'nın
elbiseleri olan tırnaklar soyulurken bugün mevcut olan tırnaklar soyulmadan önce
Âdem tevbe etti böylece bu tırnaklar kaldı.
Vehb b. Münebbihe göre ise Hazret-i Âdem ile Havva'nın cennetteki elbiseleri,
avret mahalleri örtenni bir nur idi. Onlar, birbirlerinin avret mahallerini
göremiyorlardı.
Mücahide göre ise, onların bu elbiseleri,
Allah korkusuydu.
Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan
görüş şudur: Âdem ile Havva'nın, avret mahallerini örten bir vasıtaları vardı.
Bu vasıta tırnak da olabilir, nurda olabilir, başka bir şey de olabilir. Bu
vasıta'nın ne olduğuna dair kesin bir delil bulunmadığından bunun yukarıda
zikredilen görüşlerden herhangi biri olduğunu söylemek ve onlardan birini
diğerine tercih etmek isabetli değildir.
Âyet-i kerime'de, Hazret-i Âdem ile
Havva'nın cennetten çıkarılışı ve elbiselerinin soyulması, şeytana nisbet
edilmiştir. Halbuki bunları yapan Allah'tır. Olayın Şeytana isnad edilmesinin
sebebi, onun, Âdem ile Havva'yı aldatarak bu olayla cezalandırılmalarına sebep
olmasıdır. Bu sebeple bazan bu olaya sebep olan şeytana bazan Ua onu fiilen
meydana getiren Allahü teâlâ'ya isna
edilmiştir Âyet-i kerime'de belirtildiği gibi.
Şeytanın gayelerinden biri de insanın çirkin yerlerini açığa çıkarmak ve ırzına
ayaklar allına düşürmektir. Şeytanın günümüzdeki taraftarları da aynı gayeleri
gütmektedirler. Medeniyet ve olgunluk adına kamdınlan açılmaya, namahrem,
erkeklerle karışmaya, İslamın getirdiği ahlak, kurallarına karşı çıkmaya davet.
etmekle ve onları kışkırtmaktadırlar, her çeşit tesettür vasıtlarını
kaldırmanın, kadınların İslamî kıyafetten uzaklaştırmanın hedefi malumdur. O da
şehevani arzulan kışkırtarak, ırz ve namusları payimal ederek cemiyeti bozmak ve
huzursuz etmektir. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaran bu mücrimlerin vay haline,
kıyamet gününün o dehşetli azabından nasıl kurtulacaklardır.
Onlar, bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Babalarımızı
bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti." dediler. Ey Rasûlüm, de ki
"Şüphesiz ki Allah, hayasızlığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı mı
söylüyorsunuz.
Bu kâfirler, Kâbeyi tava etmek için çırılçıplak soyunmak veya diğer zamanlarda
açılıp saçılmak gibi bir hayasızlık yapap ta ayıplandıkları zaman kendilerini
şöyle müdafa ederlerdi. "Biz, atalarımızı da bu hal üzere bulduk. Biz,' onlara
uyuyoruz. Bize bunu, Allah emretti."
Ey Rasûlüm, de ki: "Şüphesiz ki Allah, kullarına hayasızlığı ve çirkin işleri
emretmez." Bu hayasızlıkları bize Allah emretti." diyerek, böyle bir şey
dediğini bilmediğiniz halde Allah'a karşı iftirada mı bulunuyorsunuz?
Mücahid, Said b.
Cübeyr, Şa'bi, Sü'ddi ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledildiğine göre bu
âyet-i kerime'de geçen, "Hayasızlıktan
maksat. İslam gelmeden önce cahiliye döneminde bir kısım Arapların, giydikleri
elbiseleriyle Kâbeyi tavaf etmelerinin caiz olmadığı kanaatiyla arayı orayı
çırılçıplak tavaf etmeleridir.
Bu hususta Mücahid diyor ki: "Kûbeyi çıplak
olarak tavaf ediyorlar ve "Biz orayı annemizden doğduğumuz gibi tavaf ediyoruz"
diyorlardı. Kadınlar, ön taraflarına geniş bir kayış parçası bağlıyorlar ve
şöyle diyorlardı. "Bugün bir kısmı veya tümü görünebilir. Fakat ben, görüneni
helal yapmıyorum."
Süddi de diyor ki: "Yemen Araplarından bir
kabile, Kâbeyi çıplak olarak tavaf ederlerdi. Onlara: "Niçin böyle
yapıyorsunuz?" denince de "Atalarımızı bu hal üzere bulduk. Bunu bize Allah
emretti," derlerdi. İşte âyet-i kerime bu
hususları beyan etmektedir. Mücahid'den
nakledilen başka bir Rivâyete göre kendilerine "Muhafazakârlar." anlamına gelen
"Humus" ismi verilen Kureyşliler dışında diğer bütün Araplar Kabe'yi tam çıplak
olarak tavaf ederlermiş.
De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her Mescitte
yüzlerinizi ona çevirin ve dini sadece ona tahsis ederek ona yalvarırı. İlk defa
sizi o yarattığı gibi yine ona döneceksiniz."
Ey Rasûlüm, o cahillere de ki: "Rabbim bana, adaletli davranmayı ve doğru olmayı
emretti. Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara değil Allah'a
yönelin. İbadet ve itaatlerinizi sadece ona tahsis ederek ona yalvarın. Zira o
sizi ilk defa yoktan var ettiği gibi, ölüp yok olmanızdan sonra, kıyamet gününde
tekrar dirilip ona döneceksiniz. Yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz."
Âyete geçen "Yüzlerinizi ona çevirin." ifadesinden neyin kastedildiği hususunda
iki görüş vardır. Mücahid ve
Süddîye göre âyetin manası: "Her Mescitte
yüzünüzü Kâbeye çevirin." demektir. Rebi' b. Enese
göre ise âyetin manası: "Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara
değil Allah'a yönelin" demektir.
Taberi, âyetin, müşrikleri kasdettiğini
ve müşriklerin mabedleri olmadığı için yüzlerini Kâbeye çevirmelerinin söz
konusu olmadığını, bu sebeple bu son görüşün tercihe şayan olduğunu ve
"Yüzlerini putlara değil Allah'a çevirmelerinin emredikliğini söylemektedir."
Âyet-i kerime’nin
sonunda "ilk defa sizi o yarattığı gibi yine ona döndürüleceksiniz."
buyurulmaktadır. Bu ifade, müfessirler
tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.
a- Abdullah b. Abbas, Cabir,
Said b. Cübeyr ve
Mücahide güre Âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Allah sizleri ilk
yarattığında iki guruba ayırıp mü’min ve kafir olarak yarattığı gibi kıyamette
de aynı şekilde iki gurup olarak dirileceksiniz. Müslüman olarak ölen kimse
ahirette de müslüman olarak dirilecek, kafir olarak ölen de kafir olarak
dirilecektir.
b- Ebul Âliye, Muhammed b. Kâ'b
el-Kurezi ve Süddiye göre ise bu ifadeden
maksat şudur: "Allah yarattıklarım ezeli ilminde nasıl bilmiş ve takdir etmisse
yaratıklar, Allah'ın o bilgisine göre davranacaklardır. Müm'min olacaklarını
bildiği kimselerin mü’min olarak doğup mü'min olarak öleceklerdir. Kâfir
olacaklarını bildiği kimseler ise, İblis gibi, önce cennetliklerin amellerini
işleseler dahi sonunda cehennemlik olarak öleceklerdir.
c- Hasan-ı Basri,
Katade, Abdullah
b. Abbas, Mücahid ve
İbn-i Zeyde göre bu ifadeden maksat şudur:
Allah sizleri, hiç yokken ilk defa nasıl var ettiyse ölüp yok olmanızdan sonra
da tekrar dirilip aynı şekilde ona döneceksiniz."
Taberi de bu son görüşü tercih etmiştir.
Zira Âyet-i kerime ahirete iman etmeyen
müşriklere öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bilidinneyi
kastetmektedir. Sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bildirmeyi kasetmektedir.
Âhirete iman etmeyen insanlara, mü’min veya kâfir olarak dirileceğini
bildirmenin bir manası yoktur. Bu sebeple âyetin tekrar dirilmeyi beyan ettiğini
söylemek daha isabetlidir. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'de şu
hadis-i şerifinde insanların tekrar
dirileceklerini beyan ettikten sonra şu Âyeti okumuştur. Bu da bizim izah
şeklimizin sıhhatli olduğunu göstermektedir.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Sizler, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaksınız." Sonra
Resûlüllah "varlıktan ilk defa nasıl
yarattıysak sonra da öyle dirilteceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Şüphesiz biz,
vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz.
Allah, insanların birkısmmi hidâyete erdirdi. Bir
kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp Şeytanları dost
ediniyor, bununla beraber kendilerini doğru yolda zannediyorlar.
Allah sizden bir topluluğu hidâyete kavuşturdu ve onları salih ameller işlemeye
muvaffak kıldı. Onlardan bir fırkanın da sapıklığa düşmesi hak oldu. Çünkü
onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dostlar edindiler. Kendilerinin de doğru yolda
olduklarını zannederler.
Taberi diyorki: "Bu
âyet-i kerime, bilmeden günah işleyenlerin ve
sapık inanca düşenin sorumlu olmayacağını iddia edenlerin iddialarının yanlış
olduğunu beyan etmektedir. Zira âyette, hidâyet üzere olduklarını zanneden fakat
sapik olan imselere, "Sapıklar" denilmiş, bu hallerini bilmemelerinden dolayı
mazur sayılmamışlar ve hidâyette olanlarla aynı oldukları zikredilmem iştir.
|