Ey mü’minler, güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa
koşun. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu,
sizin için daha hayırlıdır.
Ey iman edenler, Allah düşmanlarına karşı genç-ihtiyar, süvari-yaya
zengin-fakir, sağ-hasta, güçlü-güçsüz, hep birlikte cihada çıkın. Allah'ın
dinini yaymak ve yüceltmek için kâfirlere karşı mallarınızla, canlarınızla cihad
edin. Eğer Allah yolunda cihad etmenin faziletini bilen insani arsanız, topluca
savaşa çıkıp cihad etmeniz, yerlerinize çakılıp kalmanızdan sizin için daha
hayırlıdır.
Âyet-i kerime'de geçen ve "Güçlü" diye
tercüm edilen (......) kelimesinden ve yine âyette geçen ve "zayıf" diye tercüm
edilen (......) kelimelerinden neyin kastedildiği hususunda
müfessirler çeşitli görüşler
zikretmişlerdir.
a- Hasan-ı Basri, Ebû Talha,
İkrime, Dehhak,
Bişr b. Atiyye Muktail ,Mücahid,
Katade ve Ebû
Salih'e göre kelimesinden maksat ise "Genç olarak" kelimesinden maksat
"ihtiyar olarak" demektir. Bunlara göre âyitin bu bölümünün manası "Genç ihtiyar
hep birlikte savaşa çıkın" demektir. Bu hususta, Muğire b. Numan diyor ki:
"İtaatkâr ve iri vücutlu bir yaşlı adam vardı. Savaşa katılmak istedi. Sa'd b.
Ebi Vakkas, onun savaşa katılmasına engel oldu. Yaşlı adam: "Allah zinde
olanınız ve ağır hareket edeniniz, savaşa katılsın" buyuruyor dedi. Bunun
üzerine onun, savaşa katılmasına izin verdi. Yaşlı adam savaşta öldürüldü.
Ömer b. el-Hattab: "Haşimoğullarının dostu
olan o yaşlı adam ne oldu?" diye sordu. Kendisini tanıyanlar da: "Ey mü’minlerin
emiri o, öldürüldü." dediler.
Hibban b. Yezid diyor ki: "Ben, Safvan b. Amr ile savaşa katıldım. Çok yaşlı ve
zayıf bir adam gördüm. Öyle ki kaşları, gözlerinin üzerine düşmüştü, O adam Şam
halkından idi. Savaşanlarla birlikte bineğinin üzerinde bulunduğ bir sırada
yanıma vardı ve dedim ki: "Amca Allah seni mazur görmüştür." O da kaşlarını
kaldırdı ve dedi ki: "Yeğenim, Allah, bizlerin, zinde ve ağır haraket
edenlerimizin, hep birlikte savaşa katılmamızı istedi. Allah, sevdiğini imtihan
eder. Sonra onu, eski haline getirir. Ve yaşatır, Allah, kullarından ancak
şükredeni, sabredeni, zikredeni ve Allah'tan başkasına ibadet etmeyeni imtihan
eder."
b- Hakem'e göre maksat, meşguliyeti bulunmayan maksat ise "meşguliyeti
bulunan" demektir.
c- Ebû Salihe göre maksat, "zengin
olanlar" maksat da "Fakir olanlar" demektir.
d- Abdullah b. Abbas ve
Katadeye göre maksat "Zinde olanları maksat
ise "Zinde olmayanlar" demektir.
e- Ebû Amr el-Evzaiye göre ise demek "Binekli olanlar" dernek ise "Yaya
olanlar" demektir.
f- ibn-i Zeyd ve diğer bir kısım
alimlere göre ise maksat "Arazisi olmayan" maksat ise "Arazisi olan"dır.
Böyle birinin arazisini teredip savaşa gitmesi kendisine ağır geldiğinden
bunlara "Ağır hareket edenler" anlamına gelen sıfatı verilmiştir.
Bu hususta Hadremi diyor ki: "Bir kısım insanlar, hasta veya yaşlı olduklarından
dolayı savaşa katılmamaları sebebiyle günahkâr olmayacaklarını zannetiler. Bunun
üzerine Allahü teâlâ "Güçlü olanınız da
zayıf olanınız da savaşa katılsın." âyetini indirdi. Kimseye mazeret bırakmadı.
Muhammed b. Şirin? diyor ki: "Ebû
Eyyub el Ensari, Resûlüllah ile
birlikte Bedir savaşına katıldıe. Sonra da müsülümaların yaptığı hiçbir savaştan
geri kalmadı. Ancak bir yıl katılmadı. Ebû Eyyub bu âyeti okur ve şöyle derdi
"Ben kendimi ya hissediyorum. Benim savaştan kopmam mümkün değildir.
Ebû Raşid el- Harrani diyor ki: "Ben,
Resûlüllah’ın süvarisi Mikdat b. Es-vedi, Humus şehrinin
sarraflarının oturaklarından birinde oturduğunu gördüm. Onun vücudu büyük olduğu
için oturağa sığmıyordu. O, savaşmak istiyordu Dedim ki: "Allah seni mazur
görmüştür." Oda dedi ki: "bize Buûs sûresi (tevbe sûresi) gönderildi. Ve
buyuruldu ki: "Güçlü olan, zayıf olan hep birlikte savaşa katılın."
Taberi diyorki: "Bu âyette zikredilen ve
kelimeleri hakkında bize göre doğru olan görüş şudur
Allahü teâlâ, mü’minlere, düşmanlarına karşı kendi yolunca cihad
etmelerine emretmiş, bu cihad, mü’minlere hafif gelse de zor gelse de ona
katılmaları gerektiğini beyan etmiştir. Cihad etme kendisine hafif gelene, cihad
etmeyi kolay bulan herkes dahildir. Bu kişinin cihad etmeye güç yetirmesinden,
vücudun sağlığından, genç oluşundan, maddi imkânını bolluğundan, meşguliyetinin
olmayışından, binek temin etme imkanından kaynaklanmış olabilir. Diğer yandan,
cihad etme kendisine ağır gelene, cihad eteye zorlanan herkes dahildir. Bu,
kişinin vücudunun zayıflığından, hasta oluşundan, maddi imkanının kıtlığından,
arazisi ve geçimiyle meşgul olmasından binek temin edemeyişinden yaşının ileri
olmasından ve çoluk çocuğunun kalabalık oluşundan kaynaklanmış olabilir. Madem
ki, Allahü teâlâ, kitabında ve
kelimelerini zikredilen bu hal ve sıfatlardan birine tahsis etmemiş, bu hususta
Resûlüllahtan da herhangi bir haber
zikredilmemiştir, o halde bu kelimeleri, genel anlamlarıyla alma ve cihad
kendisine zor gelen veya kolay gelen her mü’minin, seferbelik. ilan edildiğinde
cihada katılması gereklidir, demek doğru olan görüştür.
Müslim b. Sabih, bu âyetin, Tevbe suresinin ilk inen âyeti olduğunu, söylemiş,
Mücahid ise bu surenin yirmi
beşinci âyetinin, surenin ilk inen âyeti
olduğunu söylemiştir.
Ey Rasûlüm, eğer cihad, kolaylıkla elde edilecek bir
dünya menfaati ve istenilen bir yolculuk olsaydı elbette sana uyarlardı. Fakat
zorlukla aşılacak yol, onlara uzak geldi. "Eğer gücümüz yetseydi, elbette
sizinle beraber cihada çıkardık." diye Allah’a yemin edeceklerdir. Onlar bu
davranışlarıyla kendilerini helak ederler. Allah biliyor ki, onlar mutlaka
yalancıdırlar.
Bu âyet-i kerime, Tebük seferine
katılmayan münafıklar hakkında nazil olmuştur. Bu kimseler, çeşitli bahaneler
ileri sürerek cihattan geri kalmışlar ve bu davranışlarıyla
Resûlüllahı kandırdiklanru
zannetmişlerdi. Allahü teâlâ bunların iç
yüzünü, Peygamberine bildirerek, bahanelerinin yersiz olduğunu ve iddialarında
yalancı olduklarını açıkladı.
Allah seni affetsin. Doğru söyleyenler sana belli
olmadan ve yalan söyleyenleri bilmeden cihada çıkmamalarına niçin izin verdin?
Bu âyet-i kerime'de Cenab-ı Hak, yumuşak
bir üslup ile Resûlüllah’a sitem
etmektedir. Ancak Allahü teâlâ,
Resûlüllah'ın bu olayda daha uygun olan
hareketi yapmamasından dolayı ona sitem etmeden önce, onun bu davranışını
affettiğini bildirmektedir ki bu da Resûlüllah
için bir lütuftur.
Katade diyor ki: "Allahü
teâlâ bu âyet-i kerime'de,
savaşa katılmamak için bahaneler uydurup izin isteyenlere izin verdiği için
Resûlüllahı kınamış ancak bundan sonra
Nur suresinin şu âyetini indirerek bu gibi insanlara izin verip vermemekte
Resûlüllahı serbest bırakmıştır. "...
Eğer onlar, bazı işleri için senden izin isterlerse içlerinden dilediğine izin
ver. Nur sûresi, 24/62
Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla,
canlarıyla cihad etmemek için senden izin istemezler. Allah, takva sahiplerini
çok iyi bilendir.
Ey Rasûlüm, Allah'ın varlığını ve birliğini tasdik eden, Öldükten sonra
dirilmeye ve âhiret yurduna iman edenler, Allah düşmanlarına karşı, mallarıyla,
canlarıyla cihad etmemek için senden izin istemezler. Allah, emirlerini yerine
getirip yasaklarından kaçınarak kendisinden korkanları çok iyi bilendir. Bu
âyet-i kerime, üstü kapalı bir şekilde
münafıkları kınamaktır.
Senden, ancak Allah’a ve âhiret gününe iman
etmeyenler, kalbleri şüpheye düşmüş ve kuşkuları içinde bocalayıp duranlar
cihada çıkmamak için izin isterler.
Ey Rasûlüm, geçerli bir özürü olmadığı halde, seninle beraber cihada gitmemek
için izin isteyenler: "Allah'ın varlığını ve birliğini tasdik etmeyenler, âhiret
gününe iman etmeyenler, Allah’a itaat edenlerin mükâfaatlarındırılacağı, karşı
gelenlerin ise cezalandırılacağı hususunda şüphe içinde bulunanlardır. Zaten
onlar, şaşkınlıkları içinde bocalayıp durmaktadırlar. Neyin hak neyin bâtıl
olduğunu seçmemektedirler.
İkrirne ve Hasan-ı Basri, bu âyetin ve bundan
önceki âyetin, Nur suresinin şu âyetiyle neshedildiğim söylemişlerdir: "Gerçek
mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ederler. Bir arada
olmayı gerektiren bir meselede Peygamberle bir araya geldikleri zaman
Peygamberden izin almadan ayrılmazlar. Senden izin isteyenler, işte onlar,
Allah’a ve Resulüne iman edenlerdir. Eğer onlar, bazı işleri için senden izin
isterlerse içlerinden dilediğine izin ver. Onlara, Allah'tan mağfiret dile.
Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Nur sûresi, 24/62
Taberi, bu âyetlerin, birbirlerini
neshetmediklerine işaret etmiştir.
Eğer bunlar, cihada çıkmak isteselerdi onun için
hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların savaşa çıkmalarını hoş görmedi de
yerlerinde durdurdu. Onlara: "Geride kalıp oturanlarla beraber siz de oturun."
denildi.
Ey Rasûlüm, eğer bu münafıklar seninle beraber, düşmanlarına karşı cihad etmek
için çıkmayı istemiş olsalardı, yolculuk ve savaş için gereken malzeme ve
teçhizatı hazır ederlerdi. Fakat Allah, bunların, seninle beraber savaşa
çıkmalarını istememiş, onları yerlerinde durdurmuştur. Onlara: "Cihattan geri
kalan hasta, âciz, çocuk ve kadınlarla birlikte oturup kalın." denilmiştir.
İbn-i İshak diyorki: "Savaşmamak için Resûlüllah'tan
izin isteyenler, münafıkların ileri gelenlerinden Abdullah b. Übey b. Selul, Çed
b. Kays vb. kimselerdir. Allah, bunların çıkıp mü’minlerin ordularını ifsad
edeceklerini bildiği için bunları, yerlerinde bırakmış ve savaşa çıkmalarını
nasibetmemiştir.
Allahü teâlâ, münafıkların,
Resûlüllah ile birlikte savaşa
katılmalarını niçin istemediğini ise şu âyette beyan ederek buyuruyor ki:
Eğer onlar, sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı,
ancak bozgunculuk çıkarır, sizi birbirinize düşürmek için aranıza fitne
sokarlardı, içinizde onları dinleyenler de vardır. Allah, zalimleri çok iyi
bilendir.
Eğer bu münafıklar sizinle beraber savaşa çıkmış olsalardı, sizin aranıza fitne
sokmaktan sizi cihattan geri bırakmaya çalışmaktan başka bir şey
yapmayacaklardı. Sizin içinizde, onların sözlerini dinleyen zayıf iradeli
kişiler bulunmaktadır. Özellikle bunları kandırmaya çalışacaklardı. Allah, zalim
olan münafıklar güruhunu çok iyi bilendir.
Taberi, bu âyetin: "İçinizde onları
dinleyenler de vardı." kısmını şöyle izah etmiştir: "Sizin içinizde, sözlerinizi
dinleyip büyüklerine götürmek için onların casusları vardır."
Mücahid de bu görüşü tercih etmiştir.
Birinci izah şekli ise
Katade'nin görüşüdür, İbn-i Kesir de bunu
tercih etmiştir.
|