Hak teâlâ hazretleri kadîm kelâmında buyurmuştur ki:

“Ennebiyyü evlâ bil-mü’minîne min enfüsihim ve ezvâcuhu ümmehâtühüm

— Peygamber mü’minlere kendi nefislerinden evlâdır ve hatunları mü’minlerin analarıdır.” (Ahzâb sûresi: 33/6)

Peygamber Efendimiz’in hanımlarının mü’minlerin anası olması şu cihettendir ki, onların nikâhları mü’minlere haramdır ve hürmetleri vaciptir. Yoksa onlara nazar etmek ve halvetlerine varmak cihetinden değildir. Ama kızları mü’minlerin kızkardeşleridir demek câiz değildir. Zira onların nikâhları mü’minlere haram değildi. Hanımlarının babaları ve anaları mü’minlerin dedeleri ve nineleri demek, kızkardeşleri ve erkek kardeşleri teyzeleri ve dayılarıdır demek caiz değildir, demişlerdir.

Hazret-i Aişe’den rivâyet edilmiştir ki: “Peygamber Efendimizin hatunları ümmehât-ı mü’minîn (erkek mü’minlerin anaları) dır. Kadınların anaları değildir,” diye buyurmuştur.

Ama Peygamber Efendimiz hazretleri, erkeklerin ve kadınların babaları idi. Peygamber Efendimiz hazretlerine hürmette Ebû’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Babası) demek caizdir.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri’nin hatunları bütün kadınlardan üstündür, sevapları ve ikapları onlardan kat kat fazladır. Yâni onlar iyi bir iş işleseler o işi başkaları işlediğinde verilen sevabın iki katı, belki daha fazlası kadar onlara sevap verilir.

Bir günah işleseler bize olan ukubetin (cezanın) iki katı kadar ukubete müstahak olurlardı. Onlara bir şey sormak helâl değildi. Meğer ki, perde arkasından olsun.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri bütün ömrü boyunca kaç hatun almıştır? Bunlann hangisi öncedir, hangisi sonradır? Kendinden önce kaçı vefat etmiştir, kendinden sonra kalanlar kimlerdir? Hangisiyle bir araya gelmiştir, hangisiyle gelmemiştir? Kimi almak isteyip de nikâh etmemiştir? Kimler Resûlüllah Efendimiz hazretlerine “Beni alsın” demiştir? Alimler arasında bunlar ihtilaflıdır.

Ancak on bir hatunda ittifak vardır.

Bunların altısı Kureyş kabilesindendir:

1. Huveylid kızı Hadîce

2. Ebû Bekir kızı Âişe

3. Ömer kızı Hafsa

4. Ebû Süfyân kızı Ummü Habîbe

5. Ebû Ümeyye kızı Ummü Seleme

6. Zem’a kızı Sevde.

Dördü de diğer kabilelerdendir:

7. Cahş kızı Zeyneb

8. Hâris kızı Meymûne

9. Huzeyme kızı Zeyneb. Buna Ümmü’l-Mesâkin (Fakirler Anası) derlerdi.

10. Hâris kızı Cüveyriye

11. Bir hatunu da Benî İsrail'den Safiyye’dir. Allah onların hepsinden razı olsun.

Hazret-i Hadice:

Mü’minlerin anası Hazret-i Hadîce’nin (radıyallahü anh) cahiliyyet zamanında iken adı Tâhire idi. Ebû Hâlet bin Zürâre adlı bir kişinin nikâhında idi. Ondan iki erkek çocuk vücuda getirmişti. Ondan sonra Atik adlı bir kişi onu almıştı. Ondan da bir kız vücuda getirmişti. Onlardan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri aldı. O zaman Resûlüllah Efendimiz yirmi beş yaşında idi ve Hadîce kırk yaşma basmıştı.

Rivâyet olunur ki, Hazret-i Hadîce, Resûlüllah Efendimiz hazretlerine “Beni alsın” diye kendini teklif etmiştir. Peygamber Efendimiz hazretleri de amcalarına durumu anlattı. Bunun üzerine Hazret-i Hamza (radıyallahü anh) gitti, babasından Hadîce’yi isteyip Resûlüllah Efendimiz hazretlerine alıverdi. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, Hadîce’yi aldığı zaman yirmi bekr mehir verdi. Bekr diye henüz bir kere doğurmuş olan genç deveye derler. Bazı kavilde on iki ukiyye altın verdi denilmiştir. Ukiyye, kırk dirhemlik bir ağırlık ölçüsüdür.

İbn-i İshak buyurmuştur ki: “Her ne zaman kâfirler Resûlüllah Efendimizi red veya tekzib etseler, şerefli hatırları mahzun olsa, Hadîce’ye geldiği gibi gönlü açılırdı. Zira Hadîce, daima o Hazret’e teselli verirdi:

— Sen kâfirlerin ettiğine bakma. Onlar cahillerdir. Cahillerin böyle yapmaları şaşılacak bir şey değildir. Bütün peygamberler bu cefayı çekegelmişlerdir, derdi.

Bu türlü okşayıcı sözlerle Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin mübarek hatırını hoş ederdi. Ta vefat edinceye kadar bu hal üzere devam etti. Kadınların kocalarına muhabbet, hürmet ve izzet etmeleri Hadîce (radıyallahü anh)nin sünnetidir.”

Abdurrahman bin Zeyd’den nakledilmiştir ki, Hazret-i Âdem şöyle buyurmuştur:

— Muhakkak ki, ben, kıyamet gününde bütün insanların efendisi olacağım. Ancak peygamberlerden bir peygamberin değil. O peygamberin adı Ahmed’dir. O, benim üzerime iki nesne ile üstün kılınmıştır. Birisi hatunudur ki, onun yararına çalıştı, ona arka ve yardımcı oldu. Benim hatunum ise benim zararıma çalıştı. Birisi de şudur ki, ona Hak teâlâ hazretleri yardım etti, onun şeytanı İslâm’a geldi. Benim şeytanım ise kâfir oldu.

O hatundan murad Hazret-i Hadîcedir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin yolunda malı ve nefsi ile çalışıp ona türlü yardımlarda bulunmuştur. Hazret-i Âdem aleyhisselâm ise Hazret-i Havva’nın sözüne uyup cennetten çıkmıştır. Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

— Ben şeytanımı Müslüman ettim, diye buyurmuştur.

Âdem âleyhisselâm’ın şeytanı Allah’ın lânetine uğramış İblis idi ki, kâfir oldu, Hazret-i Âdem’e zararı dokundu.

İmâm-ı Ahmed’in naklinde İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet edilmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri şöyle buyurdu:

— Cennet ehli kadınların en üstünü, Huveylid kızı Hadîce, Muhammed kızı Fâtıma, İmran kızı Meryem ve Fir’avnın karısı Âsiye’dir.

Şeyh Veliyyüddin İbn-i Irakî (Allah ona rahmet etsin) der ki: “Doğru ve seçkin olan şudur ki, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin hatunlarının en üstünü Hazret-i Hadîce’dir.”

Bazıları Hazret-i Âişe daha üstündür, dediler. Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensarî (Allah rahmet etsin) Behçetü’l-Hâvî şerhinde der ki: “Mü’minlerin analarının en üstünü Hazret-i Hadîce ile Hazret-i Âişe’dir. Hangisinin diğerinden daha üstün olduğu hususunda ihtilâf vardır.”

Ama İbn-i Ammâd (Allah rahmet etsin) dedi ki: “Doğrusu şudur ki, Hazret-i Hadîce, Âişe’den daha üstündür. Zira rivâyet ile sabittir ki, bir gün Hazret-i Âişe, Resülüllah Efendimiz hazretlerine:

— Hak teâlâ hazretleri sana Hadîce’den yeğreğini nasip etti, dedi.

Yâni: “Hadîce vefat ettiyse yerine ben geldim. Ben ondan daha üstünüm” demek istedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hazretleri:

— “Yok, vallahi. Hak teâlâ hazretleri bana ondan yeğreğini nasip etmedi. Halk beni yalanladıkları zaman o bana iman getirmiştir. Halk beni mahrum ettikleri zaman o bana malını vermiştir,” buyurdu.

İşte bu hadîs-i şerif açıkça gösterir ki, Hazret-i Hadîce (Allah ondan razı olsun) daha üstündür.”

İbn-i Dâvud (Allah ona rahmet etsin), bu hususta kendisine sual sorulduğu zaman şöyle dedi:

Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Hazret-i Âişe’ye Cebrâil aleyhisselâm’dan selâm eylemiştir. Hazret-i Hadîce’ye Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlâ hazretlerinden Muhammed’in lisaniyle selâm etmiştir. O halde Hadîce daha üstündür.

Yine sual edip:

— Ya Hadîce ile Fâtıma’dan hangisi daha üstündür? dediler.

Cevap olarak:

Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Fâtıma hakkında “O benden bir parçadır,” diye buyurmuştur. Açık olan şudur ki, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin parçası daha üstündür, dedi.

Şeyh Takiyyüddin Sübkî (Allah ona rahmet etsin) dahi bu hususta kendisine sual sorulduğu zaman:

— Ihtiyârımız ve dinimiz şunun üstünedir ki, Fâtıma binti Muhammed sallâllahü aleyhi ve sellem hazretleri hepsinden üstündür. Ondan sonra Hazret-i Hadîce üstündür. Ondan sonra Âişe üstündür, dedi. Allah onlardan razı olsun.

Mü’minlerin anası Sevde binti Zem’a (radıyallahü anha), Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretlerinin nübüvvetinin başlarında İslâm’a gelmiştir. Kendinin amcası oğlu olan Sekrân bin Ömer’in hatunu idi. O da Sevde ile beraber çoktan İslâm’a gelmişti, ikinci hicrette ikisi de Habeş ülkesine hicret etmişlerdi. Sonra Mekke’ye döndükleri zaman kocası vefat edip Resûlüllah Efendimiz hazretleri onu nikâhlayarak aldı.

İmâm-ı Buhârî (Allah rahmet etsin) tarihinde: “Sevde (radıyallahü anha), Hazreti Ömer’in hilâfetinde vefat etmiştir,” diye buyurmuştur. Zehebî de: “Hazret-i Ömer’in hilâfetinin sonlarında vefat etti,” demiştir. Bazıları ise: “Elli dört senesinin Şevval ayında Medine’de vefat etti,” demişlerdir.

Hazret-i Âişe:

Mü’minlerin anası Hazret-i Âişe binti Ebû Bekir Sıddîk (Allah onlardan razı olsun)’ın anasının adı Ummü Rummân bintî Âmir’dir. Kendisini Cübeyr bin Mut’im’e vereceklerdi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri isteyip aldı. İbn-i Ishak'ın rivâyetine göre Resûlüllah Efendimiz kendisine dört yüz dirhem mehir vermiştir. Hicret tarihinden üç yıl önce Mekke’de kendisini almıştır. Hicretten on sekiz ay sonra Şevvâl ayinin başlarında bir araya gelmişlerdir. O zaman Hazret-i Âişe dokuz yaşında idi.

İmâm-ı Buhârî ve Müslim (Allah onlara rahmet etsin), Hazret-i Âişe’den şöyle rivâyet etmişlerdir.

— Başlangıçta Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri beni aldığı zaman ben altı yaşında idim. Sonra Medine’ye geldik. Benî Hâris bin Hazrec arasında konakladık. Beni sıtma tuttu. Bu yüzden saçım döküldü. Bir gün kızlarla salıncak oynuyordum. Annem gelip beni çağırdı. Niçin çağırdığını bilmiyordum. Yanına vardığım gibi elime yapıştı. Beni evin kapısında, durdurdu. Oradan bir parça su aldı, yüzümü ve başımı sildi, beni evin içine bıraktı. Ensar kavminden bazı kadınların gelmiş olduğunu gördüm. Hemen kadınlar:

— Alâ’l-hayre ve’l-berekete (Hayırlı ve mübarek olsun), dediler.

Annem beni onlara teslim etti. Ondan sonra kadınlar beni süsleyip hazırladılar. Kuşluk zamanı Resûlüllah Efendimiz hazretleri geldi. Kadınlar beni ona teslim ettiler. Ben o zaman dokuz yaşında idim, diye buyurmuştur.

Ebû Ömer’den rivâyet edilmiştir ki: “Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin Mekke şehrinde Hazret-i Âişe’ye nikâhı Şevvâl ayında vâki olmuştu. Sonra Medine-i münevvere’de bir araya gelmeleri de Şevvâl’de vâki oldu,” demiştir.

Rivâyet olunur ki, Hazret-i Âişe, kendi ehlinden ve dostlarından olan kadınların Şevval ayında kocaya varınalarından hoşlanırdı. Hazret-i Âişe (radıyallahü anh), Âlemlerin Hocası Resûlüllah Efendimizin bütün hatunlarının en sevgilisi idi. Hazret-i Âişe neye meylederse Fahr-i Âlem Efendimiz ona uyardı.

Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerinde gelmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Âişe’ye şöyle dedi:

— Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış, “Bu senin hatunundur,” derdi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise Hak teâlâ hazretleri imza eylesin,” dedim.

Yâni: “Eğer rüya Rahmani ise Hak müyesser eylesin,” demektir.

İmâm-ı Tirmizî’nin rivâyetinde şöyledir: Cebrâil aleyhisselâm, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerine yeşil bir ipek içinde Hazret-i Âişe’nin sûretini getirdi ve:

— Bu senin dünyada ve âhirette hatunundur, dedi.

Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, Hazret-i Âişe ile dokuz yıl birlikte olmuştur. Resûlüllah Efendimiz hazretleri vefat ettiğinde Hazret-i Âîşe on sekiz yaşında idi. Peygamber Efendimiz, Âişe’den başkasını bâkir olarak almamıştır. Hazret-i Âişe, fakîhe, âlime ve fasihe (kavrayışlı, bilgili ve güzel konuşan) idi. Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden çok hadîs rivâyet eylemiştir. Ashâb ve tabiînden birçok kalabalıklar Hazret-i Âişe’den rivâyet etmişlerdir. Arap tâifesi içinde olan cenkleri, hâdiseleri ve şiirleri çok güzel bilirdi. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri diğer kadınlarında birer gece yatar, Hazret-i Âişe’nin yanında iki gece kalırdı. Sebebi şu idi ki, mü’minlerin anası Zem’a kızı Sevde çok yaşlandı ve kendi nöbetini Hazret-i Âişe’ye bağışladı. Peygamber Efendimiz hazretlerinin Hazret-i Âişe’yi sevdiğini bilirdi. Kendisi sadece Resûlüllah Efendimizin nikâhı altında vefat etmeye razı oldu.

Hazret-i Âişe’den rivâyet edilmiştir ki, kendisi asla çocuk doğurmamıştır. Peygamber Efendimiz hazretlerinin İbrahim’den başka bütün çocukları Hazret-i Hadîce’den olmuştur. İbrahim, Mâriye’den olmuştur. Hazret-i Âişeden evlâdı gelmemiştir. Hicret tarihinin elli sekizinci senesi Ramazanının on yedisinde salı günü vefat edip namazını Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) kıldırmıştır. Kendisini geceleyin defn etmelerini vasiyet etmişti. Vasiyeti üzerine geceleyin Baki’ mezarlığına defn ettiler. Allah ondan razı olsun.

Hazret-i Hafsa:

Mü’minlerin anası Hafsa binti Ömer bin Hattab (Allah onlardan razı olsun) İslâm’a gelip hicret edenlerdendir. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinden önce Huneys bin Huzâfe’nin hatunu idi. Bedir gazâsından sonra kocası vefat etti. Dul kalınca Hazret-i Ömer onu Hazret-i Ebû Bekir’e vermek istedi. Sonra Hazret-i Osman’a vermek istedi. Hiç birisi almadı. Ondan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri isteyip aldı.

Resûlüllah Efendimiz, Hafsa’yı hicret tarihinden üç yıl sonra nikâh etmiştir. Sonra bir talâk vermişti. Hak teâlâ hazretlerinden vahiy geldi:

— Ya Muhammedi Hafsa’ya geri dön. Zira o çok oruç tutucu ve çok namaz kılıcıdır. Cennette senin hatunundur, diye buyuruldu.

Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz hazretleri tekrar ona döndü. Sahabe ve tabiînden bir topluluk Hazret-i Hafsa’dan hadîs-i şerifler rivâyet etmişlerdir. Hicret tarihinin kırk beşinci yılında Muâviye zamanında vefat etmiştir. Vefat ettiğinde altmış yaşında idi. Bazı kavilde Hazret-i Osman zamanında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Hazret-i Ümmü Seleme:

Mü’minlerin anası Ümmü Selenle (radıyallahü anh)nin adı Hind idi. Daha önce Ebû Seleme bin Abdü’l-Esed’in hatunu idi. Habeş ülkesine ilk hicret eyleyen kocası ile birlikte Ümmü Seleme idi. Ümmü Seleme ilk kocasından dört çocuk vücuda getirmişti. Bazı rivâyette Ümmü Seleme, Medine’ye hicret eden kadınların ilki idi. Kendisinden önce hiç bir kadın hicret etmedi, demişlerdir.

Rivâyet olunmuştur ki, Ümmü Seleme, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin şöyle söylediğini işittiğini bildirmiştir:

— Bir kimseye bir musibet yetişse, meselâ oğlu, kocası veya yakınlarından bir kimse vefat eylese ve o kimse: “Allahümme ecirnî fî musibeti ve ahleflî hayren minhâ — Allahım, benim musibetimi mükâfatlandır ve bana ondan daha hayırlısını ihsan eyle,” dese, Hak teâlâ hazretleri ona o giden kimseden yeğrek bir kimse verip onun yerine getirir.

Ümmü Seleme diyor ki:

— Kocam Ebû Seleme vefat ettiğinde ben: “Hangi Müslüman Ebû Seleme’den yeğrek olabilir?” dedim. Ondan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin buyurduğu duayı okudum. Hak teâlâ hazretleri bana Ebû Seleme’nin yerine Resûlüllah Efendimiz hazretlerini verdi.

Bir rivâyette gelmiştir ki, Ebû Seleme vefat ettiğinde Ümmü Seleme’yi Hazret-i Ebû Bekir istedi, varınadı. Sonra Ömer istedi, ona da varınadı. Sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri adam gönderip kendisine istediği zaman Ümmü Seleme, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin bu isteğini edep ve hürmetle karşıladıktan sonra bazı bahaneler ileri sürüp:

— Ancak benim üç halim var. Birincisi, ben çok kıskanç bir kadınım. İkincisi, ben çocuklu bir dulum. Üçüncüsü, burada beni evlendirecek sahiplerimden kimse yoktur, dedi.

Yâni: “Ben kocamı çok kıskanırım. Belki öbür hatunlarla imtizaç edemeyip kendilerini rahatsız ederim,” demek istedi. Sonra yine: “Benim çocuklarım vardır. Belki fakirlik sebebiyle onları beslemek kendilerine zahmet olur,” demek istedi. Üçüncü olarak da: “Benim velilerimden burada kimse yoktur ki, beni versin,” dedi. Yâni: “Belki varırım da sonradan velilerim razı olmaz,” demek istedi.

Ümmü Seleme bu bahaneleri ileri sürünce Hazret-i Ömer, Resûlüllah Efendimize karşı böyle davrandığı için gayet huzursuz olup gazaba geldi. Kendisine gelmediğine ve Resûlüllah Efendimize de gelmediğine kızdı. Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin kendileri gelip:

— Ya Ümmü Seleme! O kıskanmak dediğin şeyi senden gidermesini ben Hak teâlâ hazretlerinden dua ederim. Çocuklarının durumuna gelince, Hak teâlâ Hazretleri ona yeterlik verir. Velilerinden burada kimse bulunmasa da onlardan beni istemeyen kimse yoktur, dedi.

Bunun üzerine Ümmü Seleme, oğluna:

— Beni Resûlüllah hazretlerine tezvic eyle, dedi.

Oğlu da nikâh edip verdi.

Rivâyet olunur ki, Ümmü Seleme, zamanın gayet güzellerinden idi. Peygamber Efendimiz, hicret tarihinin dördüncü yılı Şevvâlinde onu almıştı. Elli dokuz tarihinde Medine’de vefat edip Baki’ kabirliğinde defn olunmuştur. Ömrü seksen dört yaşına ermişti. Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden sonra kırk sekiz yıl yaşamıştır. Vefat ettiğinde namazını Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) kıldırmıştır. Bazıları, Saîd bin Zeyd kıldırdı, demişlerdir. Allah onlardan razı olsun.

Ümmü Habibe:

Mü’minlerin anası Ümmü Habîbe (radıyallahü anh)nin adı Remle idi. Daha önce Ubeydullah bin Cahş denilen kimsenin hatunu idi. Onunla beraber Habeş ülkesine hicret etmişti. Kocası orada mürted olup Hıristiyan oldu ve orada vefat etti. Ümmü Habîbe İslâm dini üzere sebat etti, kocasına uymadı. Meşhur rivâyetler şunun üzerinedir ki, Ümmü Habîbe daha Habeş ülkesinde iken Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Habeş padişahı olan Necaşî’ye Amr bin Ümeyye ile mektup gönderip: “Ümmü Habîbe’yi bana nikâh edesin” diye buyurdu. Necaşî de şerefli emirleri gereğince Ümmü Habîbe’yi Resûlüllah hazretlerine nikâhlayıverip kendi malından Şurahbil bin Habeşe ile dört yüz altın ağırlık gönderdi.

Rivâyet olunur ki, Necaşî, kendi cariyesi olan Ebrehe’yi Ummü Habîbe’ye gönderdi: Resûlüllah hazretlerinin kendine mektup gönderip “Ümmü Habîbe’yi bana nikâh ediver” diye buyurduğunu bildirdi. Ümmü Habîbe bu haberi işittiği zaman çok sevinip Ebrehe’ye gümüşten iki bilezik ve birkaç yüzük bağışladı. Akşam zamanı olduğu gibi Necaşî, Cafer bin Ebi Talib’e ve o diyarda bulunan müslümanlara haber verdi. Hepsi gelip hazır oldular. Orada kendisi Ümmü Habîbe’yi Resûlüllah Efendimiz hazretlerine nikâh ediverdi. Böyle vâki olduğu zaman Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân daha İslâm’a gelmemişti, müşrikti. Mekke’de bulunuyordu. Resûlüllah Efendimiz hazretleri ile muharebede bulunuyordu. Hicret tarihinin kırk dördüncü senesinde Medine’de vefat etmiştir. Allah ondan razı oldun.

Zeynep binti Cahş:

Mü’minlerin anası Zeyneb binti Cahş (radıyallahü anh): Bunun annesinin adı Emîme’dir ki, Abdülmuttalib bin Hâşim’in kızı idi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Zeyneb’i önce Zeyd bin Hârise’ye alıvermişti. Mezkûr Zeyd, Peygamber Efendimizin azadlı kölesi idi. Zeyneb bir zaman Zeyd ile dirlik ettikten sonra Zeyd onu boşadı. İddeti tamam olduktan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Zeyd’i gönderdi:

— Git, Zeyneb’e benden söz et. Bakalım bana gelir mi? diye buyurdu.

Zeyd de Zeyneb’in kapısına geldi, arkasını döndü ve:

— Ya Zeyneb! Beni Resûlüllah gönderdi. Seni istiyor, dedi.

Zeyneb:

— Ben hiç bir şey söylemem. Ta Rabbim bana emreyleyinceye kadar, dedi.

Böyle söyledikten sonra kalkıp kendinin bir mescidi (ev içinde namaz kılacak hususî bir köşesi) vardı, oraya girdi.

Bundan sonra Hak teâlâ hazretleri:

“Felemmâ kazâ zeydun minhâ ve taren zevvecnâkehâ — Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık,” (Ahzâb sûresi: 33/37) âyet-i kerîmesini inzal etti.

Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz hazretleri gelip izinsiz olarak Zeyneb’in odasına girdi.

İmâm-ı Müslim şöyle rivâyet etmiştir ki, Zeyneb (radıyallahü anh) bazen Peygamber Efendimiz hazretlerinin hatunlarına bununla övünüp:

— Sizi babalarınız tezvic eyledi (evlendirdi). Beni ise yedi kat göklerin üstünden Hak teâlâ hazretleri tezvic etti, derdi.

Önceleri adı Berre idi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri adını Zeyneb koydu. Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) bunun hakkında:

— İslâm dininde Zeyneb’den daha üstün hatun yoktu. Allah korkusunu bilmekte, gerçek söylemekte, sıla-i rahm etmekte (yâni kendi akrabası ile görüşüp konuşma üzre olmakta), çok sadaka vermekte ve kendi nefsini hayır işlere bezi etmekte Zeyneb’den daha üstün hatun olmaz, diye şehadet ederdi.

Hicret tarihinin yirminci yılında Medine-i münevvere’de vefat etmiştir. Vefat ettiğinde elli üç yaşında idi. Namazını Hazret-i Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh) kıldırmıştır.

Zeynep binti Huzeyme:

Mü’minlerin anası Zeyneb binti Huzeyme (radıyallahü anh), Beni Hilâl kabilesinden idi. Cahiliyet zamanında Ümmül-Mesâkin (Fakirler Anası) diye tanınmıştı. Çünkü fakirleri ve miskinleri gözetir, hallerini yoklar, onlara yemek verirdi. Önce Abdullah bin Cahş adlı bir kimsenin karısı idi. Kocası Uhud çenginde öldürülmüştü. Ondan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri onu nikâh eyledi. Çok zaman geçmeden Peygamber Efendimizin hayatında vefat etmiştir. Bazı kavilde sekiz ay beraber yaşadılar denilmiştir. Bazıları da daha az demiştir. Hicret tarihinin dördüncü yılı Rebiülâhirinde vefat edip Baki’ kabirliğine defn olunmuştur.

Meymûne binti Hâris:

Mü’minlerin anası Meymûne binti Hâris (radıyallahü anh) de Beni Hilâl kabilesinden idi. Hicretin yedinci yılında Hayber gazasından sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri Mekke’ye umre etmeğe gittiği zaman onu almıştı. Bunun büyük kızkardeşi Ummü’l-Fazl, Hazret-i Abbâsın karısı idi. Ana bir kızkardeşi Esmâ binti Umeys ise Ca’fer bin Ebi Tâlib’in karısı idi. Diğer bir kızkardeşi olan Selmâ binti Umeys de Hazret-i Hamza’nın hatunu idi. Meymûne, kendi durumunu Hazret-i Abbâs’a emanet etmişti. Abbâs da kendisini Peygamber Efendimiz hazretlerine tezvic etti. Mekke yakininda Şerif denilen yerde bir araya gelmişlerdi. Hicret tarihinin elli birinci yılında yine aynı yerde vefat etti. Namazını İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretleri kıldırıp kabrine de o koymuştur.

Cüveyriye binti Hâris:

Mü’minlerin anası Cüveyriye binti Hâris (radıyallahü anh), Benî Mustalık tâifesinden idi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri bu tâifeye karşı gazâ ettiği zaman esir alınıp Sâbit bin Kays bin Şemmas El-Ensarî’nin hissesine düşmüştü. O da kendisine bir baha biçip onun karşılığında serbest bırakmayı vaad etmişti. Bir gün Cüveyriye, Resûlüllah Efendimiz hazretlerine gelip:

— Ya Resûlâllah! Ben Cüveyriye binti Hâris’im. Hâlim sana gizli değildir. Sâbit bin Kays’ın eline düştüm. Bana baha biçti. Bedelim karşılığı beni serbest bırakacak, dedi ve bahası için Resûlüllah Efendimiz’den yardım istedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hazretleri:

— Daha hayırlı bir nesneye rağbetin var mıdır? diye sordu.

Cüveyriye:

— Nedir o nesne, ya Resûlâllah? dedi.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

— Senin bahanı ben vereyim ve seni hatunluğa alayım, dedi.

Cüveyriye:

— Kâşki öyle olsa, ya Resûlâllah, dedi.

Ondan sonra halk, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Cüveyriye’yi hatunluğa aldığını işitince ellerinde olan esirleri serbest bırakıp yerlerine gönderdiler:

— Bunlar şimden sonra Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin ıshârı oldu, dediler.

Ishâr, sihri hısımlar demektir ki, kişinin hatunu tarafından olan akrabalarına derler.

Rivâyet olunur ki, Hazret-i Âişe (radıyallahü anh):

— Ben bir hatun görmedim ki, kendi kavmine mübarek olmakta Cüveyriye’den daha ziyade olsun, dedi.

Benî Mustalık taifesinden yüz on kişi Cüveyriye sebebiyle serbest bırakıldı, dediler.  İbn-i Hişâm (Allah ona rahmet etsin) buyurmuştur ki: “Peygamber Efendimiz hazretleri onu Sâbit bin Kays’dan satın alıp âzâd eyledi ve dört yüz dirhem mehir verip hatunluğa aldı. Cüveyriye (radıyallahü anh), altmış beş yıl ömür sürüp hicret tarihinin ellinci yılında âhiret yurduna intikal etmiştir.”

Safiyye binti Hubey:

Mü’minlerin anası Safiyye binti Hubey (radıyallahü anh), Benî İsrâil taifesinden, Hazret-i Mûsâ’nın kardeşi Hârun aleyhisselâm’ın neslinden idi. Önceden Kinâne bin Ebi’l Hukayk adlı Yahudi’nin hatunu idi. Hayber gazâsında kocası maktul oldu.

Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) rivâyet etti ki: Hak teâlâ hazretleri Hayber’in fethini müyesser etti ve esirler alındı. Dıhye, Resûlüllah Efendimiz hazretlerine gelip bir cariye istedi. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri de:

— Git, esirlerin içinden bir cariye al, dedi.

O da gitti, Safiyye’yi aldı. Bunun üzerine ashâbdan bir kişi geldi:

— Ya Resûlâllah! O aldığı cariye Benî Kureyzâ ve Beni Nadir tâifelerinin seyyidesidir. Onun Resûlüllah’dan başka kimsede olması uygun değildir, dedi.

Bunun üzerine Resûlüllah Efendimiz hazretleri haber gönderip ikisini de şerefli huzuruna getirtti. Safiyye’yi görünce Dıhye’ye:

— Git, bunun yerine esirlerden başka bir cariye al, dedi ve kendileri Safiyye’yi âzâd edip nikâhladılar.

Sâbit (radıyallahü anh), Enes’den sual edip:

— Mehir olarak ne verdi? diye sordu.

Yâni Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Safiyye’ye mehr-i muaccel olarak ne verdiğini sordu. Enes de:

— Safiyye’nin nefsini (kendi hürriyetini) mehir etti. Esir iken âzâd edip (hürriyetine kavuşturup) sonra onunla evlendi, dedi.

Oradan dönüp Medine’ye gelirken yolda Ummü Süleym (radıyallahü anh), Safiyye’yi cihazlayıp bir gece Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin halvetine teslim etti.

Rivâyet olunur ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

— Her kişinin yanında ne varsa getirsin! diye buyurdu.

Kimi hurma, kimi yağ, kimi de başka şeyler getirdi. Hepsini toplayıp yemek pişirdiler. Ashâb bir araya gelip yediler.

Bir rivâyette buyrulmuştur ki, Enes hazretleri şöyle anlattı:

— Medine’ye yaklaştığımız zaman her kişi devesini sürmeğe başladı. Resûlüllah Efendimizin devesi sürçtü. Safiyye, Resûlüllah Efendimizin devesinin ardına binmişti. Devenin sürçmesiyle Safiyye düştü. Biz Medine’ye girdik. Resûlüllah’ın hatunlarının cariyeleri çıkıp Safiyye’ye bakıştılar. Onun deveden düşmesine sevinip bundan hoşlandılar.

Buhârî ve Müslim böyle rivâyet etmişlerdir. Yine nakl olunur ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri, Safiyye’yi aldığı zaman:

— Ya Safiyye! Bana gelmeğe rağbet eder misin? diye sordu.

Safiyye:

— Ya Resûlâllah! Ben daha küfür üzre iken senin şerefli hizmetinde olmayı arzu ederdim. Şimdi etmez miyim? dedi.

Rivâyet olunur ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Safiyye’nin gözünde bir miktar gök (morartı) gördü ve:

— Bu neden oldu? diye sual buyurdu.

Safiyye:

— Bir gece Ebû’l-Hukayk’ın yanında yatıyordum. Düşümde ayın gelip koynuma girdiğini gördüm. Uyanıp rüyayı Ebû’l-Hukayk’a söylediğim gibi:

— Sen Medine padişahını istiyorsun! diye yüzüme bir tokat attı. İşte bu onun nişanıdır, dedi.

Hicretin ellinci senesinin Ramazanında Medine-i münevvere’de vefat edip Baki’de defnolunmuştur. Allah ondan razı olsun.

* * *

Buraya gelinceye kadar zikrolunan Mü’minlerin Anaları, Resûlüllah Efendimiz hazretleri ile bir araya gelip nice zamanlar nikâhı altında kalan hatunlarıdır. Bunlarda hiç kimsenin şek ve şüphesi yoktur. Bunlardan başka da bazı hatunlar almıştır. Ama mahremiyetine girmeden önce bazısı vefat edip bazısına talâk verilmiştir.

Bunların hepsinin sayısı on ikidir. Bunların tayininde çok ihtilâf etmişlerdir.

Bunlardan başka sekiz hatun daha vardır ki, bir kısmını Peygamber Efendimiz almak istedi, bir kısmı da kendini teklif edip gelmek istedi. Ama her birine bir mâni çıkıp evlenmeleri mümkün olmadı.

* * *

Cariyelerine gelince:

Bunların sayısı dörttür, demişlerdir.

Birisi Mâriye-i Kıbtiyye’dir ki, Mısır ve Iskenderiyye padişahı Mukavkıs göndermişti. Mâriye’nin kızkardeşi olan Sîrîn’i de beraber göndermişti. Bunların yanında bin miskal altın, yirmi parça Mısır kumaşı, Düldül denilen ak katırı ve Afîr dedikleri ak eşeği beraber göndermişti. Benhâ denilen bölgenin balından da bir miktar göndermişti. Resûlüllah Efendimiz hazretleri baldan hoşlanıp Benhâ’ya bereketle dua eylemiştir. O Şîrîn adlı cariyeyi Hasan’a bağışlamıştır.

Mâriye’den Hazret-i İbrahim vücuda gelmiştir. Kendisi hicretin on altıncı senesinde Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında vefat edip Baki’de defnolunmuştur.

Resûlüllah Efendimizin cariyelerinden biri de Reyhâne’dir. Reyhâne, Benî Kureyza kavminden idi. Resûlüllah Efendimiz hazretlerinden önce vefat etmiştir.

Peygamber Efendimizin bir cariyesi daha vardı. Onu Mü’minlerin Anası Zeyneb binti Cahş bağışlamıştı.

Biri daha vardı ki, onu da gazâlarından birinde esir etmişti. En doğrusunu Allah bilir.