“Zehâira Ukbâ fi Menâkib-i Zü’l-Kurbâ" adlı kitapta yazılıdır ki:

Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin on iki amcası vardı. Hepsi Abdülmuttalib oğıılları idi.

Abdülmuttalib’in on üçüncü oğlu Abdullah idi ki, Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerinin babasıdır.

Amcaları

Amcalarının isimleri şunlardır:

1. Hâris.

2. Ebû Tâlib. Bunun adı Abd-i Menaf idi.

3. Zübeyr. Bunun künyesi Ebû’l-Hâris idi.

4. Hamza.

5. Ebû Leheb. Bunun ismi Abdü’l-Uzzâ idi.

6. Gaydâk.

7. Mukavvim.

8. Zırâr.

9. Abbâs.

10. Kuşem.

11. Abdü’l-Kâ’be.

12. Hacil. Buna Muğiyre de derlerdi.

Bu sıradan başka daha bazı sözler de söylemişlerdir.

Hazret-i Hamza:

Hamza (radıyallahü anh)’ın annesinin adı Hâle binti Vehb bin Abd-i Menaf bin Zühre’dir. Hazret-i Hamza’nın künyesi Ebû Ammâre ve Ebû Ya’lâ idi. Ammâre ve Ya’lâ adlı iki oğlu vardı. Onların ismi ile künyelenmişti.

İmâm-ı Beğavî’nin naklinde Resûlüllah Efendimiz hazretleri buyurmuştur ki:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah indinde yedinci gökte ‘Hamza, Allah’ın ve Resûlününün arslanıdır’ diye yazılıdır.”

Hazret-i Hamza nübüvvetin ikinci senesinde imana gelmiştir. Bazı kavilde Hazret-i Ömer’den üç gün önce İslâm’a geldi denilmiştir. Bedir gazâsında hazır bulunmuştur. Orada Utbe bin Rebia’yı meydanda katletmiştir. Bazıları, onun kardeşi olan Şeybe’yi katletti, demişlerdir. Resûlüllah Efendimiz hazretleri onun hakkında: “Amcalarımın en hayırlısı Hamza’dır,” diye buyurmuştur.

İbn-i Sırrî’nin rivâyetinde Peygamber Efendimiz: “Kıyâmet gününde şehitlerin efendisi Abdülmuttalib’in oğlu Hamza’dır.” diye buyurmuştur.

Büreyde’den rivâyet edilmiştir ki, Hak teâlâ hazretlerinin kadîm kelâmında: “Yâ eyyetuha’n-nefsü’l-mutmainnetü — Ey itminana gelen nefis!” (Fecr sûresi: 89/27) diye buyurmasından kasdedilen Hazret-i Hamza’dır.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden de rivâyet edilmiştir ki: “Feminhum men kazâ nahbehu... — Mü’minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. Onlardan kimisi de verdiği sözü yerine getirdi. (Yâni şehid oluncaya kadar savaşmaya söz vermişti, savaştı ve şehid düştü).” (Ahzâb sûresi: 33/23) diye buyrulmaktan murad Hamza’dır, demiştir.

Hazret-i Hamza Uhud gazâsında şehid olmuştur. Onu Vahşî şehid etmiştir. Sonra Vahşi İslâm’a gelmiştir. Said bin Müseyyeb’den rivâyet edilmiştir ki:

— Ben şaşardım, “Hazret-i Hamza’nın katili nasıl kurtuluş bulur?” derdim. Nitekim sonunda Vahşî, şarap içmeye müptelâ olup fâsık oldu ve o halle garîk olup (suda boğulup) gitti, diye buyurdu.

İbn-i Hişâm’dan rivâyet edilmiştir ki:

— Vahşî daima şarap içip kendisine had (içki yasağına aykırı hareket etmenin şer’î cezası) vurulurdu. Sonunda defterden silindi, diye buyurmuştur.

Yâni: Divandan hal’ olundu demek, defterden çıkarıldı demektir.

Hazret-i Ömer yemin edip buyurdu ki:

— Vallahi, Hak teâlâ hazretlerinin, Hamza’nın katlini onun yanına koymayacağını ben bilmiştim.

Hadîs İmâmlarından bazıları rivâyet etmişlerdir ki, Resûlüllah Efendimiz Hazretleri, Hazret-i Hamza’yı şehid olmuş görünce ağladı. Hele bazı uzuvlarının kesilmiş olduğunu görünce feryat etti.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) buyurmuştur ki:

Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Hamza’yı o halde gördüğü zaman yüreği acıdığı gibi hiç bir nesneye acımamıştır.

İbn-i Mes’ud (radıyallahü anh) buyurmuştur ki:

— Ben, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin Hamza’ya ağladığı kadar başka bir şey için ağladığını görmedim. Namazını kılmak için Hamza’yı kıbleye karşı koydu ve cenazesinin üstüne durdu. Yüksek sesle o kadar ağladı ki, usu gitti (aklı başından gidecek hale geldi). Bir taraftan Hamza’ya ağlar, bir taraftan Hamza’nın iyiliklerini sayardı.

İmâm-ı Beğavî Mu’cem’inde: “Resûlüllah Efendimiz hazretleri cenaze namazı kıldığı zaman dört kere tekbir alırdı. Ama Hazret-i Hamza’nın üzerine yetmiş kere tekbir aldı,” diye buyurmuştur.

Hazret-i Hamza şehid olduğunda elli dokuz yaşında idi. Kızkardeşinin oğlu Abdullah bin Cahş ile ikisi bir kabre defn olunmuştur. Allah onlardan razı olsun.

Hazret-i Abbâs:

Bunun künyesi Ebü’l-Fazl idi. Annesinin adı Netle binti Cenâb idi. Rivâyet olunur ki, Arap tâifesi hatunlarından ilk defa Kâbe’ye ipek kumaş kesip örten Abbâsın anası idi. Sebebi şu idi: Bir kere Abbâs küçük çocuk iken yolunu şaşırıp gitti, eve gelmedi. O zaman annesi, Abbâs’ı bulursa Kâbe’ye ipek kumaş kesip giydirmeyi adadı. Sonra Abbâs bulundu ve adağını yerine getirdi.

Hazret-i Abbâs (radıyallahü anh), ak benizli, güzel bir kişi idi. İki yanında saçları vardı. Orta boylu idi. Bazıları uzun boylu idi, demişlerdir. Resûiüllah Efendimiz hazretlerinden iki veya üç yaş büyük idi. Kureyş arasında reisti. Mescid-i Haram’ın imar ve idaresi Abbâs’a emanet edilmişti. Yâni Kâbe-i muazzama’nın işlerinin düzenlenmesine ve gerekli olan şeylerinin teminine Abbâs bakardı. Peygamber Efendimiz hazretleri her hususta Abbâs’a itimat etmişti.

Rivâyet olunur ki, Mekke’de İslâm’a gelmişti. Ancak müslüman olduğunu müşriklerden saklardı. Bedir gazâsında müşrikler arasında idi. Resûiüllah Efendimiz Hazretleri ashâbına buyurmuştu ki: ,

— Abbâs’a rast gelen kimse onu öldürmesin. Zira o müşrikler tarafından zor kullanılarak bu savaşa çıkarılmıştır.

Ama Kâ’b bin Amr, Abbâs’ı tuttu, esir eyledi. Abbâs, bahasını verip döndü, yine Mekke’ye gitti. Bazı kavilde Bedir gazâsında İslâm’a geldi. Ondan sonra Medine’ye hicret etmeye yöneldi. Ebvâ denilen yerde Resûiüllah Efendimiz hazretlerine rast geldi. Peygamber Efendimiz hazretleri Mekke’nin fethi için yola çıkmıştı. Abbâs Mekke’nin fethinde Peygamber Efendimiz ile beraberdi. Hicret onunla son buldu. Yâni Mekke’den Medine’ye hicret edenlerin sonuncusu Hazret-i Abbâs oldu, denilmiştir.

Ebû Amr dedi ki:

— Abbâsın müslüman olması Hayber’in fethinden önce idi. Müslüman olduğunu saklardı. İsterdi ki, Hak teâlâ hazretleri müslümanlara fethi müyesser eylesin ve Mekke fetholunduğu gün müslümanlığını açıklasın. Huneyn, Tâif ve Tebük gazâlarında hazır bulundu.

Bir kavilde geçtiğine göre Abbâs Bedir gazâsından önce İslâm’a gelmişti. Müşriklerin durumunu yazıp Medine’de Resûlüllah Efendimiz hazretlerine bildirirdi. Mekke’de bulunan müslümanlar Abbâs’a itimat etmişlerdi. Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin yanına gelmek istiyordu. Peygamber Efendimiz ona mektup yazıp:

— Senin Mekke’de bulunman daha hayırlıdır, diye buyurdu.

Mekke’de müşriklerin içinde bulunması şu cihetten daha hayırlıydı ki, Resûlüllah Efendimiz’i kâfirlerin hareket ve davranışlarından haberdar ederdi. Onların ne gibi hazırlık ve tedbirler içinde bulunduğunu yazıp Peygamber Efendimize gönderirdi. Bu cihetten İslâm’a yardımı vardı.

Urve bin Zübeyr (radıyallahü anh): “Hazret-i Abbâs (radıyallahü anh) İslâm’a gelmişti ve Mekke’de sikayet-i Zemzem (Zemzem kuyusundan hacılara su dağıtına vazifesi) onun üzerinde idi. Bu sebeble hicret etmedi, orada kaldı,” diye buyurmuştur.

Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin kölelerinden Ebû Râfi’, Abbâsın İslâm’a geldiğini Fahr-i Âlem Efendimiz hazretlerine müjdelediği zaman Peygamberimiz, Ebû Râfi’i âzâd etmişlerdir. İslâm’a geldikten sonra Peygamber Efendimiz, Abbâs’a çok hürmet ve itibar gösterirdi. Onun hakkında-. “İnsanların en cömerdi ve en merhametlisidir,” diye buyurdu.

Sehmî (Allah rahmet etsin) Fezâil adlı kitabında zikretmiştir ki, bir gün Abbâs (radıyallahü anh), Resûlüllah Efendimiz hazretlerine geldi. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri onu görünce kalkıp Abbâsın yanına gitti ve alnından öptü. Ondan sonra kendisini sağ yanına oturtup:

— Bu kişi benim amcamdır. İsteyen kişi amcası ile iftihar etsin, diye buyurdu.

Abbâs:

— Ne güzel söz buyurdun, ya Resûlâllah! dedi.

Peygamber Efendimiz:

— Niçin böyle demeyeyim? Sen benim amcamsın. Babamın kardeşisin, atalarımın bakiyesisin, benim vârisimsin ve ehlimden ardımda kalanların en üstünüsün, diye buyurdu.

Bir gün de Abbâs’a:

— Ey Amca! Yarın sen ve çocukların evden yabana gitmeyin. Sizinle bir işim var, dedi.

Ertesi gün olunca geldi, üzerlerine sırtındaki geniş örtüsünü örttü ve:

— Ya Rab! Bu kişi benim amcamdır, babamın kardeşidir. Bu oğulları da benim ehl-i beytimdir. Ben bu örtümle onları setrettiğim gibi sen de cehennem ateşinden bunları setreyle, dedi.

Evin kapısı, eşiği ve duvarları “Amin, âmin!” dediler. İbn-i Gaylân ve Sehmî böylece rivâyet etmişlerdir.

İbn-i Abdülbâki (Allah rahmet etsin), Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)den rivâyet etmiştir ki; Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

“Allahım, Abbâs’ı, çocuğunu ve onları sevenleri sen yarlığa,” diye buyurdu.

Tarihli Dnmşk’da İbn-i Abbâs hazretlerinden rivâyet edilmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Mekke fethedildiği gün Abbâs’a dua edip üç kere: “Allahım, Abbâs’a ve onun çocuklarına nusret et,” diye buyurmuştur.

Hazret-i Cabir (radıyallahü anh)in rivâyetinde Resûlüllah Efendimiz hazretleri:

“Bir kimse Abbâs’ı ve ehl-i beytini sevmezse hiç şüphesiz o kimse Allah’dan ve Resûlünden uzaklaşmış olur,” diye buyurmuştur.

Bu hadîsin doğruluğuna delâlet eder ki, Muhammed bin Hüseyn el-Eşnânî ve Ebû Bekir bin Abdülbâki’nin rivâyetlerinde İbn-i Abbâs hazretlerinden şöyle rivâyet edilmiştir:

Bir gün Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Abbâsın eline yapışıp kaldırdı ve:

— Bir kimse benim bu amcamı Allah için ve bana karabeti için sevmezse o mü’min değildir, diye buyurdu.

Bir hadîs-i şerifte de buyrulmuştur ki:

— Benim amcama eziyet eden hiç şüphesiz bana eziyet etmiş olur.

Hazret-i Abbâsın faziletlerine ilişkin hadîs-i şerifler çok gelmiştir. Hazret-i Abbâs, Hazret-i Osman’ın hilâfeti zamanında Medine-i münevvere’de vefat etmiştir. Bazıları Receb ayında, bazıları Ramazan’da vefat etti, demişlerdir. Seksen sekiz yıl ömür sürdü. Otuz iki yılını İslâm’da geçirdi. Baki’ kabirliğine defnolunmuştur. Oğlu Abdullah onu kabrine koymuştur. Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anh) bu ümmetin ulularındandır. İbn-i Abbâs Kur’ânın Tercümanı adıyla tanınmıştı. Abbâsî halifeleri bunun evlâdıdır. Resûlüllah Efendimiz hazretleri, Abbâs için:

— “Hazâ ammî Ebû’l-hulefâi — Bu amcam halifelerin babasıdır,” demişti.

Sonradan halifeler bunun oğlunun silsilesinden zuhur eyledi. Allah onlardan, diğer sahâbelerden ve onlara tâbi oalnlardan razı olsun.

Halaları

Peygamber Efendimizin Halaları:

Halaları ki, Abdülmuttalib’in kızlarıdır, hepsi altı kişidir. Bunlar:

1. Âtike,

2. Emîme,

3. Ümmü Hakîmü’l-Beyzâ,

4. Berre,

5. Safiyye,

6. Ervâ’dır.

Bunların içinde Safiyye’den başkası müslüman olmamıştır, dediler. Ervâ ile Âtike’nin müslüman olduklarında ihtilâf vardır. Ebû Ca’ferü’l-Ukaylî: “Müslüman idiler” demiştir. Ama Safiyye ittifak ile müslüman idi. Hendek gazâsında müslüman olarak hazır bulunmuştur. Orada Yahudi tâifesinden bir kâfiri öldürmüştür. Resûlüllah Efendimiz hazretleri o zaman Safiyye’ye ganimetten bir hisse vermiştir.

Safiyye, cahiliyet zamanında Hâris bin Harb bin Ümeyye’nin hâtunu idi. O helâk olduktan sonra Hazret-i Hadîce’nin kardeşi olan Avvâm bin Huveylid onu almıştı. Ondan Zübeyr, Sâib ve Abdü’l-Kâ’be isimli çocukları vücuda geldi. Safiyye, yetmiş üç yıl ömür sürüp Hazret-i Ömer bin Hattâb’ın halifeliği zamanında vefat ederek Baki’ kabirliğine defnedilmiştir.

Atike’nin anası Fâtıma binti Amr’dır. Resûlüllah Efendimizin babası Abdullah ile bir anadandır. Bu Âtike odur ki, Bedir kıssasında rü’ya görmüştü.

Ervâ’nın anasının adı Safiyye binti Cündüb’dür. Ervâ, Hâris bin Abdülmuttalib ile bir anadan olmuştur. Önce Umeyr bin Vehb’in karısı idi. Ondan Tuleyb vücuda gelmiştir. Sonradan Kelde bin Abdi Menaf bin Abdü’l-Dâr’a varmıştır. Tuleyb müslüman olup anasının da müslüman olmasına sebep olmuştur. İmâm-ı Vakıdî (Allah rahmet etsin) böyle nakletmiştir.

Ummü Hakîmü’l-Beyzâ da Abdullah ile bir anadandır.

Berre de yukarıda zikri geçen Âtike ile bir anadandır. Önce Ebû Rühm bin Abdü’l-Uzzâ’nın karısı idi. Sonra Abdü’l-Esed bin Hilâl Mahzumî’ye varmıştır. Ondan Ebû Seleme vücuda gelmiştir ki, mü’minlerin anası Ümmü Seleme önceleri bunun nikâhında idi.

Emîme, Cahş bin Reyyâb’ın karısı idi. Ondan Abdullah, Ubeydullah, Ebû Ahmed, Zeyneb, Ümmü Habîbe ve Hamne vücuda gelmişlerdir.

Baba Tarafından Nineleri

Peygamber Efendimizin Baba Tarafından Nineleri:

Peygamber Efendimizin cedleri ki, babası tarafından idiler, yâni babasının ve dedelerinin anaları şunlardır:

Babası Abdullah’ın annesi Fâtıma binti Ömer bin Âiz bin Ömer bin Mahzum’dur.

Abdülmuttalib’in annesi Selmâ binti Amr’dır. Benî Neccar cemaatinden idi.

Hâşim’in annesi Âtike binti Mürre bin Hilâl’dir ki, Benî Süleym kabilesinden idi.

Abdi Menâfin annesi Âtike binti Fâlih’dir. Bu da Benî Süleym kabilesinden idi.

Kusay bin Kilâb’ın annesi Fâtıma binti Sa’d’dır.

Kilâb’ın annesi Niam binti Serîr’dir.

Mürre’nin annesi Vahşiye binti Şeybân’dır.

Kâ’b’ın annesi Selmâ binti Muharri’dir.

Lüey’in annesi Vahşiye binti Müdlic’dir.

Gâlib’in annesi Selmâ binti Sa’d’dır.

Fihr’in annesi Cedile binti Hâris’dir.

Mâlik’in annesi Hind binti Udvân’dır.

Nadr’ın annesi Berre binti Mürre’dir.

Anası Tarafından Nineleri

Peygamber Efendimizin ana tarafından olan ceddeleri (nineleri) ise şunlardır:

Peygamber Efendimizin annesi Emîne hâtunun anası Berre binti Abdü’l-Uzzâ’dır. Emîne’nin babası olan Vehb’in anası Âtike binti Evkas’dır. Ebû Amr der ki: “Bunun babası Ebû Kebşe diye tanınmıştı. Kureyş tâifesi Peygamber Efendimizi onun ismiyle yâd edip İbn-i Ebî Kebşe (Ebû Kebşe’nin oğlu) derlerdi. Ebû Kebşe demeleri şunun içindir ki, Arap âdetlerine aykırı olarak Şi’ra (gökyüzünün görünen en büyük yıldızı, Sirius) denilen yıldıza taptı. Kendisinden önce Arap tâifesinden hiç kimse ona ibadet etmemişti. Resûlüllah Efendimiz hazretleri de Arap tâifesinin dinlerine aykırı bir din getirdiği için kendilerine İbn-i Ebî Kebşe derlerdi.”

Berre’nin anası Ümmü Habîbe’dir. Onun anası Berre binti Avf’dır. Onun anası Kullâbe binti Hâris’dir. Onun anası Hind binti Yerbu’dur.

Sütkardeşleri

Peygamber Efendimizin Sütkardeşleri şunlardır:

Hamza ve Ebû Seleme bin Abdü’l-Esed. Bunları Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe, Resûlüllah Efendimiz hazretleri ile beraber emzirmiştir. Süt kardeşlerinden biri de kendi amcası oğlu olan Ebû Süfyân bin Hâris’dir ki, o Hazretle beraber Halime Hâtun’dan emmişlerdir. Diğer üçü de Abdullah, Enîse ve Huzâfe’dir ki, bunlar Halîme’nin çocuklarıdır. Bu Huzâfe dedikleri kızın ismine Şeymâ da derler.

Rivâyet olunur ki, Resûlüllah Efendimiz hazretlerinin ashâbından bir tâife Hevâzin kavmine karşı gazâ edip bir miktar esîr alarak döndükleri zaman zikrolunan Şeymâ’yı da onlar arasında esîr almışlardı. Esirleri Resûlüllah Efendimiz hazretlerine getirdikleri zaman Şeymâ:

— Ya Muhammedi Ben senin kızkardeşinim, dedi.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri hemen onu tanıdı. Mübarek ridasını altına döşeyip merhaba ederek kendisini yanına aldı. Mübarek gözlerinden yaş geldi ve:

— Ya Şeymâ! Eğer istersen izzet ve ikramla benim yanımda kal. Eğer dilersen seni kavminin arasına ulaştırayım, diye buyurdu.

Şeymâ kavminin yanına gitmek istedi ve İslâm’a geldi. Ondan sonra Resûlüllah Efendimiz hazretleri üç köle, bir cariye, birkaç deve ve bir miktar koyun ihsan edip onu memleketine gönderdi.

Sütanneleri

Peygamber Efendimizin Sütanneleri ise şunlardır:

Biri Halime binti Ebî Züeyb’dir ki, Hevâzin kabilesinin Benî Sa’d cemaatinden idi. Süt emme müddeti tamam oluncaya kadar onu emziren sütannesi budur. Huneyn gazâsında Resûlüllah Efendimiz hazretlerine gelip buluştuklarında Fahr-i Âlem Hazretleri mübarek ridasını altına döşeyip Halime üzerine oturmuştur.

Sütannelerinden biri de Süveybe’dir ki, Ebû Leheb’in cariyesi idi. Resûlüllah Efendimiz hazretleri Hadîce’yi aldıktan sonra Süveybe bâzan Resûlüllah Efendimize gelirdi. Fahr-i Âlem hazretleri ona izzet ve ikram ederdi. Ebû Leheb onu âzâd etti.

Sonradan Resûlüllah Efendimiz hazretleri Medine-i münevvere’den buna kaftan ve bâzı elbiseler gönderirdi. Hayber’in fethinden sonra vefat etmiştir.

Halime ve Süveybe bâzılarının kavline göre İslâm’a gelmemiştir. Ama bâzı âlimler, “Müslüman oldular” diye buyurmuşlardır.

Çocukluk çağında O Hazret’in sütannesi hizmetini gören hâtûnlardan biri de Ümmü Eymen’dir. Bazılarının kavline göre Ümmü Eymen, Resûlüllah Efendimizin âzadlısıdır. Babasından miras olarak intikal etmişti, dediler. Bâzılarına göre annesi Emîne Hâtun’dan intikal etmiştir. Resûlüllah Efendimiz hazretleri bunun hakkında:

— Ummü Eymen benim anamdan sonra anamdir, diye buyurmuştur.

Bir kere Habeş ülkesine, bir kere Medine’ye hicret etmiştir. Zikrolunan Şeymâ binti Halime de o Hazret’e annesi Halîme’nin yanında hizmetler etmiştir.