69
Ey münafıklar! Siz de
sizden öncekiler gibisiniz.
Sizler de, sizden önce helak olan milletlere benziyorsunuz.
Onlar, kuvvet bakımından sizden
daha güçlü, mal ve evlât bakımından daha çok idiler. Paylarından faydalandılar.
Sizden öncekiler paylarından faydalandıkları gibi siz de paylarınızdan
faydalandınız. Bâtıla dalanlar gibi siz de bâtıla daldınız.
Sizden önceki milletler, dünyadan nasiplerini aldıkları
gibi, sizler de aldınız. Burada ”pay", ”halâk" lafzı ile ifade edilmiştir. Çünkü
halâk takdir etmek anlamındaki ”halk" kelimesinden türemiştir. Her insanın
nasibi kendisi için takdir edilen hayırdır. Ayette bir tekrar olmayıp, sadece
birincilerin fani zevkleri yasaklanmıştır. İkinciler de, birinci grubun yolundan
gittiği için yasaklanmıştır İkincilerin durumları da birincilere benzetilmiştir.
İşte onlar, dünya ve âhirette
amelleri boşa gidenlerdir. İşte bu kötü işleri işleyen kimselere layık
görülen şey, onların amellerinin boşa gitmesidir. Onlar, yaptığı amellerden
dolayı dünyada ve âhirette hiçbir fayda görmeyeceklerdir. Âhirette olan
bellidir. Onlar, dünyada elde etmiş oldukları sağlık ve bolluk gibi durumlar,
kendilerine bir sevap ve keramet sağlamaz. Sadece, âhirette cezalarının
artmasını sağlar. Dünya ve âhirette amelleri boşa giden bu grup, aynı zamanda
”zarara uğrayan" gruptur:
Ziyana uğrayanlar da onlardır.
Bu grup, her iki dünyada da tam anlamıyla ziyana uğramışlardır. Bunların
sermayeleri boşa gitmiştir, zarar etmişlerdir ve kendilerine hiçbir faydası
olmamıştır.
70
Onlara, kendilerinden önceki;
suda boğulan
Nuh, şiddetli rüzgârla
tarih sahnesinden silinen
Ad, ses ve sarsıntı ile
helak olan
ve Semûd kavimlerinin ve
ayrıca
İbrahim kavminin, Medyen halkının
ve alt üst olan kentlerin haberi gelmedi mi? ”İbrahim kavmi ”nden maksat
Nemrut ve adamlarıdır. Nemrut adındaki kral sivri sinekle, onun grubu da
binaları başlarına yıkılmak suretiyle helak edilmişlerdi. ”Medyen halkı" ise
Şuayb peygamber döneminde yaşayan halk olup,
onlar da ” gölge günü" ateşle helak olmuşlardır. ”Alt üst olan kent ”ten kasıt
da, Lût kavminin yaşadığı köylerdir. Bunların da altları üstüne getirilmiş,
üzerlerine taş yağdırılmak suretiyle helak olmuşlardır.
Buradaki soru, olayın vuku bulduğuna ve o olaydan
sakınmalarına işaret eder. Bu haberler, o münafıklara ulaşmıştır ve
duymuşlardır. İçine düştükleri durumdan sakınsınlar diye, kendileri tekrar
uyarılmıştır.
Peygamberleri
onlara helak olan bütün bu kavimlere
apaçık mucizeler yani
belirgin deliller
getirmişti. Fakat onlar,
bütün bunları yalanlamışlardı. Allah da onları helâk etmiştir.
Allah onlara zulmedecek değildi,
fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardı. Bütün bu olaylarla,
Allahü teâlâ onlara haksızlık yapmamıştır.
Yani, O'nun âdeti, insanların yaptığı gibi suç işlemeyen insanlara ceza vermek
değildi. Fakat onlar, kendilerine haksızlık ediyorlar. Yani, inkâr etmekle ve
yalanlamakla, cezayı hak ediyorlar.
Akıllı insanın yapması gereken şey; kuvvete, mala ve evlâda
aldanmanı asıdır. Çünkü bütün bunlar, yok olmaya mahkûmdurlar. İnsanların,
belâlı milletlerin başına gelen bu musibetlerle karşılaşmadan önce, tevbe ve
istiğfarı çok yapmaları gerekir.
Sâlihlerden biri şu olayı anlatır: Habeşistanlı bir
cariyeyle birlikte çarşıya çıkmıştım. Cariyeyi bir yere oturttum ve kendisine:
”Dönüp gelinceye kadar buradan ayrılma" diye tenbih ettim. Gidip döndüğümde,
cariyeyi yerinde bulamadım. Evime dönmüştüm, fakat çok öfkeliydim. Cariye bana
geldi ve: ”Ey Efendim! Benim hakkımda acele karar verme. Beni, Allah'ı anmayan
kimseler arasında oturttun. Onlara bir belânın inmesinden -ki ben de
aralarındayım- korktum, onun için yerimi terkettim" dedi. Ben de cariyeye: ” Bu
ümmetten, peygamberlerinin hürmetine yerin
dibine geçirilme cezası kaldırılmıştır" dedim. Cariye bana: ”Onlardan, bu belâ
kaldırılmışsa gönüllere inen belâ da kaldırılmamıştır ya" dedi. Bu cevap çok
hoşuma gitti ve kendisini azad ettim. Daha sonra da onunla evlendim.
Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve
peygamberine itaat ederler. İşte bunlara Allah
rahmet edecektir. Allah azizdir, hakimdir.
71
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar
da birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar da tevhid konusunda birbirleriyle
ittifak etmişlerdir. Din ve dünya işlerinde birbirlerine yardım ederler. Onlar,
eğitim ve nefislerini arındırmak suretiyle, yüksek dereceler elde ederler. Allah
yolunda da insanları irşad ederler.
İyiliği emreder, kötülükten
sakındırırlar. Onlar, iman ve itaat konusunda ve de bütün hayırlı
konularda, birbirlerine iyiliği emrederler. Bütün kötülük, isyan ve inkardan da
birbirlerini sakındırırlar. Kulu Allah'tan uzaklaştıran şeylere engel olurlar.
Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı
verirler, Allah'a ve peygamberine
itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Onlar, Allah'ı anmaya
ve kalbin Allah'la birlikte olmasını ve huzura kavuşmasını kontrol etmeye devanı
ederler. Öyle ki, oyun, eğlence ve ticaret gibi şeyler, onları Allah'ı anmaktan
alıkoymaz. Onlar, mükâşefe ve gönül ehlidirler. ”Onlar namazı dosdoğru kılarlar"
ifadesi, daha önceki münafıklar hakkında söylenen ”Allah'ı unuturlar" ifadesinin
karşıtı olduğu gibi, ”zekâtı verirler" ifadesi de, ”ellerini sıkı tutarlar"
ifadesinin karşıtıdır. Yani o mü'min kadınlar ve erkekler, kendi zarurî
ihtiyaçlarından fazla olan mallarının zekâtını verirler. Mallarını Allah yolunda
harcamak suretiyle, nefislerini dünya sevgisinden arındırırlar.
Mü'min kadınlar ve erkekler, Allah'a ve Rasûlüne, bütün
emir ve yasaklar konusunda itaat ederler. Daha önceki âyetlerde münafıklar
anlatılırken, onların bunun tersine işler yapıp, itaatten çıkıp fi ska
daldıkları belirtilmişti. İşte, yüce Allah, bütün bu güzel sıfatları kendisinde
taşıyan mü'minlere, rahmetini yağdıracaktır. Onlara zafer ve destek verecek,
onları acıklı azabından koruyacaktır. Bu azap, ister cehennem azabı, isterse
âlemlerin Rabbi olan Allah'tan uzak kalına azabı olsun.
Âlimlerden biri şöyle demiştir: ”Onlara beş yerde rahmet
edilecektir:
1. Ölüm ve ölüm
sarhoşluğu anında, kendilerine kolaylık sağlanacak, şeytanın saptırmaması için,
imanları korunacaktır.
2. Kabirlerinde
karanlıkta kalmaktan korunacaklar ve kabirleri aydınlatılacaktır.
3. Kitabın
(amel defterlerinin) okunması anında da,
kendilerine lütuf edilecek ve kitapları sağ taraflarından verilmek suretiyle,
hasretleri giderilecek ve günahları silinmiş olacak.
4. Sevap ve
günahlarının tartılacağı zaman da, sevapları ağır gelecek.
5. Allah'ın
huzuruna çıkıp sorulara cevap verileceği zaman, cevap vermelerine kolaylık
sağlanacak, ayıplarından ötürü hesaba çekilmeyeceklerdir."
Allah azizdir. Bu ifadeyle,
Allah'ın vadinin gerçekleşeceğine dikkat çekilmiştir. O, her şeye kadirdir.
Dostları yüceltmeye ve düşmanları kahretmeye gücü yeter.
Hakimdir. Bütün
hükümlerini, bir hikmete dayalı olarak ve hakların yerine varabilmesi için
koyar. Âsilerin cezalanması ve itaatkâtiarın mükâfatlandırılması da bu hikmetin
gereğidir.
72
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min
kadınlara, altından ırmaklar akan ve içinde sürekli kalacakları cennetler...
Burada, mü'min erkek ve kadınlardan her iki gruba da, kapsamlı bir söz
verilmiştir. Fazilet bakımından, dereceleri her ne olursa olsun, kendilerine bir
vaadde bulunulmuştur. Bu vaad, cennetlerdir. Âyette geçen ”cennât" kelimesi,
”cennet" kelimesinin çoğuludur. Cennet ise, içerisinde ağaç ve hu rina bulunan
bahçe anlamına gelmektedir. Vadedilen bu cennetlerin ağaç ve odalarının
altlarından, ırmaklar akmaktadır. Bu ırmaklar da; su, bal, içki ve süt
ırmaklarıdır. Müminler, orada sürekli olarak kalacaklardır. Müminlerden her
biri, bu cennetleri mutlaka, kazanmış olacaktır.
Ve Adn cennetlerinde güzel
konaklar vadetmiştir. Allah'ın rızâsı ise,
(bunların) hepsinden üstündür. Orada,
kendilerine konaklar vadedilmiştir. Bu konaklar, nefislerin oralardan zevk
alacağı ve güzel bir hayatın sürdürülebileceği yerlerdir. Bir ri vayete göre
oradaki konaklar: inci, zeberced ve kırmızı yakuttandırlar. Bu konaklar, Adn
cennetlerindedir. Burası, cennetlerin en görkemli ve en hoş yeridir. Orası öyle
bir yerdir ki, ne bir göz görebilmiş, ne de beşerin gönlünden geçebilmiştir. Bu
da Allah'ın rızâsından olan bir durumdur. Cennetlerin ve nimetlerin en yücel
erindendir. Çünkü orası, bütün saadetlerin başlangıcı ve bütün kemâlâtın da
kaynağıdır.
Rivayet edildiğine göre: Allahü
teâlâ cennettekilere: ”Razı mısınız?" diye sorar. Onlar da: ”Nasıl
razı olmayız ki! Yaratıklarından hiçbirine vermediğin nimeti bize verdin"
derler. Bunun üzerine Allah (celle celalühü):
”Bundan daha üstününü size vereceğim" der. Onlar: ”Bundan daha üstünü nedir?"
diye sorduklarında, Allahü teâlâ şu cevabı
verir: ”Size rızâmı vereceğim. Artık bundan sonra, size asla öfkelenmem."
Büyük kurtuluş da budur işte
Anlatılan bu nimetler ve rızâ var ya, işte büyük kurtuluş budur. İnsanların,
dünya hayatında saymış oldukları bazı şeylerin tersine, gerçek mutluluk bu
rızâdır. Dünyada mevcut olan bütün nimetler, ahiretteki nimetlerden en küçüğüyle
bile karşılaştırılamaz. Dünyadaki varlıklar, âhirete göre, bir sivrisinek
kanadına bile denk olamaz. Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem): ”Allah katında
dünya, bir sivrisinek kanadına denk olmuş olsaydı, inkarcıya bir yudum su bile
vermezdi" buyurmuştur. Diğer taraftan dünya nimetleri fanidir, geçicidir, aynı
şekilde devam etmez, noksanlasın
Yahya b. Muaz der ki:"
Dünya harap bir ülkedir. Ondan daha harap olan ise, harap dünyayı onarmaya
çalışanın gönlüdür. Ahiret ise, mamur ülkedir. Ondan daha mamur olan ise,
âhireti isteyenin gönlüdür."
|