249
"Tâlût, ordu ile hareket edince, «şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan
edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir.
Ancak eliyle bîr avuç alan başka» dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan
içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar)
«Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Allah'a
kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler:
«Allah'ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır.
Allah, sabredenlerle beraberdir.»"
İbn Cerîr
ve İbn Ebî Hâtim, Süddî'den bildiriyor: Onlar
seksen bin kişi olarak Tâlût'la birlikte çıktılar. Câlut ise o zaman insanlar
arasında en güçlü idi. Tâlût ordunun önünde yürümeye başladı. Tâlût önüne
gelenleri kaçırmadıkça arkadaşları yanına toplanmazdı. Gittikleri zaman Tâlût:
“Allah
sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle
sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir" dedi. Câlut'un
heybetinden dolayı çoğunluk o sudan içti. Dört bin kişi içmedi. Ancak geriye
kalan yetmişaltı bin kişi içti ve geri döndü, içenler tekrar susadı, bir avuç
içenler ise susamadılar. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince
Câlut'a bakıp geri döndüler ve:
“Bugün
Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Onlardan da üçbin altıyüz
seksen küsür kişi geri döndü. Bedir savaşçıları kadar olan üçyüz on küsür kişi
de kendisiyle beraber kaldı.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs:
“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..." âyetini açıklarken şöyle
dedi:
“Bu
deneme susuzlukladır. Ürdün'de olan ırmağa geldikleri zaman çoğu eğilip
ağızlayarak ondan içtiler. Bu şekilde içenlerin susuzluğu daha da arttı.
Avuçlayarak içenlerin susuzluğu ise giderildi."
İbn Cerîr'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs:
“Talut
orduyla birlikte ayrıldıktan sonra..." âyeti hakkında şöyle dedi: Tâlût,
Câlût'la savaşmaya gittiği zaman İsrâil oğullarına:
“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..." dedi. Bu ırmak Filistin ve
Ürdün arasında suyu tatlı olan bir ırmaktır. Herkes o sudan içinden geldiği
kadar içti. Ancak ona itaat edip avuçlayarak içenlerin susuzluğu giderildi. Ona
asi olup çok içenlerin ise susuzluğu daha da arttı. Kendisi ve kendisiyle olan
inananlar ırmağı geçince, çokça su içenler:
“Bugün
Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. "...Kendilerinin Allah'a
kavuşacağını bilenler..." de suyu avuçlayarak içenlerdir.
İbn Cerîr
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs:
“...Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir...'" âyetini açıklarken bu
ırmağın Filistin'de bir ırmak olduğunu söyledi.
Abdurrezzâk,
Katâde'den bildiriyor:
“Kafirler o sudan içiyor, ama susuzlukları gitmiyordu. Müslümanlar ise
avuçlayarak içtikleri için susuzlukları gidiyordu."
İbn Ebî Hâtim,
Hasan(-ı Basrî)'den bildiriyor:
“Müslümanlar avuçladıklarıyla hem kendileri içti, hem de bineklerini içirdiler."
Saîd b. Mansûr'un
bildirdiğine göre Osman b. Affân söz konusu âyeti: (.....) şeklinde (Ğayn)
harfini ötre ile okudu.
Abd b. Humeyd
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Saîd b.
Cübeyr:
“...Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler..." âyetini açıklarken:
“Bu
azınlık, Bedir savaşçıları sayısı kadar üçyüz on küsür kadardı" dedi.
İbn Ebî Şeybe,
Abd b. Humeyd,
Buhârî, İbn Cerîr,
İbnu'l-Münzir,
İbn Ebî Hâtim, Delâil'de Beyhakî,
Berâ'dan bildiriyor:
“Biz
Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem)
ashâbı, Bedir savaşçılarının sayısının, Tâlût'la ırmağı geçenlerin sayısı kadar
olduğunu konuşurduk. Onunla beraber ancak mümin olan üçyüz on küsür kadar kişi
ırmağı geçmişti."
İbn Cerîr,
Katâde'den bildiriyor: Bize, Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşında
ashâbına:
“Sizin
sayınız Tâlût'la beraber ırmağı geçenlerin sayısı kadardır" buyurduğu
bildirildi. Bedir gününde Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) ashâbının sayısı
üçyüz on küsür kadardı.
İbn Ebî Şeybe,
Ebû Mûsa'dan bildiriyor:
“Tâlût'un Câlut'la savaştığı gün, asker sayısı üç yüzon küsür kişiydi."
İbn Ebî Şeybe,
Ebû Ubeyd'den bildiriyor:
“Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) i)e
beraber Bedir savaşında bulunanların sayısı, Tâlût'la beraber ırmağı geçenlerin
sayısı gibi üçyüz on üç kişiydi."
İshâk
b. Bişr, Mübteda'da ve İbn Asâkir, Cuveybir
vasıtasıyla Dahhâk ve İbn Abbâs'tan bildiriyor: Tâlût'la beraber olanların
sayısı üçyüz üçbin üçyüz onüç (303313) kişiydi. Üçyüz onüç kişi dışında herkes
eğilip ağızlayarak ırmaktan içti. Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir savaşındaki
ashâbının sayısı da üçyüz onüç kişiydi. Tâlût üçyüz onüç kişi dışındaki herkesi
geri çevirdi. Şemvîl (aleyhisselam) Tâlût'a bir
zırh vererek:
“Bu
kimin bedenine uyarsa, o kişi Allah'ın izniyle Câlut'u öldürecek" dedi. Bunun
üzerine Tâlût'un münâdisi şöyle seslendi:
“Câlut'u öldüren kişiyi kızımla evlendirip ona malımın yarısını vereceğim." Yüce
Allah da bunun Hasrûne b. Fâride b. Yahûde b. Ya'kûb'un oğlu Dâvud'un eliyle
olmasını takdir etti.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Süddî:
“...Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise..." âyeti hakkında:
“Kendilerinin Allah'a kavuşacağına inanan kişilerdir" dedi.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr:
“...Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise..." âyeti hakkında:
“Nefislerini Yüce Allah'a satıp ölüme hazırlayan kişilerdir" dedi.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Katâde bu âyet hakkında:
“Savaşta müminlerin, bazılarının diğerlerinden daha gayretli ve azimli
olduklarını görürsün. Onların hepsi mümindir" dedi.
250
"(Tâlût'un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler:
«Ey Rabbimiz! Özerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir
kavme karşı bize yardım et.»"
Firyâbî,
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Mücâhid şöyle der: Tâlût bir ordunun komutanı idi. Dâvud'un
(aleyhisselam) babası, Davud'u
(aleyhisselam) bir şeyle kardeşlerine gönderdi.
Dâvud (aleyhisselam), Tâlût'a:
“Câlut'u öldürürsem bana ne vereceksin?" deyince:
“Sana
malımın üçte birini ve kızımı vereceğim" karşılığını verdi. O, torbayı alıp
içine sert taşlardan (beyaz çakmak taşlarından) üç tane koydu. Bir taşın adını
İbrâhim, birinin adını İshâk, diğerinin adını da Ya'kûb olarak adlandırdı.
Sonra:
“Benim, İbrâhim'in, İshâk'ın ve Yâkub'un ilâhı olan Allah'ın ismiyle" deyip
elini torbaya daldırdı. Elini uzattığında İbrâhim diye adlandırdığı taş çıktı.
Onu sapanına koydu ve onu Câlut'a fırlattı. Taş, Câlut'un başında paralanınca
başından otuzüç parça kopardı ve arkasında bulunan otuz bin kişiyi de öldürdü.
Abdurrezzâk,
İbn Cerîr,
İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, Vehb
b. Münebbih'ten bildiriyor: Tâlût'la Câlut kaşılaştıklarında, Câlut:
“Benimle teke tek savaşacak kişiyi gönder. Eğer beni öldürürse malım sizindir.
Ancak ben onu öldürürsem sizin malınız benim olur" dedi. Dâvûd
(aleyhisselam), Tâlût'un yanına getirilince
Tâlût, ona, Câlut'u öldürmesi halinde kızını kendisine verip malının tasarrufunu
kendisine bırakacağını söyledi ve ona silah vermek istedi. Dâvûd
(aleyhisselam) bu silahla savaşmayı istemeyip:
“Eğer
Yüce Allah, ona karşı, bana yardım etmeyecekse bu silahın hiçbir faydası olmaz"
dedi. Sonra sapanı ve torbasıyla Câlut'un karşısına çıktı. Câlut:
“Benimle savaşacak kişi sen misin?" diye sorunca, Dâvûd
(aleyhisselam):
“Evet,
benim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Câlut:
“Vay
haline! Bir köpeğin karşısına çıkar gibi sapan ve taşla mı geldin? Senin
etlerini parçalayıp bugün kuşlar ve aslanlara yedireceğim" dedi. Dâvûd
(aleyhisselam):
“Sen
Allah'ın düşmanısın ve köpeklerden daha hakirsin" cevabını verdikten sonra taş
alıp sapanıyla onu iki gözünün arasından vurdu.
Taş
onun beynine kadar ulaştı. Câlut feryad edince beraberinde olanlar da kaçıp
gitti. Dâvûd da (aleyhisselam) onun başını
kesti.
İbn Cerîr
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Süddî
anlatıyor: Tâlût ırmağı geçtiğinde, Dâvûd'un
(aleyhisselam) babası da on üç çocuğuyla beraber onunla geçti. Dâvûd
(aleyhisselam) çocuklarının en küçüğüydü. Dâvûd
(aleyhisselam) bir gün ona gelip:
“Babacığım! Sapanımla vurduğum her şeyi mutlaka düşürüyorum" dedi. Bunun üzerine
babası:
“Müjdeler olsun sana! Yüce Allah sana rızkını sapanında kıldı" karşılığını
verdi. Sonra bir başka gün tekrar kendisine gelip:
“Babacığım! Dağlarda bir aslan gördüm ve ona bindim. Onun kulaklarından tuttum,
ama o bana bir şey yapmadı" dedi. Babası:
“Müjdeler olsun sana ey oğul! Bu sana Allah'ın verdiği bir hayırdır" karşılığını
verdi. Sonra bir başka gün yine gelip:
“Babacığım! Ben dağlar arasında yürürken tesbih ediyorum ve bütün dağlar benimle
tesbih ediyor" dedi. Babası yine:
“Müjdeler olsun sana ey oğul! Bu sana Allah'ın verdiği bir hayırdır" karşılığını
verdi.
Dâvûd
(aleyhisselam) çobanlık yapardı. Babası onu
kendisinin ve kardeşlerinin yemeğini getirmesi için geride bırakmıştı.
Peygamber, yanında içinde yağ olan bir boynuz ve demir bir elbiseyle geldi.
Onları Tâlût'a gönderip:
“Câlut'u öldürecek arkadaşınız bu boynuzu başına koysun ve kaynadığı zaman ondan
sürünsün. Ancak o yüzüne akmayacak ve o başında taç gibi olacaktır. Bu elbiseyi
giydiğinde de üzerine tam oturacaktır" dedi. Bunun üzerine Tâlût İsrâil
oğullarını topladı. Elbiseyi kime denediyse olmadı. İsrâil oğulları dağıldıktan
sonra Tâlût, Dâvud'un (aleyhisselam) babasına:
“Burada bulunmayan başka bir oğlun var mıdır?" dedi. Dâvud'un
(aleyhisselam) babası:
“Evet,
yemeğimizi getiren Dâvud oğlum vardır" karşılığını verdi. Dâvûd
(aleyhisselam) yanlarına gelirken yolda üç taşla
karşılaştı. Taşlar onunla konuşup:
“Ey
Dâvud! Bizi al, bizimle Câlut'u öldürürsün" dediler. Dâvûd
(aleyhisselam) o taşları alıp torbasına koydu.
Tâlût:
“Câlut'u öldüren kişiye hem kızımı vereceğim, hem de hükümdarlığımda yetkili
biri kılacağım" demişti. Dâvûd (aleyhisselam)
geldiğinde boynuzu başına koydular, kaynayınca da ondan süründü. Elbiseyi
giyindiğinde de ona tam uydu. Dâvûd (aleyhisselam)
hastalıklı ve sarı idi. O elbiseyi kim giydiyse ona bol geldi. Ancak Dâvûd
(aleyhisselam) giydiğinde zırh çatırdıyarak ona
uyacak hale geldi. Sonra Câlut'un üstüne yürüdü.
Câlut
insanların en irisi ve en güçlüsüydü. Dâvûd'a
(aleyhisselam) baktığında içine korku düştü ve:
“Ey
çocuk! Geri dön, sana acıyor ve öldürmek istemiyorum" dedi. Dâvûd
(aleyhisselam):
“Hayır, ben seni öldüreceğim" karşılığını verdi ve taşlan çıkarıp sapanına
koydu. Her taş koyuşunda adlandırarak:
“Bu
atam İbrâhîm'in ismiyle, bu atam İshâk'ın ismiyle, bu da atam İsrâil'in ismiyle"
dedi. Sonra sapanını çevirmeye başlayınca taşlar tek bir taş oldular. Onu iki
gözünün arasından vurdu ve başını delerek öldürdü. Taş onu delip çıktıktan sonra
kime değdiyse onu da öldürdü. Bunun üzerine kalanlar da kaçıp gittiler. Dâvûd
(aleyhisselam) Câlut'u Öldürünce Tâlût, Dâvûd'u
(aleyhisselam) kızıyla evlendirdi.
Hükümdarlığında da yetki sahibi kıldı. İnsanların Dâvûd'u
(aleyhisselam) sevdiğini görünce, Tâlût onu
kıskandı ve öldürmek istedi. Dâvûd (aleyhisselam)
bunu hissetti ve yatağına içki dolu bir tulum koydu ve üstünü örttü. Tâlût,
Dâvûd'un (aleyhisselam) yatak odasına
girdiğinde, Dâvûd (aleyhisselam) kaçıp gitmişti.
Tâlût tuluma bir darbe vurup onu deldi ve tulumun içindeki içki akmaya başladı.
Bunun üzerine Tâlût:
“Allah, Dâvûd'a (aleyhisselam) merhamet etsin,
onun başlıca içeçeceği içkiydi" dedi. Sonra Dâvûd
(aleyhisselam) ikinci gece, Tâlût uyurken yanına geldi. Başının yanına
iki ok, ayaklarının yanına sağına ve soluna ikişer ok koydu. Tâlût uyandığı
zaman oklara baktı ve okları Dâvûd'un (aleyhisselam)
koyduğunu anladı. Bunun üzerine:
“Allah, Dâvûd'a (aleyhisselam) merhamet etsin, o
benden daha hayırlıdır. Ben onu öldürme fırsatını bulunca geri durmadım. O ise
böyle bir imkanı olduğu halde benim öldürmedi" dedi.
Günün
birinde Tâlût atına binmiş çölde giderken Dâvûd'u
(aleyhisselam) yürürken gördü ve:
“Bugün
Dâvud'u öldüreceğim" dedi. Dâvûd (aleyhisselam)
koştuğunda ona kimse yetişemezdi. Tâlût onun izinden gitti. O daha da hızlanarak
bir mağaraya girdi. Yüce Allah'ın vahyi ile örümcek mağaranın kapısına ağını
işleyip yuvasını yaptı. Tâlût mağaraya gelince örümceğe baktı ve:
“Eğer
içeri girmiş olsaydı örümceğin ağı bozulurdu" dedi ve bırakıp gitti. Tâlût'un
öldürülmesinden sonra Dâvud (aleyhisselam) onun
malını aldı ve Yüce Allah onu peygamber olarak seçti. "...Allah Davud'a
hükümranlık ve hikmet verdi..." buyruğunda hikmet, peygamberlik demektir. Yüce
Allah ona Şemûn'un peygamberliğini ve Tâlût'un hükümdarlığını verdi.
İbnu'l-Münzir,
İbn İshâk ve İbn
Asâkir, Mekhûl'dan bildiriyor: Kitap ehlinden olanların söylediğine göre
İsrâil oğulları Dâvud'un (aleyhisselam) yanına
gidince Tâlût onu (kıskanarak) öldürmek istedi. Ancak bunu başaramayınca Tâlût
hatasını anladı ve o günahtan sıyrılıp tövbe etmek istedi. Onun ismiyle dua
edilen ismi bilen ihtiyar kadının yanına gitti. Ona:
“Ben
bir günah işledim, onun kefaretini de bana ancak Yesa' haber verir. Allah'a, onu
geri diriltmesi için dua etmeye benimle mezarına gider misin?" deyince, kadın:
“Olur
giderim" karşılığını verdi. Kadınla beraber onun mezarına gittiler. Kadın iki
rekat namaz kıldıktan sonra dua etti. Yesa' çıkıp:
“Senin
günahının kefâreti, sizden hiç kimse kalmayana kadar kendi nefsinle ve ailenle
savaşmandır" dedi ve yerine geri döndü. Tâlût da, kendisi ve ev halkı helak
olana kadar cihad ettiler. İsrâil oğulları Dâvud'un yanına toplandılar. Bunun
üzerine Yüce Allah ona vahiy indirdi ve demircilik sanatını öğretip demiri ona
yumuşattı. Kuşlara ve dağlara o tesbih ettiği zaman, kendilerinin de tesbih
etmelerini emretti. Hiç kimseye de onun sesi gibi bir ses vermedi. Zebûr'u
okuduğu zaman yırtıcı hayvanlar yanına yaklaşırlardı ve onların boyunlarını
okşardı. Şeytanlar zurnalarını ve udlarını onun güzel nağmelerinden esinlenerek
yapmışlardır.
251
"Derken, Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût'u öldürdü.
Allah, ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer
Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir."
İbn Cerîr
ve İbn Adiy'yin zayıf isnâdla bildirdiğine
göre İbn Ömer, Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem):
“Yüce
Allah, sâlih bir Müslüman hürmetine komşularından yüz ailenin üstünden belayı
defeder" buyurduğunu söyledi ve:
“Eğer
Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu...'" âyetini okudu.
İbn Cerîr
zayıf bir isnâdla Câbir b. Abdillah'tan bildirdiğine göre
Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Yüce
Allah Müslümanın sâlih olması hürmetine, oğlunu da, oğlunun oğlunu da, evini de
evinin etrafında bulunan evleri de ıslah eyler. Bu kişi aralarında bulunduğu
müddetçe de Allah'ın koruması altında kalırlar."
İbn Ebî Hâtim
ve Beyhakî'nin, Şuabu'l-İmân'da bildirdiğine
göre İbn Abbas:
“Eğer
Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu" âyetini açıklarken şöyle dedi:
“Yüce
Allah, namaz kılan kişinin hürmetine namaz kılmayanın, hacca giden kişinin
hürmetine hacca gitmeyenin zekat veren kişinin hürmetine de zekat vermeyenin
üzerinden belayı def eder."
Abd b. Humeyd
ve İbn Cerîr'in bildirdiğine göre Mücâhid:
“Eğer
Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir." âyetini
açıklarken:
“Eğer
Yüce Allah, iyiler hürmetine günahkarlardan, geriye kalan başka şeylerle, başka
kişiler hürmetine de başka kişilerden belayı def etmeseydi, insanların helâk
olmasıyla yeryüzü bozulurdu" dedi.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Katâde:
“Eğer
Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir." âyetini
açıklarken:
“Yüce
Allah kafirle mümini imtihan eder, mümin dolayısıyla da kafiri afiyette kılar"
dedi.
İbn Cerîr'in
bildirdiğine göre Rabî':
“...Yeryüzü bozulurdu..." âyetini açıklarken:
“Yeryüzünde bulunan herkes helak olurdu" dedi.
İbn Cerîr'in
Ebû Müslim'den bildirdiğine göre Hazret-i
Ali:
“Eğer
aranızda kalmış olan Müslümanlar olmasaydı helâk olurdunuz" demiştir.
Ahmed,
Hâkim, Tirmizî
ve İbn Asâkir'in Ali'den bildirdiğine göre
Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Abdal'lar Şam'dadır ve bunlar kırk kişidir. Her bir kişi öldüğünde Yüce Allah
onun yerine başkasını getirir. Onlar hürmetine yağmur iner, onlarla düşman
yenilir ve onların hürmetine Şam ahalisinden azab def edilir."
İbn Asâkir'in lafzı:
“Yeryüzü ahalisinden bela ve sel âfetleri onlar hürmetine defedilir"
şeklindedir.
Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, Ali b. Ebî Tâlib'ten bildiriyor:
“Yüce
Allah bir köyde bulunan yedi müminden dolayı belaları onların üzerinden def
eder."
Taberânî,
M. el-Evsat'ta hasen bir isnâdla Enes'ten bildirdiğine göre
Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde, İbrâhim (aleyhisselam) gibi
Rahmân'ın dostu olan kırk kişi hiçbir zaman eksik olmaz. Onlar sayesinde yağmur
yağar ve onlar sayesinde (düşmana karşı) muzaffer olursunuz. Onlardan bir kişi
ölünce mutlaka Allah yerine başka birini getirir."
Taberânî,
M. el-Kebîr'de Ubâde b. es-Sâmit'ten bildirdiğine göre
Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Ümmetimin Abdal'ları otuz kişidir. Yeryüzü onlar sayesinde ıslah olur, onlar
sayesinde yağmur yağar ve onlar sayesinde (düşmana karşı) muzaffer olursunuz."
Ahmed,
Zühd'de ve Hallâl sahîh bir isnâdla, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, İbn Abbâs'tan
bildiriyor:
“Nuh'tan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde her
zaman, Yüce Allah'ın sayelerinde belaları def ettiği yedi kişi bulunur.'"
Hallâl
zayıf bir isnâdla İbn Ömer'den bildirdiğine göre
Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu:
“Bu
kırk kişi (=Abdâl) yeryüzünden eksik olmayacaktır. Yüce Allah onların sayesinde
yeryüzünü korumaktadır. Onlardan bir kişi öldüğünde yerine başkasını geçirir.
Onlar yeryüzünün her tarafındadırlar."
Taberânî,
İbn Mes'ûd'dan bildirir: Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem):
“Yeryüzünde ümmetimden kırk kişinin kalbi İbrahim'in
(aleyhisselam) kalbi gibidir. Yüce Allah onlar sayesinde insanların
üzerinden belayı def eder. Bunlara Abdal denilmektedir. Onların üstünlüğü namaz,
oruç ve sadakayla değildir" buyurdu. Ashâb:
“Ey
Allah'ın Resûlü! Peki, ne iledir?" diye sorunca,
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):
“Müslümanlara karşı cömert ve samimi olmakladır" karşılığını verdi.
Ebû Nuaym,
Hilye'de ve İbn Asâkir, İbn Mes'ûd'dan
bildirir: Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Allah'ın kulları asasında kalbi Adem'in (aleyhisselam)
kalbi gibi olan üçyüz kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi Musa'nın
(aleyhisselam) kalbi gibi olan kırk kişi vardır.
Allah'ın kulları arasında kalbi İbrahim'in
(aleyhisselam) kalbi gibi olan yedi kişi vardır. Allah'ın kulları
arasında kalbi Cibril'in (aleyhisselam) kalbi
gibi olan beş kişi vardır. Allah'ın kulları arasında kalbi Mikâil'in
(aleyhisselam) kalbi gibi olan üç kişi vardır.
Allah'ın kulları arasında kalbi İsrafil'in
(aleyhisselam) kalbi gibi olan bir kişi vardır. O bir kişi öldüğü zaman,
Yüce Allah o üç kişiden birini onun yerine getirir. Üç kişiden biri öldüğü zaman
Yüce Allah o beş kişiden birini onun yerine getirir. Beş kişiden biri öldüğü
zaman, Yüce Allah o yedi kişiden birini onun yerine getirir. Yedi kişiden biri
öldüğü zaman, Yüce Allah o kırk kişiden birini onun yerine getirir. Kırk kişiden
biri öldüğü zaman da Yüce Allah o üçyüz kişiden birini onun yerine getirir. Üç
yüz kişiden biri öldüğü zaman da Yüce Allah onun yerine insanların genelinden
bir kişi getirir. Onlarla yaşanır ve onlarla ölünür. Onlar sayesinde yağmur
yağar, ot biter ve belalar def edilir" Abdullah b. Mes'ûd'a:
“Onlarla nasıl yaşanıp ölünür?" diye sorulunca:
“Onlar
Allah'tan ümmetlerin çoğalmasını isterler ve ümmetler çoğalır. Zorbalara beddua
ederler ve onları kahrederler. Onlara yağmur inince bize de iner. Bir şey
istedikleri zaman yeryüzü nimetlerini onlara çıkarır. Onların duasıyla da
çeşitli belalar def edilir" dedi.
Taberânî
ve İbn Asâkir, Avf b.
Mâlik'ten bildiriyor: Şam ahalisine sövmeyin.
Çünkü Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem):
“Abdal'lar onlardandır. Onlarla muzaffer olur, onlarla size rızık verilir"
buyurduğunu işittim.
İbn Hibbân'ın,
Târih'te, Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Hazret-i
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde, Rahmân'ın dostu olan ibrahim
(aleyhisselam) gibileri bitmez. Onlar sebebiyle size yardım edilir, onlar
sebebiyle size rızık verilir ve onlarla size yağmur iner."
İbn Asâkir,
Katâde'den bildiriyor:
“Yeryüzünde kendileri dolayısıyla yağmurun indiği, kendileriyle insanların
yardım gördüğü ve kendileri dolayısıyla insanlara rızık verildiği kırk kişi
hiçbir zaman eksik olmaz. Bunlardan bir kişi öldüğünde Yüce Allah yerine
başkasını getirir. Vallahi, umarım Hasan(-ı Basrî) de onlardan biridir."
Abdurrezzâk,
Musannef te ve İbnu'l-Münzir, Ali b. Ebî
Tâlib'ten bildiriyor:
“Yeryüzünde her zaman en az yedi ve daha fazlası Müslüman bulunur. Eğer onlar
olmasaydı yeryüzü ve üzerindekiler helak olurdu."
İbn Cerîr,
Şehr b. Havşeb'ten bildiriyor:
“Her
zaman yeryüzünde en az ondört (Müslüman) kişi bulunur ki onlarla Yüce Allah
yeryüzü ahalisinin belalarını def eder ve bereketini gösterir. İbrâhim
(aleyhisselam) zamanı hariç. Çünkü o zaman o tek
başınaydı."
Ahmed
b. Hanbel, Zühd'de ve Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da İbn Abbâs'tan bildiriyor:
“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde
sayelerinde belaların defedildiği yedi kişi hep bulunmuştur."
Ahmed,
Zühd'de, Ka'b'tan bildiriyor:
“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde
kendileri sayesinde (ilahi) azabın def olunduğu on dört kişi hep bulunmuştur."
Hellâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, Zâzân'dan bildiriyor:
“Nuh'dan (aleyhisselam) sonra yeryüzünde
kendileri sayesinde yeryüzü ahalisinden belaların defedildiği oniki kişi ve
fazlası hep bulunmuştur."
Cenedî, Fedâilu Mekke'de Mücâhid'den bildiriyor:
“Yeryüzünde sürekli yedi ve daha fazlası Müslüman bulunmuştur. Eğer onlar
olmasaydı yeryüzü ve üstündekiler helak olurdu."
Ezrakî, Târih Mekke'de Züheyr b. Muhammed'den bildiriyor:
“Yeryüzünde sürekli yedi ve daha fazlası Müslüman bulunmuştur. Eğer onlar
olmasaydı yeryüzü ve üstündekiler helak olurdu."
İbn Asâkir,
Ebu'z-Zâhiriyye'den bildiriyor:
“Abdal'lar Şam'dadırlar ve otuz kişidirler. Onlarla korunur ve onlarla size
rızık verilir. Eğer onlardan bir kişi ölürse Yüce Allah onun yerine başkasını
getirir."
Hallâl, Kerâmâtu'l-Evliyâ'da, İbrâhim en-Nehaî'den bildiriyor:
“Mutlaka her şehir ve her köyde kendileriyle, Allah'ın belaları def ettiği
kişiler bulunur."
İbn
Ebî'd-Dünyâ, Evliya kitabında, Ebu'z-Zinâd'dan bildiriyor: Yeryüzünün
dayanakları olan peygamberlik bittiğinde, Yüce Allah onların yerine Muhammed'in
(sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinden Abdâl
denilen kırk kişiyi getirdi. Onlardan biri öldüğü zaman mutlaka Yüce Allah onun
yerine başkasını getirir. Şimdi yeryüzünün dayanakları onlardır. Onlardan otuz
kişinin imanı İbrâhim'in (aleyhisselam) imanı
gibidir. Onları insanlardan üstün kılan fazla namazları ve oruçları değildir.
Ancak doğruluk, şüpheli şeylerden sakınmak, iyi niyet, temiz kalp ve bütün
Müslümanlara karşı samimi olmalarıdır."
Buhârî,
Müslim ve İbn
Mâce'nin Muâviye b. Ebî Süfyândan bildirdiğine göre,
Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Her
zaman ümmetimden Allah'ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur. Onlara
ihanet eden ve kötülük etmek isteyenler de herhangi bir zarar veremezler.
Allah'ın ölüm emri gelene kadar da diğer tüm inşalardan üstün kalırlar."
Müslim,
Tirmizî ve İbn
Mâce'nin Sevbân'dan bildirdiğine göre
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk galip olarak hak üzerinde kalacaklardır. Allah'ın
ölüm emri gelene kadar hiç kimse onlara bir zarar veremeyecektir,"
Buhârî
ve Müslim'in, Muğîre b. Şu'be'den
bildirdiğine göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk kendilerine Allah'ın ölüm emri gelene kadar diğer
insanlardan üstün olarak yaşarlar. "
İbn Mâce'nin,
Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Her
zaman ümmetimden, Yüce Allah'ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur.
Onlara ihanet edenler de kendilerine bir zarar veremeyecektir. "
Hâkim'in,
Ömer b. el-Hattâb'tan bildirdiğine göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk kıyamet kopana kadar hak üzerinde galip gelmeye
devam edecektir. "
Müslim
ve Hâkim'in Câbir b. Semure'den bildirdiğine
göre, Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Her
zaman bu din var olacak ve kıyamete kadar Müslümanlar bu yolda savaşacaktır."
Ebû Dâvud
ve Hâkim'in, İmrân b. Husayn'dan bildirdiğine
göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk kendilerine karşı düşmanlık edenlerle savaşarak
üstünlük sağlayacaklardır. En sonuncuları da Mesih Deccal'ı öldürecektir. "
Tirmizî
ve İbn Mâce'nin Muâviye b. Kurre'den, onun da
babasından bildirdiğine göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk Allah'ın yardımıyla galip gelecek ve onlara ihanet
edenler kıyamete kadar onlara bir zarar veremeyecektir. "
İbn Mâce
ve Nevâdiru'l-Usûl'de Hakîm et-Tirmizî'nin
Ebû İnabe el- Havlânî'den bildirdiğine göre
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki Yüce Allah her zaman emirlerini ikame edecek birilerini yaratır ve
böylelerini hiç eksik etmez. "
Müslim'in
Ukbe b. Âmir'den bildirdiğine göre Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Her
zaman ümmetimden bir topluluk Allah yolunda savaşacak ve düşmanlarını
kahredecektir. Onlara ihanet edenler kendilerine bir zarar veremeyecek ve bu
kıyamet kopana kadar bu şekilde devam edecektir. "
Müslim'in
Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan bildirdiğine göre Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Garp
(Şam) ahalisi kıyamete kadar hak üzere galip geleceklerdir. "
Ebû Dâvud
ve Hâkim'in Ebû Hureyre'den bildirdiğine göre
Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Yüce
Allah bu ümmete her yüz yılın başında dinlerini yenileyecek birini (müceddid)
gönderir."
Hâkim,
Menâkibu'ş-Şâfiî'de, Zührî'den bildiriyor:
“Yüz
yılın başına gelindiği zaman Yüce Allah bu ümmete nimet olarak Ömer b.
Abdilazîz'i gönderdi."
Medhal'de Beyhakî ve
Hatîb'in Ebû Bekr
el-Mervezî vasıtasıyla bildirdiğine göre
Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
“Hakkında bir haber duymadığım bir konu bana sorulduğunda
Şâfiî'nin görüşünü söylerdim. Çünkü
Hazret-i Peygamber'den
(sallallahü aleyhi ve sellem) söylenene göre
Yüce Allah her yüz yılın başında dinde sünnetleri öğretecek ve
Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında olan yalan haberleri yok edecek
bir müceddid gönderir. Biz de baktığımızda ilk yüz yılın başında Ömer b.
Abdilazîz, ikinci yüz yılın başında ise Şâfiî'nin
geldiğini görüyoruz."
Nehhâs,
Süfyân b. Uyeyne'den bildiriyor:
“Bize,
Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra her yüz yılın başında,
âlimlerden bir adamın geleceği ve Yüce Allah'ın bu kişiyle dinini güçlendireceği
söylendi. Benim görüşüme göre Yahya b. Âdem onlardan biridir."
Hâkim,
Menâkibu'ş-Şâfiî'de, Ebu'l-Velîd Hassân b.
Muhammed el- Fakîh'ten bildiriyor: İlim ehlinden olan bir yaşlının Ebu'l-Abbâs
b. Süreyc'e şöyle dediğini işittim:
“Müjdeler sana ey hâkim! Yüce Allah yüz yılın başında müminlere Ömer b.
Abdilazîz'i gönderdi. O her sünneti ihya etti ve her bidati yok etti. Yüce Allah
ikinci yüz yılın başında Şâfiî'yi gönderdi. O
da sünnetleri ihya edip bidatları yok etti. Yüce Allah üçüncü yüzyılın başında
da seni gönderdi ki sen de sünnetleri güçlendirip bidatları zayıflattın."
252
İşte bunlar
(geçmişlere ait bu kıssalar), Allah’ın âyetleri (mu’cizeleri)dir. (Ey Resûlüm,)
bunları sana hak olarak okuyoruz (her türlü şüphe, hata, değişme ve yanlışlıktan
uzak, doğru olarak bildiriyoruz). Muhakkak sen, (tarafımızdan gönderilmiş)
peygamberlerden birisin. (İsrâîl oğullarına gönderilen peygamberlerin başına
gelenleri işittin ve anladın. Sakın kâfirlerin inkârı ve muhâlefeti sana ağır
gelmesin. Senin görevin tebliğ etmektir. Senin peygamberliğini kabul eden
itâatkâr, inkâr eden ise isyankârdır. Allah’a ve peygamberine itâat edenin
gideceği yer, cennet, etmeyeninki ise cehennemdir.)
|