Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

207

 

010 - YÛNUS SÛRESİ

 

CÜZ :

11

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10-YUNUS SÛRESİ

Mekke'de inmiştir. 109 ayettir.

İniş sebebi

Atıyye ile İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan onun Mekke’de indiğini rivayet etmişler; Hasen ile İkrime de öyle demişlerdir. Ebû Salih, İbn Abbâs’tan, onda:

"Ve minhüm men yü'minü bihi ve minhüm men lâ yü’minü bih” (Yûnus: 40) âyetinin Medeni olduğunu rivayet etmiştir. İbn Abbâs’tan gelen bir rivayette de, ondan üç âyetin Medeni olduğu rivayet edilmiştir ki, başı:

"Fein künte fi şekkin” kavlidir (Yûnus: 94).

Katâde de böyle demiştir. Mukâtil de onun:

"Fein künte fi şekkin” ile arkasındaki âyetin (Yûnus: 94, 95) dışındakilerin Mekki olduğunu söylemiştir. Bazıları da Onun Mekki olup ancak iki âyetinin Medeni olduğunu söylemişlerdir. Onlar da:

"Kul bifadlillahi ve birahmetihi” ile arkasındaki ayettir (Yûnus: 58, 59).

Bismillahirrahmanirrahim

1

Elif. Lâm. Ra. İşte bunlar hikmetli kitabın âyetleridir.

"Elif. Lâm. Ra": İbn Kesir: Ra’nın fethası ile okumuştur. Ebû Amr, İbn Âmir, Hamze ve Kisâi de hece halinde, kesre ile: Elif. Lâm, Rı okumuşlardır. Biz de Bakara suresinin başında bu cinsten olanları izah etmiştik.

Özel olarak bu harflere gelince, bunda da altı görüş vardır:

Birincisi: Manası: Ben Allah’ım, her şeyi görürüm, demektir. Bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

İkincisi: Ben Rahman olan Allah’ım. Bunu da Atâ’, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Üçüncüsü: Bu, Allah'ın bir isminin kısaltmasıdır. İkrime, İbn Abbâs’tan: Elif lâm ra, ha mîm ve nun’un Rahman'ın harfleri olduğunu rivayet etmiştir.

Dördüncüsü: O, Allahü teâlâ’nın kasem ettiği bir yemindir. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Beşincisi: O, Kur’ân'ın isimlerinden biridir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

Altıncısı: O, sûrenin ismidir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.

"Tilke": Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi:

"Hazihi (yakına işaret) manasınadır. Bunu Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş, Ebû Ubeyde de bunu tercih etmiştir.

İkincisi: O esas manasındadır (uzağa işarettir).

Sonra bunda da üç görüş vardır.

Birincisi: O; Tevrat ve İncil gibi eski kitaplara işarettir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir. Bu durumda mana şöyle olur: Dinlediğiniz bu kıssalar, Tevrat ve İncil’de nitelenen o âyetlerdir.

İkincisi: İşaret, daha önce Kur’ân’dan zikredilen âyetleredir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

Üçüncüsü:

"Tilke” Elif. Lâm. Ra ve onlar gibi huruf-ı mukaffalara işarettir: Yani surelerin başındaki bu harfler,

"kitabın âyetleridir” demektir. Çünkü kitaplar bunlarla okunur. Lâfızları bunlarla teşkil edilir. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir.

Ebû Ubeyde de:

"el - Hakim": Muhkem, açık ve net manasınadır, demiştir. Araplar fail veznini muf’al vezni yerine kullanırlar. Allahü teâlâ:

"Ma ledeyye atîd” (Kaf: 18) buyurmuştur ki, muad, (yanımda hazırdır) demektir.

2

İçlerinden bir adama,

"insanları uyar ve iman edenlere, kendileri için Rablerinin katında yüksek makam olduğunu müjdele” diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu. Kâfirler: "Şüphesiz bu, elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler.

"İnsanlar için şaşılacak bir şey mi oldu?”

İniş sebebi şöyledir: Allahü teâlâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderince, kâfirler bunu inkâr ettiler ve: Allah Muhammed gibi bir insanı göndermeyecek kadar büyüktür, dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Burada insanlardan maksat Mekke halkıdır. Adamdan maksat da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir.

"İçlerinden": Soyunu biliyorlar, demektir. Bunu da İbn Abbâs, demiştir. İstifham hemzesi azarlama ve ret içindir.

İbn Enbari şöyle demiştir: Muhammed’in gönderilmesine şaşmalarına verilen cevap burada atılmış, o;

"geçimlerini aralarında biz taksim ettik” (Zuhruf: 32) kavlinde açıklanmıştır. Yani, Bu geçim üstünlüğü gözle görülür şekilde açık olduğu gibi, Allah’ın dilediğini peygamberlikle üstün kılmasını da inkâr etmeyin, demektir. Bunu söylemeyip atması başka yerde açıklamasına binaendir.

İbn Enbari devamla diyor ki: Şöyle de denilmiştir: Ölümden sonra dirilme ve mahşere sürülmeden şaşmaları uyarma ile müjdelemenin bunlarla ilgili olmasındandır. Onlara birçok yerlerde cevap vermesi de bunu gösterir. Meselâ şu âyetlerde olduğu gibi:

"Yeniden yaratma Allah'a daha kolaydır” (Rum: 27).

"Ölü kemiği onu ilk defa meydana getiren diriltir” (Yasin: 79).

"Kademe sıdkın (yüksek makam)":

Bundan ne murat edildiği hususunda da yedi görüş vardır:

Birincisi: O daha önce yaptıkları amellerin güzel karşılığıdır. Bunu da el - Avfi, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû Salih de ondan: Varacakları iyi ameldir, diye rivayet etmiştir.

İkincisi: İlk zikirde (kalu belâ’da) onlar için geçmiş olan bahtiyarlıktır. Bunu da İbn Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.

Ebû Ubeyde de: Geçmiş iyiliktir, demiştir.

Üçüncüsü: Doğru şefaatçidir ki, bu da kıyamet gününde şefaat edecek olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Bunu da Hasen, demiştir.

Dördüncüsü: İmanla geçmiş olan selef-i salihindir. Bunu da Mücâhid ile Katâde, demişlerdir.

Beşincisi: Zevale ermeyen doğru bir makamdır, bunu da Atâ’, demiştir.

Altıncısı: Kadem-i sıdk, yüksek derecedir. Bunu da Zeccâc, demiştir.

Yedincisi: Burada kadem (ayak); Müslümanların Peygamberlerini ve onu kaybetmelerine üzülerek, onu görmelerine sevinerek elde ettikleri sevabın gitmesi ile başlarına gelen musibettir. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir.

Eğer:

"Burada niçin ayağı (kademi) ele tercih etmiştir, hâlbuki Araplar eli iyilik yerinde kullanırlar?” denilirse, cevap şöyledir: Burada ayak ilerlemek için zikredilmiştir. Çünkü adet koşan kimsenin ayakları üzerinde ilerlemesi ile sürer gider. Araplar ayağı hep ileri giden ve içinde gerileme olmayan işi kinaye yollu anlatmada kullanır. Nitekim Şair Zürrimme şöyle demiştir:

Sizin öyle bir ayağınız vardır ki, insanlar onun

Köklü soyla birlikte denizi kapladığını inkâr etmezler.

Eğer: Ayak neden sadakate (sıdka) izafe edilmiştir?” denilirse.

Cevap şöyledir: Bu, ayak için övgüdür, sadakate nispet edilen her şeyi methetmiş olursun, meselâ şuralarda olduğu gibi:

"Beni doğrulukla girdir ve doğrulukla çıkar” (İsra: 80);

"sadakat koltuğunda” (Kamer: 55). Kelâmda zikredilmeyen kısım vardır, takdiri şöyledir: Biz onlardan bir adama vahyettik, onlara vahiy gelince,

"kâfirler: Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.

İbn Kesir, Âsım, Hamze ve Kisâi, elifle "lesâhirün” okumuşlardır; Nâfi, Ebû Amr ve İbn Âmir de, elifsiz olarak "lesihrün” okumuşlardır.

Ebû Ali de şöyle demiştir:

"Biz içlerinden bir adama vahyettik” sözü daha önce geçmiştir. Buna göre kim: Sahir (sihirbaz) okursa, adamı kastetmiş olur. Kim de sihrün derse, vahyedilen şeyin, yani sizin vahiy dediğiniz şeyin sihir olduğunu kastetmiş olur.

Zeccâc da şöyle demiştir: Onları yeniden diriltme ve mahşere sürülme ile korkutunca, onlar: Bu sihirdir, dediler. Allahü teâlâ da onlara

3

Şüphesiz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Sonra da Arş’e hükümran oldu. İşi idare eder. O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi yoktur. İşte Rabbiniz Allah budur; O’na ibadet edin. Hâlâ ibret almıyor musunuz?

"Rabbiniz Allah’tır” diyerek gökleri ve yeri yaratanın onları öldükten sonra diriltmeye de kadir olduğunu bildirdi. Bunun tefsiri de A'raf: 54’te geçmiştir.

"İşi idare eder":

Mücâhid: İşi görür, demiştir. Başkası da: Onu emreder ve yürütür, demiştir.

"O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi yoktur":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: O izin vermeden kimse şefaat edemez. Bunu da İbn Abbâs, demiştir.

Zeccâc da şöyle demiştir: Şefaat daha önce zikredilmedi, ancak kendilerine hitap edilenler: Putlar şefaatçilerdir, dedikleri için böyle demiştir.

İkincisi:

Mana şöyledir: O’nun ikincisi yoktur. Şefî kelimesi şef (çift)ten alınmıştır, çünkü O’nun yanında kimse yoktu, O eşyayı daha sonra yarattı.

"Ancak izninden sonra": Bu da halkı var etmek için emrinden sonra demektir ki, hemen var olur.

"O’na ibadet edin":

Mukâtil: O’nu birleyin, demiştir: Zeccâc da, mana: Bir tek O’na ibadet edin, demiştir.

"İbret almıyor musunuz?": Bu da

"öğüt almıyor musunuz?” demektir.

4

Dönüşünüz yalnız O’nadır. (Bu), Allah’ın gerçek bir va’di olarak. Şüphesiz O, yaratmaya başlar, sonra da onu tekrar eder ki, iman edip iyi ameller işleyenleri adaletle mükafatlandırsın. Kâfirler için ise kaynar sudan bir içecek ve inkârlarına karşılık da acıklı bir azap vardır.

"Dönüşünüz yalnız O’nadır": Yani kıyamet gününde dönüşünüz O’nadır, demektir.

"Va’dallahi hakka":

Zeccâc şöyle demiştir: "Va’dallah” mana itibarı ile mensubtur, o da: Vaadekümullahu va’den” demektir. Çünkü

"ileyhi merciüküm” kavlinin manası, dönüş va’didir.

"Hakkan” ise: Ahakka zalike hakka mülahazasıyla mensubtur.

"İnnehu yebdeül halka": Çoğunluk hemzenin kesri ile (innehu) okumuşlardır.

Hazret-i Âişe, Ebû Rezin, İkrime, Ebû’l - Âliyye ve Ameş de, fethi ile (ennehu) okumuşlardır.

Zeccâc da şöyle yorumlamıştır: Kim kesre ile okursa yeni cümle başı yapmıştır. Kim de fetha ile okursa,

Mana şöyledir: ileyhi merci’uküm liennehu yebdeül halka.

Mukâtil de şöyle demiştir: Şeyi yoktan var eder, sonra da onu ölümden sonra tekrar eder. Kist ise, adalet demektir.

Eğer: "Nasıl mü’minlerin mükafatını adaletle verir dedi, hâlbuki kâfirlerin cezasını da adaletle verir?” denilirse.

Cevap şöyledir: Eğer her iki grup için de adaleti zikretseydi, birleştikleri zaman kâfirlerin başına gelecek olan acıklı azap ve kaynar su içme gibi şeyler belli olmazdı. İşte onları mü’minlerden ayırdı ki, onlara verdiği cezanın da adalet olduğu meydana çıksın. Bunu da İbn Enbari zikretmiştir. Hamîm ise: Sıcak (kaynar) sudur.

Ebû Ubeyde de: Bütün sıcak şeyler hamîm’dir, demiştir.

5

O ki, güneşi ziya, ayı da nûr yaptı. Ona menziller (evreler) takdir etti ki, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah bunu ancak hak ile yarattı. Bilen bir topluluk için âyetlerini açıklıyor.

"Hüvellezi cealeşşemse dıyaen": Çoğunluk, tek hemze ile:

"Dıyaen” okumuşlardır; İbn Kesir ise, Kur’ân’ın her yerinde iki hemze ile:

"Dıaen” okumuştur, yani ziyalı, ışıklı demektir.

"Ayı da nûr yaptı": Yani nurlu kıldı.

"Ona menziller takdir etti (ve kadderehu menazile)": Yani kaddere lehu demektir ki, cer harfini atmıştır.

Mana da: Ona duraklar hazırladı ve ona menziller tayin etti, demektir.

Zeccâc da: Hu zamirinin aya râci olduğunu söylemiştir, çünkü yılları ve hesabı bilmek için takdir edilen odur. Güneş ile aya râci olması da câizdir; o zaman kısaltmak için birini atmıştır.

Ferrâ’ da şöyle demiştir: Eğer istersen menzil takdirini yalnız aya verirsin, çünkü aylar onunla bilinir, istersen ikisine birden verirsin, o zaman biri ile yetinilmiş olur. Meselâ:

"Vallühu ve resuluhu ahakku enyurduhu” (Tevbe: 62) âyetinde olduğu gibi.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: ayın menzilleri yirmi sekizdir, ayın başından yirmi sekizinci geceye kadar devam eder, sonra bir gece gizlenir. Bu menziller Arapların yağmuru onların yağdırdığına inandıkları yıldızlardır, isimleri şöyledir: Şirtan, Butayn, Süreyya, Deberan, Hak’a, Hen’a, Zira, Nesre, Tarf, Cebhe, Zübre, Sarfe, Avva, Simak, Ğafr, Zübana, îklil, Kalb, Şevle, Naim, Belde, Sa’düzzabih, Sa’dü Bula’, Sa’düssuud, Sa’dülahbiye, Ferğuddelvil mukaddem, Ferğuddelvil muahhar ve Rişa’dır ki, ikinci adı Hut (Balık burcu) dur.

6

Şüphesiz gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, sakınan bir topluluk için elbette âyetler vardır.

"Allah bunları ancak hak ile yarattı": Yani hak için, sanat ve kudretini göstermek ve birliğine delil olmak için yarattı.

"Yufassilül ayati":

İbn Kesir ve Hafs da Âsım’dan rivayet ederek, ye ile:

"yufassilü” okumuşlardır.

Nâfi, İbn Âmir, Hamze, Kisâi ve Ebû Bekir de Âsım’dan rivayeten nun ile "nufassilül ayati” okumuşlardır.

Mana da: Âyetleri açıklıyoruz, demektir.

"Bilen bir toplum için": işaretlerle kudretini anlayacak toplum için, demektir.

"Sakınan bir topluluk için":

Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Şirkten sakınan.

İkincisi: Allah’ın azabından sakınan. O zaman mana şöyle olur: Âyetler nefsi arzuları kendisini görünen hakkın tersine götürmeyenler içindir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1201  H : 597)

 

EZ-ZÂDU'L-MESÎR TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANBELÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç