Bu, Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma
yaptığınız müşriklere bir ihtardır.
Bazı Müşrik kabileler, Resûlüllah ile
yapmış oldukları antlaşmalarını bozmaya başlamışlardı. Bunun üzerine
Allahü teâlâ,
Resûlüllah’ın da, Müşriklerle olan antlaşmalarını bozmasını ve
kendilerine dört aylık bir süre tanıdıktan sonra savaş açacağını ihtar etmesini
emretmiştir.
Taberiye göre, burada ahidleri bozularak
kendilerine savaş açılacağı ihtar edilenler,
Resûlüllah’ın aleyhine başka kâfirlere yardım edenler ve tek taraflı
olarak Resûlüllah ile olan andl
aşmalarını bozanlardır.
Ey Müşrikler, dört ay daha yeryüzünde serbestçe
dolaşın. Allalu hiçbir şekilde âciz bırakmayacağınızı ve Allah'ın, kâfirleri
mutlaka rezil ve rüsvay edeceğini de bilin.
Ey, peygamberler muahadeli olup ta muahedesini bozan müşrikler, yeryüzünde, dört
ay güven içinde gezip dolaşın. Peygamber ve taraftarları, bu dört ay içinde size
herhangi bir zarar yenileyeceklerdir. Ve bilin ki, sizler bu dört ay'dan sonra
yine inkârınıza devam edecek olursanız, kendinizi Allah'ın elinden
kurtaramazsınız. Zira sizler, nereye giderseniz gidin ve nerede bulunursanız
bulunun onun pençesindesiniz ve hakimiyeti altındasınız. Size azap etmek
istediğimde hiçbir güç ve sığınak o azaba engel olamaz. Ancak tevbe edip iman
etmeniz engel olur. O halde size fayda vermeyecek olan gezip dolaşmayı bırakın
da onun azabım sizden uzaklaştıracak tevbeye koşuşun. Yine bilin ki, Allah,
kâfirleri dünyada iken helak ederek âhirette de cehennem azabına koyarak rüsvay
edendir.
Müfessirler, bu âyette kendilerine dört
ay serbest dolaşma izni verilen bundan sonra da, iman etmezlerse kendileriyle
savaşılacağı ilan edilen müşriklerden kimlerin kastedildiği hususunda farklı
görüşler zikretmişlerdir.
a- İbn-i İshaka göre, kendilerine dört ay müddet tanınan müşrikler iki
sınıftır. Biri Resûlüllah ile yapmış
oldukları banş antlaşmasının süresi dört ay'dan daha az olan sınıftır. Bunların
müddetleri dört ay'a kadar uzatılmış ondan sonra biteceği bildirilmiştir. Diğer
sınıf ise, Resûlüllah ile yaptıkları
sulh antlaşması belli bir vade ile sınırlı olmayan sınıftır. Bunların
antlaşmalarının da dört ay için geçerli olduğu belirtilmiş tak ki, kendilerine
gelsinler. Aksi takdirde Allah’a, Resulüne ve mü’minlere karşı savaş açmış
sayılacaklardır.
Bu hususta İbn-i İshak diyor ki: "Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) Ebubekir (radıyallahü
anh)'ın insanlara hac yaptırması için hicretin
dokuzuncu yılında hac emiri olarak gönderdi. Müşrikler, hacdaki
yerlerinde bulunuyor ve kendilerine göre hac yapıyorlardı. Ebubekir ve
beraberindeki müslümanlar yola çıktıktan sonra Berae sûresi indi.
Resûlüllah'in, müşriklerle yapmış olduğu
antlaşmaların bozulduğunu beyan etti. Bu antlaşmaların metininde, Kabe'ye gelen
herhangi bir kimseye engel olunmayacağı ve haram aylarında herhangi bir kimseye
karşı terör estirilip onun korkululmayacağı hükümleri mevcuttu. Bu muahede,
Resûlüllah ile müşrikler arasında genel
bir muahede idi. Resûlüllah'ın, diğer
Arap kabileleriyle de, belli vadelerle sınırlanmış özel muahedeleri de
bulunuyordu. İşte Berae sûresi bu gibi muahedelerin dört ay sonra bitecekleri
Tebük savaşında, Resûlüllah'tan geri
kalan münafıkların durumu ve dedikodu yapan bir takım insanların kimler
oldukları hakkında nazil oldu. Böylece Allahü teâlâ
bu surede görüldüklerinin aksini içlerinde gizleyenleri açığa çıkardı. Onlardan
bazılarım bize anlattı, bazılarını ise anlatmadı ve buyurdu ki: "Allah ve
Resulünden, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklere bir ihtardır."
b- Abdullah b. Abbas
Dehhak ve Katadeye
göre ise bu âyet-i kerime ile, kendilerine
dört ay, serbest dolaşma izni verilen ve bu süre bittikten sonra müslümanlarda
savaş halinde olacakları belirtilen müşriklerden maksat, sadece
Resûlüllah ile muahede yapmış olan
müşriklerdir. Bunlar, Berae suresinin okunduğu Zilhicce ayı'nın
onuncu günü olan Kurban bayramından itibaren
Rebiulâhir ayının onuna kadar dört ay, diledikleri yerde gezip
dolaşbileceklerdir. Resûlüllah ile hiç
muahede yapmayan müşrikler serbest dolaşma müddetleri ise yine Zilhicce'nin
onundan başlamak üzere, Muharrem ayının sonun kadardır. Bunların toplamı elli
gündür. Çünkü Resûlüllah ile
muahedeleri olmayanlar hakkında, bu surenin beşinci
âyetinde şöyle buyurulmuştur. "Mukkades olan haram aylar çıkınca müşrikleri
nerede bulursanız öldürün..." Mukaddes aylar, Muharrem ayının bitmesiyle sana
erdiklerinden, muahedeli olmayan müşriklerin serbest dolaşma müddetlerinin elli
gün olduğu ortaya çıkmaktadır.
c- Süddi,
Muhammed b. Ka'b el-Kurezi ve
Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe göre
bu âyette kendilerine dört ay serbest dolaşma izni tanınan, bu süreden sonra da
müslümanlarla savaş halinde olacakları beyan edilen müşriklerden maksat, bütün
müşriklerdir. Bunlara Zilhicce'nin onun'dan itibaren Rebiulâhir'in onun'a kadar
dört ay serbest dolaşma izni verilmiş, bu süreden sonra, müslüman olmadıkça,
kendilerine karşı savalışmaktan kurtulamayacakları belirtilmiştir. Bu dört aylık
süre şöyledir. Yirmi gün Zilhicce, Muharrem Sa-fer ve Rebuü'levvel aylarının
tamamı Rebiulâhir ayının da ilk on günüdür. Bu hususta
Mücahid diyor ki "Resûlüllah,
Tebük savaşını bitirip geri dönünce hac yapmak istedi. Sonra da dedi ki:
"Beytullah'a müşrikler gelecekler, orayı çıplak olarak tavaf edecekler, ben bu
hal ortadan kalkmadıkça hac yapmak istemiyorum." Bunun üzerine Ebubekir ve
Ali'yi gönderdi. Onlar, Zülmecaz ve diğer alış-veriş yerlerinde ve bütün
pazarları gezip dolaştılar. Muahedeli olanlara dört ay serbest
gezebileceklerini, ondan sonra da muahedelerinin bitmiş olacağını söylediler.
Bütün insanlar'a iman etmedikleri takdirde, onlarla savaşılacağım bildirdiler.
d- Zühriye göre ise bu âyette, kendilerine dört ay serbest dolaşma izni
verilen müşrikler, bütün müşriklerdir. Bu aylardan maksat da Şevval, Zilkade,
Zilhicce ve Muharrem ayı'dır. Tevbe sûresi, Şevval ayında indiği için bu aydan
itibaren dört ayın süresi başlamıştır. Ve Muharrem ayının bitmesiyle süre sona
ermiştir .Yani Kurban bayramı gününden başlamak üzere elli gündür.
e- Kelbiye göre ise bu âyette, kendilerine dört ay serbest dolaşma izni
verilen, bu müdetten sonra müslünîarla savaş halinde olacakları bildirilen
müşriklerden maksat, Resûlüllah ile
yapmış oldukları muahedelerinin sûresi dört ay'dan daha az olan müşriklerdir.
Bunların antlaşma süreleri dört ay'a kadar uzatılmıştır.
Resûlüllah ile olan muahedelerinin süresi
dört ay'dan fazla olan müşriklere, gelince bu Sûre'nin
dördüncü âyetinde belirtildiği gibi bunların
muahedeleri, bitiş tarihlerine kadar geçerli sayılmıştır ve buyrulmuştur ki:
"... Bunlarla yaptığınız antlaşmayı, müddeti bitinceye kadar yerine getirin."
Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan
görüş şudur: "Allahü teâlâ, müşriklerden,
Resûlüllah ile muahede yapıp ta daha
sonra Resûlüllah’ın aleyhine davranan
ve süresi dolmadan, antlaşmalarını bozan müşriklere dört ay daha serbest dolaşma
izni vermiş bu süreden sonra müslümanlarla savaş halinde sayılacaklarını beyan
etmiştir, Resûlüllah ile muahede yapıp
ta onun aleyhine davranmayan ve muahedelerini bozmayan müşriklere gelince,
Resûlüllah'ın, bunların muâhedelerini son
zamanına kadar devam ettirmesi emredilmiştir. Nitekim bu surenin
yedinci âyetinde şöyle buyrulmuştur:
"Müşriklerin, Allah ve Peygamberi katında nasıl bir antlaşmaları olabilir? Ancak
Mescid-i haram çevresinde kendileriyle antlaşma yaptıklarınız müstesnadır. Onlar
size doğru davrandıkça siz de onlara doğru davranın.." Diğer yandan,
Resûlüllah'ın tevbe suresini insanlara
okumak üzere, Hazret-i Aliyi göenderdiğinde,
onlara tebliğ edeceği şeylerden birinin de "Muahede yapmış olanların
muahedelerinin süreleri sonuna kadar devam edecektir." şeklinde olması
göstermektedir ki, muahedelerini bozmayanlar için sadece dört ay serbest dolaşma
süresi söz konusu değildir. Onlar için geçerli olan muahede süresidir.
Bu hususta Zeyd b. Yüsey diyor ki:
"Biz, Aliye dedik ki: "Sen hacda neyi tebliğ etmek için gönderildin?" O da dedi
ki: "Dört şeyi tebliğ etmek için gönderildim." Çıplak olan, Kâbeyi tavaf edemez.
Kimin Resûlüllah ile bir muahedesi
varsa o muahade sonuna kadar geçerlidir. Kimin de
Resûlüllah ile muadesi yoksa onun,
serbest olma zamanı dört ay'dır. Cennete ancak mü’min olan kişi girer. Bu
yıllarından sonra artık müşriklerle müslumanlar (hacda) bir arada
olmayacaklardır. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 9
HN: 3092.
Taberi bu hadisi,
Ebû Hureyre,
Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas ve Ebû
Cafer Muhammed b. Ali'den de farklı
şekillerde Rivâyet etmiştir.
Taberi, muahedelerini bozan müşrikler
için tanınan dört aylık müddetin, kurban bayramından başlayıp Rabiülâhir ayının
sonuna kadar devam eden bir müddet olduğunu söylemiştir. Bu surenin
beşinci âyetinde zikredilen "Mukaddes olan haram
aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün." Hükmüne gelince bu,
Resûlüllah ile hiç antlaşması olmayan
müşrikler için geçerlidir. Bunlar kurban bayramında başlamak üzere, Muharrem
ayının sonuna kadar elli gün serbest dolaşma hakkına sahiptirler.
Bu, Allah ve Resulünü, Müşriklerden uzak olduklarına
dair, büyük Hac gününde, insanlara, Allah ve Resulü tarafından yapılan bir
tebligattır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yüz
çevirirseniz, bilin ki Allah âciz bırakamazsınız. Kâfirleri, can yakıcı bir
azapla müjdele.
Bu âyet, Büyük Hac gününde, Allah ve Resulünün, bütün müşriklerden beri
olduklarına, onlardan uzak olduklarına dair ve yine, Allah ve Resulü tarafından
yapılan bir tebligattır. Ey Müşrikler, eğer tevbe ederseniz bilin ki bu sizin
için çok hayırlıdır. Şâyet bu ikazları dinlemez, bu ihtarlardan yüz çevirseniz
bilin ki Allah'ı âciz bırakamazsınız. O, size, lâyık olduğunuz cezayı mutlaka
verir. Onun vereceği cezaya kimse engel olamaz.
Ey Resulüm, o kâfirleri, acıklı bir azap ile müjdele. Onların azapla
müjdelenmesi, kendilerini alçaltıcı bir ifadedir. Zira, müjdelenmek, sevinçli
bir haber için söz konusudur. Bu ifadede ise onların, çok acıklı bir azaba
düşecekleri belirtilmektedir. Bu sebeple onlar, müjdelenmiş değil, alay edilmiş,
küçük düşürülmüş oluyorlar.
Müfessirler, âyette zikredilen "Büyük Hac
günü"nden neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Hazret-i Ali, Ebû Ceheyfe, Atâ,
Hazret-i Ömer, İbn-i Zübeyr
Muhammed b. Kays,
Mücahid ve
Abdullah b. Abbas'a göre burada zikredilen "Büyük Hac Gü-nü"nden maksat,
Arafa günüdür.
Ebû es-sahba diyor ki: "Ben, Ali b. Ebi Talib
(radıyallahü anh)'a büyük Hac gününün hangi gün
olduğunu sordum. O da dedi ki "Resûlüllah,
Ebû Ebubekir (radıyallahü anh)'in insanlara Hac
yaptınnak için gönderdi. Beni de tevbe suresinin kırk âyetiyle birlikte
gönderdi. Ebubekir Arafata vardı. Arafa günü hutbe okudu. Hutbeyi bitirdikten
sonra bana döndü ve "Ey Ali kalk, Resûlüllah'ın
mesajını ilet" dedi. Ben de kalktım. Tevbe suresin'den kırk âyet okudum. Sonra
birlikte Minaye geldik. Şeytan taşladım kurbanı kestim, başımı tıraş ettim. O
sırada anladım ki, topluluklar, Arafa günü Ebubekir'in hutbesinde bulunmamışlar.
Ben çadırları gezdin. Onlarda bulunan insanlara tevbe suresinin baş tarafını
okudum. Sanırımki benim bayram gününde böyle yapmamdan dolayı büyük hac gününü,
bayram günü olduğunu sandınız, dikkat edin, o Arafa günüdür."
Abbad el-Asri diyor ki: "Ben, Ömer b. el-Hatbın şöyle didiğini işittim.: "Bugün
Arafa günüdür, büyük hac günüdür. Bu günde kimse oruç tatmasın."
Muhammed b. Kays da,
Resûlüllah'ın Arafa günü akşamleyin hutbe
okuduktan sonra "Bu büyü hac günüdür." dediğini söylemiştir.
b- Yine Hazret-i Ali, Abdullah b. Ebi
Evfa, Muğire b. Şu'be, Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr, Ebû Cüheyfe, Abdullah b.
Şeddad, Nâfi b. Cübeyr,
İbrahim en-Nehaî,
Şa'bi, Mücahid,
İkrime, Zühri, Humeyd,
Abdullah b. Ömer, Atâ,
İbn-i Zeyd ve
Süddi'ye göre ise, âyette zikredilen "Büyük hac günü"nden maksat, kurban
bayramı günüdür. Bu hususta Haris, Hazret-i Ali'nin
şunları söylediğini rivâyet etmiştir.
"Ben, Resûlüllah'tan, büyük hac
gününün hangi gün olduğunu sordum. O da" Kurban bayramı günüdür."dedi
Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, 9 I İN: 3088-3089
Taberi, bunu ifade eden başka bir hadisi
Abdullah b. Ömer'den ve
Resûlüllah’ın
sahabilerinin birinden de Rivâyet
etmiştir.
c- Mücahidden nekledilen diğer bir
görüşe göre büyük hac gününden maksat, haccın bütün günleridir. Tek bir gün
değildir.
Taberi, bu görüşlerden,
ikinci görüşün daha evla olduğunu, büyük hac
gününden maksadın, Kurban bayramı günü olduğunu söylemiştir. Zira, daha önce de
zikredildiği gibi bunun böyle olduğuna dair
Resûlüllah'tan hadis Rivâyet edilmiştir.
Müfessirler; Kur'anda zikredilen bu güne,
"Büyük hac günü" denilmesinin sebebi hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Hasan-i Basri ve Abdullah b. el- Haris b. Nevfel'e göre, bu güne
"Büyük hac günü" denmesinin sebebi, bu hacda, müslümanlarm ve müşriklerin,
birleşerek hac yapmaları ve bugünün, Yahudi ve Hristiyanların bayram gününe denk
gelmiş olmasındandır.
b- Mücahide göre ise bugüne "Büyük hac
günü" denmesinin sebebi, bu haccın, hacc-ı kıran olmasıdır. Haac-ı ifrat ise,
küçük hac sayılmaktadır.
c- Atâ, Âmir eş-Şa'bi,
Mücahid, Abdullah b. Şeddad ve Zühri'den
nakledilen diğer bir görüşe göre, bugüne "Büyük hac günü" denilmesinin sebebi,
bu günde asıl haccın yapılmasıdır. Küçük hac ise Umre yapmaktır.
Taberi, bu görüşün doğru olduğunu
söylemiştir. Zira asıl hac gününde yapılan ameller, Umre'de yapılan amellerden
daha fazladır. Bu sebeple ona "Büyük hac günü" Umreye'de "küçük hac günü"
denilmiştir. Bir kısım âlimlere göre ise, Hac-ı ekber,
Arefe günü Cumaya tesadüf eden hac demektir.
Ancak, antlaşma yaptığınız müşriklerden, antlaşmada
hiçbir eksiklik yapmayanlar ve aleyhinizde hiçbir kimseye yardım etmeyenler
müstesna. Bunlarla yaptığınız antlaşmayı müddeti bitinceye kadar yerine getirin.
Şüphesiz ki Allah, takva sahiplerini sever.
Katade'den Rivâyet edildiğine göre bu
âyet-i kerime'de zikredilen müşriklerden
maksat, Resûlüllah'ın, Hudeybiye
musalahasında kendileriyle antlaşma yaptığı kimselerdir. Tevbe suresinin tebliğ
edildiği bayram gününden itibaren bu müşriklerin andlaşmalarının süresinin
dolmasına dört ay daha vardı. Allahü teâlâ
Peygamberine, âyette zikredilen hususlara uymaları şartıyla bu müşriklerin
antlaşmalarının süresini tamamlamasını emretmiştir. Hiçbir antlaşması olmayan
müşrikler için ise haram aylarının çıkmasını beklemesi emredilmekte ve bundan
sonra herhangi bir antlaşmayı kabul emeyip Müslüman oluncaya kadar kendileriyle
savaşması gerektiğini bildirmektedir.
Abdullah b. Abbas'dan rivâyet edilen bir
görüşte de şunlar zikredilmektedir: Tevbe sûresi gelmeden önce,
Resûlüllah'ın kendileriyle antlaşma
yaptığı müşriklerin antlaşmalarının sürelerinin dolmasına dört ay kalmıştı.
Süre, Rebiülâhir ayının on'unda bitiyordu. Eğer müşrikler bu süre içinde
antlaşmalarını bozar veya Müslümanların diğer düşmanlarına yardım ecedek
olurlarsa antlaşmaları hemen bozulmuş sayılacaktı. Eğer antlaşmalarına uyar,
Müslümanlar aleyhine herhangi bir düşmana yardımda bulunmazlarsa
Resûlüllah'ın da bu dört ay süresince
onlara dokunmaması emredilmektedir.
Mukaddes olan "Haram aylar" çıkınca, müşrikleri nerede
bulursanız öldürün. Onları yakalayın, çember içine alın. Her gözetilecek yerden
onları gözetleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtı verirlerse, artık
yollarını sebrest bırakın. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır ve çok merhamet
edendir.
Haram aylan olan, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayı çıktıktan sonra,
Resûlüllah ile hiç muahede yapmamış olan
veya muahede yaptığı halde Resûlüllah'ın
ve mü’minlerin aleyhinde bulup muahedesini bozan yahut muahede süresi tayin
edilmeyen müşrikleri, haram bölgesinde de olsalar dışında da olsalar, haram
aylarının içinde de olsalar dışında da olsalar, onları öldürün.
Onları esir edin. Diledikleri gibi gezip dolaşmalarına engel olun. Onları esir
almak veya öldürmek için her gözetlenebilecek yerden gözetleyin. Eğer onlar,
Allah'a ortak koşmaktan ve Muhammed'in
Pegamberliğini inkâr etmekten vaz geçip tevbe ederler, Allah'ın kendilerine farz
kıldığı namazı kılıp zekâtı verirlerse onları serbest bırakın, diledikleri gibi
hareket etsinler. Beytullah'a girsinler. Şüphesiz ki Allah tevbe edenleri çokça
affedendir ve bol merhamet sahibidir.
Görüldüğü gibi, bu izaha göre haram aylar'ından maksat, Zilkade, Zülhicce ve
Muharrem aylandır. Tevbe sûresi, Zilhicce ayında inmesine rağmen, ondan önceki
Zilkade ayının da sayıya katılarak haram aylan şeklinde çoğul bir ifade ile
söylenmesinin sebebi, bunların birbirlerine bitişik aylar olmalarıdır. Ancak
Süddi, Mücahid,
Amr b. Şuayb, İbn-i Zeyd ve İbn-i İshak'a
göre, bu âyette zikredilen haram aylarından maksat; meşhur olan haram aylan
değil, Zilhicce'nîn yirmisi, Muharrem ayı, Safer ayı Rebiülevvel ayı ve
Rebiülhahir ayının onu'dur. Toplamı dört ay'dır. Bunlar da bu sürenin
ikinci ayında zikredilen dört ay'dır. Bu aylara
haram aylan denilmesinin sebebi ise Allahü teâlânın,
bu surenin ikinci âyetinde, bu aylarda
müşriklere serbest dolaşma izni vermesi ve onların kanlarının akıtılmasını,
kendilerine kötülük yapılmasını yasaklamasıdır. Bu izaha göre bu
âyet-i kerime de
ikinci Âyette zikredilen, dört ay geçtikten sonra müşriklerle
savaşılmasını emretmektedir.
Birinci görüşte olanlara göre ise Kurban
bayramından itibaren elli gün'den sonra, müşriklerle savaşılması emredilmiştir.
Çünkü Muharrem ayı bu günde bitmektedir.
Müfessirler bu
âyet-i kerime'nin mensuh olup olmadığı
hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
İbn-i Zeyd'e göre bu âyet mensuh değildir.
Katadeye göre bu âyet, mensuh değil aksine,
Muhammed suresinin
dördüncü âyeti olan şu âyetin şu bölümünü
neshetmiştir. "Onları sindirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra ya
bir lütuf olarak karşılıksız serbest bırakın veya serbest bırakma karşılığında
fidye alın."
Dehhak ve Süddiye
göre ise "Müşrikleri nerede bulursunuz öldürün" âyeti, muhammed suresinin şu
dördüncü âyetiyle neshedilmiştir.
"Kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onları sindirip perişan edince
de esir alıp bağlayın. Sonra ya bir lütuf olarak karşılıksız serbest bırakın
veya şerbet bırakma karşılığında fidye alın..."
Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan
görüş şudur. "Bu âyetlerden herhangi biri diğerini neshetmiş değildir. Zira
bunlardan herhangi biri diğerinin hükmünü ortadan kaldıracak mahiyette değildir.
Allahü teâlâ müşriklerle savaşmayı emredip
daha sonra o savaşı kaldırarak onlardan fidye alınmasını emretmemiştir. diğer
yandan, fidye alınacak kâfirlerden fidyeyi kaldırıp öldürülmelerini
emretmemiştir. Bu da göstermektedir ki,
Resûlüllah'ın, kâfirlerle yapmış olduğu ilk savaş olan Bedir
savaşından bu yana, mü’minlerin, müşrikleri buldukları yerde öldürmeleri, onları
ya öldürmek veya yakalayıp fidye alarak yahut da fidyesiz olarak serbest
bırakmalan hükmü geçerlidir."
Ey Rasûlüm, müşriklerden biri sana sığınırsa, onu
emniyet altına al ki Allah'ın kelamını dinlensin. Sonra onu, güven içinde
bulunacağı bir yere ulaştır. Çünkü onlar, hakkı bilmeyen bir topluluktur.
Ey Rasûlüm, eğer müşriklerden biri senden, Allah kelamını işitmek için
kendilerine, güven içinde bulunacağına dair teminat vermeni isterse, Kuranı
dinleyip onu düşünebilmesi için ona teminat ver. Sonra onu, Müslüman olmasa
bile, kendisini güven içinde hissedebileceği bir yere kadar ulaştır. Çünkü
bunlar cahil bir topluluktur. Gösterilen delilleri anlamaz, iman etmekle neler
kapanacaklarını idrak etmezler.
|