10
Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar.
Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Artık kim
(biati) bozarsa, ancak kendi aleyhine
bozar. Kim de Allah'a söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse, ona büyük bir
mükâfat verecektir.
"Şüphesiz sana
biat edenler, ancak Allah'a biat ediyorlar”
çünkü ona biatten maksat
odur. (Allah'ın eli onların eli ellerinin üstündedir)
bu da hâl’dir ya da onu hayalî şekilde te'kit
etmektedir.
"Kim bozarsa”
biati bozarsa,
"ancak kendi
aleyhine
bozar” zararı yalnız
ona döner.
"Kim de Allah'a
söz verdiği şey üzerinde vefa gösterirse”
biatinde
"ona büyük bir mükâfat verecektir” ki, o da
cennettir. Ahide şeklinde de okunmuştur, Hafs
he'nin zammı ile aleyhu okumuştur.
İbn Kesîr, Nafî,
İbn Âmir ve Ravh nûn ile fesenü'tihi
okumuşlardır. Âyet biatür Rıdvan hakkında inmiştir.
11
Geri bırakılan bedevîler sana:
"Bizi mallarımız ve
ailelerimiz meşgul etti; bizim için bağış dile”
diyecekler. Kalplerinde olmayan şeyi dilleri ile derler. De ki:
"Eğer Allah size bir zarar
isterse yahut bir fayda isterse, size Allah'tan
kim bir şeye sahip olur? Hayır, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
"Geri bırakılan
bedevîler sana diyecekler”
bunlar Eşlem, Cüheyne,
Müzeyne ve Ğıfar kabileleridir. Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem bunları Hûdeybiye
seferinde seferberliğe çağırdı, geri kaldılar; malları ve aileleriyle meşgul
olduklarını ileri sürdüler. Aslında onları başarısızlık, inanç zayıflığı ve
Kureyş onları çevirdiği takdirde onlarla savaş korkusu geri bırakmıştı.
"Bizi mallarımız
ve ailelerimiz meşgul etti”
çünkü onlara bakacak
kimsemiz yok dediler. Teksir için şedde ile şağğaletna da okunmuştur.
"Bizim için
bağış dile”
diyecekler savaşa katılmadığımız için Allah'tan bağış dile.
"Kalplerinde
olmayan şeyi dilleri ile derler”
bu da özür dileme ve bağış
talep etmede onları yalanlamadır.
"De ki: Size
Allah'tan kim sahip olur?”
irâde ve kazasına kim mani
olur.
"Eğer Allah size
bir zarar isterse”
geri kalmanızdan dolayı öldürme ya da yenilgi ve
malda ve ailede bir arıza gibi bir zarar vermek isterse
"yahut bir fayda
isterse” buna ters, bu da üstü kapalı şekilde yaptıklarını reddir.
"Hayır, Allah
yaptıklarınızdan haberdardır”
geri kalmanızı ve ondaki
maksadınızı bilir.
12
Aslında siz, Peygamber ve mü'minler ebediyen ailelerine
dönmeyecek sandınız ve bu, kalplerinizde süslendirildi. Kötü zannettiniz ve
helâk olan bir toplum oldunuz.
"Aslında
Peygamber ve mü'minler ebediyen ailelerine dönmeyecek sandınız”
çünkü müşrikler onların
köklerini kazır bellediniz. Ehlûn lâfzı bazen
ehlât şeklinde cemi yapılır, Meselâ
ardât gibi. Ehâl
lâfzı ise ism-i cemidir, leyal gibi.
"Bu,
kalplerinizde süslendirildi”
oraya yerleşti. Malum kalıbı
ile zeyyene de okunmuştur ki, süsleyen Allah yahut
şeytan olur.
"Kötü
zannettiniz” zikri
geçen zanda bulundunuz, maksat hükmün kötü olduğunu tescil etmektir
ya da o ve diğer Allah ve Resûlü hakkında ettikleri zanlar
bâtıldır, demektir.
"Ve helâk olan
bir topluluk oldunuz”
itikadınız bozuk ve
niyetiniz kötü olduğu için Allah katında helâk olan bir kavim oldunuz.
13
Kim Allah'a ve Peygamberine îman etmezse, şüphesiz biz,
kâfirler için alevli bir ateş hazırladık.
"Kim Allah'a ve
Peygamberine îman etmezse, şüphesiz biz, kâfirler için alevli bir ateş
hazırladık” kâfirleri
zamir yerine koyması, şunu bildirmek içindir ki, kim Allah'a ve Resûlüne
birlikte îman etmezse kâfirdir, küfründen dolayı çılgın ateşi hak etmiştir.
Sairen'in nekire olması korkunçluğunu gözler önüne sermek
ya da özel bir ateş olduğunu bildirmek içindir.
14
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini bağışlar
ve dilediğine azâp eder. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
"Göklerin ve
yerin mülkü Allah'ındır”
onu istediği gibi idare
eder.
"Dilediğini
bağışlar ve dilediğine azâp eder”
çünkü onun için zorunlu bir
şey yoktur.
"Allah çok
bağışlayıcı ve çok merhametlidir”
çünkü bağışlama ve rahmet
onun zatından kaynaklanmaktadır; azâp ise dolaylı olarak kaza ve kaderinin
altındadır. Bunun içindir ki, kutsî hadiste: Rahmetim gazabımı geçmiştir,
denilmiştir.
15
Geri bırakılanlar, ganimetleri almaya gittiğiniz zaman:
"Bizi bırakın, size tâbi
olalım” derler. Allah'ın sözünü değiştirmelerini
isterler. De ki:
"Bize asla tâbi
olmayacaksınız. Allah önceden böyle söyledi". Sana:
"Hayır, bizi çekemiyorsunuz”
diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir.
"Geri
bırakılanlar diyecekler”
zikri geçenler
"almak için ganimetlere gittiğiniz zaman”
yani Hayber ganimetlerini demektir. Çünkü
aleyhis-salâtü ves-selâm
Efendimiz Hûdeybiye'den Zilhicce ayında
döndü, ayın kalan günlerini ve Muharrem'in ilk günlerini Medîne'de geçirdi.
Sonra Hûdeybiye'de bulunanlarla birlikte Hayber'i işgal etti. Onu fethetti ve
çok ganimet aldı, onları yalnız onlara verdi.
"Bizi bırakın,
size tâbi olalım, derler. Allah'ın sözünü değiştirmek isterler".
O da Hûdeybiye'de bulunanlara Mekke'nin ganimetleri yerine Hayber'in ganimetini
verme vaadidir. Bunun "benimle asla çıkmayacaksınız”
(Tevbe: 83) kavli olduğu da söylenmiştir.
Öyle görünüyor ki, bu son âyet Tebuk seferinde inmiştir. Kelâm teklimin
(konuşmanın) ismidir, daha çok faydalı cümlede
kullanılır. Hamze ile
Kisâî keiimullah okumuşlardır ki, o da
kelimenin çoğuludur.
"De ki: Bize
asla tâbi olmayacaksınız”
bu da yasak manasından
olumsuzluktur.
"Allah önceden
böyle dedi” Hayber'e
çıkma hazırlıklarından önce "bizi çekemiyorsunuz,
diyecekler” ganimetlerde size katılmamızı, kesr ile tahsidunena da
okunmuştur.
"Hayır, onlar
pek az anlayan kimselerdir”
çünkü kafaları hep dünya
işinde çalışır. Birinci bel edâtı onların
mü'minlere tâbi olmamalarının Allah'ın hükmü olduğunu red ve hasedi ispat
etmeleridir, ikinci bel de bunu Allah'ın red ve Dîn işlerini bümediklerini ispat
etmesidir.
|