Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

38

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

238

Namazlara ve orta namaza devam edin. Gönülden boyun eğerek Allah’ın huzurunda durun.

Farz namazlara ve orta namaza, yani ikindi namazına devam edin. Namazlarınızda Allah'ın huzurunda, gönülden itaat içinde, huşu ile sessizce durun.

Müfessirler, âyet-i kerime’de zikredilen "Orta namaz"dan neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir.

a- Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas, Ebû Hureyre, Ebû Said el-Hudri, Hazret-i Ai-şe, Ümmü Seleme, Hazret-i Hafsa, Abdullah b. Mes'ud, Semüre b. Cündeb, Ümmü Habibe, Hasan-ı Basri, İbrahim en-Nehai, Rüzeyn b. Hubeyş, Katade, Dehhak, Mücahid, Ebû Eyyub ve Zır b. Hubeyşe göre bu âyette zikredilen "Orta na-maz"dan maksat, ikindi namazıdır. Bu hususta bazı sahabilerden şu hadis-i şerifler Rivâyet edilmiştir:

Hazret-i Âişenin azadlı kölesi Ebû Yunus diyor ki:

"Âişe (radıyallahü anhâ) bana, kendisi için bir Kur'an nüshası yazmamı emretti ve dedi ki: "Namazlara ve orta namaza devam edin." âyetine gelince onu bana bildir." Ben de o âyete gelince ona haber verdim. O da bana: "Namazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam edin." şeklînde yazdırdı ve dedi ki: "Ben bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)den duydum. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, bab: 28, Hadis No. 2982

Ümmü Selemenin azadlı kölesi Abdullah b. Rafı de Ümmü Selemenin kendisine Kur'an nüshası yazdırırken aynen Hazret-i Âişeden Rivâyet edilen şekilde yazdırdığını, Nafı de Hazret-i Hafsanın Kur'an nüshası yazdınrken yazana aynen Hazret-i Âişenin söylediği şeyleri söyleyip yazdırdığını Rivâyet etmişlerdir.

Bu hususta Semure b. Cündeb, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Orta namaz ikindi namazıdır" buyurduğunu Rivâyet etmiştir. Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, bab: 29 Hadis No. 2983

Abdullah b. Mes'ud da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Orta namaz, ikindi namazıdır." buyurduğunu söylemiştir Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre, bab: 31, Hadis No. 2985, Tirmizî, hadisin lınsen ve sîihih olduğunu, zeyd b. sabit, ütbe ve Ebû Hureyreden de Rivâyet edildiğini söylemiştir.

Hazret-i Aliye (radıyallahü anhâ) Hendek savaşı sırasında ikindi namazı hakkında Resûlüllah’ın şöyel buyurduğunu Rivâyet etmiştir:

"Düşmanlar bizi orta namazdan alıkoydular. Nihâyet güneş battı. Allah onların kabirlerini ve evlerini ateşle doldursun." Diğer bir Rivâyette, "Kabirlerini ve içlerini ateşle doldursun," şeklindedir") Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2. bab: 42/Müslim, K. el-Mesacid, bab: 202, 205, Hadis No.627 Bu hadis-i şerif Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbastan da Rivâyet edilmiştir. Berâ b. Âzib ise şöyle demiştir: "Bu âyet indiğinde "Namazlara ve ikindi namazına devam edin." şeklindeydi. Ben bunu Resûlüllah’ın döneminde Allah'ın dilediği kadar okumuştum. Daha sonra ise Allahü teâlâ âyetin bu şeklini neshetti ve "Namazlara ve orta namaza devam edin." şeklinde indirdi.

İbrahim b. Yezitl ed-Dımışkî diyor ki: "Ben Abdulaziz b. Mervanın yanında oturuyordum. O bir adama: "Ey filan, falan adamın yanına git ve ona de ki: "Sen Resûlüllahtan orta namaz hakkında ne işittin?" Bunun üzerine orada oturan bir adam şöyle dedi: "Ben, küçük bir çocuk iken Ebubekir ve Ömer, orta namazın ne demek olduğunu sormam için beni Resûlüllah’a gönderdiler. O benim, serçe parmağımı tuttu "İşte sabah namazı budur" Sonra serçe parmağımın yanındaki parmağı tuttu "Öğle namazı da budur." dedi. Sonra baş parmağımı tuttu "Akşam namazı budur." dedi. Daha sonra onun yanmdakini (şehadet parmağını) tuttu ve "Yatsı namazı budur" dedi. Sonra da "Hangi parmağın kaldı?" dedi. Dedim ki: "Orta parmağım." Dedi ki: Hangi namaz kaldı?" Dedim ki: "İkindi namazı." dedi ki: "İşte orta namaz budur."

Resûlüllah, ikindi namazını kılmayanlar için büyük bir ceza bulunduğunu haber vermiştir.

Abdullah b. Ömer Resûlüllah’ın, ikindi namazını geçiren kimse için:

"O adam, ailesi ve malı helak edilmiş gibidir." buyurduğunu söylemiştir Buhari, K. Mevakit es-Salah, bab: 14/Müslim, K. el-Mesacid, bab: 200, Hadis No.626

b- Abdullah b. Ömer ve Zeyd b. Sabit'ten nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Orta namaz"dan maksat, öğle namazıdır. Zeyd b. Sabit diyor ki: "Resûlüllah öğle namazını sıcaktan dolayı insanların ortalıktan çekildikleri zamanda kılardı. Resûlüllah’ın kıldığı namazlar içinde, sahabilere bundan daha zor gelen bir namaz yoktu. Onların bu zorlanmaları üzerine "Namazlara ve orta namaza devam edin." âyeti nazil oldu. Zeyd b. Sabit, diyor ki: "Öğleden önce de iki namaz vardır. Ondan sonra da iki namaz vardır.

Hazret-i Hafsanın Kur'an-ı Kerim nüshası yazdırırken bu âyeti: "Namazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam edin." şeklinde yazdırdığı ve bunu Resûlüllahtan işittiği rivâyet edilmektedir. Görüldüğü gibi bu Rivâyete göre ikindi namazı, orta namazdan ayrı bir namaz olarak zikredilmiştir. Bu da orta namazın, öğle namazı olduğunu göstermektedir.

c- Kubeyse b. Züeyb'e göre ise "Orta namaz"dan maksat, akşam namazıdır. Zira, rekatlarının sayısı bakımından namazların ne en azı ne de en çoğudur. Onların ortasındaki bir sayıdadır. Ayrıca, yolculukta dahi kısaltılmaz. Keza Resûlüllah onun ne vaktini ertelemiş ne de onu acele ederek kılmıştır.

d- Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah, Ata, İkrime, Mücahid, Abdullan b. Şeddad ve Rebi' b. Enesten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Orta namaz"dan maksat, sabah namazıdır.

Taberi diyor ki: "Bunların, "Orta namaz"dan maksadın sabah namazı olduğunu söylemelerinin sebebi, şudur: "Bunlar âyetin devamında gelen ve "Gönülden boyun eğerek." şeklinde tercüme edilen ifadesini "Kunut duası yapanlar" şeklinde izah etmişlerdir. Buradaki "Orta namaz"dan maksadın da sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.

c- Abdullah b. Ömer, Rebi' b. Haysem ve Said b. el-Müseyyebden nakledilen diğer bir Rivâyete göre bu âyette zikredilen "Orta namaz" beş vakit namaz içinde herhangi bir vakittir. Bu vaktin hangi vakit olduğu belirtilmemiştir. Zira bu vakit belirtilecek olsaydı insanlar sadece ona titizlik gösterir diğerlerini ihmal ederlerdi. Bu sebeple "Orta namaz"dan maksadın hangi vakitte kılman namaz olduğu belirtilmedi. Ta ki kullar bütün vakitlere devam etmek suretiyle ona da devam etmiş olsunlar.

Taberi diyor ki: "Zikrettiğimiz bu görüşler içerisinde doğru olanı, hakkında Resûlüllahtan birbirini destekleyen çokça haberler zikredilenidir. O da ikindi namazıdır."

Allahü teâlâ, kullarını özellikle bu vakitte namaz kılmaya teşvik etliği gibi Resûlüllah da bu vakitte namaz kılmaya teşvik etmiştir.

Ebû Basra el-Ğifari diyor ki:

"Resûlüllah "Muhammas" denen yerde bizlere ikindi namazını kıldırdı. Sonra buyurdu ki: "Bu namaz, sizden öncekilere arzedilmişti. Fakat onlar bunu zayi ettiler. Kim bu namaza devam edecek olursa onun için iki kat nıükâfaat vardır. Şahit doğuncaya kadar bu namazdan başka namaz yok: tur. (Yani başka namaz kılınmaz) Şahit ise yıldızdır. Müslim, K. el-Msafirim, bab: 292, Hadis No. 830/Nesei, K. Mevakıt es-Salah. bab: 14

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını geçiren kimse için "O adam, ailesi ve malı helak edilmiş gibidir. Buhari, K. Mevakit es-Sabah, bab: 14/ Müslim, K. el-Mesacid, bab: 200,201, Hadis No: 626 buyurmuştur.

Umare b. Rüeybe diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in güneşin doğmasından önce ve batmasından önce namaz kılan bir kimse asla cehennem ateşine girmeyecektir. "Yani sabah ve ikindi namazını kılan bir kimse asla cehennem ateşi görmeyecektir." buyurduğunu işittim. Müslim, K. el-Mesacid, bab: 213,214, Hadis No. 634

Taberi diyor ki: "Bütün namazlara devam etmek farz olduğu halde Resûlüllah’ın özellikle ikindi namazına devam etmeyi teşvik etmesi gösteriyor ki Allahü teâlâ da "Orta namaza devam edin" buyurarak ikindi namazına devam etmeyi teşvik etmiştir. Taberi devamla diyor ki: "Diğer vakitler arasında, özellikle ikindi namazına devam edilmesinin emredilmesi şu hikmete binaen olmalıdır. Akşam yatsı ve sabah namazları insanların çoğunun işlerini bıraktıkları ve dinlendikleri vakitlerde olduğu için onları kılmaları kendileri için bir zorluğa sebep olmaz. Öğlen namazı da sıcağın şiddetli anma rast geldiğinden, insanların istirahata çekilme anlarında kılınır. Bu da onlar için zor değildir. İkindi namazı ise. insanların çalışmalarının yoğun olduğu bir zamana rastlar. Bu bakımdan onu ihmal etme durumu tlaha çoktur. Bu sebeple Allahü teâlâ bütün namazlara devam edilmesini emrederken, özellikle ikindi namazına da devam etmelerini emretmiştir. İkindi namazına "Orta namaz" denmesinin sebebi ise, kendisinden önce iki vakit kendisinden sonra iki vaktin bulunması ve kendisinin beş vakit namazın tam ortasında bulunmasındandır.

Âyet-i kerime’nin devamında zikredilen ve "Gönülden boyun eğerek Allah'ın huzurunda durun." diye tercüme edilen cümlesinde geçen ve "Gönülden boyun eğerek" diye tercüme edilen kelimesinden neyin kastedildiği hakkında müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Şa'bi, Ata, Said b. Cübeyr, Dehhak, Abdullah b. Abbas, Hasan b. Ebil Hasan, Mücahid, Atiyye, Said b. Abdülaziz, Tâvûs ve Ebû Said el-Hudriden Rivâyet edilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen kelimesinin mânâsı "İtaat ediciler" demektir. Bu hususta Ebû Said el-Hudri, Resûlüllah’ın:

"Kur'anda zikredilen her kelimesinden maksat, "İtaattir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3 s,75 buyurduğunu Rivâyet etmiştir.

b- Süddi, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Erkam, İkrime ve İbn-i Zeyd'den Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen kelimesinden maksat "Sükut edenler, konuşmayanlar." demektir.

Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Resûlüllah beni, namazda iken selamımı almaya alıştırdı. (O namazda iken selam verdiğimde selamımı alırdı) Yine bir gün onun yanına varıp namazda iken selam verdim. Selamımı almadı. (Namazı bitirince) şöyle buyurdu: "Allah, dilediği zaman işinde yeniük yapar. O namazda, Allah’ı zikretme, onu şanına layık bir şekilde tesbih etme ve yüceltme dışında herhangi bir kimsenin herhangi bir şey konuşmaması esasını ihdas etti. Siz, Allah için sükut ederek namaz kılın."

Zeyd b. Erkam diyor ki:

"Biz, daha önceleri namaz kılarken birbirimizle konuşuyorduk. Öyle ki bazımız diğer kardeşinden ihtiyacı olduğu şeyi istiyordu. Nihâyet, "Namazlara ve orta namaza devam edin ve sukut ederek Allah'ın huzurunda durun." âyeti indi ve namazın içinde iken susmamız emredildi. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, bab: 4/Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2 bab: 32, Hadis No. 2986

c- Mücahid ve Rebi" b. Enese göre, burada zikredilen kelimesinden maksat, "Rüku eden, huşu içinde olan" demektir. Bu hususta Mücahidin şunları söylediği rivâyet edilmektedir. "Namazda rükuun uzun oluşu, gözlerin kapalı olması, namaz kılan kimsenin rabbine karşı kendisini zelil hissetmesi ve Allah korkusundan dolayı huşu içinde olması (Bunların hepsi) kunuttardır. Alimlerden biri namaz kıldığında Rahman olan Allah'ın huzurunda ondan çekinerek etıafına bakamazdı. Secde yerindeki çakıl taşlarını dahi bir tarafa ilemezdi. Herhangi bir şeyle oynayamaz hatta dünyaya ait bir işi hatırından bile geçiremezdi. Ancak dalgın olduğu durumlarda böyle bir şey olurdu.

d- Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre bu âyette zikredilen kelimesinden maksat "Dua edenler" demektir. Buna göre âyetin mânâsı "Siz, namazı, Allah’a yalvararak onun için kılın" demektir. Bu hususta Ebû Reca diyor ki: "Ben, Basra Mescidinde Abdullah b. Abbasın arkasında sabah namazını kıldım. O, rükudan önce kunut yaptı. Sonra dedi ki: "Allahü teâlânın "Kunut yapanlar" olarak Allah için namaz kılın." buyurduğu orta namaz işte budur." dedi.

Teberi diyor ki: "Bu âyetin tefsirinde tercihe şayan olan görüş kelimesinden maksat "İtaat edenler"dir, diyen görüştür.. Allah’a itaat, namazda susmayı da huşu içinde olmayı da Allah’a yalvarmayı da kapsar. Bu sebeple, âyeti geniş şekilde yorumlamak daha evladır.

239

Eğer korku içinde bulunursanız, yaya olarak yahut binekli iken namazınızı kılın. Emniyet içinde olduğunuzda da, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin.

Eğer savaş sırasında düşman korkusundan dolayı, durup ta namazı ayakta kilamıyorsanız, yürüken yahut bineklerin üzerinde kılın. Düşmanlarınızın saldırısından emin olur da korku kalmazsa, namazınızı, Allah'ın size öğrettiği şekilde ona şükür ve övgüde bulunarak kilin. Yani namazı, rükuu ile, secdesi ile ve diğer erkânı ile tam olarak kılın.

İbrahim en-Nehai, Zühri ve Rebi' b. Enesten nakledilen bir görüşe göre, düşmanla çarpışmakta olan kişi kıbleye tam olarak yönelme şartı olmaksızın, dilediği yöne doğru, yürüyerek veya bineğinin üzerinde namazını kılabilir. Bu durumda namaz iki rekattır ve ima ile kılınır. Yani secdeyi rükudan biraz daha fazla eğilerek yapar.

Said b. Cübeyr, Hasan-i Basri, Mücahid, Süddi ve Ata da, korku içinde olan kimsenin, bineğinin üzerinde veya yürüyerek ve ima ile namazını kılacağını söylemişlerdir.

Dehhak ise dilediği yöne doğru, bineğinin üzerinde veya yürüyerek namaz kılabileceğini söylediği gibi, ima ile namaz kılma imkânı bulamaması halinde de iki kere tekbir alarak namaz kılmış olabileceğini söylemiştir.

Katade, Hasan-ı Basri ve Cabir b. Abdullah ise, korku anında iki rekat kı-lamayanm tek rekat kılması halinde bunun yeterli olacağını söylemişlerdir.

Taberi ise, âyette zikredilen korkunun insanı helake sürüklemesi ihtimali kuvvetli olan hertürlü korku olduğunu, düşman korkusu, yırtıcı hayvan saldırısı, evcil hayvanların saldırması ve sel baskını gibi bütün korkuların bu âyette zikredilen korkuya dahil olduğunu, zira âyetin genel olarak korkuyu zikrettiğini söylemiştir. Ayrıca korku namazı hakkında Abdullah b. Ömerin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) korku namazını şöyle kıldırdı. (Müslümanlar iki guruba ayrıldı). Resûlüllah bir guruba bir rekat namaz kıldırdı. Diğer gurup düşmanın karşısında duruyordu. Resûlüllah birinci guruba bir rekat namaz kıldırınca onlar ayrılıp arkadaşlarının yerine düşman karşısına gittiler. Düşmanın karşısında bulunan gurup geldi. Resûlüllah bir rekat da onlara kıldırdı. Somu selam verdi. Bundan sonra ise her gurup, eksik kalan birer rekatlarını kendi kendilerine tamamladılar Müslim, K. el-Müsafirin, bab: 305,306 Hadis No. 839/Tirmizi, K. es Salah hab: 398 Hadis No. 564

Âyet-i kerime’de zikri geçen namaza "Korku namazı" denmektedir. Ebû Hanifeye göre, muharebe sırasında namazı nomıal şekilde durup kılma imkanı olmazsa, yaya olanlar namazı tehir edip sonra kaza ederler. Eğer binekli iseler binekleri üzerinde kılarlar. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek muharebesinde öğle, ikindi ve akşam namazlarını, güneş battıktan sonra hep birlikte kılmıştır.

Bu hususta Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Hendek savaşında Ömer b. Hattab gelip Kureyş kâfirlerine fena sözler söyledi ve "Ey Allah'ın Resulü, ben daha ikindiyi kılmadım, güneş neredeyse batmak üzere." dedi. Resûlüllah da: "Vallahi ben de kılmadım." dedi. Sonra bir düzlüğü indi, abdest aldı, güneş battıktan sonra, önce ikindiyi, daha sonra da akşam namazmı kıldi. Buhari, K-es. Sabah el-Havaf bab: 4

İmam Şafiîye göre ise, savaşın kızıştığı zamanlarda, binekli olsun yürüyerek olsun, kıbleye karşı olsun veya başka tarafa doğru olsun, namaz işaretle kılınır.

İmam Şafii, Ebû Hanifenin delil gösterdiği hadîsi şerife mukabil şöyle demektedir: "Hendek savaşı zamanında henüz bu âyet nazil olmamıştı ve korku namazı da yoktu. Âyet-i kerime daha sonra nazil oldu. Korku namazı hakkında daha geniş bilgi için Nisa suresinin yüz bir ve yüz üçüncü âyetlerinin izahına bakınız.

240

İçinizden ölüp te geride eşler bırakan erkekler, kadınlarının, evlerinden çıkarılmayarak bir yıla kadar bırakılmasını vasiyet etsinler. Şâyet kadınlar evden çıkacak olurlarsa, kendileri için yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey mü’minler, sizden kim ölür de geride de eşleri kalırsa, Allah, size o kadınları, tam bir yıl, ölen kocalarının evlerinden çıkarmamanızı farz kıldı. Eğer kadınlar, ölen kocalarının evlerini, bir yılı tamamlamadan terkederlerse onların, kocalarının yasını tutmayarak evlerini terkelmelerinde, süslenip koku sürmelerinde, ölenin varisleri için bir zorluk ve sorumluluk yoktur. Allah, ceza verişinde her şeye galiptir, koyduğu şeriat ve hükümlerde hikmet sahibidir.

Katade, Rebi' b. Enes, Abdullah b. Abbas, Dehhak, Ata, Mücahid ve İbn-i Zeyde göre bu âyet-i kerime, Nisa suresinin on ikinci âyeti ve Bakara suresinin iki yüz otuz dördüncü âyetiyle neshedilmiştir. Zira, önceleri bir insan ölür de geride karısı sağ kalırsa o kimse ister karısı lehine vasiyetle bulunsun, isterse bulunmasın karısı, ölen kocasının evinde bir yıl kalırdı. Bu âyet-i kerime bu hususu beyan etmektedir. Ancak, Bakara suresinin iki yüz otuz dördüncü âyeti inerek kocası ölen kadınların bir yıl değil dört ay on gün iddet bekleyeceklerini beyan etti. Nisa suresinin on ikini âyeti de nazil oldu ve kocası ölen kadına nafaka verilmeyeceğini, zira onun, kocasının malına mirasçı olacağını kocasının çocukları varsa malının sekizde birini, yoksa dörtte birini alacağını beyan etti ve böylece kadının artık nafaka alamayacağı bildirildi.

Katade ve Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre de bu âyet-i kerime mensuhtur. Ancak neshedilen bu âyet, sadece kadına vasiyette bulunalabileceğini beyan etmektedir. Öyle ki mirasın nasıl taksim edileceğini beyan eden âyetler nazil olmadan önce kişi, hanımına ve dilediği kimselere terekesinden vasiyette bulunabiliyordu. Mirasın hükümlerini beyan eden âyetler nazil olunca artık kişinin, karısı lehine vasiyette bulunması hükmü kaldırılmış oldu. Yine kişinin hanımına terekesinden bir yıl nafaka veriliyordu. Daha sonra bu da, kocası ölen kadının dört ay on gün iddet bekleyeceğini beyan eden âyetle neshedilmiş oldu.

Mücahid ve Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre bu âyet-i kerime mensuh değildir. Hükmü geçerlidir. Allahü teâlâ. Bakara suresinin iki yüz otuz dördüncü âyetinde kocası ölen kadınların mutlaka ilört ay on gün iddet beklemelerini emretmiş bu âyet-i kerime’de ise kocalarının ölümünden sonra karılarının bir yıl evlerinde kalıp kendi mallarından yiyebileceklerine dair vasiyette bulunabileceklerini beyan etmiştir. Böylece kadın dilediği takdirde, dört ay on gün olan mecburi iddetini bekledikten sonra kocasının vasiyetine uyarak yedi ay yirmi gün daha kocasının evinde kalabilir. Veya bu vasiyete uymayarak dört ay on günden sonra kocasının evinden çıkabilir. Çünkü âyet-i kerime’nin sonunda "Şâyet kadınlar evden çıkacak olurlarsa, kendileri için yaptıkları meşru işlerden size bir günah yoktur." buyurulmaktadır.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş şudur: Allahü teâlâ, ölen erkeklerin hanımlarına bir yıl kocalarının evinde kalma ve kocalarının bıraktıkları mallardan nafaka olarak harcama hakkını vermiştir. Ölen kişinin mirasçılarına da bir yıl tamamlanıncaya kadar bu kadını içinde yaşadığı evden çıkarmamayı emretmiştir. Böylece bir kadın, ölen kocasının evini, kendiliğinden terkedecek ol nisa artık mirasçılar için bir günah olmayacağını beyan etmiştir. Ancak daha sonra gelen miras âyeti, kadına harcanacak nafakayı kaldırmış, kadınların dört ay on gün iddet bekleyeceklerini hükme bağlayan âyet de bu kadınların yedi ay yirmi günlük mesken haklarını kaldırmıştır. Ancak kocasının ölümü üzerine dört ay on gün iddet bekleyecek kadının bu müddet içerisinde kocasının meskeninde kalma hakkına sahip olduğu, Resûlüllah’ın hadisi şerifi ile beyan edilmiştir.

Bu hususta Fürey'a bint-i Malik (Başka bir Rivâyete göre Faria bint-i Malik)in anlattığına göre kocası, köleleri ücretle çalışmıyormuş. Bir gün köleler birleşerek kocasını öldürmüşler. Fürey'a Resûlüllah’a gelerek meseleyi anlatmış ve şunlan söylemiştir: "Ben, şimdi mülkiyeti kocama ait olan bir evde değilim. Kocam tarafından bana herhangi bir nafaka da gelmiyor. Ben yetimlerimle birlikte aileme gidip onlara orada bakayım mı?" Resûlüllah ila ona "Yap" demiş daha sonra "Ne demiştin?" diye sormuş kadın da sorusunu tekrarlayınca Resûlüllah ona- "Kocanın ölüm haberi sana geldiği yerde iddetini bekle." buyurmuştur. Nesei, K. et-Tulak bab: 60

Diğer bir Rivâyette Resûlüllah o kadına şöyle demiştir:

"Sen, süre doluncaya kadar, dört ay on gün evinde kal. Nesei, K. et-Talâk bab: 62/İbn-i Mace K. et-Talâk bab: 8, Hadis No. 2031

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Şâyet kadınlar evden çıkacak olurlarsa kendileri için yaptıkları işlerde size bir günah yoktur." buyrulmaktadır. Yani, kadınların, kocalarının ölümünden sora, kocalarının evinde kalmaları halinde bir yıl kalma hakları vardır. Öyle ki ölenin mirasçıları bu bir yıl içinde kadın istemedikçe onu evden çıkaramazlar. Ancak kadın kendi isteğiyle kocasının evini bir yıldan önce terkedecek olursa bu takdirde mirasçılara herhangi bir vebal yoktur. Kadın da aynı evde kalıp kalmama mecburiyeti yoktur. Bu onun için bir haktır. Kadın, dört ay on günlük müddeti bittikten sonra, iddet beklemekte olduğu kocasının evini terkedip yas tutmaya sona erdirebilir ve kendisiyle evlenmek isteyenlere imkân verebilir.

241

Boşanan kadınların, örfe göre faydalanacakları bir lakım şeyler alma hakları vardır. Bu, takva sahipleri üzerine bir borçtur.

Her boşanan kadının, örfe göre elbise, giyim kuşam ve iyilikle istifade edilecek şeylerde hakkı vardır. Bu, rablerinin emirlerini tutup yasaklarından kaçınan takva sahiplen üzerine bir borçtur.

* Boşanan kadınlara verilmesi gereken eşyaya İslam hukukunda "Mut'a" denir. Mut'umu, boşanan her kadına mı yoksa belli şartlar altında boşanan kadınlara mı verileceği hususunda farklı görüşler zikredilmektedir.

a-Said b. Cübeyr, Zühri ve Ataya göre. her boşanan kadına mut'a vermek gerekmektedir. Çünkü bu âyet-i kerime genel bir mânâ ifade etmekte, boşananlar arasında ayırım yapmamaktadır.

b- Atâ ve Mücahide göre bu âyette, kendilerine mut'a verileceği beyan edilen kadınlar, kendileriyle zifafa girildikten sonra boşnan kadınlardır. Zira kendilerine dokunulmadan boşanan kadınların durumu şu âyette beyan edilmektedir. "Ey iman edenler, mü’min kadınları nikahlar sonra da kendilerine dokunmadan bozarsanız artık sizin, onların üzerinde iddet sayma hakkınız yoktur. Derhal onlara boşanma bedellerini (faydalanacakları bir takım eşyayı, mut'ayı) verin ve onları güzellikle salıverin. Ahzab sûresi, 33/49

c- İbn-i Zeyde göre ise, burada kendilerine mut'a verilmesi emredilen kadınlar, boşanan bütün kadınlardır. Ancak bu âyetin nüzul sebebi şu âyetin yanlış anlaşılmasını önlemektir. "...Zengin kendi imkânına göre fakir de kendi imkânına göre. usulüne uygun bir şekilde onlara faydalanacakları bir şeyler verin. Bu, iyilikte bulunanların üzerine bir borçtur. Bakara sûresi, 2/236 Bu âyet nazil olunca bir kişi: "Eğer ben iyilikte bulunursam bunu yaparım. İyilikte bulunmazsam bunu yapmam" demiş bunun üzerine de: "Boşanan kadınların, örfe göre faydalanacakları bir takım şeyler alma hakları vardır. Bu, takva sahipleri üzerine bir borçtur." âyeti nazil olmuştur.

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime’de zikredilen mut'anm, boşunanan her kadına verilmesi gereken mut'a olduğunu söyleyen görüş, doğru olan görüştür. Yani her boşanan kadının mut'a alma hakkı vardır. Zira Allah teala, Kur'an-ı Kerimin diğer âyetlerinde, belli durumlarda olup ta boşanan kadınlara mut'a verileceğini beyan etmiştir. Mesala: Kendilerine mehir takdir edilmeyen ve kendileriyle cinsi münasebetle de bulunulmadım boşanan kadınlara mut'a verileceği şu âyette beyan edilmiştir. "Kadınlara yaklaşmadan ve onlara mehir takdir etmeden boşarsanız sizin için bir mes'uliyet yoktur. Bu durumda zengin kendi imkânına göre fakir de kendi imkânına göre, usulüne uygun bir şekilde onlara, faydalanacakları bir şeyler verin. Bu, iyilikte bulunanların üzerine bir borçtur. Bakara sûresi, 2/236 Kendisiyle evlenilen ve zifafa girildikten sonra boşanılan hür kadınlara mut'a verileceği şu âyette zikredilmektedir. "Ey Peygamber, hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle salıvereyim, Ahzab sûresi, 33/28 Kendilerine mut'a verilip verilmeyeceği açıklanmayan kadınlar, kâfir kadınlar, köleler bir de küçük yaşta iken evlenip boşanan kadınlardır. İşte âyet-i kerime’de boşanan bu gibi kadınlara da mut'a verileceğini umumi bir şekilde beyan etmiştir.

242

Allah, âyetlerini size, düşünesiniz diye böylece açıklıyor.

Allah size, hükümlerini bildirdiği, birbirinize karşı olan vazifelerinizi açıkladığı gibi Peygamberine indirdiği âyetlerde diğer hükümleri de açıklıyor ki, koymuş olduğu hudutları tanıyasınız. Dininiz ve dünyanız için doğru ve faydalı olanı bilesiniz.

243

Sayıları binlere vardığı halde, ölüm korkusundan memleketlerini terkedenleri görmedin mi? Allah onlara "Ölün" dedi. Ve sonra kendilerine yine hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

Ey Rasûlüm, sayıları binlere vardığı halde, ölümden kaçmak için memleketlerini terkedenleri bilmedin mi? Allah onları önce öldürdü sonra tekrar diriltti. Şüphesiz ki Allah, yarattıklarına karşı lütuf sahibidir. Fakat o insanların çoğu, nimetlere şükretmezler ve Allah'tan başka ilâhlar edinirler.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Binler" diye tercüme edilen kelimesi müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir.

a- Abdullah b. Abbas, Vehb b. Münebbih, Haccac b. Ertee, Süddi, Atâ el Horasani ve Muhammed b. İshaka göre bu âyette geçen kelimesi, kelimesinin çoğuludur ve mânâsı "Bilenler" demektir. İsrailoğulları ya Taun hastalığından veya cihad etmenin korkusundan dolayı memleketlerinden binlerce sayıda çıkıp gitmişler, neticede ölümden kurtulamamış ve öldürülmüşler daha sonra ise Allah teâla onları diriltmiş ve vadeleri gelinceye kadar yaşamışlar sonra tekrar ölmüşlerdir.

b- İbn-i Zeyd, Hasan-ı Basri, Amr b. Dinar ve benzeri âlimlere göre bu âyette zikredilen kelimesi kökünden türetilmiştir. Mânâsı "Ülfet ve uyum içinde olarak" demektir. Yani İsrailoğulları, memleketlerinden çıkarken kendi aralarında ayrılığa düşmemişler birbirlerine karşı huğuz eder halde olmamışlar, bilakis birlik ve beraberlik içinde çıkmışlardır" demektir.

Bu kelimeyi sayı mânâsına alan Abdullah b. Abbastan özetle şunlar Rivâyet edilmektedir: Yerlerinden çıkan İsrailoğullarının sayısı dört bin idi. Onlar Taun hastalığından kaçarak köylerinden çıkmışlar ve "Biz, ölümün olmadığı bir yere gidelim." demişlerdi. Fakat onlar belli bir yere varınca Allah onlara "Ölün" demiş, onlar da ölmüşlerdi. Bunun üzerine Peygamberlerden bir Peygamber onların yanından geçmiş, Allahü teâlâya onları dirilitmesi için niyazda bulunmuş Allahü teâlâ da onları diriltmişti. Vehb b. Münebbihe göre bu Peygamber "Hezkil"dir. Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir Rivâyete göre Yahudiler Taun hastalığından değil Allah yoyunda cihad etmekten kaçmışlar ve başlarına yukarıda anlatılan olay gelmiştir.

Eş'as b. Eşlem el-Basri diyor ki: "Ömer namaz kılarken geri tarafta iki Yahudi bulunuyordu. Ömer rüku yapınca kamını içeri çekerdi. Bu Yahudilerden biri diğerine: "Bu o mu?" diye sordu. Ömer namazı bitirince dedi ki: "Sizden birinizin arkadaşına "Bu o mu?" diye sorduğunu hissettim." Onlar da "Biz kitabımızda Allah'ın izniyle ölüleri dirilten Hezkil'e verilen demir boynuzun benzerinin o anlattığınız kişiye de verileceğini bulmaktayız." dediler. Ömer de: "Biz, Allah'ın kitabında ne Hezkil'i ne de İsanın dışında, Allah'ın dışında ve ölüleri dirilten birini görüyoruz." dedi. Onlarda: "Sen, Allah'ın kitabında " Bazılarını da sana anlatmadığımız Peygamberler gönderdik. Nisa sûresi, 4/164 âyetini bulmuyor musun? dediler Ömer de "Evet" dedi. Onlar da: "Ölüleri diriltmesi meselesine gelince biz onu sana anlatalım." dediler ve şunları söylediler: "İsrailoğulları Veba hastalığına yakalandılar. Onlardan bir topluluk Vebadan kurtulmak için yurtlarını terkedip gittiler. Oradan bir mil uzaklaşınca Allah onları öldürdü. Diğer insanlar onların mezarlarının etrafını duvarlarla çevirdiler. Kemikleri çürüdükten sonra Allah Hezkil Peygamberi gönderdi. O, onların öldüğü yerde Allah'ın dilediği kadar kaldı. Allah onları Hezkil vasıtasıyla diriltti. Eş'as diyor ki: "İşte Allahü teâlâ bu âyeti bunlar hakkında indirmiştir."

Âyette zikredilen kelimesinin mânâsının "Binlerce" demek değil "Ülfet içinde" demek olduğunu söyleyen İbni-i Zeyd ise bu hususta özetle şunları söylemiştir: Bu âyet. Taun hastalığına uğrayan bir kasabadan bahsetmektedir. O kasabanın halkından bir gurup kasabayı tevketmiş diğer bir kısmı ise orada kalmıştır. Orada kalanlara taun hastalığı büyük zayiat vermiş, çıkanlara ise bir şey olmamıştır. Ertesi yıl tekrar taun hastalığı çıkmış bu defa, daha önce çıkanlardan daha çok sayıda insan kasabayı terketmiştir. Taun hastalığı, orada kalan insanları kasıp kavurmuştur. Üçüncü yılda tekrar taun hastalığı gelmiş bu defa İsrailoğulları ayrılığa düşmeden hep birlikte kasabayı terketmişlerdir. Fakat onlar,' yaşamak için gittikleri yere varınca Allah onlara "Hep birlikte ölün" demiş onlar da ölmüşlerdir. Oradan geçen bir kişi parlayan kemikleri görünce dikkatini çekmiş, durup onlara bakmış ve kendi kendine şöyle demiştir: "Allah bunları öldürdüktensonra acaba nasıl diriltecektir?" Allah bu defa o kişiyi de öldürmüş ve yüz yıl sonra diriltmiştir.

Taberi diyor ki: "Bu iki görüşten tercihe şayan olan kelimesinin mânâsının "Binler" olduğunu söyleyen görüştür, İsrailoğullarının kasabadan kaçmalarının sebebi ise cihattan veya taun hastalığındandır. Kaçan İsrailoğullarının sayısı ise on binin üzerindedir. Zira kelimesi, on'dan yukan sayılarda kullanılan çoğullar kahbındandır.

Âyet-i kerime’nin devamında, memleketlerini terkeden İsrailoğullarının, ölüm korkusuyla terkettikleri zikredilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi İsrailoğulları ya uğradıkları taun hastalığı sebebiyle ölçeklerinden korkmaları yüzünden memleketlerinden çıkmışlar veya Allahü teâlâdan bir komutan göndermesini istemeleri üzerine kendilerine komutan geldiğinde düşmanla savaşarak ölecekleri korkusundan dolayı çıkmışlardır. Allahü teâlâ bunların kıssalarını mü’minlere anlatarak kendilerine Allah yolunda cihad etmeyi ve din düşmanları ile savaşta dirençli olmayı teşvik etmekte, öldürmenin de diriltmenin de sadece kendi elinde olduğunu hatırlatarak mü’min kullarına cesaret vermekte ve savaştan ve cihattan kaçıp kalelere, evlere ve müstahkem mevkilere sığınmanın hiçbir kimseyi Allah'ın kaza ve kaderinden kutaramayacağmi bildirmektedir. Nitekim taun hastalığından kaçan İsrailoğulları Allah'ın kaderinden kurtulamamış ve yine ölmüşlerdir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler." buyunılmaktadır. Allahü teâlânın, insanlara hidâyet yolunu göstermesi ve onları helak olacakları yönlerden sakındırması, kullarına lütfettiği nimetlerdendir. Ölüm korkusuyla memleketlerinden çıkan insanları öldürüp onları tekrar diriltmesi, kullarına ibret olması bakımından Allahü teâlânın lütuf ve nimetlerindendir.

244

Allah yolunda savaşın. Bilin ki Allah her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey iman edenler, Allah'ın dini için, din düşmanlarıyla savaşın. Sizi dininizden alıkoyan ve rabbinizin yolundan çeviren Şeytana itaat yolunda savaşmayın. Allah düşmanlarıyla savaşmaktan çekinmeyin. Zira diri kalmanız veya ölmeniz Allah'ın elindedir. Sakın ölüm korkusu sizi, düşmanlarla sataşmaktan alıkoymasın, Aksi takdirde zelil olursunuz, siz de daha önce ölüm korkusuyla evlerinden çıkıp kaçanlar gibi ölümden kurtulamazsınız. Sizler de evlerinizde ölürsünüz. Bilin ki rabbiniz, samimi olan mü’minleri de bilir sinelerinde nifak ve inkârı saklayanları da. Ve herkesin söylediği sözü de. Bu itibarla herkesi layık olduğu şeyle cezalandıracak veya mükafaatlandıracaktır.

245

O kimdir ki Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de Allah onun karşılığını kat kat versin. Rızkı daraltan da Allah’tır bol veren de. Yine ona döndürüleceksiniz.

Sizden kim Allah yolunda ve onun rızasını isteyerek harcamada bulunur, zayıf olana yardım eder, fakiri destekler, ihtiyaç sahiplerine infakta bulunursa Allah, yapmış olduğu iyiliklerden dolayı o kişiye sınırsız ve sayılamayacak kadar kat kat mükâfaat verir. Dilediği kulu için rızkı daraltan dilediği için de bollaştıran Allah’tır. Sonunda dönüşünüz Allah’adir. Sizleri amellerinize göre cezalandıracak veya mükâfaatlandıracaktır.

Bu konuda diğer bir âyet-i kerime’de de şöyle buyrulmaktadır: "Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumuna benzer. Allah, dilediğini kat kat verir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir. Bakara sûresi, 2/162

Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Bu âyet-i kerime inince Ebudderda dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah bizden ödünç mü istiyor?" Resûlüllah da "Evet ya Ebudderda." dedi. Ebudderda ise "Ver elini Ya Resûlallah," dedi. Resûlüllah da elini on verdi. Ebudderde: "Ben (hurma) bahçemi rabbime karz-ı hasen olarak verdim. Onun içinde altı yüz hurma ağacı bulunmaktadır." dedi. Sonra yürüyerek bahçesine geldi. Karısı Ümmü Dahdah ve çocukları bahçede bulunuyorlardı. Ebudderda hanımına "Ey Ümmü Dahdah, diye seslendi. Ümmü Dahdah "Buyur emrin nedir?" diye cevap verdi. Ebudderda "Bahçeden çık zira ben içinde altı yüz hurma ağacı bulunan bahçeyi rabbime karz-ı hasen olarak verdim." dedi. Resûlüllah, Abudderda öldüğünde onun cenaze namazını kıldırdıktan sonra hakkında şöyle buyurmuştur: "Cennette Ebudderdanın asılı duran nice hurma salkımları bulunmaktadır" Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned s.s. 146/Müslim, K. el-Cennız, bab: 89, Hiırfis No. 965 İbn-i Macc, K. el-Ticaret, bab: 27, Hadis Nn. 2200

Âyet-i kerime’de, malını Allah yolunda harcayana Allah'ın kat kat karşılığını vereceği vaadedilmektedir. Allah'ın vaadettiği nimetlerin hududu belirtilmemekte, kişilerin ihlas ve niyetlerine göre karşılık alabileceklerine işaret edilmektedir. Bu hususta bazı âlimler şöyle demişlerdir: "Allah size dünyayı ödünç olarak verdi ve onu sizden ödünç olarak istedi. Şâyet sizler içinizden gelerek gönüllü bir şekilde onu ödünç verecek olursanız o ödüncünüzün karşılığında size on ile yedi yüz arasında değişen, hatta daha da fazla olabilen karşılık verilecektir. Şâyet Allah dünyayı sizden, istemediğiniz halde çekip alacak olurda siz de buna sabreder ve iyi davranırsanız bu sizin için bir rahmet olur ve sizin hidâyete kavuşmanıza sebep olur.

Âyet-i kerime’nin devamında "Rızkı daraltan da Allah’tır bol veren de", buyurulmaktadır. Allahü teâlâ bu ifade ile kendilerine bol rızık verdiği mü’min kullarını, rızıklan dar olanlara karşı infakta bulunmaya teşvik etmekte ve onları müşriklere karşı savaşmak için mallarını Allah yolunda harcamaya davet etmektedir. Zira bu harcamalar onların azıklarını azaltmayacaktır. Çünkü rızıklan daraltan da genişleten de Allah’tır. Kullar yaptıkları harcamaların karşılığını kat kat alacaklardır.

Taberi, âyetin bu bölümünün izahında, rızkın dar veya bol oluşunun Allah’ın elinde olduğunu beyan etmiştir ve Resûlüllah’ın şu hadis-i şerifinde de aynı meseleninbeyan edildiğini zikretmiştir.

Enes b. Malik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zamanında (bir ara) fiyatlar yükseldi. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bize fiyat (Narh) koysana " Resûlüllah: "Şüphesiz ki fiyat koyan, daraltan, bollaştıran ve rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben dilerim ki rabbimin huzuruna çıktığımda sizden herhangi biriniz benden kanı ve malı hakkında bir haksızlıktan dolayı bir şey istemiş olmasın. Tirmizi, K. el-Biiyil, bab: 73, Hadis No. 1314/Ebû Davud, K. el-Boyii, bab: 49, Hadis No. 3451 İbn-i Mace, K. et-Ticarel, bab: 27, Hadis 2200

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç