Yetmiş beş âyettir. 30.-36. âyetleri Mekke'de, diğerleri Medine'de nazil
olmuştur.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Ey Rasûlüm, sana, ganimetlerden soruyorlar. De ki:
"Ganimetler, Allah'ın ve Resulünündür. Eğer gerçek mü’minler iseniz, Allah'tan
korkun, aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin."
Ey Rasûlüm, arkadaşların sana, ganimet malının kime ait olduğunu soruyorlar.
Onlara de ki: "Ganimet sizin değil, Allah'ın ve Resulünündür. Onu dilediği yere
verir. Eğer, rabbiniz tarafından gönderilenlere iman ediyorsanız, Allah'ın
emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Aranızdaki durumları
düzeltin. Allah'ın ve Resulünün emrine itaat edin.
Bu âyetten geçen ve "Ganimet" olarak tercüme edilen "ENFAL" kelimesinden neyin
kastedildiği hususunda şu açıklamalar yapılmaktadır.
a- İkrime,
Mücahid, Dehhak,
Abdullah b. Abbas ve
İbn-i Zeyde göre buradaki "Enfal" kelimesi, "Ganimetler"
demektir. Âyet-i kerime, ganimetlerin o
sırada sadece Resûlüllah'a ait
olduğunu, başka kimsenin bunda bir hakkı olmadığıni bildirmektedir. Daha sonra
gelen başka bir âyet ise, ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini beyan
etmiştir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey Rasûlüm,
sahabilerin sana, Bedir savaşında elde
ettiğiniz ganimetlerin kime ait olacağım soruyorlar. De ki: "Onlar, Allah'ın ve
Peygamberindir."
b- Ali b. Salih'ten Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre burada
zikredilen "Enfal"dan maksat, müfrezelerin elde ettikleri ganimetlerdir.
Âyet-i kerime'de bu gibi ganimetlerin,
Allah'a ve Resulüne mahsus olduğu beyan edilmektedir.
c- Zührinin, Abdullah b. Abbas'tan
rivâyet ettiğine ve Atâ b. Ebi Rebah'a göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden
maksat, savaş sırasında kaçıp Müslümanlar tarafına geçen, asker, köle, Cariye,
hayvan vb. şeylerdir. Bunlar, Resûlüllah'a
aittir.O, bunlardan dilediği gibi tasarrufta bulunur. -Enfal, ganimet mallarının
beşta biri demektir. Mücahid diyor ki:
"Muhacirler: "Ganimet mallarından beşte bir niçin ayrılarak bizim paylarımızdan
çıkarılıyor?" diye sorunca bu âyet-i kerime
nazil olmuş ve ganimet mallarının beşte birinin Allah'a ve Resulüne ait olduğu
bildirilmiştir.
d- Mücahide göre ise burada zikredilen
"Enfal" kelimesinden maksat, bu surenin kırk birinci
âyetinde, verileceği yerler belirtilen ganimetin beşte biridir. Bu âyette:
"Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka
Allah'ın, Peygamber'in, onun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve
yolcularındır." buyurulmaktadır.
e- Abdullah b. Abbas'dan nakledilen
diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat,
Resûlüllah'in veya yerine geçen
Halifesinin, ganimet malının taksimi bittikten sonra bazı mücahitlere
verebileceği, öldürdükleri düşmanın, elbise kılıç benzeri eşyalarıdır. Yani,
ganimetten özel bir paydır.
f- Abdullah b. Mes'ud ve
Mesruk'tan rivâyet edilen diğer bir görüşe
göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaştan önce, Peygamberimizin
veya Halifesinin, bazı mücahidlere vermeyi
vaaddettiği ganimet mallarıdır.
Taberi ise "Enfal" kelimesinin, devlet
başkanının, ordunun bir kısmına veya tümüne ganimet paylarından fazla olarak
verdiği mallar mânâsına geldiğini söylemiştir. Buna göre
âyet-i kerime'inin izahı şöyledir: "Ey
Rasûlüm, sahabilerin sana, Bedir
savaşı ganimetlerinin taksiminden sonra arta kalan malların kime ait olacağını
soruyorlar. De ki: "Onlar size değil Allah’a ve Resulüne aittir. O, onları
dilediği yere verir."
Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında
şu üç görüş zikredilmektedir:
a- Bedir savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında
ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki:
"Biz, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile Bedir savaşına
gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı. Allah, düşmanı mağlup etti.
Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp onları yakalıyor ve
öldürüyorlar, bazıları da savaş almanda ganimet topluyorlar, bir kısmı da
Resûlüllahı düşmandan korumak için onun
etrafına toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet
toplayanlar, "Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur." dediler.
Düşmanı kovalayanlar da "Siz, ganimete bizden daha lâyık değilsiniz." Zira
düşmanın o malları alıp götürmelerine biz mânı olduk, onları bizmağlupettik."
dediler, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in çevresinde
bulunup onu koruyanlar ise: "Siz, ganimete bizden daha layık değilsiniz. Çünkü
biz, Resûlüllah’a, düşmandan bir zarar
geleceğinden korkarak onun etrafında toplandık ve bundan dolayı ganimet
toplayamadık." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve
Resûlüllah, ganimet mallarını müslümanlar
arasında eşit bir şekilde taksim etti. Ahmet b.
Hanbel, Müsned, C: 5, S: 324 Bu görü,
Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de
nakledilmiştir.
b- Bedir savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin,
ganimetten özel pay istemeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta da Sa'd b. Ebi
Vakkas diyor ki:
"Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı öldürdüm. Onun
"Zül Kuteyfe" adındaki kılıcını alıp Resûlüllah’a
geldim Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 180
Dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu
kılıcı bana ver." Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu
kılıç ne senindir ne de benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy."
Kılıcı koydum geri döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim "Belki de
Resûlüllah bu kılıcı, savaşta benim gibi
imtihan geçilmemiş olan birine verecektir." Böyle düşünürken birisi arkadan beni
çağırdı. Dedi ki "Acaba Allah hakkımda bir hüküm mü indirdi?"
Resûlüllah'ın yanına vardım bana buyurdu
ki: "Sen, benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı.
Al o kılıç senin olsun." İşte bu âyet sırada nazil olmuştu
Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur'an, bab: 9,1 ladis No:
3079) / Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 178 / Eb Davud, K. el-Cihad, bab: 156,
Hadis No: 2740 / Müslim, K. el-Cihad, bab 33-34, Hadis No: 1748
c- Bedir savaşına katılanlar Resûlüllah'tan,
ganimet mallarının taksim edilmesini istemişler ve bunun üzerine bu âyet nazil
olmuş ve ganimet mallarının Allah’a ve Resulüne ait olduğunu,
Resûlüllah'ın, o mallarda dilekliği gibi
tasarrufta bulunacağını beyan etmiş ancak daha sonra aynı Sûre'nin, kırk
birinci âyeti gelmiş ve ganimetlerin nasıl
taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüş. A'maş,
Dehhak, İbn-i Cüreyc ve
İkrime'den nakledilmiştir.
Taberi, âyetin genel ifadesinin, bütün bu
görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir.
Âyet-i kerime'in neshi hususuna gelince: Bir kısım âlemler, bu âyetin mensuh
olduğunu sölmeşilerdir. "Enfal" kelimesini bütün ganimetler manasına almışlar ve
ganimetlerin önce, sadece Resûlüllah’a
ait olduğunu ve bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu, bu itibarla Bedir
savaşı ganimetlerini, kendisine bir pay almadan, mücahitler arasında eşit
şekilde dağıttığını, ancak daha sonra aynı surenin kırkbirinci
âyeti inerek, ganimetlerin nasıl taksim edileceğini hükme bağladığını ve bu
âyeti de neshettiğini söylemişlerdir, Mücahid,
İkrime, Süddî
bu görüştedirler.
Diğer bir kısım âlimler ise bu âyette
geçen "Enfal" kelimesinin mânâsının, "Ganimetleri toplamak" olduğunu, daha sonra
gelen kırk birinci, âyetin ise, toplanılan
ganimet mallarının, nasıl taksim edileceğini belirttiğini, bu sebeple bu âyetin
mensuh olmadığını, sadece kırbirinci âyetle
hükmünün kayıtlandığını söylemişlerdir.
Taberi, âyet-i kerime'nin mensuh olduğuna dair herhangi bir işaret
bulunmadığını, bu itibarla, herhangi bir delile dayanmaksızın Âyetin mensuh
olduğunu söylemenin doğru olmayacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir.
"Allah Teâla bu âyet-i kerime'de
ganimetlerin, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e ait olduğunu ve
bunlardan dilediğine pay vereceğini bildirmiştir.
Resûlüllah da bazan düşmanı öldürene,
Öldürülenin teçhizatını vermiş bazan orduya savaşa başlamadan önce ganimetin
dörtte birini, savaş bittikten sonra da beşte bir'in dışında kalanın üçte birini
vermiştir Bir kısım insanlara da bazı savaşlarda, ganimetten payını aldıktan
sonra, İlaveten develer vermiştir. Bu da göstermektedir ki, zikri yüce olan
Allah, ganimetler hakkında nasıl davramlacağını, peygamberi
Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e bırakmış ki
onlarda müslümanların maslahatlarım gözeterek tasarrufta bulunsun.
Resûlüllah'tan sonra gelen halifelere
düşen de, onun sünnetine uymaları ve ganimet mallarında müslümanların
maslahatını gözeterek çeşitli tasarruflardan bulunmalarıdır.
Âyet-i kerime'de "Aranızı düzeltin"
buyurulmaktadır. Katade ve
İbn-i Cüreyce göre bu cümleden maksat, Bedir
savaşında ganimet alanlar aldıkları, paylarından birbirlerine vererek
uzlaşmalarıdır. Böylece ganimetten pay alan güçlü ve kuvvetli olan insanlar yine
ondan pay alan zayıflara kendi paylarından bir kısmını vererek aralarını bulmuş
olsun ve uzlaşmış olsunlar.
Mücahid, Abdullah
b. Abbas ve Südtli'ye göre ise bu ifadeden maksat, insanların, ganimet
hususundaki tartışmaları bırakıp bir birleriyle sulh olmalarıdır. Allah, onlara
bu tür tartışmaları yasaklamıştır.
Mü’minler ancak o kimselerdirki, Allah zikredildiği
zaman kalbleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını
artırır ve sadece rablerine güvenirler.
Mü’minler, Allah'ın, kitabında indirdiği yasaklan ihlal edip farzları
terkedenler değil, Allah anıldığı zaman kalbleri, ürperen kendilerine Allah'ın
âyetleri okunduğunda kalbleri ürperip imanları artan ve Allah'tan başka kimseden
medet ummayanlardir.
Bu âyet-i kerime, gerçekten iman edenlerin sıfatlarını beyan etmekte onların,
Allah'ın âyetleri okunduğunda kalblerinin ürperdiğini, böylece Allah'ın
emirlerine sımsıkı sarılıp yasaklarından derhal kaçındıklarını beyan etmektedir.
Mü’mine yaraşan, bir günah işlediğinde hemen ondan tevbe etmesidir. Bu hususta
diğer bir âyet-i kerime'de şöyle
buyurulmaktadır: "Onlar, bir hayasızlık yaptıkları veya nefislerine
zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını
isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Yaptıkları kötülükte bile bile
ısrar etmezler. Al-i İmrân sûresi, 3/135
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Münafıklar,
Allah'ın farzlarını yerine getirirken onların kalbine Allah'ı hatırlatma gimez.
Onlar, Allah'ın âyetlerinden herhangi birine iman etmezler. Allah'a tevekkül
etmezler. Kimsenin olmadığı yerde namaz kımazlar. Mallarının zekâtlarım
vermezler. Bu sebeple Allahü teâlâ,
onların mü’min olmadıklarını bildirmiş, mü’minleri ise şu şekilde
vasfılandırmıştır. "Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman
kalbleri ürperir. Böylece Allah'ın farz kıldığı ibadetleri yerine getirirler.
Âyetleri kendilerine okunduğu zaman ise onların imanları artar ve onlar ancak
Allah'a güvenirler. Onun dışında herhangi bir kimseye güvenmezler.
Onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine
verdiğimiz rı-zıklardan, Allah yolunda harcarlar.
O mü’minler, kendilerine farz kıldığımız namazı hakkıyla kılarlar ve kendilerine
rızık olarak verdiğimiz mallardan, zekât, sadaka, cihad ve Hac gibi yerlere
harcarlar.
İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için, rableri
nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır.
Gerçek mü’minler, işte bu şekilde hareket edenlerdir. Yoksa "İman ettik" diyen
ve kalbleri nifakla dolu olanlar değildir. Bu gerçek mü’minler için, Allah
katında yüksek dereceler günahlarının affedilmesi ve cennette bol rızıklar
vardır. Âyette zikredilen derecelerden masat,
Mücahide göre dünya hayatındayken yaptıkları kıymetli amellerdir. İbn-i
Muhayriz'e göre ise, cennette erişecekleri mertebelerdir.
Bu durum (Ganimet malları hakkındaki ihtilaf)
mü’minlerden bir cemaat istemediği halde, rabbinin seni evinden hak uğrunda
çıkardığı (Bedirde savaşmak için çıkardığı) durum gibidir.
Müfessirler, neyin
Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde
evinden çıkarılmasına benzetildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- İkrimeye göre mü’minlerin,
Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendleri için hayırlı olacağı,
hususu, Resûlüllah'ın, mü’minler
istemediği halde evinden çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı
hususuna benzetilmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey mü’minler, nasıl
ki mü’minler istemediği halde Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden
çıkarması onun için hayırlı olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle
barışmanız sizin için daha hayırlıdır.
b- Mücahid ve
Süddiye göre ise burada, mü’minlerin
savaşmayı istememeleri durumu, Resûlüllah'ın
evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna göre de âyetin
mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu mü’minler daha önce Kureyşin ticaret kervanına el
koymak için senin, evinden çıkmanı istemiyorlardı ise şimdi de düşmanla savaşmak
istemiyorlar ve o hususta seninle tartışıyorlar.
c- Kûfeli lügat âlimlerinden
bazılarına göre ise burada Resûlüllah'ın,
ganimetleri taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için
evinden çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin
manası şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koymak için
çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine
getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de
kararını yerine getir."
d- Kûfeli lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım
insanların, ganimet malları hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaşmak
için tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir:
"Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için çıkardın
savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle tartışıyorlardı ise
şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar.
e- Bir kısım Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatları
zikredilen bazı mü’minlerin gerçek mü’min olmaları hususu
Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde
evden çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre
âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki mü’minler istemediği halde rabbiriin seni
evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperen, âyetleri
okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazlarını kılan ve
verdiğimiz rızıklardan infak edenlerin mü’min olmaları da hak'tır.
f- Bir kısım âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası:
"Mü’minlerden bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun
ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar." demektir.
Taberi bu görüşlerden
ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu,
Âyet-i kerime’de
mü’minlerin, Resûlüllah'ın, evinden
çıkmasını hoş görmedikleri gibi düşmanla savaşmayı da hoş görmedikleri hususunun
belirtilmek istendiğini söylemiştir.
Bu âyet-i kerime, Bedir savaşına işaret
etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan itmişti: Ebû Süfyan
idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan dönmekteydi.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) kafilenin gelişini haber aldı ve durumu
ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi ele geçirmek
istediler. Bunun üzerine Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) üçyüz on küsur
kişiden oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli
müşrikler haber almıştı. Ebû Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey
Mekkeliler yetişin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer
Muhammed bu kervana el koyarsa artık
bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu suretle bütün
Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik ordusuyla Medine'ye
doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den hareket eden
Resûlüllah da, ashabıyla birlikte Zafran
vadisine varmıştı. Bu sırada Cebrâil (aleyhisselam)
Resûlüllah'a gelerek "İki taifeden
biri yani ya Kervan veya Kureyş ordusu sizindir." vahyini bildirdi.
Bunun üzerine Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisinden
hangisini tercih edecekleri hususunda ashabıyla istişare etti.
Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan
bahsetseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola çıktık."
dediler. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Kervan deniz
kenarından geçip gitmiştir. Ebû Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir."
dedi. Ebubekir ve Ömer (radıyallahü anh) ayağa
kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey
Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak, sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan
sonra Mikdat b. Amr "Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu
yapmakta seninle beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullarının,
Mûsa aleyhisselama,
"Sen ve rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gibi
demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de seninle
beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey
insanlar görüşünüzü belinin. "Çünkü Resûlüllah,
Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece kendisini savunacaklarına dair
ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz: "Ey Allah'ın Resulü galibe bizi
kastediyorsun?" dedi. Resûlüllah da
"Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz. Getirdiğin İslâm'ın
hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize dair biat etmişiz.
İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi göstersen ve kendin içine
dalsan bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte oraya
dalarız..."
Bu konuşmlardan sonra Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O
zamanın harp usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan
bir kişi çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek
vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve bir
müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başladı.
Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf
ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci
cuma günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan
ufukları inletiyordu... Hazret-i Peygamber savaşın en şiddetli anında
mücahitlerin arasında dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek
oluyordu. İman güçleriyle savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan
müşrikleri sonunda bozguna uğratarak Allah'ın yardımıyla galip geldiler.
Gerçek açıkça ortaya çıkmışken, sanki göz göre göre
ölüme sürüklüyormuşçasına, hak olan cihad hususunda seninle münakaşa
ediyorlardı.
Bir kısım mü’minler: "Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla
savaşmak için hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için
çıkmıştık" diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbuki
bunu Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla
karşılaşmayı sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar.
Âyet-i kerime'de bir kısım insanların
Resûlüllah ile tartıştıkları
zikredilmektedir.
Abdullah b. Abbas ve İbn-i İshaka göre
bunlar, Resûlüllah'ın mü’min olan
sahabileridir. Bunlar demişlerdir ki:
"Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düşmanla karşılaşacağımızı haber vermiştin
ki onlarla savaşacak şekilde hazırlanalım."
İbn-i Zeyde göre ise burada,
Resûlüllah ile tartıştıkları beyan edilen
kimseler, müşriklerdir. Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi
hareket ediyorlar ve savaşmamak için Resûlüllah
ile tartışıyorlardı.
Taberi diyor ki, Bundan sonra gelen
Âyette "Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağın vaadediyordu da siz
kuvvetli olmayanın, sizin olmasını istiyordunuz." buyurularak mü’minlerin,
Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil kervanı istedikleri beyan edildiği için bu
âyette zikredilen tartışanların da mü’minler oldukları muhakkaktır."
Âyet-i kerime'de geçen "Gerçek"ten maksat,
savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin
açıkça ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye
göre bundan maksat, Resûlüllah'ın,
Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır.
Abdullah b. Abbas'a göre ise savaşmanın,
Allah tarafından emrediidiğinin ortaya çıkmasıdır.
Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Rasûlüm, senin, Allah'ın emri
dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hususunda
seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci
izaha göre ise "Ey Rasûlüm, savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine
de gerçek hususunda seninle tartışıyorlar." şeklindedir.
Hatırlayın, Allah, o iki zümreden birinin, sizin
olacağını vaadediyordu da siz, kuvvetli olmayanın sizin olmasını istiyordunuz.
Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek
istiyordu.
Zikredilen iki zümre, Ebû Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen,
takriben kırk kişilik kervanıyla, Resûlüllah'ın
bu kervana el koyacağım duyarak Mekke'den hareket edip Bedire kadarg elen,
yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar, kuvvetli olmayan zümrenin,
yani kervanın kendilerinin olmasını istiyorlardı.
Allahü teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanların
yücelmesini, kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neticede ilâhî irade
tecelli etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadılar fakat müşriklerle çarpışarak
onları mağlup ettiler.
Bu, suçlular istemese de Allah'ın, hakkı
gerçekleştirmesi ve bâtılı ortadan kaldırması içindir.
Allah, kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya
çıkarsın. Allah'a kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldırsın.
Artık putlara tapılır olmasın.
|