Faiz yiyenler,
yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların:
"Alış verişte aynen faiz gibidir." demelerindendir. Halbuki Allah, alış verişi
helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbinden öğüt gelir de yaptığını
terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allah’a aittir. Kim de tekrar
faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak
kalacaklardır.
Faizi almak vermek ve yemek suretiyle faizle
muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak şeytanın çarptığı, sara
hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan kişinin kaltığı gibi kalkarlar.
Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının sebebi, inkâr etmeleri ve
iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir. Niçin bu haram olsun?"
demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş suretiyle ticari kazancı helal, faizi
ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır. Kim, rabbinden bir öğüt ve korkutma
geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse, haram hükmü gelmeden önce olan
olmuştur. Ve onun işi Allah’a aittir. İsterse onu affeder, isterse azabeder. Kim
de haram kılındıktan sonra tekrar faiz yerse onlar cehennemliktirler. Orada
edebi olarak kalacaklardır.
Âyet-i kerime’de,
"Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar." buyurulmaktadır. Arapçada "Faiz' kelimesi lafzıyla ifade edilmiştir.
Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak." demektir. Mallarını faize verenler,
onları bu yolla artırmak istedikleri için faize "Riba" denmiştir. Faiz
yiyenlerin, yerlerinden şeytanm çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan
edilmiştir. Burada ifade edilen "Yerler"den maksat,
Mücahid, Abdullah b. abbas,
Said b. Cübeyr,
Katade, Rebi' b. Enes,
Dehhak, Siklıli ve
İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde diriklikten
sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin alametleri, şeytanın
çarpmış olduğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.
Taberi
diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerime’de,
faizi bizzat yiyenler zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizli işlem yapan ve onu
fiilen yemeyenler de bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır?
Cevaben denilir ki: "Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede
bulunanlar bu âyetin beyan ettiği hükme dahildir. Ancak, âyetin indiği zaman
faizcilerin, faizden elde ettikleri gayr-i meşru kazancı en çok yeme ve
içmelerinde kullandıkları için âyette "Faiz yiyenler ifadesi yer almaktadır.
Yoksa bütün faizle muamele yapanlar bu âyetin kapsamına girmektedirler. Nitekim
şu âyet-i kerime ve şu ha-dis-i şerif bu
hususu ortaya koymaktadırlar. Allahü teâlâ
buyuruyor ki: "Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve eğer iman ediyorsanız
faizden arta kalanı bırakın. Bakara sûresi, 2/278
Peygamber efedimiz de hadis-i şerifinde
şöyle buyurmuştur.
"Allah, faizi yiyene de yedirene de şahidine de
kâtibine de lanet eder. Nesâî K. ez-Ziynet, bab: 25 /
Ebû Davud K. el-Buyü bab: 4, Hadis No: 3333 Müslim. K. el-Müsakat bab: 105,106,
Hadis No. 1597, 1598
Allah, faizi mahveder,
sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
Allah, faizi eksiltir ve yok eder. Sadakalarm
sevabını ise kat kat artırır. Sadaka verilen malı artırır. Allah, inkârda ısrar
edenleri, ikaz ve nasihatlara aldırmayarak günah işlemeye devam edenleri asla
sevmez.
Allahü teâlânın,
faizi mahvetmesi, ya onu tamamen imha etmesi veya onun karıştığı malın
bereketini gödermesiyle olur. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz bir
hadisi şerifinde:
"Faiz çoğalsa dahi sonunda eksilmeye mahkumdur."
buyurmuştur Ahmed b. Hanbel,
Müsned, Cl S. 395,424
Sadakalar bunun aksinedir. Çünkü Allah onlara
bereket verir ve onları artırır. Nitekim bu hususta
Allahü teâlâ diğer âyetlerinde şöyle buyumıuştur: "Malarını Allah
yolunda harcayanların durumu: Her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak
veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü
geniş olan ve her şeyi bilendir. Bakara sûresi, 2/261
"O kimdir ki, Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de, Allah ona
karşlığım kat kat versin? Rızkı daraltan da Allah’tır, bol veren de. Yine ona
döneceksiniz. Bakara Sûresi, 2/245
Peygamber
efendimiz de bu hususta şöyle buyuruyor:
"Kim, helal kazancından bir hunna kadarım sadaka
olarak verirse ki - Allah, ancak helal maldan olan sadakayı kabul eder. - Allah
onu sağ eliyle (güzelce) kabul eder. Sonra onu, sizden birinin atının tayını
beslediği gibi besler. Öyle ki, o dağ gibi Buhari, K.
ez-Zekat, bab: 8 / Müslim, K. ez-Zekât bab: 63,64 Hadis No. 1014
Diğer bir Rivâyette de şöyle buyurmuştur.:
"Şüphesiz ki Allah, sadakayı kabul eder. Onu sağ
eliyle alır ve sizden birinizin atının tayını besleyip büyüttüğü gibi o sadakayı
büyütür. Öyle ki, bir lokma uhut dağı gibi olur. Bunu, aziz ve celil olan
Allah'ın kitabında doğrulayan âyetler: "Bunlar, kullarının tevbesini ve
sadakaları ancak Allah'ın kabul ettiğini ve tevbeleri çokça kabul eden ve çok
merhametli olanın sadece Allah olduğunu bilmezler mi?
Tevbe sûresi, 9/104 "Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır.
Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez. Bakara sûresi,
2/276 âyetleridir. Tirmizi, K. ez-Zekât, bab:
28 Hadis No. 262
Şüphesiz ki iman
edenlerin, salih amel işleyenlerin, namazı kılıp zekatı verenlerin, rableri
katında mükâfaatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir
de.
Allah’ı ve Resulünü tasdik eden ve Allah'ın,
kendilerine emrettikleriyle amel eden, namazı bütün erkânıyla birlikte kılan ve
mallarından, farz kılınmış olan zekatı verenlerin, âhirette rableri katında
mükâfaatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar, dünyada bıraktıkları
şeylere de üzülmezler.
Ey iman edenler,
Allah’tan korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın.
Ey iman edenler, emirlerine itaat ederek ve
yasaklarından kaçınarak Allah’tan korkun ve alacağınızdan, ana paranın üzerine
ilave edilen faizi terkedin, almayın. Eğer sözünüzde, işinizde ve imanızda
samimi kişiler iseniz bunu böyle yapın.
Suddi, İbn-i Cüreyc
ve İkrime, bu
âyet-i kerime’nin, nüzul sebebi
hakkında şunları söylemişlerdir: Bir kısım insanlar İslama girmeden önce
mallarını faize vermişlerdi. Bunlar, faizin bir kısmını almışlardı diğer kısmı
duruyordu. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi
indirerek onların daha önce almış oldukları faizleri affettiğini ve geriye kalan
faizi de almalarının haram olduğunu bildirdi. Faize mal veren kişilerin, Abbas
b. Abdul Muttalib ve Muğire oğullarından bir kişi olduğu, faizle mal alanların
da Sakiyf kabilesinden Amr oğulları olduğu Rivâyet edilmiştir. Diğer bir
Rivâyette ise mallarını faize verenlerin Amr oğulları olduğu, alanların da
Muğire oğulları olduğu bildirilmektedir.
Eğer böyle yapmazsanız
Allah ve Resulü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu bilin. Şâyet
tevbe ederseniz, sadece sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ye
haksızlığa da uğramamış olursunz.
Âyet-i kerime’de
zikredilen ve "Bilin" diye tercüme edilen kelimesi iki şekilde okunmuştur.
a- Bütün Medine halkı bu kelimeyi, sülasî
fiilden türetilmiş bir emir kabul etmişler ve şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata
göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şâyet sizler, bu emredileni yapmazsanız,
Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin.
b- Küfe kurralarının tümü ise bu kelimeyi,
rubai fıilerden türetilmiş bir emir kabul ederek şeklinde okumuşlardır. Bu
kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şâyet sizler, emrolunani yapmazsanız,
Allah ve Resulüne karşı savaştığınızı diğer ihsanlara ilan edin."
Taberi :
"Bu kıraatlardan birinci kıraatin tercihe şayan
olduğunu söylemiştir. Zira, savaş ilan etme, faiz yiyenlerin hakkı değil Allah
ve Resulünün hakkıdır. Nitekim bu hususta, Abdullah
b. Abbas şöyle demiştir: "Şâyet, faizli muamele yapan kimse, bundan
vazgeçmeyecek olursa, müslümanların imanının bu kimseyi tevbe etmeye çağırması
gerekmektedir. Eğer vazgeçerse mesele yoktur. Aksi taktirde imam onun boynunu
vurur. Bu hususta Katade de şunları
söylemiştir: "Gördüğünüz gibi Allah, faiz yiyenleri öldünnekle tehdit etmiş ve
onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kanlarını heder etmiştir. Reb' b. Enes te
Allahü teâlânın bu
âyet-i kerime ile, faiz yiyenleri öldürmekle
tehdit ettiğini söylemiştir.
Âyet-i kerime,
faizin korkunç bir cinÂyet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinÂyetin büyüklüğünü
anlamak için, Kur'an-ı Kerimin, faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle
incelemek yeterlidir. Kur'an-ı Kerim, faizcileri, Şeytanın çarptığı, sara
hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler
gibi sağa sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.
Faizciler ise, Kur'an-ı Kerimin bu tasvirine
rağmen faizin zararlarını yok gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Allah'ın, bu
kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören ve onunla muamele yapanların,
Allah ve Resulünün kendilerine karşı savaş ilan ettiğini beyan eden âyete rağmen
faizle iştigal ederek rablerine karşı savaşmayı basit bir olay gibi
gösterenlerden ve o faizi helalmiş gibi takdim etmeye çalışanlardan daha zalim
ki olabilir? Hangi müslüman, bu tehdidi duyduktan sonra faizli muameleye devam
etmek ister? Bu âyet-i kerime’yi
duyduktan sonra yaptığından vaz geçip tevbe etmeyen, bu korkunç cinÂyeti
işlemeye devam eden kişilere yazıklar olsun. İmanla faiz birbirinin zıddıdır.
Hiç bir zaman birleşmezler.
Cabir b. Abdullahın
Rivâyetinde bu hususta Peygamber efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor
Cabir diyor ki:
"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem) faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlerine lanet etti. Ve
"Onlar eşittir" buyurdu. Müslim, K. el-Müsakat, bab:
106, Hadis No. 1598/Ebû davud, K. el-Büyük bab: 4 Hn, 3333
Peygamber
efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde
de buyuruyor ki:
"Ben isra ve miraç gecesinde, kannlan evler kadar
büyük olan bir topluluğun yanına vardım. Karınlarında yılanlar vardı. Bu
yılanlar dışarıdan görünüyordu. Dedim ki: "Ey
Cebrâil, bunlar kimdir?" dedi ki: "Bunlar, faiz yiyenlerdir.
İbn-i Mace, K. et Ticaret, bab: 58, Hn. 2273/Ahmed
b. Hanbel, Müsned, C.2 S. 353, 363
Peygamber
efendimiz bir diğer hadis-i şerifinde
de şöyle buyuruyor:
"Faizde yeüniş günah vardır. En hafifi, kişinin,
anası ile zina etmesi gibidir. İbn-i Mace, K.
et-Ticaret, bab: 58 HN, 2274
Eğer borçlu darda ise
ona, genişliğe çıkıncaya kadar mühlet verin. Bağışlamanız ise, bilirseniz sizin
için daha hayırlıdır.
Eğer borçlu sıkıntı içindeyse ve ödeme gücü yoksa
genişliğe çıkıp ödeme gücü elde edinceye kadar bekleyin. Fakat, sadakanın
faziletini ve sıkıntı içindeki borçlunun sıkıntısını gidermenin sevabını
bilirseniz, alacağınızdan vaz geçip onu borçluya bağışlamanız, o malı ondan
almanızdan sizin için daha hayırlıdır.
* Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) efendemiz
buyuruyor ki:
"Kim, bir borçlusuna nefes aldırır veya onun
borcunu silerse o kişi kıyamet gününde arşın gölgesinde olacaktır.
Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.5 S. 300, 308 / Darimi, K. el-Büyü bab: 50
Müfessirler bu
âyet-i kerime’de, darlık içinde
oldukları zaman kendilerine süre tanınması emredilen borçlulardan hangi
borçluların kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir:
a- Abdullah b.
Abbas, Muhammed
b. Sîrîn, İbrahim en-Nehai,
Katade, Dehhak
vb. âlimlere göre burada zikredilen borçludan maksat, faizli muamelede borçlu
durumuda olan ve faizle aldığı ana parayı ödemekten âciz kalan borçlulardır.
Alacaklılar, ona paralanın ödemekten âciz olan bu borçlulara, ödeme imkânları
oluncaya kadar süre tanımakla emrolunmuşlardir. Fakat, faizli muamele dışındaki
herhangi bir muameleden dolayı borçlu olan kimseler borçlarının vadesi geldiği
zaman onu ödemek zorundadırlar. Aksi halde kendilerine hapis gibi hukuki
müeyyideler uygulanır. Bu hususta, Muhammed
b. Sîrî diyor ki: "Bir alacaklı kişi borçlusunu,
Kadı Şüreyhe şikâyet etti. Şüreyh de borçlunun aleyhine hüküm vererek
hapsedilmesini emretti. Şüreyhin yanında bulunan bir dam, "Borçlu olan bu kişi
dardadır. Allahü teâlâ da kitabında "Eğer
borçlu darda ise ona genişliğe çıkıncaya kadar mühlet verin." buyumıaktadır."
dedi. Şüreyh dedi ki de "Bu âyet, faizli muameleleri söz konusu etmektedir. Zira
Allahü teâlâ, kitabında, başka bir Âyette
buyuruyor ki: "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında
hükmederken adaletle hükmetmenizi emrediyor. Nisa
sûresi, 4/58 Kadı Şüreyh, sözlerine
davamla dedi ki: "Allah'ın, bize bir şeyi emredip sonra da emrini yerine
getirdiğimizden dolayt bize azabetmesi beklenemez.
b- Dehhak
ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir
görüşe göre bu âyet-i kerime, her türlü
borçluyu ifade etmektedir. Bu borç, helal bir alış verişten de olsa, faizden de
olsa aynı hükme tabidir. Bu hususta, Dehhakm
şunu söylediği rivâyet edilmiştir. "Müslüman kardeşinde alacağı olan bir mü’min,
kardeşinin darda olduğunu bildiği halde, borcunu ödeyemediği için onu
hapsettirmesi ve genişliğe çıkmasını beklemeyip alacağını isteyerek onu
sıkıştırması helal değildir.
Taberi
diyor ki? "Tercihe şayan olan görüş, bu âyet-i kerime’nin,
Resûlüllah döneminde mallarını faize
verip sonra da müslüman olan ve müslümün olduklarında faiz alacaklarını henüz
tahsil edememiş olanlar hakkında nazil olduğunu söyleyen görüştür.
Âyet-i kerime, bu gibi insanlara faiz
alacaklarını bırakıp sadece ana paralarını almalarını emretmiş, borçluları, ana
paralarını ödemekten âciz iseler, onlara mühlet vermelerini emretmiştir. Bu
itibarla, bu âyet, müslüman olmadan önce, malını faize veren kimselere
hitabetmektedir. Ancak, her ne kadar âyet, faizli muamele yapan kimseler
hakkında inmişse de hükmü her alacaklı için geçerlidir. Bu sebeple borcunu
ödemede, darlık içinde olan her borçluya, alacaklısı tarafından, imkanı oluncaya
kadar zaman tanınması gerekmektedir. Zira, alacaklının alacağı, borçlunun malı
üzerinde bir haktır. Onun vücudu üzerinde bir hakkı değildir. Borçlunun ödeme
gücü yoksa alacaklının, onun hürriyetin kayıt altına alıp onu hapsettirmeye veya
onun kol eleştirerek satmaya hakkı yoktur. Zira, alacaklının alacak hakkı ya
malının tümü üzerinde bir hak, ya borçlunun vücudu üzerinde bir hak veya
malından belli şeyler üzerinde bir hak veya malının tümü üzerinde bir hak
farzedilebiler. Şâyet alacaklının hakkı, borçlunun vücudu üzerinde olsaydı,
borçlunun ölmesiyle bu hakkın sona ermiş olması gerekirdi. Habluki bunun böyle
olduğunu kimse söylememektedir. Şâyet borçlunun belli bir malı üzeride bir hak
kabul edilecek olursa o malın yok olmasıyla da alacaklının hakkının ortadan
kalkması gerekirdi. Bunun böyle olduğunu da kimse söylememektedir. O halde,
ortada, "Alacaklının hakkı, borçlunun malının tümü Üzerindedir." demekten başka
bir ihtimal kalmamıştır. Madem ki alacaklının hakkı, borçlunun malı üzerindedir
o halde alacaklının, borçlunun vücudu üzerinde herhangi bir tasarruf hakkı
yoktur. Alacaklının, böyle bir hakkı olmadığına göre, borcunu ödemekten aciz
kalan borçluya, gücü yetinceye kadar mühlet tanımasından başka bir yol yoktur.
Bu da, bu âyet-i kerime’de
zikredilen borçludan maksadın her çeşit borçlu olduğunu göstermektedir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda "Bağışlamanız ise, bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır."
buyurulmaktadır.
a- Katade
ve İbrahim en-Nahai âyetin bu bölümünü "Sizler, mallarınızın sermayesini almanız
yerine, borçlunuz olan, zengin ve fakirlere bu mallarınızı bağışlamanız sizin
için daha hayırlıdır." şeklinde izah etmişlerdir. Buna göre, müslüman olmadan
önce faizli muamelede bulunan alacaklı kişi, müslüman olduktan sonra
borçlularından sadece malının sermayesini alabilir. Sermayeyi de almaması daha
evladır. Borçlunun zengin veya fakir olması farketmez.
b- Süddi,
Rebi' b. Enes,
Dehhak ve İbn-i Zeyde göre ise bu
âyet-i kerime, ifade etmektedir, ki alacaklı
kişinin alacağını, borcunu ödemekte güçlük çeken borçlusuna bağışlaması daha
evladır. Zengin olan borçlusuna böyle davranmasının daha evla oluşu söz konusu
değildir.
Taberi bu görüşü
tercih etmiştir. Zira âyetin bu bölümü, borcunu ödemede güç durumda
olan borçlunun durumunu izah eden âyetin sonunda zikredilmiştir. Bu itibarla
bağışlama işinin de böyle bir borçlu için yapılacağını söylemek daha uygundur.
Said b. el-Müseyyeb
ve Âmir eş-Şa'binin,
Hazret-i Ömerden, yine
Şa'binin Abdullah
b. abbastan rivâyet ettiklerine göre Hazret-i
Ömer ve Abdullah b. Abbas, faiz
hükümlerini belirten bu âyetlerin, Kur'a-nı Kerimin en son inen âyetleri
olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Hazret-i Ömerin
şunu söylediği rivâyet edilmektedir: "Kur’an’ın en son inen âyeti faiz âyetidir.
Allah'ın Peygamberi onu bize tefsir etmeden önce vafat etmiştir. Siz faizi ve
şüpheli şeyleri bırakın.
Allah’a döneceğiniz
günden korkun. Sonra herkese kazandığı tamamen ödenecektir. Ve onlar, zulme
uğratmayacaklardır.
Allah'ın huzuruna çıkacağınız o korkulu günden
sakının. Orada herkes daha önce dünyadayken yapmış olduğu iyilik ve kötülüklerin
mükâfaat veya cezasına kavuşacaktır. Çünkü o gün amallerin karşılığının
verileceği gündür. O gün insanlara, amellerinin mükâfaatından herhangi bir şey
eksilterek zulmedilmez. Kötülüğün cezası, yapılan kötülük kadar, iyiliğin
mükâfaatı ise on kat verilince kişiye nasıl zulmedilmiş olabilir?
Abdullah b. Abbas, Atıyye,
Süddi ve Said b.
el-Müseyyebe göre Kur’an’ı kerimin en son inen âyeti bu âyettir.
İbn-i Cüreyc,
Resûlüllah’ın, bu âyetin inmesinden sonra dokuz gün yaşadığını,
Cumartesi günü hastalanıp pazartesi günü vefat ettiğini söylemiştir.
Âyet-i kerime,
Ahkemül Hakimîn olan Allahü teâlânın
huzuruna çıkıp çetin bir hesap vereceğimizi hatırlatmaktadır: Bu konuda diğer
bir âyette şöyle buyurulmaktadır. "O gün kimse kimseye bir fayda sağlayamaz. O
gün emir Allah’ındır. İnfitar sûresi, 82/19
|