Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

176

 

008 - ENFÂL SÛRESİ

 

CÜZ :

9

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ENFAL SÛRESİ

Yetmiş beş âyettir. 30.-36. âyetleri Mekke'de, diğerleri Medine'de nazil olmuştur.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey Rasûlüm, sana, ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Ganimetler, Allah'ın ve Resulünündür. Eğer gerçek mü’minler iseniz, Allah'tan korkun, aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin."

Ey Rasûlüm, arkadaşların sana, ganimet malının kime ait olduğunu soruyorlar. Onlara de ki: "Ganimet sizin değil, Allah'ın ve Resulünündür. Onu dilediği yere verir. Eğer, rabbiniz tarafından gönderilenlere iman ediyorsanız, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Aranızdaki durumları düzeltin. Allah'ın ve Resulünün emrine itaat edin.

Bu âyetten geçen ve "Ganimet" olarak tercüme edilen "ENFAL" kelimesinden neyin kastedildiği hususunda şu açıklamalar yapılmaktadır.

a- İkrime, Mücahid, Dehhak, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyde göre buradaki "Enfal" kelimesi, "Ganimetler" demektir. Âyet-i kerime, ganimetlerin o sırada sadece Resûlüllah'a ait olduğunu, başka kimsenin bunda bir hakkı olmadığıni bildirmektedir. Daha sonra gelen başka bir âyet ise, ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey Rasûlüm, sahabilerin sana, Bedir savaşında elde ettiğiniz ganimetlerin kime ait olacağım soruyorlar. De ki: "Onlar, Allah'ın ve Peygamberindir."

b- Ali b. Salih'ten Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Enfal"dan maksat, müfrezelerin elde ettikleri ganimetlerdir. Âyet-i kerime'de bu gibi ganimetlerin, Allah'a ve Resulüne mahsus olduğu beyan edilmektedir.

c- Zührinin, Abdullah b. Abbas'tan rivâyet ettiğine ve Atâ b. Ebi Rebah'a göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaş sırasında kaçıp Müslümanlar tarafına geçen, asker, köle, Cariye, hayvan vb. şeylerdir. Bunlar, Resûlüllah'a aittir.O, bunlardan dilediği gibi tasarrufta bulunur. -Enfal, ganimet mallarının beşta biri demektir. Mücahid diyor ki: "Muhacirler: "Ganimet mallarından beşte bir niçin ayrılarak bizim paylarımızdan çıkarılıyor?" diye sorunca bu âyet-i kerime nazil olmuş ve ganimet mallarının beşte birinin Allah'a ve Resulüne ait olduğu bildirilmiştir.

d- Mücahide göre ise burada zikredilen "Enfal" kelimesinden maksat, bu surenin kırk birinci âyetinde, verileceği yerler belirtilen ganimetin beşte biridir. Bu âyette: "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, Peygamber'in, onun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır." buyurulmaktadır.

e- Abdullah b. Abbas'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, Resûlüllah'in veya yerine geçen Halifesinin, ganimet malının taksimi bittikten sonra bazı mücahitlere verebileceği, öldürdükleri düşmanın, elbise kılıç benzeri eşyalarıdır. Yani, ganimetten özel bir paydır.

f- Abdullah b. Mes'ud ve Mesruk'tan rivâyet edilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaştan önce, Peygamberimizin veya Halifesinin, bazı mücahidlere vermeyi vaaddettiği ganimet mallarıdır.

Taberi ise "Enfal" kelimesinin, devlet başkanının, ordunun bir kısmına veya tümüne ganimet paylarından fazla olarak verdiği mallar mânâsına geldiğini söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime'inin izahı şöyledir: "Ey Rasûlüm, sahabilerin sana, Bedir savaşı ganimetlerinin taksiminden sonra arta kalan malların kime ait olacağını soruyorlar. De ki: "Onlar size değil Allah’a ve Resulüne aittir. O, onları dilediği yere verir."

Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında şu üç görüş zikredilmektedir:

a- Bedir savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki:

"Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Bedir savaşına gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı. Allah, düşmanı mağlup etti. Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp onları yakalıyor ve öldürüyorlar, bazıları da savaş almanda ganimet topluyorlar, bir kısmı da Resûlüllahı düşmandan korumak için onun etrafına toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet toplayanlar, "Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur." dediler. Düşmanı kovalayanlar da "Siz, ganimete bizden daha lâyık değilsiniz." Zira düşmanın o malları alıp götürmelerine biz mânı olduk, onları bizmağlupettik." dediler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in çevresinde bulunup onu koruyanlar ise: "Siz, ganimete bizden daha layık değilsiniz. Çünkü biz, Resûlüllah’a, düşmandan bir zarar geleceğinden korkarak onun etrafında toplandık ve bundan dolayı ganimet toplayamadık." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve Resûlüllah, ganimet mallarını müslümanlar arasında eşit bir şekilde taksim etti. Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 324 Bu görü, Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de nakledilmiştir.

b- Bedir savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin, ganimetten özel pay istemeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta da Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı öldürdüm. Onun "Zül Kuteyfe" adındaki kılıcını alıp Resûlüllah’a geldim Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 180

Dedim ki:

"Ey Allah'ın Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu kılıcı bana ver." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu kılıç ne senindir ne de benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy." Kılıcı koydum geri döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim "Belki de Resûlüllah bu kılıcı, savaşta benim gibi imtihan geçilmemiş olan birine verecektir." Böyle düşünürken birisi arkadan beni çağırdı. Dedi ki "Acaba Allah hakkımda bir hüküm mü indirdi?" Resûlüllah'ın yanına vardım bana buyurdu ki: "Sen, benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı. Al o kılıç senin olsun." İşte bu âyet sırada nazil olmuştu Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur'an, bab: 9,1 ladis No: 3079) / Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 1, S: 178 / Eb Davud, K. el-Cihad, bab: 156, Hadis No: 2740 / Müslim, K. el-Cihad, bab 33-34, Hadis No: 1748

c- Bedir savaşına katılanlar Resûlüllah'tan, ganimet mallarının taksim edilmesini istemişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve ganimet mallarının Allah’a ve Resulüne ait olduğunu, Resûlüllah'ın, o mallarda dilekliği gibi tasarrufta bulunacağını beyan etmiş ancak daha sonra aynı Sûre'nin, kırk birinci âyeti gelmiş ve ganimetlerin nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüş. A'maş, Dehhak, İbn-i Cüreyc ve İkrime'den nakledilmiştir.

Taberi, âyetin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime'in neshi hususuna gelince: Bir kısım âlemler, bu âyetin mensuh olduğunu sölmeşilerdir. "Enfal" kelimesini bütün ganimetler manasına almışlar ve ganimetlerin önce, sadece Resûlüllah’a ait olduğunu ve bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu, bu itibarla Bedir savaşı ganimetlerini, kendisine bir pay almadan, mücahitler arasında eşit şekilde dağıttığını, ancak daha sonra aynı surenin kırkbirinci âyeti inerek, ganimetlerin nasıl taksim edileceğini hükme bağladığını ve bu âyeti de neshettiğini söylemişlerdir, Mücahid, İkrime, Süddî bu görüştedirler.

Diğer bir kısım âlimler ise bu âyette geçen "Enfal" kelimesinin mânâsının, "Ganimetleri toplamak" olduğunu, daha sonra gelen kırk birinci, âyetin ise, toplanılan ganimet mallarının, nasıl taksim edileceğini belirttiğini, bu sebeple bu âyetin mensuh olmadığını, sadece kırbirinci âyetle hükmünün kayıtlandığını söylemişlerdir.

Taberi, âyet-i kerime'nin mensuh olduğuna dair herhangi bir işaret bulunmadığını, bu itibarla, herhangi bir delile dayanmaksızın Âyetin mensuh olduğunu söylemenin doğru olmayacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir. "Allah Teâla bu âyet-i kerime'de ganimetlerin, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ait olduğunu ve bunlardan dilediğine pay vereceğini bildirmiştir. Resûlüllah da bazan düşmanı öldürene, Öldürülenin teçhizatını vermiş bazan orduya savaşa başlamadan önce ganimetin dörtte birini, savaş bittikten sonra da beşte bir'in dışında kalanın üçte birini vermiştir Bir kısım insanlara da bazı savaşlarda, ganimetten payını aldıktan sonra, İlaveten develer vermiştir. Bu da göstermektedir ki, zikri yüce olan Allah, ganimetler hakkında nasıl davramlacağını, peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bırakmış ki onlarda müslümanların maslahatlarım gözeterek tasarrufta bulunsun. Resûlüllah'tan sonra gelen halifelere düşen de, onun sünnetine uymaları ve ganimet mallarında müslümanların maslahatını gözeterek çeşitli tasarruflardan bulunmalarıdır.

Âyet-i kerime'de "Aranızı düzeltin" buyurulmaktadır. Katade ve İbn-i Cüreyce göre bu cümleden maksat, Bedir savaşında ganimet alanlar aldıkları, paylarından birbirlerine vererek uzlaşmalarıdır. Böylece ganimetten pay alan güçlü ve kuvvetli olan insanlar yine ondan pay alan zayıflara kendi paylarından bir kısmını vererek aralarını bulmuş olsun ve uzlaşmış olsunlar.

Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Südtli'ye göre ise bu ifadeden maksat, insanların, ganimet hususundaki tartışmaları bırakıp bir birleriyle sulh olmalarıdır. Allah, onlara bu tür tartışmaları yasaklamıştır.

2

Mü’minler ancak o kimselerdirki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablerine güvenirler.

Mü’minler, Allah'ın, kitabında indirdiği yasaklan ihlal edip farzları terkedenler değil, Allah anıldığı zaman kalbleri, ürperen kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda kalbleri ürperip imanları artan ve Allah'tan başka kimseden medet ummayanlardir.

Bu âyet-i kerime, gerçekten iman edenlerin sıfatlarını beyan etmekte onların, Allah'ın âyetleri okunduğunda kalblerinin ürperdiğini, böylece Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılıp yasaklarından derhal kaçındıklarını beyan etmektedir. Mü’mine yaraşan, bir günah işlediğinde hemen ondan tevbe etmesidir. Bu hususta diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bir hayasızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler. Al-i İmrân sûresi, 3/135

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Münafıklar, Allah'ın farzlarını yerine getirirken onların kalbine Allah'ı hatırlatma gimez. Onlar, Allah'ın âyetlerinden herhangi birine iman etmezler. Allah'a tevekkül etmezler. Kimsenin olmadığı yerde namaz kımazlar. Mallarının zekâtlarım vermezler. Bu sebeple Allahü teâlâ, onların mü’min olmadıklarını bildirmiş, mü’minleri ise şu şekilde vasfılandırmıştır. "Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Böylece Allah'ın farz kıldığı ibadetleri yerine getirirler. Âyetleri kendilerine okunduğu zaman ise onların imanları artar ve onlar ancak Allah'a güvenirler. Onun dışında herhangi bir kimseye güvenmezler.

3

Onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rı-zıklardan, Allah yolunda harcarlar.

O mü’minler, kendilerine farz kıldığımız namazı hakkıyla kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz mallardan, zekât, sadaka, cihad ve Hac gibi yerlere harcarlar.

4

İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için, rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır.

Gerçek mü’minler, işte bu şekilde hareket edenlerdir. Yoksa "İman ettik" diyen ve kalbleri nifakla dolu olanlar değildir. Bu gerçek mü’minler için, Allah katında yüksek dereceler günahlarının affedilmesi ve cennette bol rızıklar vardır. Âyette zikredilen derecelerden masat, Mücahide göre dünya hayatındayken yaptıkları kıymetli amellerdir. İbn-i Muhayriz'e göre ise, cennette erişecekleri mertebelerdir.

5

Bu durum (Ganimet malları hakkındaki ihtilaf) mü’minlerden bir cemaat istemediği halde, rabbinin seni evinden hak uğrunda çıkardığı (Bedirde savaşmak için çıkardığı) durum gibidir.

Müfessirler, neyin Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evinden çıkarılmasına benzetildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- İkrimeye göre mü’minlerin, Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendleri için hayırlı olacağı, hususu, Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evinden çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı hususuna benzetilmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey mü’minler, nasıl ki mü’minler istemediği halde Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden çıkarması onun için hayırlı olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle barışmanız sizin için daha hayırlıdır.

b- Mücahid ve Süddiye göre ise burada, mü’minlerin savaşmayı istememeleri durumu, Resûlüllah'ın evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu mü’minler daha önce Kureyşin ticaret kervanına el koymak için senin, evinden çıkmanı istemiyorlardı ise şimdi de düşmanla savaşmak istemiyorlar ve o hususta seninle tartışıyorlar.

c- Kûfeli lügat âlimlerinden

bazılarına göre ise burada Resûlüllah'ın, ganimetleri taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için evinden çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koymak için çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de kararını yerine getir."

d- Kûfeli lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım insanların, ganimet malları hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaşmak için tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için çıkardın savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle tartışıyorlardı ise şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar.

e- Bir kısım Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatları zikredilen bazı mü’minlerin gerçek mü’min olmaları hususu Resûlüllah'ın, mü’minler istemediği halde evden çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki mü’minler istemediği halde rabbiriin seni evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperen, âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazlarını kılan ve verdiğimiz rızıklardan infak edenlerin mü’min olmaları da hak'tır.

f- Bir kısım âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası: "Mü’minlerden bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar." demektir.

Taberi bu görüşlerden ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, Âyet-i kerime’de mü’minlerin, Resûlüllah'ın, evinden çıkmasını hoş görmedikleri gibi düşmanla savaşmayı da hoş görmedikleri hususunun belirtilmek istendiğini söylemiştir.

Bu âyet-i kerime, Bedir savaşına işaret etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan itmişti: Ebû Süfyan idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan dönmekteydi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kafilenin gelişini haber aldı ve durumu ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi ele geçirmek istediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçyüz on küsur kişiden oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli müşrikler haber almıştı. Ebû Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey Mekkeliler yetişin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer Muhammed bu kervana el koyarsa artık bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu suretle bütün Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik ordusuyla Medine'ye doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den hareket eden Resûlüllah da, ashabıyla birlikte Zafran vadisine varmıştı. Bu sırada Cebrâil (aleyhisselam) Resûlüllah'a gelerek "İki taifeden biri yani ya Kervan veya Kureyş ordusu sizindir." vahyini bildirdi.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisinden hangisini tercih edecekleri hususunda ashabıyla istişare etti. Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan bahsetseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola çıktık." dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kervan deniz kenarından geçip gitmiştir. Ebû Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir." dedi. Ebubekir ve Ömer (radıyallahü anh) ayağa kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak, sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan sonra Mikdat b. Amr "Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu yapmakta seninle beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullarının, Mûsa aleyhisselama, "Sen ve rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gibi demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de seninle beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey insanlar görüşünüzü belinin. "Çünkü Resûlüllah, Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece kendisini savunacaklarına dair ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz: "Ey Allah'ın Resulü galibe bizi kastediyorsun?" dedi. Resûlüllah da "Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz. Getirdiğin İslâm'ın hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize dair biat etmişiz. İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi göstersen ve kendin içine dalsan bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte oraya dalarız..."

Bu konuşmlardan sonra Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O zamanın harp usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan bir kişi çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve bir müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başladı. Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci cuma günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan ufukları inletiyordu... Hazret-i Peygamber savaşın en şiddetli anında mücahitlerin arasında dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek oluyordu. İman güçleriyle savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan müşrikleri sonunda bozguna uğratarak Allah'ın yardımıyla galip geldiler.

6

Gerçek açıkça ortaya çıkmışken, sanki göz göre göre ölüme sürüklüyormuşçasına, hak olan cihad hususunda seninle münakaşa ediyorlardı.

Bir kısım mü’minler: "Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla savaşmak için hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için çıkmıştık" diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbuki bunu Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla karşılaşmayı sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar.

Âyet-i kerime'de bir kısım insanların Resûlüllah ile tartıştıkları zikredilmektedir.

Abdullah b. Abbas ve İbn-i İshaka göre bunlar, Resûlüllah'ın mü’min olan sahabileridir. Bunlar demişlerdir ki: "Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düşmanla karşılaşacağımızı haber vermiştin ki onlarla savaşacak şekilde hazırlanalım."

İbn-i Zeyde göre ise burada, Resûlüllah ile tartıştıkları beyan edilen kimseler, müşriklerdir. Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi hareket ediyorlar ve savaşmamak için Resûlüllah ile tartışıyorlardı.

Taberi diyor ki, Bundan sonra gelen Âyette "Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağın vaadediyordu da siz kuvvetli olmayanın, sizin olmasını istiyordunuz." buyurularak mü’minlerin, Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil kervanı istedikleri beyan edildiği için bu âyette zikredilen tartışanların da mü’minler oldukları muhakkaktır."

Âyet-i kerime'de geçen "Gerçek"ten maksat, savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin açıkça ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye göre bundan maksat, Resûlüllah'ın, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır. Abdullah b. Abbas'a göre ise savaşmanın, Allah tarafından emrediidiğinin ortaya çıkmasıdır. Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Rasûlüm, senin, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hususunda seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci izaha göre ise "Ey Rasûlüm, savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine de gerçek hususunda seninle tartışıyorlar." şeklindedir.

7

Hatırlayın, Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağını vaadediyordu da siz, kuvvetli olmayanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.

Zikredilen iki zümre, Ebû Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen, takriben kırk kişilik kervanıyla, Resûlüllah'ın bu kervana el koyacağım duyarak Mekke'den hareket edip Bedire kadarg elen, yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar, kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendilerinin olmasını istiyorlardı. Allahü teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanların yücelmesini, kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neticede ilâhî irade tecelli etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadılar fakat müşriklerle çarpışarak onları mağlup ettiler.

8

Bu, suçlular istemese de Allah'ın, hakkı gerçekleştirmesi ve bâtılı ortadan kaldırması içindir.

Allah, kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya çıkarsın. Allah'a kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldırsın. Artık putlara tapılır olmasın.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç