18
Gerçekten o düşündü,
ölçtü.
"Gerçekten o düşündü":
Yani Kur’ân hakkımla ne diyeceğini iyice düşündü,
"ve ölçtü”
onun hakkında diyeceğini.
19
Kahrolsun, nasıl
ölçtü?
20
Sonra kahrolsun,
nasıl ölçtü?
"Kahrolsun":
Yani lânet edilsin,
"nasıl ölçtü, sonra
kahrolsun, nasıl ölçtü?": Yani diyeceği her sözü takdir ettiği her
hal ıı kârda kahrolsun. Şöyle de denilmiştir:
Burada
"nasıl”
ifadesi şaşma, ret ve azarlama manasınadır, tekit için tekrar edilmiştir.
21
Sonra baktı,
"Sonra baktı”
Kur’ân'ı def ve ret edecek şeyi aramaya,
22
Sonra kaşlarını
çattı, surat astı.
"sonra kaşlarını
çattı, surat astı": Dilciler şöyle
demişlerdir: Yüzünü çirkinleştirdi ve kaşlarını çattı. Beserer recülü denir ki:
Kaş çatmak ve yüzünü ekşitmektir. Şair Tevbe şöyle
demiştir:
Ondan gördüğün yan
çizmeler ve ihtiyacımdan
Yüz çevirip kaşlarını
çatması beni kuşkulandırdı.
Müfessirler
şöyle demişlerdir: Yüzünü kötüleştirdi,
kötü kötü baktı, bir şeye dalmış ve derin düşünen gibi,
23
Sonra arkasını döndü,
kibirlendi.
"sonra arkasını döndü”
imana,
"kibirlendi":
Yani ona davet edilince,
"şöyle
dedi":
24
"Bu, ancak nakledilen
bir sihirdir” dedi.
"Bu değildir”
yani bu Kur’ân değildir
"ancak nakledilen bir
sihirdir": Yani sihirbazlardan intikal eden bir büyüdür.
25
"Bu, ancak insan
sözüdür” dedi.
"Bu ancak insan
sözüdür": Yani insan kelâmıdır, Allahü teâlâ’nın kelâmı değildir.
Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle dedi:
26
Onu Sekar’a atacağım.
"Onu Sekar’a
atacağım": Yani onu ateşe tıkacağım.
"Sekar” de
Kamer suresi, âyet: 48’de geçmiştir.
27
Sekar nedir, bilir
misin?
"Sekar nedir, bilir
misin?": O kadar büyüktür ki,
28
Bir şey koymaz,
bırakmaz.
"bir şey koymaz,
bırakmaz": Yani onların ne kadar eti varsa hepsini yakar, tekrar
yaratıldıkları zaman da onlardan bir şey bırakmaz.
29
Deriyi çok
kavurucudur.
"Deriyi çok
kavurucudur": Değiştirici ve karartıcıdır, lahathüş şemsti denir ki:
Onu güneş yakıp kararttı, demektir. Şiir:
Ey amca kızı, beni
öğle sıcakları kararttı.
İbn Mes’ûd,
İbn Semeyfa' ve İbn Ebi Able, nasb ile
"levvahaten” okumuşlardır.
"Beşer”
üzerinde de iki görüş vardır:
Birincisi:
O, beşere’nin çoğuludur ki, insanın dış derisi (cildi)dir, bu da
Mücâhid, Ferrâ’
ve Zeccâc’ın görüşleridir.
İkincisi:
Onlar cehennemlik insanlardır, beşerdir, bunu da
Ahfeş, İbn Kuteybe ve diğerleri
demişlerdir.
30
Üzerinde on dokuz
(melek) vardır.
"Üzerinde on dokuz
(melek) vardır": Onlar da Hazinler (görevlilerdir), Malikle beraber
on dokuz tanedir. Gözleri şimşek gibi, dişleri kale burçları gibidir.
Ağızlarından alevler çıkar. Her birinin iki omuz arası, bir yıllık yoldur.
Birisi avucu ile Rebia ve Mudar kabileleri
kadar insanı alır. Onlardan rahmet alınmıştır. Bu âyet inince Ebû Cehil
şöyle dedi: Muhammed sizi on dokuz melekle
korkutuyor; bütün askeri bu kadar mıdır? İçinizden her on kişi, onlardan birine
karşı koyamaz mı? Sonra da cehennemden çıkarlar. Ebuleşeddeyn de - bu adamın adı
Esiyd b. Kelede’dedir. Başkası da: Kelede b. Halef el Cumehi’dir, demiştir -
şöyle dedi: Ey Kureyşliler, ben önünüzde
yürür, sağ omzuma onlardan onunu, sol omzuma da dokuzunu alırım, hep beraber
cennete gireriz.
31
Ateşin sahiplerini
ancak melekler kıldık ve sayılarını da ancak kâfirler için bir sınama kıldık ki,
kendilerine kitap verilenler kesin inansınlar, iman edenlerin imanı artsın ve
kitap verilenlerle mü'minler şüphe etmesinler ve kalplerinde hastalık olanlarla
kâfirler:
"Allah bu misalle ne
istedi?” desinler, diye. İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır ve dilediğine
hidayet eder. Rabbinin ordularını ancak O bilir. O insan için ancak bir öğüttür.
"Ateşin sahiplerini
ancak melekler kıldık": İnsanlar değil, onlara kimin gücü yeter ve
onları kim mağlup eder?
"sayılarını kılmadık”
bu kadar az olmalarını
"ancak bir sınama
kıldık” bir saptırma kıldık,
"kâfirler için”
ta ki, diyeceklerini dediler.
"Kendilerine kitap
verilenler iyice bilsinler, diye” Muhammed’in getirdiğinin hak
olduğunu; çünkü Tevrat’ta da sayıları on dokuzdur.
"İman edenler artsın”
ehl-i kitaptan iman edenler
"iman bakımından”
Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik açısından.
Çünkü haber verdiği şeyin kitaplarına uygun olduğunu gördüler.
"Kitap verilenlerle
mü’minler de şüphe etmesinler": Yani bunlar Hazinlerin sayısında
şüphe etmesinler
"ve kalplerinde
hastalık olanlar şöyle
desin diye":
Bunda da üç görüş vardır:
Birincisi:
O nifaktır, bunu da çoğunluk, demiştir.
İkincisi:
Şirktir, bunu da Mukâtil, demiş ve onların
Medine’deki Yahudiler olduğunu iddia etmiştir. Ona göre bu âyet Medeni’dir.
Üçüncüsü:
O, muhalefettir, bunu da Hüseyn b. Fadl, demiş ve: Mekke’de nifak yok idi, o
nedenle bu muhalefettir ve âyet de Mekki’dir, demiştir.
"Kâfirler”
ise Arap müşrikleridir.
"Allah bu misalle ne
istedi?” Yani Allah neyi murat etti?
"bununla”
bu söz ve haberle.
"Misal olarak":
Misal da bizzat sözün kendisi olur. Kelâmın manası da
şöyledir: Derler ki: Bu söz nedir?
"İşte böyle":
Yani Hazinlerin sayısından beğenmeyeni saptırdığı ve tasdik edeni hidayet ettiği
gibi
"Allah dilediğini
saptırır ve dilediğini hidayet eder". Ebû Cehil'in:
"Muhammed’in bütün ordusu on dokuz melek midir?”
demesi üzerine de:
"Rabbinin ordularını
ancak O bilir” âyetini indirdi. Yani cehennem halkına azap etmek için
yarattığı meleklerin sayısını ancak kendisi bilir. Çünkü o on dokuz melekten her
birinin elinin altında sayılarını ancak Allah’ın bileceği yardımcıları vardır.
Maverdi onların on dokuz olmalarındaki
hikmeti akla uygun bir şekilde yorumlamış ve şöyle
demiştir: On dokuz azın en çoğunu ve çoğun en azını toplayan bir sayıdır; çünkü
birler sayıların en azıdır, çoğu da dokuzdur. Birlerin dışındakiler de çoktur
(çok sayılır). Çoğun en azı da ondur. Böylece çoğun en azı
ile azın en çoğunu birleştiren sayı tercih
edilmiştir. Sonra ateşten bahsetmeye döndü, Hak Teala:
"O insan için ancak
bir öğüttür” dedi, yani dünyadaki ateş, ancak ahiretteki için bir
hatırlatmadır
32
Hayır, ay’a yemin
olsun,
"Hayır”
yani gerçekten, "velkameri izedbere":
İbn Kesir, Bini Amr,
İbn Âmir, Kisâi,
Ebû Bekir de Âsım
rivâyetinde,
33
Arkasını döndüğü
zaman geceye yemin olsun,
"iza edbere”
okumuş; Nail, Hamze,
Hafs, Fadl da
Âsım rivâyetinde, zal’ın sükunu, elif'siz olarak
"iz", arkasından da dalın sükunu ve ondan önce de
hemze ile
"edbere” okumuşlardır. İki kıraatin manası bir
midir, yoksa değil midir?
Bunda da iki görüş vardır:
Birincisi:
O iki lügatin manası birdir; deberel leyü ve edbere, deberes sayfu ve edbere,
denir. Bu da Ferrâ’,
Ahfeş ve Saleb'in görüşüdür.
İkincisi:
"Debere” izledi,
"edbere” ise arkasını döndü demektir. Debereni
fülanün denir ki: Arkamdan geldi, demektir. Ebû
Ubeyde ile
İbn Kuteybe bu manaya kail olmuşlardır.
34
Ağardığı zaman sabaha
yemin olsun ki,
"İza esfere":
Aydınlanıp meydana çıkmak demektir.
35
Gerçekten o
(cehennem), elbette en büyük (belalar)dan biridir.
"Gerçekten o":
Yani Sekar cehennemi
"le-ihdel küber":
İbn Kuteybe
şöyle demiştir: El -Küber, kübra’nın
çoğuludur; meselâ uvel ve ula, suğarve suğra gibi. Bu, inneha leihdel azaim (bu
büyük belalardan biridir) sözü gibidir.
Hasen de
şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim ki, Allah
bundan daha vahim bir şeyle uyarmamıştır.
İbn Saib
ile Mukâtil
de şöyle demişlerdir: Küber’den, yedi kat
cehennemin aşağı inen katları murat edilmiştir.
36
İnsan için bir
uyarıcı olarak.
"Neziren lil-beşer":
Zeccâc
şöyle demiştir: "Neziren” hâl olarak mensûb
olmuştur,
Mana da şöyledir:
O uyarma durumunda elbette büyük bir şeydir. "Nezir” müzekker olmuştur; çünkü
azap manasınadır. "Nezir
"in sûrenin başına bağlı olarak mensûb olması da
câizdir, o zaman mana şöyle olur: Kalk,
insanları korkutucu olarak.
37
Sizden ileri gitmek
yahut geri kalmak isteyen için.
"Limen şae minktim”
bu da
"lilbeşer”
kavlinden bedeldir.
"İleri gitmek veya
geri kalmak isteyen":
Bunda da dört görüş vardır:
Birincisi:
Allah'a itâatte ileri gitmek veyahut O’rıa isyanda geri kalmak. Bunu da
İbn Cüreyc, demiştir.
İkincisi:
Cehenneme ilerlemek veyahut cennetten geri kalmak. Bunu da
Süddi, demiştir.
Üçüncüsü:
Hayırda ileri gitmek veya şerde geri kalmak, bunu da Yahya b. Selam, demiştir.
Dördüncüsü:
İmanda ileri gitmek veyahut ondan geri kalmak.
Mana da şöyledir:
Uyarma ikrar eden veya inkâr eden herkes için tahakkuk etmiştir.
38
Her nefis kazandığı
şeyle rehindir.
"Her nefis kazandığı
şeyle rehindir":
Bunda da üç görüş vardır:
Birincisi:
Buluğa ermiş her nefis, hesap vermek için ameli ile
rehindir.
"Ancak sağın sahipleri
hariç” onlar da Müslümanların çocuklarıdır; çünkü onlara hesap
yoktur. Zira günahları yoktur. Bunu da Ali
demiş, Ferrâ’ da tercih etmiştir.
İkincisi:
Her nefis cehennemde rehindir, ancak sağın sahipleri hariç, onlar da
mü’minlerdir; zira onlar cennettedirler. Bunu da
Dahhâk, demiştir.
Üçüncüsü:
Her nefis hesap vermek için ameli ile
rehindir, ancak sağın sahipleri hariç; onlar hesaba çekilmezler. Bunu da
İbn Cüreyc, demiştir.
39
Ancak sağın sahipleri
hariç.
40
Onlar cennetlerde
soruşurlar.
"Soruşurlar
günahkarlardan":
Mukâtil
şöyle demiştir: Tevhid ehli cehennemden
çıktığı zaman mü’minler, ateşte kalanlara:
41
Günahkarlardan.
42
"Sizi Sekar’a ne
attı?” diye.
"Sizi Sekar’a ne
soktu?” derler.
Müfessirler
şöyle demişlerdir: Selekeküm, sizi
girdirdi, manasınadır.
Mukâtil de:
"Sizi orada ne hapsetti?” demiştir.
43
Onlar da dediler:
"Biz namaz
kılanlardan değildik".
"Onlar da
şöyle dediler: Biz
namaz kılanlardan değildik” dünya yurdunda Allah için namaz
kılmazdık.
44
"Yoksulu
yedirmezdik".
"Yoksulu yedirmezdik":
Yani Allah için sadaka vermezdik.
45
"(Bâtılla) dalanlarla
beraber dalardık".
"Dalanlarla beraber
dalardık": Bâtıll ehli ve yalanlayanlarla beraber dalardık.
46
"Ceza gününü
yalanlardık".
"Ceza gününü
yalanlardık": Ceza ve hesap gününü demektir.
47
"Nihayet bize ölüm
geldi".
"Nihayet bize yakin
geldi” o da ölümdür. Allahü teâlâ şöyle
diyor:
|