Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

453

 

038 - SÂD SÛRESİ

 

CÜZ :

23

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

17

"Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla. O, Allah'a çok yönden bir kimse idi."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre âyette geçen (.....) kelimesi, kuvvet mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." sözünden kastedilen, Allah'a itâatta güçlü olmaktır.

Abdurrezzâk ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den bildirdiğine göre âyette geçen "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." sözünden kastedilen, ibadette güçlü olmaktır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) ibâdette güçlülük, İslâm'da anlayış verilmişti" dedi.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Hasan, "Güçlü kulumuz Dâvud'u hatırla..." âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) ibâdette güçlülük, doğru yolu görme özelliği verilmişti" dedi.

Buhârî Tarih'te ve Hâkim'in Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Dâvud'dan bahsedince: "Beşerin en fazla ibadet edeniydi" buyururdu.

Deylemî'nin İbn Amr'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiç kimseye: «Ben Dâvud'dan daha fazla ibadet yaparım» demek yakışmaz" buyurmuştur.

Ahmed'in 'Zühd'de bildirdiğine göre Sâbit der ki: Hazret-i Dâvud, gece namazını uzun tutardı. Rükûya varıp başını kaldırınca gökyüzüne bakar ve: "Ey gökleri imar eden, Sana başımı kaldırdım. Bu, kuların, Rabblerine nazar edişidir" derdi.

Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Ey ilahım! Seni zikreden bir topluluğa uğrarsam ve (onlara atlayıp) geçersem, onları geçen ayağımı kır" demiştir.

Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Ey İlahım! Hangi rızık daha tatlıdır?" diye sorunca, Yüce Allah: "Elinin emeği daha tatlıdır ey Dâvud" buyurdu.

Ahmed'in, Urve b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) minberde hurma yaprağından sepet yapıp çarşıya göndererek sattırır ve onun parasıyla geçinirdi.

Ahmed'in Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) gece kalktığı zaman şöyle derdi: "Allahım! Gözler uyudu, yıldızlar battı. Sen ise kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın."

İbn Cerîr'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre evvâb, tesbih eden mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, tesbih eden mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in Amr b. Şurahbîl'den bildirdiğine göre evvâb, Habeş diliyle, tesbih eden mânâsındadır.

Deylemî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: İbn Ömer'e, evvâb'ın mânâsını sorduğumda şöyle cevap verdi: Ben Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı soruyu sorduğumda: "Yalnız kaldığında günahlarını hatırlayıp Allah'tan bağışlanma düeyendir" cevabını verdi.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, günahlarını terk edip Allah'a yönelen, mânâsındadır.'

Abd b. Humeyd'in Mücâhid'den bildirdiğine göre evvâb, günahlara tövbe edip günah işlemekten vazgeçen mânâsındadır.

Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Katâde, "O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi" âyetini: "O, Allah'a itaat eden ve çok namaz kılandır" şeklinde açıklamıştır.

Abd b. Humeyd'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre evvâb, kesin olarak inanan mânâsındadır.

18

"Şüphesiz biz dağları Dâvud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Katâde, "Şüphesiz biz dağları Dâvud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud, gece ve güneş doğarken tesbih edince, dağlar da kendisiyleberaber tesbih ederlerdi" demiştir.

Tastî'nin İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Nâfi b. el-Ezrak ona, (.....) âyetinin mânâsını sorunca, İbn Abbâs: "Güneşin ışığı yayıldığı zaman namaz vacip olur, demektir" cevabını verdi. Nâfi: "Peki, Araplar öylesi bir ifadenin ne anlama geldiğini biliyorlar mı ki?" diye sorunca da, İbn Abbâs şöyle demiştir: "Tabi ki! Yoksa A'şâ'nın:

Sabah olunca güneş ışığının yayıldığım görmek için

Gecenin tamamını uykuda geçirmez" dediğini bilmez misin?"

Abdurrezzâk ve Abd b. Humeyd'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Şüphesiz biz dağları Davud'un emrine vermiştik. Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini okuyuncaya kadar, kuşluk namazı hakkında kalbimde bir kuşku vardı."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre İkrime der ki: İbn Abbâs kuşluk namazını kılmazdı ve: "Kur'ân'da bunu emreden âyet nerede?" derdi. Daha sonra ise: "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetinde kastedilen kuşluk namazıdır" deyip kuşluk namazını kılmaya başladı.

İbnu'l-Münzir ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bir müddet "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetindeki kuşluk vaktinden neyin kastedildiğini anlamadım. İnsanların Kuşluk namazını kıldığını görünce, âyetin buna işaret ettiğini anladım."

Taberânî'nin M. el-Evsat'ta ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" âyetini okur ve mânâsını bilmezdim. Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib, bana, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü yanına girip abdest almak için su isteyerek abdest aldıktan sonra kuşluk namazını kıldığını, sonra da: "Ey Ümmü Hâni! Bu, kuşluk namazıdır" buyurduğunu söyleyince, âyetin mânâsını anladım."

İbn Cerîr ve İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs, Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib'in, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethedildiği gün kuşluk vakti sekiz rekat namaz kıldığını söylediğini öğrenince şöyle dedi: "Ümmü Hâni, "Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi'" buyruğuna istinaden bu vaktin bir namazı olduğunu iddia etti."

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Ümmü Hâni'nin yanına girdiğimde bana Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazı kıldığını söyledi. Çıkıp İbn Abbâs'ı bularak: "Haydi Ümmü Hani'ye gidelim" dedim ve girdiğimizde: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kuşluk namazı kıldığını amcanın oğluna anlat" dedim. Ümmü Hâni, İbn Abbâs'a da anlatınca, İbn Abbâs, bu namazı, işrâk namazı olarak tevil etti." Bu da kuşluk namazıdır.

İbn Merdûye'nin Mücâhid vasıtasıyla Saîd'den bildirdiğine göre Ümmü Hâni binti Ebî Tâlib der ki: "Mekke'nin fethedildiği gün Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi, üzerinde toz vardı. Bir leğen istedi, leğendeki hamur izini hâlâ görür gibiyim, leğeni su döktüm. Benimle arasına bir örtü konulmasını emretti ve kalkıp üzerine su dökündü. Sonra kalkıp sekiz rekat kuşluk namazı kıldı." Mücâhid der ki: "Bu hadisi İbn Abbâs'a anlattığımda: "Bu, işrâk namazıdır" dedi.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Osmân b. Affân'ın hilafeti döneminde kuşluk namazını sordum. Sahabeden birçok kişi olmasına rağmen, Ümmü Hâni'den başkası kuşluk namazının olduğunu isbat edemedi. Ümmü Hâni şöyle dedi: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Fetih günü bu namazı bir defa sekiz rekat kıldığını gördüm. Ne daha önce, ne de daha sonra bu namazı kıldığını görmedim." Abdullah der ki: Bunu İbn Abbâs'a anlattığımda: "Ben, «Onlar Dâvud'la beraber gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi» âyetini okur ve: "İşrâk namazı hangi namazdır?" derdim, işrak namazı işte budur" dedi. "

İbn Cerîr ve Hâkim'in Abdullah b. el-Hâris'ten bildirdiğine göre İbn Abbâs, kendisine Ümmü Hâni'ye götürünceye kadar kuşluk namazını kılmazdı. Ümmü Hâni'nin yanına girip: "Bize anlattığını İbn Abbâs'a da anlat" dediğimizde, "Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) evime girdi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı" dedi. İbn Abbâs: "Kur'ân'ın hepsini okumuştum, ama şimdiye kadar işrak namazının ne olduğunu anlamamıştım" diyerek oradan çıktı.

Saîd b. Mansûr'un bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Kur'ân'da kuşluk namazını aradım ve onun, "...gece ve kuşluk vakti tesbih ederlerdi" buyruğunda gördüm" demiştir.

Buhârî Tarih'te, Hâkim, İbn Merdûye ve Taberânî'nin M. el-Evsat'ta Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sadece Allah'a yönelen kimse kuşluk namazına devam eder. Bu namaz evvâbin (Allah'a yönelenlerin) namazıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Hureyre: "Dostum (Allah'ın Resûlü) (sallallahü aleyhi ve sellem) bana kuşluk namazını kılmamı tavsiye etti. Bu namaz evvâbin namazıdır" dedi.

el-lsbehânî et-Terğîb'de, Enes'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Enes! Kuşluk namazını kıl. Bu namaz, evvâbin namazıdır" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe, Müslim ve Taberânî'nin Zeyd b. Erkam'dan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Kubâ'ya gittiğinde onların kuşluk namazı kıldığını -bir lafızda Güneş doğduktan sonra şeklindedir- görünce: "Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayaklarının yandığı saatte kılınır" buyurdu.

Beyhakî'nin Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazına sadece Allah'a yönelenler devam ederler" buyurmuştur.

Tirmizî ve İbn Mâce'nin bildirdiğine göre Enes, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah, on iki rekat kuşluk namazı kılana Cennette altından bir köşk yapar" buyurduğunu nakletmiştir.

Ebû Nuaym'ın Enes'ten bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazını kıl. Bu namaz evvâbin (Allah'a yönelenlerin) namazıdır" buyurdu.

Humeyd b. Zencûye Fadâilu'l-A'mâl'de ve Beyhakî Şu'abu'l-îman'da, Hasan b. Ali'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Allah, sabah namazını kıldıktan sonra namazgahında oturup güneş doğana kadar Allah'ı zikreden, sonra iki rekat kuşluk namazı kılana ateşin kendisini yakmasını veya yemesini haram kılar. "

Humeyd b. Zencûye, Taberânî ve Beyhaki, Utbe b. Abd es-Sülemî ve Ebû Umâme el-Bâhilî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kim sabah namazını bir mescitte cemaatle kıldıktan sonra yerinde kalıp kuşluk namazını kılarsa, kendisine tam bir hac ve umre sevabı verilir"

Ebû Dâvud, Taberânî ve Beyhakî'nin Muâz b. Enes el-Cuhenî'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıldıktan sonra iki rekat kuşluk namazını kılıncaya kadar namazgahında oturup hayırdan başka söz söylemeyenin günahları deniz köpüğünden çok olsa bile bağışlanır. "

Taberânî'nin, Ebu'd-Derdâ'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İki rekat kuşluk namazı kılan gafiller zümresinden yazılmaz. Dört rekat kılan abidlerden yazılır. Altı rekat kılan o gün Allah'ın taht-ı himayesinde olur. Sekiz rekat kılan çok ibadet edenlerin zümresinden yazılır, on iki rekat kılan için Alah Cennette bir ev yapar."

Humeyd b. Zencûye, Bezzâr ve Beyhakî'nin Ebû Zer'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kuşluk namazını iki rekat olarak kılarsan gafiller zümresinden yazılmazsın. Dört rekat kılarsan iyilik sahiplerinden yazılırsın. Altı rekat kılarsan, Allah'a boyun eğenler zümresinden yazılırsın. Sekiz rekat kılarsan başarıya ulaşanlar zümresinden yazılırsın. On rekat kılarsan o gün sana hiçbir günah yazılmaz. On iki rekat kılarsan Allah sana Cennette bir ev yapar. "

İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kuşluk namazına devam edenin günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile bağışlanır" buyurdu.

19

Bkz. Ayet:20

20

"Toplanıp gelen kuşları da (emrine verdik). Her birisi ona dönücü idi. Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik."

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd ve İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre " kelimesi, "(Kuşların) onun emrinde olmaları, "Ona dönmeleri" itaat etmeleri, "Hikmetten kasıt, sünnet, "hakkı batıldan ayıran sözü söyleme" âyeti ise, davacının delil getirmesi, davalının da yemin etmesi demektir.

Abd b. Humeyd ve Hâkim'in bildirdiğine göre Mücâhid, "Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) Dünya krallarının en güçlüsüydü. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanının verilmesi, dediği şeyin yerine gelmesi ve hüküm verirken adil olmasıdır."

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "İsrâiloğullarından bir adam, Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) yanında ileri gelenlerden bir kişiden davacı olup: "Bu ineğimi gasbetti" dedi. Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) itham edilen adama sorunca, adam bunu inkar etti. Davacıya delil getirmesini söyleyince de, adam delili olmadığını söyledi. Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) onlara: "Aranızda nasıl hüküm verceğimi düşünmem için yanımdan kalkınız" buyuruncai ikisi de yanından ayrıldılar. Hazret-i Dâvud'a (aleyhisselam) rüyasında: "Davacı olan adamı öldür" denilince, Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Bu bir rüyadır. Hüküm vermede acele etmeyeyim. İkinci gece yine rüyasında kendisine davacıyı öldürmesi emredilince, yine yapmadı. Sonra üçüncü gece rüyasında: "Ya adamı öldürürsün veya Allah seni cezalandırır" denilince, Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) adamı çağırıp: "Allah, seni öldürmemi emretti" dedi. Adam: "Bir delil ve îsbat olmadan beni öldürecek misin?" deyince Hazret-i Dâvud (aleyhisselam): "Evet. Vallahi, Allah'ın senin hakkındaki emrini yerine getireceğim" karşılığını verdi. Adam: "Beni öldürmede acele etme de sana haber vereyim. Vallahi bu günah sebebiyle öldürülmem emredilmedi. Ben, bu adamın babasını ani bir baskınla öldürmüştüm. Bu sebeple öldürülmem emredildi" dedi. Hazret-i Dâvud emretti ve o adam öldürüldü. Bu olayla Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) İsrâiloğulları arasındaki heybeti arttı ve mülkü pekiştirildi. Yüce Allah'ın, "Onun mülkünü de pekiştirdik...."' âyeti buna işaret etmektedir.

İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Süddî, "Onun mülkünü de pekiştirdik. Ona hikmeti ve hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken şöyle dedi: "Hazret-i Dâvud'u (aleyhisselam) her gündüz ve gece dört bin kişi korurdu. Kendisine verilen hikmetten kasıt peygamberliktir. Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanı ise ona yargılama bilgisinin verilmesidir."

İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre "Ona hikmeti...verdik" âyetinden kastedilen anlayış ve kavrama gücüdür.

Saîd b. Mansûr, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyetteki hikmetten doğruluk (hükümde isabet) kasdedilmiştir. Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanı ise, (hüküm verirken) yemin ve şahitlerin istenmesidir.

İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre "... hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, doğru hüküm verme ve anlayıştır.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in Ebû Abdirahman'dan bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik'" âyetinden kastedilen, doğru hüküm vermedir.

Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, hüküm vermeyi iyi bilmesidir.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve Beyhakî'nin Sünen'de Şureyh'ten bildirdiğine göre "...hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetinden kastedilen, şahitler ve yeminlerdir.

Beyhakî'nin bildirdiğine göre Ebû Abdirrahman es-Sülemî der ki: "Hazret-i Davud'a hüküm vermesi emredildi. Yanına gelen davacı ve davalılar hakkında nasıl hüküm vereceğini bilemeyince: «Onlardan Benim adıma yemin ettir ve delillerini sor» diye vahyedildi. Âyette geçen, hakkı batıldan ayırmaktan kastedilen budur."

İbn Cerîr ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre Katâde, "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme imkanını verdik" âyetini açıklarken: "Delil getirmek davacıya, yemin etmek ise davalıya aittir" demiştir.

İbn Cerîr'in Şa'bî'den bildirdiğine göre "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme..." âyetinden kastedilenin, kişinin: "Emmâ ba'du: imdi" diyerek söze başlamasıdır.

İbn Ebî Hâtim ve Deylemî'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: "İlk olarak "Emmâ ba'du" diyen kişi Hazret-i Dâvud'dur. "Hakkı batıldan ayıran sözü söyleme..." âyetinden kastedilen de budur."'

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, İbn Sa'd, Abd b. Humeyd ve İbnu'l- Münzir'in bildirdiğine göre Şa'bî, Ziyâd b. Ebî Süfyân'ın: "Hazret-i Dâvud'a verilen hakkı batıldan ayıran sözü söyleme özelliğinden kastedilen, "Emmâ ba'du: imdi" diyerek söze başlamasıdır" dediğini nakletmiştir.

21

Bkz. Ayet:24

22

Bkz. Ayet:24

23

Bkz. Ayet:24

24

"Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi. Hani Dâvud'un yanma girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. Onlar, «Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet» dediler. İçlerinden biri şöyle dedi: «Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken 'Onu da bana ver' dedi ve tartışmada beni bastırdı.» Dâvud dedi ki: «Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.» Dâvud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi."

İbn Ebî Şeybe Musannef’te ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Dâvud içinden eğer ilâhi bir imtihana tâbi tutulacak olursa, kendini yanlışlıktan koruyacağını geçirmişti. Ona: "Sen sınanacaksın ve sınanacağın günü de bileceksin. Onun için tedbirini al" denildi. O da Zebur'u yanına alıp ibadet ettiği yere girip kapıyı kapattı ve bir hizmetçiyi de kapıya dikerek yanına kimsenin girmemesini istedi. Zebur'u okumakta iken en güzel surette bir kuş geldi, onun önünde uçmaya başladı. Hazret-i Dâvud, eliyle onu yakalamak istedi ve arkasından gitti. Kuş mihrabın aydınlanma deliğine kondu. Onu almak üzere ona yaklaşınca, kuş yine uçuverdi. Onu görmek için ileri uzanınca, hayızdan temizlenmek için yıkanmakta olan bir kadını gördü. Kadın başını kaldırıp Hazret-i Dâvud'un (aleyhisselam) gölgesini görünce vücudunu saçlarıyla örttü. Kadının kocası Allah yolunda gazaya çıkmış biriydi. Hazret-i Dâvud gaza kumandanına, kadının, adı Ûriyyâ olan kocasını tabutu taşıyanlar arasına katması için emir yazdı. Tabutu taşıyanlara ise yüce Allah ya zafer nasib ederdi yahut öldürülürlerdi. Kumandan Ûriyyâ'yı tabutu taşıyanlar arasına yerleştirdi ve öldürüldü.

Kadının iddeti bitince Hazret-i Dâvud ona talib oldu. Kadın da, eğer bir oğlu olursa, ondan sonra hükümdarlığa o geçecek, diye şart koştu ve İsrâiloğullarından da elli kişiyi buna şahit tutup bu konuda belge düzenledi. Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman dünyaya gelip delikanlılık yaşına gelinceye, iki melek duvarı aşıp namaz kıldığı yere varıncaya ve yüce Allah'ın kitabında anlattığı durum meydana gelinceye kadar imtihana tâbi tutulduğunun farkına varmadı. Hazret-i Dâvud bu olayla sınandığını anlayınca secdeye kapandı ve Allah onu bağışlayıp tövbesini kabul etti.

Hâkim ve Beyhakî'nin Şu'abu'l-îman'da bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: Hazret-i Dâvud'un başına gelen, kaderden sonra, kendini beğenmesinden başka bir sebepten değildir. Çükü Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Gecenin ve gündüzün her saatinde, muhakkak Davud'u ailesinden Sana ibadet eden, namaz kılan veya tesbih eden, ya da tekbir getiren biri bulunur" deyip buna benzer şeyler söyledi. Yüce Allah onun bu sözlerini hoş karşılamayıp: "Ey Dâvud! Bu, ancak benimle (yardımımla) olmaktadır. Eğer Benim yardımım olmasa buna gücün yetmezdi. Celâlim hakkı için, seni bir gün nefsinle baş başa bırakacağım" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana o günü haber ver" dedi ve o gün Hazret-i Dâvud sınandı.

Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, İbn Cerîr ve İbn Ebî Hâtim zayıf senetle, Enes'ten, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) o kadına bakınca, İsrâiloğullarından bir orduyu gazaya gönderdi ve ordu kumandanına: «Düşmanla karşılaşınca, falan kişiyi (kadının kocasını) tabutun önüne koy» dedi. O zaman, tabutla Allah'tan zafer istenirdi. Tabutun önünde savaşa katılan ya ölür, ya ordudan kaçarak kurtulabilirdi. Bu adam öldürülünce Hazret-i Dâvud kadınla evlendi. Hazret-i Davud'a iki melek inip kendisine imtihan edildiğini anlatınca, Hazret-i Dâvud secdeye kapanıp kırk gün süreyle secdede kaldı. O kadar ki gözyaşlarından biten ot başını örttü. Yer onun alnını aşındırdı. Secdesinde de şöyle dedi: «Rabbim, Dâvud bir defa yanıldı ve bu yanılması sebebiyle doğu ile batı arasındaki mesafe kadar uzaklaştı. Rabbim, eğer Dâvud'un zayıflığına merhamet buyurmaz, günahını bağışlamazsan, sen ondan sonra insanlar arasında günahını konuşulacak bir söz kılarsın.» Kırk gün sonra Cibrîl ona: «Ey Dâvud! Şüphesiz Allah seni bağışladı ve sen de Allah'ın adil olduğunu ve taraf tutmayacağını anladın» deyince, Hazret-i Dâvud: «Falan kişi kıyamet günü gelip: "Ey Rabbim! Dâvud'un yanındaki kanımı (beni öldürmesine karşı ondaki hakkımı) istiyorum" diye sorarsa ne yaparım?» karşılığını verdi. Cibrîl: «Bunu Rabbisine sormadım. Eğer istersen sorarım» deyince, Hazret-i Dâvud: «Sor» karşılığını vedi. Cibrîl yükseldikten sonra Hazret-i Dâvud, Allah'ın dilediği bir süre secdede kaldı, sonra Cibrîl inip şöyle dedi: «Ey Dâvud! Allah'a, istediğin şeyi sordum, bana şöyle buyurdu: "Dâvud'a de ki: Allah ikinizi kıyamet günü bir araya geritecek ve: "Dâvud'da olan kan hakkını bana hibe et"» diyecek. Bu kişi: «Kanım senindir ey Rabbim» karşılığını verince de Allah: «Buna karşılık sana Cennette istediğin ve nefsinin arzu ettiği her şey vardır» buyuracak. "

İbn Ebî Şeybe, Hennâd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: "Hazret-i Dâvud, malum hatayı işleyince ki hatası, kadını görünce onu kocasından ayırmasıydı. Hazret-i Dâvud onu kocasından ayırmış, ama kendisine yaklaşmamıştı. Bunun üzerine iki hasım duvarı aşarak Hazret-i Dâvud'un yanına girdiler. Hazret-i Dâvud onları görünce yanlarına kalkıp: "Yanımdan çıkınız. Neden yanıma geldiniz?" dedi. Onlar: "Sana basit bir şey söyleyeceğiz" deyip birisi: "Bu kardeşimin doksandokuz koyunu vardır. Benim ise bir koyunum var ve kardeşim onu da benden almak istiyor" dedi. Hazret-i Dâvud: "Vallahi asıl burnundan göğsüne kadar biçilmesi gereken kişi benim" dedi. Adam: "Dâvud bunu yapmıştır" deyince Hazret-i Dâvud, onların bu davayla kendisini kasdettiklerini anladı ve kırk gün kırk gece boyunca secdede kaldı. Hazret-i Dâvud'un hatası elinde yazılıydı ve onu unutmamak için avucuna bakardı. O kadar ağladı ki gözyaşlarından biten ot başını örttü. Ona: "Aç mısın yedirilesin, çıplak mısın, giydirilesin, mazlum musun yardım edilesin?" denilince, öyle bir feryad etti ki, arkasındaki otlar sarardı. İşte o zaman Hazret-i Dâvud bağışlandı. Kıyamet günü Rabbi, Hazret-i Dâvud'a: "Önümde ol" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Günahım, günahım" karşılığını verecek. Yüce Allah: "Arkamda ol" buyurunca, Hazret-i Dâvud yine: "Ey Rabbim! Günahım, günahım" karşılığını verecek. Yüce Allah: "Yanımda dur" buyurunca da, Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'ın yanından ayrılmayacak."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Abbâs, "Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! İbrâhim'e, İshâk'a ve Yâkub'a verdiğin şeyleri bana da vermeni isterdim" deyince, Yüce Allah: "Onları, seni sınamadığım şeylerle sınadım. Eğer istersen, seni de onları sınadığım gibi sınarım ve onlara verdiğimi sana da veririm" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Evet isterim" deyince, Yüce Allah: "Senin nasıl sınav vereceğini görünceye kadar amel yap" buyurdu. Uzun bir müddet geçince ve Hazret-i Dâvud bunları unutmak üzereyken, mihrabta oturuyordu, bir güvercinin önüne konduğunu gördü ve onu yakalamak istedi. Bu güvercin uçup mihrabın aydınlatma deliğine kondu. Hazret-i Dâvud onu almak için gidince güvercin uçtu. Hazret-i Dâvud, aydınlatma deliğinden bakınca yıkanmakta olan bir kadın gördü ve güzelliğine hayran kaldı ve mihrabdan inerek onu çağırdı. Kadın gelince ona kocasını ve durumunu sordu. Kadın, kocasının yanında olmadığını söyleyince, Hazret-i Dâvud kadının kocasının bulunduğu ordunun kumandanına, adamı ölmesi için askeri birliklerde görevlendirmesini emreden bir mektup yazdı. Kumandan, Hazret-i Dâvud'un söylediğini yaptı ama, adamın arkadaşları ölürken kendisi kurtuluyordu. Bazen de ölmeden önce yardımına koşuluyordu. Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'un düştüğü durumu görünce, onu kurtarmak istedi. Bir gün Hazret-i Dâvud mihrabındayken, duvarın üzerinden iki hasım atlayıp yanına girdiler. Okumakta olan Hazret-i Dâvud onları görünce korkup okumayı kesti ve: "Mülkümde o derece zayıf bırakıldım ki insanlar duvardan açıp mihrabıma, yanıma giriyorlar" dedi. Onlar: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir..." sana gelmekten başka çaremiz yoktu. Bizi dinle" dediler. "İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken (koyunlarını yüze tamamlamak istedi ve beni koyunsuz bırakmak isteyerek) «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" Ben dua ettiğim zaman, benden daha çok dua etti, ben kuvvete başvuru(p kendimi savunu)nca kendisi daha fazla şiddet gösterdi." Hazret-i Dâvud, kendi yaptığını unutarak şöyle dedi: "Senin, koyununa ondan daha çok ihtiyacın vardır, "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır." Bunun üzerine melekler birbirine bakarak gülünce, Hazret-i Dâvud onları görüp sınandığını anladı ve kırk gece "Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi." O derece ağladı ki gözyaşlarından otlar bitti. Sonra Allah onun mülkünü kuvvetlendirdi.

Abd b. Humeyd, İbn Cerîr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: Hazret-i Dâvud zamanını dörde böldü. Bir günü hanımlarına, bir günü ibadete, bir günü İsrâiloğullarının davalarına bakmaya ve bir günü de İsrâiloğullarına ayırdı. Bir gün de İsrâiloğullarına nasihatte bulunuyordu. İsrâiloğullarına ayırdığı bir günde: "İnsanın günah işlemediği bir gün olur mu?" diye sorduklarında, Hazret-i Dâvud, içinden buna gücünün yeteceğini geçirdi ve ibadete ayırdığı gün gelince kapıları kapatıp, yanına kimsenin girmemesini emrederek Tevrat'ı okumaya başladı. Tevrat'ı okuduğu sırada altından yapılmış rengârenk olan güzel bir güvercin önüne kondu. Onu yakalamak için davranınca, güvercin uçup onun yakalamaktan ümitsizliğe düşmeyeceği kadar yakına kondu. Sonra güvercin uçtu, o da onu takip etti. Nihayet bu vaziyette güvercini takip ederken yıkanmakta olan bir kadın gördü ve güzelliğine hayran kaldı. Bu kadın Hazret-i Dâvud'un yerdeki gölgesini görünce, kendisini saçlarıyla örterek gizlenmeğe çalıştı. Bu ise Hazret-i Dâvud'un kadına karşı olan beğenisini arttırdı. Hazret-i Dâvud, kadının kocasını ordularından birinde kumandan olarak göndermişti. Ona: "Falan yere" git diyerek, gittiği takdirde öldürüleceği ve geri dönemeyeceği bir yere gitmesini emretti. Adam gidince de orada öldürüldü. Hazret-i Dâvud, kadına talib olup evlendikten sonra bir gün mihrabtayken, iki melek duvardan tırmanarak yanına girdiler. Hasımlar, muhakeme olmak için mihrabın kapısından gelirlerdi. Bu sebeple onların duvardan tırmanarak girdiklerini görünce onlardan korktu. Gelenler, Hazret-i Dâvud'a: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet, dediler." Hak yola iletmekten kastedilen, yolun en doğrusu ve hayırlısıdır. "İçlerinden biri şöyle dedi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. (yani, Hazret-i Dâvud'un doksan dokuz hanımı, ölen kişinin ise bir hanımı vardı) Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" bana üstün gelerek zulmetti." Hazret-i Dâvud: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır. Dâvud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi.'" Hazret-i Dâvud, kırk gece secdeden kalkmadı. Sonunda yüce Allah kendisine vahyederek: "Seni bağışladım" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen, adil bir hakem iken ve kimseye zulmetmezken beni nasıl bağışlarsın!" dedi. Allah: "Ben seni onunla muhakeme edeceğim ve kanının bedelini bana hibe etmesini isteyeceğim. Sonra razı oluncaya kadar ona sevap olarak Cenneti vereceğim" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "İşte şimdi içim rahatladı ve beni bağışladığını anladım" dedi. Yüce Allah bu konuda: "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" buyurmaktadır.

Ahmed'in Zühd'de bildirdiğine göre Ebû İmrân el-Cevnî, "Sana davacıların haberi geldi mi?" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud, hasımlara: "Hasımların oturduğu yerde oturunuz" deyince, oturdular ve Hazret-i Dâvud: "Anlatın" dedi. Birisi: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni bastırdı" deyince, Hazret-i Dâvud söylenene şaşıp: "Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir..." deyince, biri Hazret-i Dâvud'a çıkıştı ve (melek olan hasımlar) yükseldiler. Hazret-i Dâvud, günahı (yani askerin karısı) sebebiyle azarlandığını anlayıp olduğu yerde secdeye kapanarak kırk gün kırk gece secdede kaldı ve başını sadece farz namazlar için kaldırdı. Hatta alnı elleri ve dizleri yara bağladı. Sonunda kendisine bir melek gelip: "Ey Dâvud! Ben, Rabbinin sana gönderdiği elçiyim. Yüce Allah: «Başını kaldır. Seni bağışladım» buyuruyor" dedi. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen adil bir hakem olduğun halde bu nasıl olur. Sen Deyyân olansın ve Senin katında hiç bir zâlimin zulmü geri bırakılmaz, nasıl olur da adama yaptığım zulmü bağışlarsın?" dedi. O vaziyette Allah'ın dilediği zamana kadar bırakıldı. Daha sonra bir başka melek gelerek: "Ey Dâvud! Ben Rabbinin sana gönderdiği elçiyim, Rabbin sana diyor ki: "Sen ve kadının kocası kıyamet gününde Bana geleceksiniz ve davalaşacaksınız. Ben de senin aleyhinde hükümde bulunarak, ona hakkını vereceğim. Sonra da ondan hakkını bağışlamasını isteyeceğim, o da hakkını Bana verecek, Ben de onu razı olacağı şekilde Cennetime koyacağım" dedi.'

İbn Cerîr ve Hâkim'in bildirdiğine göre Süddî der ki: "Hazret-i Dâvud, zamanını üçe bölmüştü. Bir gün insanlar arasındaki davalara bakıyor, bir gün Rabbine ibadet etmek için yalnız kalıyor, bir gün de hanımlarıyla baş başa kalıyordu. Hazret-i Dâvud'un doksan dokuz hanımı vardı. Hazret-i Dâvud, okuduğu kitaplarda, Hazret-i İbrâhim, İshâk ve Yâkub'un faziletlerini görüyordu. Bir gün okudukları arasında onların faziletlerini görünce: "Ey Rabbim! Gördüğüm kadarıyla hayrın hepsini benden önceki atalarım alıp götürmüşler. Onlara verdiğini bana da ver ve onlara yaptığını bana da yap" dedi. Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "Ataların, senin denenmediğin şeylerle denendiler. İbrâhim, oğlunu boğazlamakla denendi. İshâk gözlerini kaybederek denendi. Yâkub, Yusuf'a olan üzüntüsüyle denendi. Sen bunlardan hiç biriyle denenmedin." Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Onları denediğin şeyle beni de dene ve onlara verdiğini bana da ver" deyince, Yüce Allah şöyle buyurdu: "Sen de deneneceksin. Kendini denk al." Bundan sonra Hazret-i Dâvud, Allah'ın dilediği bir süre bekledi ve bir gün namaz kılarken, şeytan altından bir güvercin suretinde ona görünerek gelip ayaklarının önünde durdu. Onu yakalamak maksismiyle elini uzatınca güvercin uzak sayılmayan bir yere kadar uçtu. Hazret-i Dâvud onu takib etti ve sonunda güvercin aydınlatma deliğine kondu. Hazret-i Dâvud, onu yakalamak için davranınca, güvercin delikten uçtu. Hazret-i Dâvud, birini gönderip yakalatmak için, güvercinin nereye konacağına bakarken, evinin damında yıkanan bir kadın gördü. Gördüğü kadın, güzellik bakımından insanların en güzellerindendi. Kadının gözü Hazret-i Dâvud'a değip onu görünce, saçlarıyla vücudunu örttü. Kadının böyle yapması, Hazret-i Dâvud'un ona daha fazla rağbet etmesine sebep oldu. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud kadın hakkında bilgi toplamağa başladı ve kocasının bir orduda olduğunu öğrendi. Ordu kumandanına haber göndererek: "Uhriyye'yi falan yere gönder" dedi. Kumandan onu gönderince, adam gittiği yeri fethedip geri döndü. Kumandan durumu Hazret-i Dâvud'a yazınca, Hazret-i Dâvud: "Onu falan düşmanın üzerine gönder" diyerek daha güçlü bir topluluğun üzerine göndermesini yazdı. Kumandan onu gönderince, adam gittiği yeri fethedip geri döndü.

Kumandan durumu Hazret-i Dâvud'a yazınca, Hazret-i Dâvud: "Onu falan düşmanın üzerine gönder" diyerek ikicisinden daha güçlü bir topluluğun üzerine göndermesini yazdı. Kumandan onu gönderince, üçüncü seferinde adam öldürüldü ve Hazret-i Dâvud, adamın hanımıyla evlendi. Evlenmelerinin üzerinden kısa bir müddet geçince, Allah Hazret-i Dâvud'a insan sûretinde iki melek gönderdi. Melekler Hazret-i Dâvud'un yanına girmek istediklerinde, onun ibadet ettiği günde olduğunu gördüler ve bekçiler girmelerine izin vermediler. Bunun üzerine melekler duvardan aşarak yanına girdiler. Namaz kılmakta olan Hazret-i Dâvud girdiklerinin farkına varmadı ve aniden onları önünde oturmuş bir şekilde görerek korktu. Melekler: "Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet (taraf tutma). Zulmetme ve bizi hak yola ilet, dediler."' Yani hükmün adaletli olsun. Hazret-i Dâvud: "Bana olayınızı anlatın" deyince, içlerinden biri: "Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var..." buna rağmen benim koyunumu alıp koyunlarının sayısını yüze tamamlamak istiyor" dedi. Hazret-i Dâvud, diğerine: "Ne diyorsun?" diye sorunca, diğeri: "Benim doksan dokuz koyunum var. Kardeşimin de bir koyunu var. Ben de onun koyununu alıp koyunlarımın sayısını yüze tamamlamak istiyorum" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Dâvud: "Kardeşinin istememesine rağmen mi!" deyince, o: "Evet istemese de" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "O zaman bunu yapmana müsaade etmeyiz" deyince, o: "Senin buna gücün yetmez" karşılığını verdi. Hazret-i Dâvud: "Eğer böyle bir şey yapacak olursan, senin burnunun kenarını, burnuna ve alnına vururuz" deyince, o: "Ey Dâvud! Senin oralarına vurulması daha doğrudur. Senin doksan dokuz hanımın var. Uhriyyâ'nın ise bir hanımı var. Buna rağmen adam ölünceye kadar kendisini tehlikeye attın ve hanımıyla evlendin" dedi. Hazret-i Dâvud, bakıp bir şey göremeyince, düştüğü durumu anladı ve denendiğinin farkına vardı. Bunun üzerine secdeye varıp, kırk gün boyunca ağladı. Bu müddet zarfında sadece ihtiyacı olduğu zaman başını secdeden kaldırıyor, ihtiyacını giderince de tekrar secdeye kapanıp dua ediyordu. O kadar ağladı ki, sonunda gözyaşlarının damladığı yerde otlar bitti. Kırk gün sonra Yüce Allah ona vahyederek: "Ey Dâvud! Başını kaldır, seni bağışladım" buyurunca, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Sen, hüküm verirken taraf tutmayan âdil bir hakem iken, bağışlandığımı nasıl bileceğim. Uhriyyâ kıyamet günü başını sağıyla veya soluyla tutup, damarlarından kanlar fışkırarak Arş'ının karşısına gelerek: «Ey Rabbim! Buna, beni neden öldürdüğünü sor?» derse halim ne olur?" dedi. Yüce Allah ona şöyle vahyetti: "O zaman, Uhriyyâ'yı çağırıp, seni bağışlamasını isterim. O seni Bana bağışlar, Ben de buna karşılık ona sevap olarak Cenneti veririm." Bunun üzerine Hazret-i Dâvud: "Rabbim! Şimdi beni bağışladığını anladım" dedi. Hazret-i Dâvud, Rabbinden utancından dolayı bu olaydan sonra vefat edinceye kadar başını kaldırıp gökyüzüne bakmadı.

İbnu'l-Münzir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den aynı rivâyette bulunmuştur.

İbnu'l-Münzir'in Mücâhid'den bildirdiğine göre âyette geçen mihrâb kelimesi mescid mânâsındadır.

İbn Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebu'l- Ahvas der ki: "Hasımlar, Hazret-i Dâvud'un yanına girerken birbirlerinin başlarını tutmuşlardı."

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn Cüreyc, "Dâvud onlardan korkmuştu..." âyetini açıklarken: "Hasımlar davalaşmak için kapıdan girerlerdi. Ama bunlar, duvardan tırmanarak girdikleri için Hazret-i Dâvud onlardan korktu" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre (.....) âyeti: "(Haktan) meyletme" mânâsındadır.

İbn Ebî Hâtim'in İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre âyette geçen "Bu kardeşimdir" sözü: "Benim dinimdendir" mânâsındadır.

Abdurrezzâk, Firyâbî, Ahmed Zühd'de, İbn Cerîr ve Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına:

«Hanımını (boşa ve) bana ver» demiştir" dedi.

Abdurrezzâk, Abd b. Humeyd, İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına: «Hanımını benim için boşa» demiştir" dedi.

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İbn Mes'ûd: "Hazret-i Dâvud, sadece kadının kocasına: «Hanımını benim için boşa» demiştir" dedi.

İbn Cerîr'in İbn Zeyd'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi: "Onu bana ver. Onu boşa ve benimle evlendir" mânâsındadır. (.....) âyeti ise, sözle karşısındakini alt etmektir.

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre (.....) kelimesi: "Onu bana ver" mânâsındadır. "Tartışmada beni bastırdı" âyeti ise: "Konuşunca benden daha iyi konuşur, kuvvete başvurunca da benden daha kuvvetlidir. Yardıma çağırdığı zaman yardımcıları da benden çoktur" mânâsındadır. Meleklerden biri: "Bunun cezası nedir?" diye sorunca, Hazret-i Dâvud: "Şurasına, şurasına ve şurasına vurulur" deyip elini alnına, sonra burnuna, sonra da burnunun altına koydu. Melek: "Sence cezası bu mudur?" diye sorup bunu o kadar tekrar etti ki, Hazret-i Dâvud onun melek olduğunu anladı. Melek çıkınca Hazret-i Dâvud secdeye kapandı. Anlatıldığına göre kırk gün boyunca başını secdeden kaldırmadan ağladı ve sonunda gözyaşlarından etrafında otlar bitti. Kırk gün sonra öyle bir iç çekti ki, başının etrafındaki otlar coşup büyüdü.

İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre (.....) âyeti: "Ortaklar içinde birbirine haksızlık etmeyen azdır" mânâsındadır. "aliâ" kelimesi ise: "Onu sınadık" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre "...Ve Dâvud, onu imtihan ettiğimizi zannetti" âyeti: "Hazret-i Dâvud, kendisini imtihan ettiğimizi bildi" mânâsındadır.

İbn Cerîr'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre "Ve Dâvud, onu imtihan ettiğimizi zannetti" âyeti: "Hazret-i Dâvud, (meleklerin söyledikleriyle) kendisinin kastedildiğini zannetti" mânâsındadır.

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr der ki: "Hazret-i Dâvud'un sınanması (o kadına) bakmaktı."

İbnu'l-Münzir'in İbn Cüreyc'den bildirdiğine göre "Bunun üzerine Rabbinden mağfiret istedi ve rüku ederek secdeye kapandı" buyruğundaki rükûdan kastedilen secdeye kapanmaktır.

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: Hazret-i Dâvud, kırk gün kırk gece secdede kaldı ve gözyaşları kesilip kuruyana kadar başını kaldırmadı. Secdedeyken yaptığı son dualarından birisi şöyleydi: "Ey Rabbim! Sen bana afiyet verdin, ben Senden sınanmayı istedim. Beni sınayınca da sabredemedim. Eğer bana azab edersen, ben buna layıkım. Eğer beni bağışlarsan Sen buna layıksın." Bu sırada Cibrîl başucunda durup: "Ey Dâvud! Allah seni bağışladı, başını kaldır" dedi. Hazret-i Dâvud, Cibrîl'e aldırmadan secdede Rabbine yalvarmaya devam etti ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! Beni nasıl bağışlarsın? Sen âdil bir hâkimsin ve ben adama yaptığımı yaptım." Hazret-i Dâvud'a vahiy geldi ve: "Doğru söyledin ey Dâvud! Ben âdil olan hâkimim. Kıyamet günü olunca seni Ûriyyâ'ya sağlam olarak teslim ederim, sonra da seni Bana hibe etmesini isterim. O da seni Bana verince sevap olarak kendisine Cenneti veririm" denildi. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Şimdi beni affettiğini anladım" deyip başını kaldırmak istedi, ama başının yerden kalkmadığını gördü. Cibrîl tüylerinden biriyle onun başını meshedince, Hazret-i Dâvud başını kaldırabildi. Bundan sonra Yüce Allah kendisine: "Ey Dâvud! Ûriyyâ'nın hanımını sana helal kıldım, onunla evlen" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud kadınla evlendi ve ondan oğlu Süleyman doğdu. Kadın, ne ondan önce, ne de sonra başkasını doğurmadı."

Ka'b der ki: "Vallahi, ondan sonra Hazret-i Dâvud, sıcak günde oruç tutar, içeceği ağzına yaklaştırınca bu günahını hatırlayıp ağlar ve gözyaşlarıyla kap dolup taşardı. Sonra içeceği içmeden iade ederdi.

Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Yûnus b. Habbâb'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud kırk gece ağladı ve gözyaşlarından etrafında otlar bitti. Sonra: "Ey Rabbim! Alnım yara bağladı ve gözyaşlarım kurudu. Günahım ise üzerimde olduğu gibi duruyor" dedi. Sonra ona şöyle seslenildi: "Ey Dâvud! Aç mısın sana yemek verilsin? Susuz musun sana su verilsin? Yoksa mazlum musun sana yardım edilsin?" Bunun üzerine öyle bir hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle ona mağfiret olundu.

İbn Ebî Şeybe ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr el- Leysî der ki: "Hazret-i Dâvud, gözyaşlarından etrafında otlar bitene kadar secdede kaldı. Sonunda Allah kendisine: "Ey Dâvud! Malını, çocuklarını ve ömrünü arttırmamı ister misin?" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana böyle mi karşılık veriyorsun! Beni bağışlamanı istiyorum" dedi.

Ahmed Zühd'de ve Hakîm et-Tirmizî, Evzâî'den Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakleder: "Hazret-i Dâvud'un gözleri, içinden su damlayan iki kırba gibiydi. Gözyaşları onun yüzünde, yerde akan suyun yarıklar bıraktığı gibi çizgiler oluşturdu."

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Atâ b. es-Sâib'den bildirdiğine göre Ebû Abdillah el-Cedelî: "Hazret-i Dâvud, o günahından sonra ölünceye kadar başını gökyüzüne kaldırmadı" demiştir.

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Sâbit der ki: "Hazret-i Dâvud, Allah'ın vereceği cezayı hatırlayınca adaleleri kasılır, Allah'ın rahmetini hatırlayınca ise gevşeyip eski haline gelirdi.'"

İbn Ebî Şeybe, Ahmed ve Abd b. Humeyd'in Safvân b. Muhriz'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'un ah çektiği bir gün vardı. O günde: "Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah! Allah'ın azabıyla karşılaşınca ne yapacağım? Ah çekmenin fayda vermeyeceği günde ne yapacağım" derdi.

İbn Merdûye'nin İbn Mes'ûd'dan bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: «Başını kaldır, seni bağışladım» diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: «Ey Rabbim! Sen hak ile hükmederken ve kullara zulmetmezken bu nasıl olur. Ben bir adama zulmettim, ondan hanımını zorla aldım ve adamı da öldürdüm» karşılığını verdi. Yüce Allah: «Evet ey Dâvud! İkiniz yanımda bir araya geleceksiniz ve senin aleyhine onun lehine hüküm vereceğim. Senin aleyhine hüküm verilince, seni bana hibe etmesini isteyeceğim ve o da seni bana hibe edecek. Buna karşılık Ben de kendisini razı edip Cennete koyacağım» buyurunca, Hazret-i Dâvud başını kaldırıp rahatladı ve: «Evet ey Rabbim. Bağışlanmak böyle olur» dedi."

Abdullah b. Ahmed, Zühd'ün zevâidinde ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Hazret-i Dâvud, o günahı işlediği zaman secdeye kapandı ve kırk gün boyunca secdede kaldı. Gözyaşlarından etrafında başını örtecek kadar otlar bitti. Sonra: "Ey Rabbim! Alnım yara bağladı ve gözyaşlarım kurudu. Dâvud'un günahı ise olduğu gibi duruyor" dedi. Kendisine şöyle seslenildi: "Ey Dâvud! Hasta mısın sana şifa verilsin? Yoksa mazlum musun sana yardım edilsin?" Bunun üzerine öyle bir hıçkırarak ağladı ki, içinden gelen hararetle o mera coşup büyüdü. Böylelikle ona mağfiret olundu. Kendisine su kabı getirilince, su içerken günahını hatırlar ve mafsalları birbirinden ayrılacak derecede hıçkırarak ağlar ve suyu içemeden kap gözyaşlarıyla dolardı. Söylendiğine göre, Hazret-i Dâvud'un akıttığı gözyaşları, bütün mahlukatın akıttığı göz yaşına eşittir. Hazret-i Âdem'in akıttığı gözyaşı ise Hazret-i Dâvud ve diğer mahlukatın akıttığı gözyaşına eşittir. Hazret-i Dâvud, kıyamet günü günahı avucunda yazılı olarak gelir. Günahını okuyunca: "Ey Rabbim! Günahım, günahım. Rabbim! Beni yaklaştır" der. Yaklaşınca kendini emniyette hissetmez, geriye gittiğinde yine kendini emniyette hissetmez. Sonunda Yüce Allah, kendisine: "Yanımdan ayrılma" buyurur.'

Ahmed Zühd'de, Alkame b. Mersed'in şöyle dediğini bildirir: Bütün yeryüzü halkının gözyaşı toplansa, Hazret-i Dâvud'un günahı işlediği zaman akıttığı gözyaşına denk gelmez. Yeryüzü halkının ve Hazret-i Dâvud'un gözyaşları toplansa, Hazret-i Âdem'in Cennetten indirildiği zaman döktüğü gözyaşına denk gelmez."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed Zühd'Ğe, Alkame b. Mersed vasıtasıyla, İbn Bureyde'nin şöyle dediğini bildirir: "Eğer yeryüzü halkının ağlamasıyla Hazret-i Dâvud'un ağlaması birbiriyle karşılaştırılsa, Hazret-i Dâvud'un ağlaması daha çok gelirdi. Hazret-i Dâvud'un ve yeryüzü halkının ağlaması, Hazret-i Âdem'in yeryüzüne indirildiği zamanki ağlamasıyla karşılaştırılsaydı, Hazret-i Âdem'in ağlaması daha çok gelirdi."

Ahmed'in İsmâil b. Abdillah b. Ebi'l-Muhâcir'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, çok ağlaması sebebiyle kınanınca şöyle derdi: "Bırakın beni, ağlama günü gelmeden kemiklerin yakılacağı, sakalların tutuşturulacağı gün gelmeden, Allah'a asla isyan etmeyen, emrolundukları işi derhal yerine getiren güçlü meleklere benim için emir verilmeden önce ağlayayım."

Ahmed, Hakîm et-Tirmizî ve İbn Cerîr'in Atâ el-Horasânî'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, günahını unutmamak için eline nakşetmişti. Onu görünce ise elleri titrerdi.

Mücâhid ise: "Yüce Allah kıyamet gününde Dâvud'u günahı eline nakşedilmiş olarak diriltecektir" demiştir.

Ahmed, Osmân b. Ebi'l-Âtike'nin şöyle dediğini bildirir: Hazret-i Dâvud'un dualarından biri de şuydu: "İlahım! Sen noksanlıklardan münezzehsin.

Günahlarımı hatırladığım zaman yeryüzü bütün genişliğine rağmen bana dar geliyor. Rahmetini hatırladığım zaman ise ruhum geri dönüyor. İlahım! Sen noksanlıklardan münezzehsin. Günahımı tedavi etmeleri için kullarından tabip olanlara gittim, hepsi de Seni bana işaret ettiler."

Ahmed'in bildirdiğine göre Sâbit der ki: "Hazret-i Dâvud, kıldan yedi yastık yapıp içini kül doldurmuştu. Hazret-i Dâvud öyle ağlardı ki, kül ile doldurulmuş liften yedi döşekten bile ıslaklığı geçerdi. Hazret-i Dâvud, gözyaşlarıyla karışmamış hiçbir şey içmedi."

Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud günahı işlediği zaman, içine gözyaşları karışmamış hiçbir yemek yemedi, gözyaşlarıyla karışmış hiç bir şey içmedi.

Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dedi: "Ey Rabbim! Ben güneşin hararetine tahammül edemiyorum; ateşinin sıcaklığına nasıl dayanırım! Ey Rabbim! Ben Senin rahmetinin sesine (gök gürlemesine) tahammül edemiyorum; azabının sesine nasıl dayanacağım!"

Ahmed'in Vehb b. Münebbih'ten bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud o kadar çok ağladı ki gözyaşları yanaklarında iz bıraktı. Kadınlardan uzak durdu ve kendinden geçinceye kadar ağladı.

Ahmed'in Mâlik b. Dînar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, malum fitneye düştükten sonra günde üç defa şöyle demeye başladı: "Allahım, bu gün bana yazdığın hangi musibet varsa beni ondan kurtar. Bu gün bana indirdiğin her hayırdan da nasibimi ver." Akşam olunca da aynı şeyleri söylerdi. Hazret-i Dâvud, bunları söyledikten sonra hoşlanmadığı hiçbir şeyle karşılaşmadı.

Ahmed'in Ma'mer'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud günahı işleyince: "Ey Rabbim! Ben günahkârlardan nefret ederdim, artık bu gün onları bağışlamanı istiyorum" dedi.

Abdullah b. Ahmed ve Hakîm et-Tirmizî Nevâdiru'l-Usul'da, Saîd b. Ebî Hilâl'ın: "İnsanlar Hazret-i Dâvud'u ziyaret eder ve her zaman hasta olduğunu görürlerdi. Hazret-i Dâvud'da ise sadece Allah'tan ayrı kalmanın sıkıntısı vardı."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ka'b(u'l-ahbâr) der ki: "Hazret-i Dâvud iftar ettiği zaman kıbleye döner ve üç defa: "Allahım! Beni bu gece gökyüzünden yeryüzüne inen her musibetten koru" derdi. Güneş doğunca ise üç defa: "Allahım! Bu gece gökyüzünden yeryüzüne inen her iyilikten bana da bir pay ver" derdi.'

Ahmed, Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, İbn Abbâs'ın, Sâd Süresindeki secde âyeti hakkında: "Bu secde âyeti açıkça secde edilmesi emredilmiş secde âyetlerinden değildir. Ama Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okurken secde yaptığını gördüm" dediğini bildirir.

Nesâî ve İbn Merdûye'nin ceyyid isnâdla İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresini okuyunca secde yapmış ve: "Dâvud bu secdeyi tövbe secdesi olarak yapmıştır, biz ise şükür secdesi olarak yapıyoruz" buyurmuştur.

İbn Ebî Şeybe ve Buhârî'nin bildirdiğine göre Avvâm der ki: Mücâhid'e Sâd Süresindeki secdeyi sorduğumda şöyle karşılık verdi: Ben de bunu İbn Abbâs'a: "Bu sûredeki secdeyi neden yaptın?" sormuştum. Bana şöyle cevap verdi: "Yüce Allah'ın: "... ve O'nun soyundan Dâvud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız... İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür" âyetini okumadın mı? Hazret-i Dâvud, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine uyması emredilen kişilerdendir ve Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu secdeyi yapmıştır.

Saîd b. Mansûr'un Hasan(-ı Basrî)'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem), "işte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir.

Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'ân) âlemler için ancak bir öğüttür'" âyeti nazil oluncaya kadar Sâd Sûresinde secde yapmazdı. Bu âyet nazil olunca secde yapmaya başladı.

Tirmizî, İbn Mâce, Taberânî, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî Delâil'de, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirir: Bir adam Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve şöyle dedi: "Bu gece rüyamda kendimi namaz kılarken gördüm. Ben secde âyetini okuyup secde ettiğimde ağaç ta benim secdeme uyarak secde etti. Ağacın şöyle dediğini işittim: "Allahım! Bu secdeden dolayı bana katından sevap yaz, secde sebebiyle benden günahımı kaldır. Onları katında bana azık olması için sakla, onunla bana büyük ecir ver ve onu kulun Dâvud'dan kabul ettiğin gibi benden de kabul et." Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), secde âyetini okudu ve secde etti, o esnada adamın anlattığı ağacın söylediği gibi söylediğini işittim.

İbn Merdûye'nin Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresinde secde yaptı.

İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre Sâib b. Yezîd der ki: Hazret-i Ömer'in arkasında sabah namazını kıldım, Sâd Sûresini okuyunca secde yaptı. Namazdan sonra bir adam: "Ey müminlerin emiri! Bu secde âyeti açıkça secde edilmesi emredilmiş secde âyetlerinden midir?" diye sordu. Hazret-i Ömer: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti okuyunca secde ederdi" cevabını verdi.

İbn Merdûye'nin Enes'ten bildirdiğine göre Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresinde secde yaptı.

Dârimî, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Dârekutnî, Hâkim, İbn Merdûye ve Sünen'de Beyhaki, Ebû Saîd'in şöyle dediğini bildirir: Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberdeyken Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince inip secde yaptı, insanlar da onunla secde yaptılar. Başka bir gün yine aynı sûreyi okudu ve secde âyetine gelince insanlar secde için davranınca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu (secde) bir peygamberin tövbe için yaptığı secdedir, ama sizin de secde için davrandığınızı gördüm" buyurup inerek secde yaptı.

Saîd b. Mansûr ve İbn Ebî Şeybe'nin Saîd b. Cübeyr'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) minberdeyken Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince onu okudu, sonra inip secde yaptı.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre İbn Ömer: "Sâd Süresindeki âyet, secde âyetidir" demiştir.

Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Mes'ûd, Sâd Sûresini okuyunca secde etmez ve: "Bu, bir peygamberin tövbe maksismiyle secde ettiğini bildiren bir âyettir" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebu'l-Âliye der ki: Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbından bazıları bu âyette secde ederken bazıları da secde etmezlerdi. Bunlardan dilediğini yap."

İbn Ebî Şeybe'nin bildirdiğine göre Ebû Meryem der ki: "Hazret-i Ömer Şam'a gelince Hazret-i Dâvud'un mihrabına gidip namaz kıldı ve Sâd Sûresini okudu. Secde âyetine gelince de secde yaptı."

Ahmed, Hâkim, İbn Merdûye ve Beyhakî'nin Delâil'de bildirdiğine göre Ebû Saîd rüyasında Sâd Sûresini yazdığını ve secde âyetine gelince secde yaptığını, bu sırada mürekkeb kabının, kalemin ve her şeyin secde ettiğini gördü. Bu rüyasını Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattı ve Ebû Saîd bu âyette secde etmeye devam etti.

Ebû Ya'lâ'mn bildirdiğine göre Ebû Saîd der ki: Rüyamda kendimi bir ağacın altında gördüm. Ağaç Sâd Sûresini okuyordu. Secde âyetine gelince de secde yaptı ve secdesinde: "Allahım! Bu secde sebebiyle bana mağfiret et ve benden günahımı kaldır. Bu secde sebebiyle bana ecir ver ve kulun Dâvud'un secdesini kabul ettiğin gibi benden de kabul et" dedi. Sabah olunca Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip rüyamı anlattığımda: "Ey Ebû Saîd! Sen secde ettin mi?"diye sordu. Ben: "Hayır" cevabını verince, Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen secde etmeye ağaçtan daha çok hak sahibisin" buyurdu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresini okudu ve secde âyetine gelince, secdesinde ağacın yaptığı duayı yaptı."

Taberânî ve Hatîb'in İbn Abbâs'tan bildirdiğine göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sâd Süresindeki secdeyi Hazret-i Dâvud tövbe için yapmıştır. Biz ise şükür için yapıyoruz" buyurdu.

Taberânî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs der ki: "Bir yolculuktayken Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına Sâd Sûresini okurken girdim ve secde âyetini okuyunca secde ettiğini gördüm."

25

"Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır."

Ahmed Zühd'de, Hakîm et-Tirmizî, İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mâlik b. Dînâr, "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken şöyle dedi: Hazret-i Dâvud kıyamet günü Arş'ın dibinde durdurulur ve Yüce Allah: "Ey Dâvud! Beni, dünyadayken yücelttiğin güzel ve yumuşak sesinle şimdi de yücelt" buyurur. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! O ses benden alındığı halde nasıl yapacağım?" diye sorunca, yüce Allah: "Bu gün onu sana iade edeceğim" buyurur ve Hazret-i Dâvud o tatlı, güzel ve yüksek sesiyle Rabbim övüp yüceltir ve böylece Cennet halkının nimetleri tamamlanır."'

Saîd b. Mansûr ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Muhammed b. Ka'b ve Muhammed b. Kays, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken şöyle dediler: "Kıyamet günü bardaktan ilk içecek olanlar Hazret-i Dâvud ve oğludur."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre es-Serî der ki: Hazret-i Ömer b. el-Hattâb'a yetişmiş olan Ebû Hafs bana anlattı: "Kıyamet günü insanlar şiddetli sıcak ve susuzluğa maruz kalacaklar ve bir münâdî: "Dâvud nerede?" diye seslenecek. İnsanlardan önce ona içirilecektir. Yüce Allah'ın, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyeti buna işaret etmektedir."

İbn Merdûye'nin Hazret-i Ömer'den bildirdiğine göre Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün kıyamet gününden bahsedince, onun büyüklüğü ve şiddetinden sözetti ve şöyle devam etti: "Rahman, Hazret-i Davud'a: «Önümden geç» buyurur. Hazret-i Dâvud: «Ey Rabbim! Günahımın beni kaydırmasından korkuyorum» karşılığını verince, yüce Allah: «Arkamdan geç» buyurur. Hazret-i Dâvud yine: «Ey Rabbim! Günahımın beni kaydırmasından korkuyorum» karşılığını verince, Yüce Allah: «O zaman ayağımdan tut» buyurur ve Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'ın ayağından tutup geçer. «Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır» âyeti buna işaret etmektedir."

Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ubeyd b. Umeyr, "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyetini açıklarken: "Hazret-i Dâvud, Yüce Allah'a öyle yaklaşır ki, Allah elini onun üzerine koyar" demiştir.

İbn Cerîr'in Katâde'den bildirdiğine göre, "Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır"' âyetinde geçen bağışlama, Hazret-i Dâvud'un günahının affedilmesi, dönüp gelinecek güzel yer ise güzel akibet mânâsındadır."

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Mücâhid der ki: Kıyamet günü Hazret-i Dâvud, günahı avucunda nakşedilmiş olarak diriltecektir. Kıyamet gününün o dehşetli hallerini görünce yüce Allah'ın rahmetine sığınmaktan başka bir korunacak yer bulamayacaktır. Sonra günahını görecek, bundan tedirgin olacak, kendisine: "Buraya, buraya!" denilecek. Tekrar günahını görecek, tedirgin olacak yine ona: "Buraya, buraya!" denilecek. Yine bunu görecek, tedirgin olacak tekrar ona: "Buraya, buraya!" denilecek. Yüce Allah'ın: "Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır" âyeti buna işaret etmektedir.

26

"Ona dedik ki: Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır."

Sa'lebî, Avvâm b. Havşeb vasıtasıyla, Esedoğullarından bir ihtiyardan, o da kendi kabilesinden olan ve Hazret-i Ömer'i gören bir adamdan bildirir: Hazret-i Ömer; Talha, Zübeyr, Ka'b ve Selmân'a: "Hilafetle krallık arasındaki fark nedir?" diye sordu. Talha ve Zübeyr: "Bilmiyoruz" cevabını verince, Selmân şöyle dedi: "Halife, yönettikleri arasında adil olan, aralarında eşit olarak taksimatta bulunan, kişinin ailesine gösterdiği şefkati yönettiklerine gösteren ve Allah'ın Kitabıyla hüküm verendir." Bunun üzerine Ka'b: "Bu mecliste, halifeyle kral arasındaki farkı benden başkasının bilmediğini zannediyordum" dedi.

İbn Sa'd, Zâdân vasıtasıyla Selmân'dan bildirir: Hazret-i Ömer, Selmân'a: "Ben kral mı, yoksa halife miyim?" diye sorunca, Selmân: "Eğer Müslümanların toprağından bir dirhem veya daha az bir miktarı alıp haksız bir yere koyduysan, halife değil kralsın" dedi. Bunu duyan Hazret-i Ömer'in gözleri yaşardı.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Süfyân b. Ebi'l-Arcâ' der ki: Ömer b. el-Hattâb: "Vallahi, ben kral mıyım yoksa halife miyim bilmiyorum" deyince, bir kişi: "Ey müminlerin emiri! Bu ikisi arasında fark vardır" dedi. Hazret-i Ömer: "Nedir?" diye sorunca ise bu kişi: "Halife sadece hakkıyla alır, hakkıyla bırakır. Allah'a hamd olsun ki sen de böylesin. Kral ise insanlara haksızlık eder ve birinden alıp diğerine verir" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer sustu.

İbn Sa'd'ın bildirdiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî: "Danışılarak yapılan idare emirlik (halifelik), kılıç zoruyla olan ise krallıktır" demiştir.

Sa'lebî'nin bildirdiğine göre Muâviye minbere oturunca şöyle derdi: "Ey insanlar! Hilafet, mal toplamak ve dağıtmakla olmaz. Hilafet hak ile amel etmek, adaletle hükmetmek ve insanları Allah'ın emrine göre idare etmektir."

Hakîm et-Tirmizî'nin bildirdiğine göre Ebû Câfer'in azatlısı Sâlim der ki: "Mümilerin emiri Ebû Cafer ile Beytu'l-Makdis'e gitmek üzere yola çıktık, Dımaşk'a girince Evzâî'yi çağırdı. Evzâî gelince Ebû Câfer'e şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri! Bana, Hassân b. Atiyye, deden İbn Abbâs'ın, "Ona dedik ki: Ey Dâvud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır"' âyeti hakkında şöyle dediğini bildirdi: "İki hasım huzuruna çıkarılınca ve birinin lehine hüküm verme arzun varsa ve nefsin diğerine hakkını teslim etmeyi arzu etmiyorsa, ismini peygamberlikten sil. Sonra artık sen ne Benim halifem olursun, ne de bir üstünlüğün kalır." Ey müminlerin emiri! Hassân b. Atiyye, bize dedenin şöyle dediğini bildirdi: "Hakkı kerih gören Allah'ı kerih görmüş olur. Çünkü Allah haktır." Ey müminlerin emiri! Hassân b. Atiyye, bize dedenin, "...küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!..." âyetini açıklarken şöyle dediğini bildirdi: "Küçük olan tebessüm, büyük olan ise gülmektir. Peki ellerin yaptıklarının hali ne olacak!"

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Süddî, "İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır" âyeti hakkında şöyle dedi: "İnsanlar arasında adalet ve insafla hüküm ver. Hüküm verirken hak ve adaleti bırakıp hevana uyarak haktan ayrılma. Böyle yaparsan hevan, adaletle hükmetmene, hak ile amel etmene engel olur ve Allah'ın iman ehli için kıldığı yolundan saptırır. Böylece Allah'ın yolundan ayrılman sebebiyle helak olanlardan olursun."

İbn Cerîr'in bildirdiğine göre İkrime, "Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır" âyeti hakkında şöyle dedi: "Bu, Kur'ân'daki takdim ve tehirdendir. Mânâsı ise: "Hesap günü, unuttuklarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır" şeklindedir.

Ahmed Zühd'de, Ebu's-Selîl'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Dâvud mescide girdiği zaman İsrâiloğullarından en köhne halka hangisi ise onların yanına gider otururdu. Sonra da, (kendini kasdederek) "Miskinlerin ortasında bir miskin" derdi.'

Ahmed'in bildirdiğine göre Zeyd b. Eşlem der ki: "Hazret-i Dâvud'un bir oğlu vefat edince, üzüntüsü daha da arttı. Kendisine: "Bunun, senin yanındaki değeri neydi?" diye sorulunca, Hazret-i Dâvud: "Benim için yeryüzü doluşunca altından daha değerliydi" cevabını verdi. Bunun üzerine kendisine: "Alacağın sevap ta buna göredir" denildi.

Abdullah, Zevâid'de ve Hakîm et-Tirmizî, Saîd b. Abdulazîz'in şöyle dediğini bildirir: "Hazret-i Dâvud'un dualarından biri de şudur: "Yaptığı ihsanlarla şükrün, verdiği musibetlerle de duanın yolunu açan Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim."

Abdullah'ın Evzâî'den bildirdiğine göre Yüce Allah Hazret-i Dâvud'a şöyle vahyetti: "Sana, onları yaptığın takdirde insanların sana yöneleceği ve rızama kavuşacağın iki amel öğreteyim mi?" Hazret-i Dâvud: "Evet" karşılığını verince, Yüce Allah: "Benimle senin aranda olan şeylerde verâya sığın ve insanların miskinleriyle beraber ol" buyurdu.

Ahmed'in Yezîd b. Ebî Mansûr'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dedi: "Allah'ı zikreden yok mu, ben de onunla zikredeyim? İnsanlara hatırlatmada bulunan yok mu ben de onunla hatırlatayım. Allah'ı zikreden bir topluluğun yanından geçip başkalarının yanına gidecek olursam, onların yanından geçen ayağımın kırılmasını isterdim."

Ahmed'in Urve b. ez-Zübeyr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, hurma yapraklarından sepet yapar, sonra onları çarşıya gönderip satarak elde ettiği para ile geçimini temin ederdi.

Ahmed'in Saîd b. Ebî Hilâl'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud gece kalkınca şöyle derdi: "Allahım! Gözler uyudu, yıldızlar battı. Sen ise kendisini kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip duransın."

Ahmed'in bildirdiğine göre Osmân eş-Şehhâm Ebî Seleme der ki: Basra halkından faziletli ve yaşlı bir kişi şöyle dedi: Bana bildirildiğine göre Hazret-i Dâvud (aleyhisselam) Rabbine: "Ey Rabbim! Yeryüzünde senin için nasıl ihlasla yürür ve ihlasla amel ederim?" diye sorunca, Allah: "Ey Dâvud! Kızıl olsun beyaz olsun, Beni seveni seversin ve dudakların devamlı Benim zikrimle kımıldar. Bir de kocası yanında olmayan kadının yatağından uzak dur" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! İyi olsun, kötü olsun dünya ehli tarafından nasıl sevilirim?" diye sorunca, Yüce Allah: "Ey Dâvud! Dünya ehli ile dünyaları için muamele edersin ve âhiret ehlini de âhiretleri için seversin. Benimle senin aranda da dinini tercih edersin. Eğer böyle yaparsan ve hidayet üzere olursan, dalalete düşen seni saptıramaz" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Bana, yarattıklarından seçmiş olduklarının kim olduklarını göster?" deyince, Yüce Allah: "Onlar, elleri temiz, kalpleri temiz, düzgün yürüyen ve doğru söyleyen kişilerdir" buyurdu.

Hatîb'in Tarih'te Yahya b. Ebî Kesîr'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, oğlu Süleyman'a: "Ey oğul! Cehdu'l-Belâ'nın (İnsanın başına gelen her türlü musibetten kaynaklanan meşakkat ve zorluk) ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Hazret-i Süleymân: "Hayır" cevabını verince, Hazret-i Dâvud: "Ekmeği çarşıdan satın almak ve bir yerden bir yere taşımaktır" dedi.

Ahmed'in Mâlik b. Dînar'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dua etti: "Allahım! Muhabbetini bana canımdan, kulağımdan, gözümden, ehlimden ve buz gibi soğuk sudan daha sevimli kıl."

Ahmed'in Vehb'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Hangi kulların Senin için daha sevgilidir?" diye sorunca, Allah: "Sureti güzel olan mümin" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Hangi kullarından en fazla nefret edersin?" diye sorunca, Yüce Allah: "Sûreti güzel olan kafirdir. Bunlardan birisi şükrederken diğeri nankörlük eder" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Hangi kullarına daha çok buğzedersin?" diye sorunca ise Yüce Allah: "Bir konuda istiharede bulunup benden yardım isteyip, benim kendisi için seçtiğime razı olmayandır" buyurdu.

Abdullah'ın Zevâid'de Abdullah b. Ebî Muleyke'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Bana kötü aile verme, yoksa kötü adam olurum" demiştir.'

Ahmed'in, Abdurrahman b. Bûzûye'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'un yaptığı dualardan biri de: "Allahım! Beni, (Seni) unutacak kadar fakir, azgınlık yapacak kadar zengin yapına" duasıdır.

Ahmed'in Hasan(ı Basrî)'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Hangi rızık daha tatlıdır?" diye sorunca, Allah: "Kendi kazancındır ey Dâvud" buyurdu.

Ahmed'in bildirdiğine göre Ebu'l-Celed der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a şöyle vahyetti: "Ey Dâvud! Sıdk mertebesine erişen kullarıma söyle, kendilerini beğenip te amellerine fazla güvenmesinler. Zira kullarımdan herhangi birini hesaba çeker adaletimle muamelede bulunursam, mutlaka azabıma duçar olur ve ona zulmetmiş olmam. Hatâ eden kullarıma da, vazgeçip bağışlamayacağım büyüklükte hiçbir günahın olmadığını müjdele."

Ahmed'in Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, bir münadiye insanları cemaatle namaza çağırmasını emretti. İnsanlar da Dâvud'un o gün vâzü nasihatta bulunup dua edeceğini zannederek hep beraber (namaz için) çıktılar. Hazret-i Dâvud yerini alınca: "Allahım bizleri bağışla!" dedi ve çekilip gitti. Sonradan gelenler, ilk gelenlere: "Ne oluyor?" diye sorunca, İlk gelenler: "Allah'ın Peygamberi sadece dua etti, sonra da çekilip gitti" dediler. Diğerleri: "Sübhanallah! Biz bu günün ibadet, dua, vâzü nasihat ve terbiye günü olmasını isterdik. Demek sadece dua etti, öyle mi?" diye söylendiler. Bunun üzerine Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a vahyederek: "Kavmine Benden de ki: "Onlar senin duanı azımsadılar. Ben kimi bağışlarsam onun hem dünya, hem de âhiret işlerini yoluna koyarım."

ibn Ebî Şeybe ve Ahmed'in Abdurrahman b. Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, insanların en sabırlısı, en yumuşağı ve öfkesine en fazla hâkim olanıydı.

Ahmed'in Saîd b. Abdilazîz'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Yeryüzünde Senin için nasıl samimi bir hayat sürebilirim?" diye sorunca, Yüce Allah: "Beni çokça anarak, beyaz olsun siyah olsun, Beni seveni severek, nefsin için hükmettiğin gibi insanlar için de hükmederek ve kocası yanında olmayan kadının yatağından uzak durarak" buyurdu.'

İbn Ebî Şeybe'nin Ebû Abdillah el-Cedelî'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Gözü beni gören, kalbi beni gözeten ve gördüğü hayrı gömen (gizleyen) gördüğü kötülüğü ise yayan komşudan Sana sığınırım" derdi.

İbn Ebî Şeybe'nin Saîd b. Ebî Saîd'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Allahım! Kötü komşudan sana sığınırım" diye dua ederdi.

İbn Ebî Şeybe'nin İbn Bureyde'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud şöyle dua ederdi: "Allahım! Beni rezil edecek amelden, aciz bırakacak dertten, (Seni) unutturacak fakirlikten ve azgınlığıma sebep olacak zenginlikten sana sığınırım."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Abdullah b. el-Hâris der ki: Yüce Allah, Hazret-i Dâvud'a: "Ey Dâvud! Beni ve kularımı sev ve Beni de kullarıma sevdir" diye vahyedince, Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Seni ve kullarını sevmeyi anladım, ama Seni kullarına nasıl sevdireyim?" diye sordu. Yüce Allah: "Beni onların yanında güzel şekilde anarsın. Onlar sadece Benim hakkımda güzel şeyleri bilirler" buyurdu.

Ahmed'in bildirdiğine göre Ca'd der ki: Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli birini taziye edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Ona takva elbisesi giydirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Peki sadece Senin rızanı gözeterek bir cenazenin gömülmesine iştirak edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Onun cenazesine de meleklerin tâbi olması ve ruhlar içerisinde Benim onun ruhuna rahmet etmenidir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Yalnızca Senin rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir düşkünü gözeten kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde onu Arş'ımın gölgesinde gölgelendirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Peki, Senin haşyetinden gözleri dolup taşan, ağlayan kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "En büyük korku gününde onu güvende kılmam ve yine onu Cehennemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmamdır" buyurdu.

Ahmed'in Ebu'l-Celed'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Sırf Senin rızan için kederli ve musibete uğramış birini taziye edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Ona iman elbisesi giydirmem, Cehennem ateşinden korumam ve Cennete koymamdır" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Peki sadece Senin rızanı gözeterek bir cenazenin gömülmesine iştirak edenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Öldüğü zaman onun cenazesine de meleklerin tâbi olması ve ruhlar içerisinde Benim onun ruhuna rahmet etmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Yalnızca Senin rızanı taleb ederek bir yetimi ya da bir dul kadını gözeten kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde onu Arş'ımın gölgesinde gölgelendirmemdir" buyurdu. Hazret-i Dâvud: "Ya Rabbi! Peki, Senin haşyetinden ağlayıp gözyaşları yanaklarına akan kimsenin mükâfaatı nedir?" diye sorunca, Allah: "Onu Cehennemin kaynar ateşinden muhafaza buyurmam ve en büyük korku gününde onu güvende kılmamdır" buyurdu.

Ahmed'in, Abdurrahman b. Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman'a şöyle dedi: "Yetime karşı merhametli baba gibi ol ve bil ki ektiğini biçersin. Bil ki, bir toplulukta ahmakın yaptığı hata, ölünün başucunda ağlamak gibidir. Bil ki, ailesine ihlasla bağlı olan kadın, kralın başındaki altın suyuna batırılmış taç gibidir. Ailesine karşı kötü olan kadın ise ihtiyarın sırtına yüklenen ağır yük gibidir. Zenginlikten sonraki fakirlik ne kötüdür. Bundan daha kötüsü ise hidâyetten sonra sapıklığa düşmektir. Arkadaşına söz verdiğin zaman ona verdiğin sözü tut. Eğer böyle yapmazsan aranızda düşmanlık olur. Hayırlı bir işi hatırladığın zaman sana yardım etmeyen, unuttuğun zaman sana hatırlatmayan dosttan Allah'a sığın."

İbn Ebî Şeybe ve Ahmed'in bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî) der ki: "Hazret-i Dâvud: "Allahım! Ne beni zayıf düşürecek hastalık, ne de Seni unutturacak sıhhat, ikisi arasında bir sıhhat isterim" derdi.

Abdullah'ın Zeyd b. Râfi'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud, gökle yer arasında dolaşan bir orak görüp: "Ey Rabbim! Bu nedir?" diye sorunca, Yüce Allah: "Bu, her zalimin evine soktuğum lanetimdir" buyurdu.

İbn Ebî Şeybe'in İbn Ebzâ'dan bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Kolaylık dinin ne güzel yardımcısıdır" demiştir.

İbn Ebî Şeybe'nin Mücâhid'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud: "Ey Rabbim! Ömrüm uzadı, yaşım ilerledi, bedenim zayıfladı" deyince, Yüce Allah: "Ey Dâvud! Ömrü uzayıp ameli güzel olana ne mutlu" buyurdu.

Hatîb'in Evzâî vasıtasıyla, Abdullah b. Âmir'den bildirdiğine göre Hazret-i Dâvud'a, hiç kimseye verilmeyen ses güzelliği verilmiştir. Hatta kuşlar va yırtıcı hayvanlar onun sesini dinlerken etrafında toplanır ve açlık ve susuzlukta ölünceye kadar ayrılmazlardı. Nehirler ise onun sesinin güzelliğinden akmaz dururdu."

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1505  H :911)

 

ED-DURRU’L-MENSÛR TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç