Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

204

 

009 - TEVBE SÛRESİ

 

CÜZ :

11

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

112

O tevbekârlar, o abidler, o hâmidler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o ma'rufu emredib münkerden nehyeyleyenler ve Allâhın hududunu muhafaza eyliyenler, müjdele hem o bütün mü'minleri

(.........) o tevbekârlar ki, (.........) âbidler -Allah’a ıbadette muhlısler (.........) hâmidler- gerek sürurlu gerek sıkıntılı her hangi bir halde olursa olsun Allah’a hamdediciler(.........) seyyahlar -ya'ni sâimler. Çünkü aleyhıssalâtü vesselâm (.......) = ümmetimin seyahati savmdır.» buyurmuştur. İbn-i Mes'uddan,İbn-i Abbastan Hazret-i Aişeden, Ebû Hureyre ve daha ba'zılarından merviy olan tefsir budur. Savmın iki vechile seyahate müşabeheti vardır. Birisi Sûrenin başında da işaret olunduğu üzere seyahat eden kimse hasbel'ade gerek yiyib içmek ve gerek sair müşteheyatı nefsiyyesi hususlarında imsak etmek ve ba'zı müşkilâta sabr-ü tahammül eylemek mecburiyyetinde bulunur. Oruç da insanı şehevatından alıkoyması noktai nazarından mühim bir seyahate benzer. Bir de seyahat, insanın görmediği, bilmediği bir takım şeylere vukufuna vesile olan bir rıyazeti bedeniyye olduğu gibi oruç da âlemi mülk-ü melekûtun hafayasına ıttılaa vesîle olan bir riyazati nefsiyyedir. Bunlardan başka Atadan (.........) mücahidîn» diye de menkuldür. Ebû Umameden merviydir ki, bir adem Resulullahdan seyahat için istizan etmişti (.........) - benim ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddir.» buyurdu. Maamafih murad yer yüzünde seyahattır diyenler de olmuştur. Bunlardan ba'zısı Mekkeden Medineye hicret edenler demiş, ba'zısı da talebi ilm için sefer edenler demiş, diğer ba'zısı da âyâtullaha ve garaibi mülke nazarı i'tibar ile bakmak için Yer yüzünde sefer edenler demiştir ki,(.........) âyetlerinin mazmunu demek olur. Sûre-i Ali ımrande (.........) âyetine bak.(.........) Râki'ler sâcidler -ya'ni rüküıyle secdesiyle tam namaz kılanlar (.........) ma'ruf ileya'ni îman ve tâat ile -âmirler (.........) münkerden- şirk-ü maasıden -nehyediciler (.........) Allah’ın hududunu hâfızlardır.-

Ya'ni Allahü teâlânın beyan-ü ta'yin ile tahdid eylediği hakaik-u şerayia riayet ve muhafazasına i'tina eyliyenlerdir ki, hem kendileri amel hem de nası o yola sevkederler. Velhasıl o müjdeye, o va'di hakka lâyık olan mü'minler bütün bu evsafı fadılayı cami' olanlardır.(.........) Ve böyle mü'minlere müjdele - ya Muhammed! İbn-i Abbas Hazretleri demiştir ki, (.........) âyeti nâzil olduğunda birisi «ya Resulallah şayed zina da etse sirkat de yapsa, şarab da içse bile mi?» demiş ve işbu (.........) âyeti bunun üzerine nâzil olmuştur. Müşriklerden Allahü teâlânın ne kadar beri olduğunu anlamalı ki, (.........)

(.........)

113

Ne Peygambere ne îman edenlere, akrıba bile olsalar Cehennemlik oldukları onlara tebeyyün ettikten sonra müşrikler için istiğfar etmek yoktur

(.........) -Cumhur, bu âyetin Ebû Talib hakkında nâzil olduğunu nakletmişlerdir ki, bunun medarı da Said İbn-i Museyyeb ve Zührî ve Amr İbn-i Dinar ve Ma'merden varid olan rivayetlerdir. Demişler ki, Ebû Talibin haleti ıhtızarında Resulullah «yâ ammi(.........) de, bir kelime ki, huzurı ilâhîde bununla ben senin için ıhticac edeyim» dedi. Orada Ebû Cehl ile Abdullah İbn-i Ebi Ümeyye de vardı. Bunlar «ya Eba Talib Abdülmüttallibin milletinden vazmı geçeceksin» dediler. Aleyhıssalâtü vesselâm da «nehy olunmadığım müddetçe her halde ben senin için istiğfar edeceğim» dedi. Sonra da (.........) bir de (.........) nâzil oldu. (.........). Bu rivayetlere göre bu âyetler ya Mekkede nâzil olmuş ve yâhud Resulullah bunların nuzulüne kadar bir çok seneler istiğfara devam etmiş. Demek olur ki, bunun ikisi de hılâfı zâhir ve müsteb'addir. Ba'zı rivayetlerde de bunun fethi Mekkeden sonra Hazret-i Peygamberin validesinin kabrini ziyareti ve istiğfar arzu etmesi dolayısiyle nâzil olduğu nakledilmiştir. Ba'zıları da balâda (.........) âyetinde geçtiği üzere aleyhıssalâtü vesselâmın «yetmişden ziyade ederim» demesi sebebiyle nâzil olduğunu söylemiş, İbn-i Abbastan bir rivayette de bir kısım mü'minler «Hazret-i İbrahim babasına istiğfar ettiği gibi biz de mevtamıza istiğfar edelim» demişlerdi bu sebeble nâzil oldu diye varid olmuştur. Ba'zı ulema, burada istifardan murad, namazdır demişler. Gerçi cenaze namazı da bir istiğfardır. Fakat mağfiret taleb etmek demek olan istiğfar namazdan eamdır, zâhir olan da budur. (.........) - Ki, bu tebeyyün ya küfr üzere öldükleri ma'lûm bulunmak veya öyle, ölecekleri hakkında vahıy nâzil olmak suretiyle olabilir. Bundan anlaşılır ki, küfrile öleceği hakkında nass vârid olmayıb henüz berhayat bulunan kâfirler için îman, nasîb olmak me'mul bulunduğundan dolayı istiğfar caiz olabilecektir. Netekim Hazret-i İbrahimin babasına istiğfarı da bu haysiyyetle olduğu anlatılarak buyuruluyor ki,

114

İbrahimin babası hakkındaki istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir va'dden dolayı idi, böyle iken onun için Allah düşmanı olduğu kendisine tebeyyün edince ondan teberri etti, her halde İbrahim çok yanık, çok halîm idi

(.........) -Sûre-i Meryemde geleceği üzere (.........) kezalik Sûre-i mümtehane de geleceği üzere (.........) diye va'detmiş ve Sûre-i şuarada geleceği üzere (.........) diye istiğfar eylemişti. (.........) Vaktaki ona onun -yâni İbrâhîme babasının- Allah’a düşman olduğu tebeyyün etti, o zaman istiğfardan teberri eyledi -demek ki, va'd ve istiğfarı kaydihayat ve ümidi îman ile idi (.........) şüphesiz ki, İbrahim bir evvahi halîmdir.-

EVVAH aslı iştikakı i'tibariyle çok âh eden demektir. Ma'lûmdur ki, âh ve oh bir huzn-ü teessüre delâlet eder. İnsan şıddetli bir huzün ve teessür duyduğu zaman âdeta ta kalbinin içinden yanar, nefesi daralır, boğulacak gibi bir hale gelir de yanan nefesi daralır, boğulacak gibi bir hale gelir de yanan nefesini çıkarırken zarurî bir ah çeker. Bunun için çok âh çekmenin şiddeti teessir, kalb yanıklığı, aşk-u haşyet gibi bir takım levazim ile alâkası vardır. Ve burada evvah alâkadar olduğu böyle bir ma'nâyı lâzimîden kinayedir -ki, lisanımızda bu ma'nâyı tefhim için çok ince kalbli, yanık, âşık adam ta'biri müteareftir. (.........) Beyti ma'rufu da bu mazmunu pek iyi anlatır. Duaların en şayanı kabul olanları da bu halde olan dualardır. Eshab ve tabiînden eslâfı müfessirîn evvahın bu ma'nâsını muhtelif ta'birlerle rivayet ve ifade etmişlerdir. Şöyle ki, (.........),ya'ni çok duakâr olan, rahîm,ya'ni pek merhametli, mü'min, mûkın, muvaffak, mü'mini tevvab, Allah’ı çok zikr-ü tesbih eden, kitabullahi çok tilâvet eden, Allah korkusiyle çok ah-ü vah çeken, hatası hatırına gelince istiğfar eden, tam ma'nâsiyle fakıh olan, haşi' ve mütezarri' olan. Abdullah İbn-i Şeddaddan rivayet olunmuş ki, aleyhissalâtü ves-selâm(.........) buyurmuş. Görülüyor ki, her biri bir noktai nazar ifade eden bu rivayetlerin hepsi esas i'tibariyle mütekaribdirler. Ve hepsi gösteriyor ki, murad, mücerred âh-ü vah etmek değil, bir hasleti kalbiyye ve haleti ruhiyyeyi beyandır. Bundan dolayı müteahhırîni müfessirîn de bunun kemali rıkkati kalb ile fartı merhamet ve re'fetten kinaye olduğunu söylemişlerdir. Gaflet olunmamak lâzım gelir ki, âyette «evvah» buyurulduktan sonra bunun bir de «halîm» ile tavsıf buyurulması pek ma'nidardır. Zira çok âh etmek aynı zamanda bir hiddeti ve sabırsızlığı da iş'ar edebilir. Halîm vasfıyle bundan ihtiraz olunarak şu anlatılmış oluryor ki, İbrahimin evvah olması, hiddetinden, sabırsızlığından tahammülsüzlüğünden za'fı kalbinden değil idi. İbrahim hakikaten halîm, hiddetten ari, eziyyet ve mihnete sabur olmakla beraber bir evvah idi. Onun için babasının da her ezasına sabr-ü tahammül eder, ona rıfk-u mülâyemetle muamele eyler, onun dalâletine karşı îman ve halâsından ümidini kesmez, fartı mahabbet ve şefekatinden yüreği sızlaya sızlaya onun Allah’a adüvv olduğu tebeyyün edince öyle halîm bir evvah olan İbrahim Allah’a olan mahabbet ve haşyetinden dolayı o istiğfardan derhal teberrî etti. Demek ki, Allah düşmanları hakkında dua ve istiğfarın kabul edilmesi ihtimali olsa idi İbrahim gibi müstecabüddâ've bir evvahın dua ve istiğfarı icabetsiz kalmazdı. Ve o, o istiğfardan teberri etmezdi. Binaenaleyh bundan da anlamalı ki, eshabı cahim oldukları tebeyyün edenlere ne mü'minlerin ne de Peygamberin istiğfar etmesi caiz değildir. O halde bundan evvel istiğfar etmiş olanlar muâhaze olunur mu? Hayır, çünkü:

115

Allah bir kavmi hidayete çıkardıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine beyan etmedikçe onları dalâle düşürmek ıhtimali yoktur, hakikat, Allah her şeye alîmdir

(.........) Allah, bir kavme hidayet ettikten -islâma muvaffak kıldıktan- sonra korunacakları şeyleri kendilerine beyan edinceye kadar onları ıdlâl etmez -dalâlete nisbet etmeyi istemez.

Ya'ni hukmi ilâhî kendilerine beyan edilmeden evvel bilmiyerek yaptıkları hatalardan dolayı onları tarikı haktan sapmış olmakla tavsıf ve ittiham eylemez. Dallîne müteallik ahkâmı onlar hakkında tatbik ve icrâ etmek âdeti değildir. (.........) Zira Allah hiç şüphesiz her şeye alîmdir.- Binaenaleyh onların maksad ve ma'ziretlerini ve mücerred akl ile bilinemiyecek şeylerin beyanına muhtac olduklarını dahi bilir de korunmaları lâzım gelen ahkâmı böyle beyan eder.

116

Hakikat Allah, bütün Göklerin Yerin mülkü onun, diriltir de öldürür de ve size ondan başka ne bir veliy vardır ne bir nasîr

(.........) her halde bütün o Semavat ve Arz mülk-ü saltanatı münhasıran Allah’ındır. -Bir zerrede bile hiç kimsenin hakkı şirketi yoktur (.........) o hem diriltir hem öldürür. (.........) Sizin için de Allahtan başka ne bir veliy vardır ne de bir nasîr- hukm-ü velâyet ancak onun, ınayet ve nusrat ancak ondandır. Binaenaleyh Allah’a karşı bütün masivâdan teberri edib ancak ona teslimi nefs etmeli ve ancak onun hukm-ü rızasına hasrı nazar eylemelidir. Şimdi: (.........)

(.........)

117

Şanına kasem olsun ki, Allah yine lûtfetti Peygambere ve o güçlük saatinde ona ittiba' eyleyen Muhacirîn ve Ensara ki, içlerinden bir kısmının kalbleri az daha eğilecek gibi olmuş iken sonra kendilerine tevbelerinin kabulile iltifat buyurdu, hakıkat o, onlara rauftur, rahîmdir

(.........) kasem olsun ki, Allah, Peygamber, ve Muhacirîn-ü Ensar üzerine tevbe ihsan etti -Allahü teâlânın kullarına tevbesi, tevbe nasîb etmek ve tevbelerini kabul eylemek ma'nâlarını ifade eder. Ve bu ı'tibar ile burada Peygambere tevbesi, balâda geçen (.........) mazmununa işaret olduğu gibi Mühacirîn ve Ensara tevbesi de mukaddemâ Uhud ve Huneyn günlerinde sebkeden zelleleri hakkında olduğu söylenmiş, bir de murad tevbenin faziletini ve hattâ Peygamber de dahil olduğu halde hiç bir mü'minin tevbeden mustağni olamıyacağını beyandır denilmiş. Fakat İbn-i Atıyye tefsirinde izah edildiği üzere en güzel mâ'nâ şudur: asıl tevb, rucu' demek olduğu cihetle Allahü teâlânın tevbesi, kulunu bir halden daha yüksek bir hale çeviren ilâhî bir rucuı mahsustur ki, bizim lianımızın şivesince ınayet ve rahmetile ircaı nazar etmesi demek olur. Bu ise ma'sıyet halinden tâat haline bir rucu' olabileceği gibi bir tâat halinden daha mükemmel bir hali tâate rucu' da olabilir. Ki, bu âyette Peygambere tevbesi böyledir. Çünkü gazânın husulünden ve meşakkatlerine tahammülden sonraki halini evvelkinden daha mütekâmil bir hale irca' etmiştir. Muhacirîn ve Ensara tevbesi, noksan bir halden bu gazâda husule gelen bir tâat ve dine nusrat ile olmak muhtemildir. Bir ferık hakkındaki tevbesi ise daha mâdun bir halden gufran ve rıza haline irca' demektir. Hasılı bulundukları halde bırakıvermedi de yine rahmet ve ınayetiyle iltifat buyurdu(.........) o Muhacirîn ve Ensar ki, o usret saatinde ona ittiba' ettiler.-

USRET, darlık, şiddet ve yokluk, Saati usret, usret lahzası veya vaktı demektir ki, (.........) buyurulan Handak ve saire gibi her hangi bir usret hengâmına da işaret olabilirse de asıl murad, Tebûk seferi hengâmı ve bu seferin bilhassa en sıkıntılı halini ıhtardır. Netekim yukarlarda da geçtiği üzere bu orduya (.........) tesmiye edilmişti. Bunun hakkında aleyhıssalâtü vesselâm(.........) - Ceyşi usreti her kim techiz ederse ona Cennet var» buyurmuştu. Hazret-i Osman İbn-i Affan radiyallahü anh bin deve ve bin dinar ile techiz etmişti, rivayet olunur ki, Resulullah dinarları mubarek elinde bir aktarmış ve (.........) - bundan sonra Osman ne yapsa be'is yok» buyurmuştur. Ensardan bir zat da yedi yüz vesk buğday vermişti. Bu seferde binit, azık ve su yüzünden çok usret çekilmişti, o derece ki, on kişiye münavebe ile bir deve düşüyordu, erzak hususunda o hale gelmişlerdi ki, bir hurma danesini iki kişi bölüşmüşlerdi, hattâ öyle lâhzalar olmuştu ki, mütegayyir bir suyu içebilmek için bir çok kişi aynı bir hurma danesini bir kerre emiyorlardı. Hazret-i Ömer demiştir ki, susuzluktan deveyi boğazlayıb karnındaki suyu içiyorlardı. Nihayet Resulullah ellerini kaldırıb dua ve istiska etti de derhal Cenâb-ı Allah bir bulut gönderib su ihsan eyledi, içtiler ve kablarını doldurdular, yine bu gazada açlıktan develeri kesmek istediler, fakatResulullah her kesin kabında erzak döküntüsü, kırıntısı ne kalabilmiş ise hepsinin bir yere toplanmasını emir buyurdu, mecmuundan bir sergi üzerinde cüz'î bir şey toplandı, bereketine dua etti, sonra «her kes kablarına alsın» buyurdu biinayetillâh hepsi kablarını doldurdular ve geri kalanını yediler ve doydular hattâ biraz da arttı ve ordunun mikdarı otuz bin kadardı. Ve bu gaza Resulullahın son gazası idi. Balâda işaret olunduğu üzere Medineye Hazret-i Aliyi halef bırakmıştı, bunda muharebe olmamış ancak düşman hududuna kadar gidilmiş, Ezrah ve Eyle vesaire ahalisi cizye üzerine musaleha yapmışlar ve o suretle avdet buyurulmuştu. İşte Muhacirîn ve Ensar Peygambere göre bir saati usrette ittiba' ettiler (.........) ondan sonra ki, içlerinden bir kısmımın kalbleri az daha yamılacaktı -ya'ni usret o kadar şiddetli idi ki, ba'zısı hemen hemen Peygamberden tehallüf etmeğe meyledeceklerdi. (.........) Sonra Allah onlara tevbe ihsan etti- o zeygdan sıyanet eyledikten başka çektikleri meşakkatten dolayı hepsine nazarı rahmetile ircaı nazar buyurdu (.........) çünkü o, onlara çok rauf, çok rahîmdir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç