Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

197

 

009 - TEVBE SÛRESİ

 

CÜZ :

10

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

69

Ey münafıklar! Siz de

sizden öncekiler gibisiniz. Sizler de, sizden önce helak olan milletlere benziyorsunuz.

Onlar, kuvvet bakımından sizden daha güçlü, mal ve evlât bakımından daha çok idiler. Paylarından faydalandılar. Sizden öncekiler paylarından faydalandıkları gibi siz de paylarınızdan faydalandınız. Bâtıla dalanlar gibi siz de bâtıla daldınız.

Sizden önceki milletler, dünyadan nasiplerini aldıkları gibi, sizler de aldınız. Burada ”pay", ”halâk" lafzı ile ifade edilmiştir. Çünkü halâk takdir etmek anlamındaki ”halk" kelimesinden türemiştir. Her insanın nasibi kendisi için takdir edilen hayırdır. Ayette bir tekrar olmayıp, sadece birincilerin fani zevkleri yasaklanmıştır. İkinciler de, birinci grubun yolundan gittiği için yasaklanmıştır İkincilerin durumları da birincilere benzetilmiştir.

İşte onlar, dünya ve âhirette amelleri boşa gidenlerdir. İşte bu kötü işleri işleyen kimselere layık görülen şey, onların amellerinin boşa gitmesidir. Onlar, yaptığı amellerden dolayı dünyada ve âhirette hiçbir fayda görmeyeceklerdir. Âhirette olan bellidir. Onlar, dünyada elde etmiş oldukları sağlık ve bolluk gibi durumlar, kendilerine bir sevap ve keramet sağlamaz. Sadece, âhirette cezalarının artmasını sağlar. Dünya ve âhirette amelleri boşa giden bu grup, aynı zamanda ”zarara uğrayan" gruptur:

Ziyana uğrayanlar da onlardır. Bu grup, her iki dünyada da tam anlamıyla ziyana uğramışlardır. Bunların sermayeleri boşa gitmiştir, zarar etmişlerdir ve kendilerine hiçbir faydası olmamıştır.

70

Onlara, kendilerinden önceki; suda boğulan

Nuh, şiddetli rüzgârla tarih sahnesinden silinen

Ad, ses ve sarsıntı ile helak olan

ve Semûd kavimlerinin ve ayrıca

İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt üst olan kentlerin haberi gelmedi mi? ”İbrahim kavmi ”nden maksat Nemrut ve adamlarıdır. Nemrut adındaki kral sivri sinekle, onun grubu da binaları başlarına yıkılmak suretiyle helak edilmişlerdi. ”Medyen halkı" ise Şuayb peygamber döneminde yaşayan halk olup, onlar da ” gölge günü" ateşle helak olmuşlardır. ”Alt üst olan kent ”ten kasıt da, Lût kavminin yaşadığı köylerdir. Bunların da altları üstüne getirilmiş, üzerlerine taş yağdırılmak suretiyle helak olmuşlardır.

Buradaki soru, olayın vuku bulduğuna ve o olaydan sakınmalarına işaret eder. Bu haberler, o münafıklara ulaşmıştır ve duymuşlardır. İçine düştükleri durumdan sakınsınlar diye, kendileri tekrar uyarılmıştır.

Peygamberleri onlara helak olan bütün bu kavimlere

apaçık mucizeler yani belirgin deliller

getirmişti. Fakat onlar, bütün bunları yalanlamışlardı. Allah da onları helâk etmiştir.

Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardı. Bütün bu olaylarla, Allahü teâlâ onlara haksızlık yapmamıştır. Yani, O'nun âdeti, insanların yaptığı gibi suç işlemeyen insanlara ceza vermek değildi. Fakat onlar, kendilerine haksızlık ediyorlar. Yani, inkâr etmekle ve yalanlamakla, cezayı hak ediyorlar.

Akıllı insanın yapması gereken şey; kuvvete, mala ve evlâda aldanmanı asıdır. Çünkü bütün bunlar, yok olmaya mahkûmdurlar. İnsanların, belâlı milletlerin başına gelen bu musibetlerle karşılaşmadan önce, tevbe ve istiğfarı çok yapmaları gerekir.

Sâlihlerden biri şu olayı anlatır: Habeşistanlı bir cariyeyle birlikte çarşıya çıkmıştım. Cariyeyi bir yere oturttum ve kendisine: ”Dönüp gelinceye kadar buradan ayrılma" diye tenbih ettim. Gidip döndüğümde, cariyeyi yerinde bulamadım. Evime dönmüştüm, fakat çok öfkeliydim. Cariye bana geldi ve: ”Ey Efendim! Benim hakkımda acele karar verme. Beni, Allah'ı anmayan kimseler arasında oturttun. Onlara bir belânın inmesinden -ki ben de aralarındayım- korktum, onun için yerimi terkettim" dedi. Ben de cariyeye: ” Bu ümmetten, peygamberlerinin hürmetine yerin dibine geçirilme cezası kaldırılmıştır" dedim. Cariye bana: ”Onlardan, bu belâ kaldırılmışsa gönüllere inen belâ da kaldırılmamıştır ya" dedi. Bu cevap çok hoşuma gitti ve kendisini azad ettim. Daha sonra da onunla evlendim.

Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Allah azizdir, hakimdir.

71

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar da birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar da tevhid konusunda birbirleriyle ittifak etmişlerdir. Din ve dünya işlerinde birbirlerine yardım ederler. Onlar, eğitim ve nefislerini arındırmak suretiyle, yüksek dereceler elde ederler. Allah yolunda da insanları irşad ederler.

İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. Onlar, iman ve itaat konusunda ve de bütün hayırlı konularda, birbirlerine iyiliği emrederler. Bütün kötülük, isyan ve inkardan da birbirlerini sakındırırlar. Kulu Allah'tan uzaklaştıran şeylere engel olurlar.

Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Onlar, Allah'ı anmaya ve kalbin Allah'la birlikte olmasını ve huzura kavuşmasını kontrol etmeye devanı ederler. Öyle ki, oyun, eğlence ve ticaret gibi şeyler, onları Allah'ı anmaktan alıkoymaz. Onlar, mükâşefe ve gönül ehlidirler. ”Onlar namazı dosdoğru kılarlar" ifadesi, daha önceki münafıklar hakkında söylenen ”Allah'ı unuturlar" ifadesinin karşıtı olduğu gibi, ”zekâtı verirler" ifadesi de, ”ellerini sıkı tutarlar" ifadesinin karşıtıdır. Yani o mü'min kadınlar ve erkekler, kendi zarurî ihtiyaçlarından fazla olan mallarının zekâtını verirler. Mallarını Allah yolunda harcamak suretiyle, nefislerini dünya sevgisinden arındırırlar.

Mü'min kadınlar ve erkekler, Allah'a ve Rasûlüne, bütün emir ve yasaklar konusunda itaat ederler. Daha önceki âyetlerde münafıklar anlatılırken, onların bunun tersine işler yapıp, itaatten çıkıp fi ska daldıkları belirtilmişti. İşte, yüce Allah, bütün bu güzel sıfatları kendisinde taşıyan mü'minlere, rahmetini yağdıracaktır. Onlara zafer ve destek verecek, onları acıklı azabından koruyacaktır. Bu azap, ister cehennem azabı, isterse âlemlerin Rabbi olan Allah'tan uzak kalına azabı olsun.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: ”Onlara beş yerde rahmet edilecektir:

1. Ölüm ve ölüm sarhoşluğu anında, kendilerine kolaylık sağlanacak, şeytanın saptırmaması için, imanları korunacaktır.

2. Kabirlerinde karanlıkta kalmaktan korunacaklar ve kabirleri aydınlatılacaktır.

3. Kitabın (amel defterlerinin) okunması anında da, kendilerine lütuf edilecek ve kitapları sağ taraflarından verilmek suretiyle, hasretleri giderilecek ve günahları silinmiş olacak.

4. Sevap ve günahlarının tartılacağı zaman da, sevapları ağır gelecek.

5. Allah'ın huzuruna çıkıp sorulara cevap verileceği zaman, cevap vermelerine kolaylık sağlanacak, ayıplarından ötürü hesaba çekilmeyeceklerdir."

Allah azizdir. Bu ifadeyle, Allah'ın vadinin gerçekleşeceğine dikkat çekilmiştir. O, her şeye kadirdir. Dostları yüceltmeye ve düşmanları kahretmeye gücü yeter.

Hakimdir. Bütün hükümlerini, bir hikmete dayalı olarak ve hakların yerine varabilmesi için koyar. Âsilerin cezalanması ve itaatkâtiarın mükâfatlandırılması da bu hikmetin gereğidir.

72

Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, altından ırmaklar akan ve içinde sürekli kalacakları cennetler... Burada, mü'min erkek ve kadınlardan her iki gruba da, kapsamlı bir söz verilmiştir. Fazilet bakımından, dereceleri her ne olursa olsun, kendilerine bir vaadde bulunulmuştur. Bu vaad, cennetlerdir. Âyette geçen ”cennât" kelimesi, ”cennet" kelimesinin çoğuludur. Cennet ise, içerisinde ağaç ve hu rina bulunan bahçe anlamına gelmektedir. Vadedilen bu cennetlerin ağaç ve odalarının altlarından, ırmaklar akmaktadır. Bu ırmaklar da; su, bal, içki ve süt ırmaklarıdır. Müminler, orada sürekli olarak kalacaklardır. Müminlerden her biri, bu cennetleri mutlaka, kazanmış olacaktır.

Ve Adn cennetlerinde güzel konaklar vadetmiştir. Allah'ın rızâsı ise, (bunların) hepsinden üstündür. Orada, kendilerine konaklar vadedilmiştir. Bu konaklar, nefislerin oralardan zevk alacağı ve güzel bir hayatın sürdürülebileceği yerlerdir. Bir ri vayete göre oradaki konaklar: inci, zeberced ve kırmızı yakuttandırlar. Bu konaklar, Adn cennetlerindedir. Burası, cennetlerin en görkemli ve en hoş yeridir. Orası öyle bir yerdir ki, ne bir göz görebilmiş, ne de beşerin gönlünden geçebilmiştir. Bu da Allah'ın rızâsından olan bir durumdur. Cennetlerin ve nimetlerin en yücel erindendir. Çünkü orası, bütün saadetlerin başlangıcı ve bütün kemâlâtın da kaynağıdır.

Rivayet edildiğine göre: Allahü teâlâ cennettekilere: ”Razı mısınız?" diye sorar. Onlar da: ”Nasıl razı olmayız ki! Yaratıklarından hiçbirine vermediğin nimeti bize verdin" derler. Bunun üzerine Allah (celle celalühü): ”Bundan daha üstününü size vereceğim" der. Onlar: ”Bundan daha üstünü nedir?" diye sorduklarında, Allahü teâlâ şu cevabı verir: ”Size rızâmı vereceğim. Artık bundan sonra, size asla öfkelenmem."

Büyük kurtuluş da budur işte Anlatılan bu nimetler ve rızâ var ya, işte büyük kurtuluş budur. İnsanların, dünya hayatında saymış oldukları bazı şeylerin tersine, gerçek mutluluk bu rızâdır. Dünyada mevcut olan bütün nimetler, ahiretteki nimetlerden en küçüğüyle bile karşılaştırılamaz. Dünyadaki varlıklar, âhirete göre, bir sivrisinek kanadına bile denk olamaz. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Allah katında dünya, bir sivrisinek kanadına denk olmuş olsaydı, inkarcıya bir yudum su bile vermezdi" buyurmuştur. Diğer taraftan dünya nimetleri fanidir, geçicidir, aynı şekilde devam etmez, noksanlasın

Yahya b. Muaz der ki:" Dünya harap bir ülkedir. Ondan daha harap olan ise, harap dünyayı onarmaya çalışanın gönlüdür. Ahiret ise, mamur ülkedir. Ondan daha mamur olan ise, âhireti isteyenin gönlüdür."

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1725  H : 1137)

 

RÛHU'L-BEYÂN TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç