Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

7

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

1

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

49

Bir vakitler sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık. Size azabın en kötüsünü reva görürler, oğullarınızı boğazlar ve kadınlarınızı sağ bırakırlardı. Bunda da size Rabbinizden büyük bir imtihan var.

 (Bir vakitler sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık). Bu da, size verdiğim nimetimi hatırlayın kavlinin kapalı bıraktığı şeyi açmaktadır ve Cebrâîl'le Mikail'in meleklere atfı (özelin genele atfı) gibidir. Enceytüküm ve necceytüküm şeklinde de okunmuştur. ÂT in aslı ehl'dir, çünkü ism-i tasgiri üheylün'dür. Özellikle önemli kişilere muzâf olarak kullanılır, Meselâ peygamberler ve krallar gibi.

Fir'avn Mısır'ı yönetenlerin unvanıdır. İran ve Rum krallarına Kisra ve Kayser (Sezar) denilmesi gibi. Çok zâlim oldukları için ondan türetilerek teferaner recülü (adam Firavunlaştı, zorbalaştı) denilir. Mûsa'nın Firavun'unun ismi Mus'ab bin Reyyan idi. Oğlu Velid'in Âd soyundan geldiği söylenmiştir. Yûsuf aleyhisselâm'ın Firavun'unun ismi ise Reyyan idi, aralarında dört yüz yıldan çok zaman vardır.

"Yesumuneküm” sizin için isterler, bu da samehu hasfen deyiminden gelir ki, birine zulmü reva görmektir. Sevm'in aslı bir şeyi aramaya gitmektir.

"Suel azab” azabın en kötüsü demektir. Çünkü o, diğerlerine göre en çirkinidir. Sû' sâe yesûu'dan gelir, mastardır, nasbi da yesumuneküm fiilinin mef'ûlü olmasındandır. Cümle necceynaküm'deki zamirden veyahut âl-i Fir'avn'den veyahut her ikisinden hâl’dir. Çünkü onda her birinin zamiri vardır.

"Yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm” bu da yesumuneküm lâfzını açıklamaktadır, onun içindir ki, atıf yapılmamıştır. Yezbehune şeklinde şeddesiz de okunmuştur. Bunu yapmaları (erkek çocukları boğazlamaları) şunun içindir; çünkü Fir'avn rüyasında görmüştü yahut kahinler ona Yahûdîlerden bir oğlan çocuğunun doğacağını ve mülkünü götüreceğini söylemişlerdi. Onların çabaları Allah'ın kaderini hiçbir şekilde değiştiremedi.

"Ve fî zaliküm belaün” belâ mihnet manasınadır, eğer bununla yaptıkları şeye işâret edilirse, nimet demektir, eğer onunla Fir'avn hanedanından kurtarmaya işâret edilirse. Belanın aslı denemedir, ancak Allah'ın kullarını denemesi bazen mihnet ile bazen de nimet ile olduğu için ikisine de denilmiştir. Zaliküm ile hepsine işâret edilmek de câizdir. Bundan (beladan) ikisi (nimetle musibet) arasında yaygın olan imtihanı kastetmek câizdir.

"Rabbinizden” onları üzerinize musallat etmekle yahut Mûsa aleyhisselâm'ın gönderilmesi ve sizi kurtarmaya muvaffak olması ile veyahut her ikisi ile.

"Azîm” belanın sıfatıdır. Âyette şuna dikkat çekilmiştir ki, kulun başına gelen hayır veya şer Allah'tan bir imtihandır; sevincine şükretmeli ve acısına sabretmelidir ki, imtihanı kazananlardan olsun.

50

Bir zamanlar size denizi yarmış; sizi kurtarmış ve Fir'avn hanedanım suda boğmuştuk. Siz de bakıyordunuz.

 (Bir zamanlar size denizi yarmıştık). Ferakna denizi birbirinden ayırdık, öyle ki, onda gitmeniz veya sizi kurtarmamız veyahut sizinle ilgili olarak yollar oluştu. Son mana şairin şu mısraındaki gibidir:

Atlarımız bize düşmanların kafataslarını ve kaburga kemiklerini çiğnetti

Bu, teksir babından olarak ferrakna şeklinde de okunmuştur, çünkü açılan yollar kabilelerin sayısına göre on iki idi.

"Sizi kurtarmış ve Fir'avn hanedanını suya boğmuştuk". Bundan Fir'avn ile halkını kastetmiştir. Sadece onlardan bahsetmesi ilk boğulacak onlar olması hasebiyledir. Âl, Fir'avn'in şahsıdır da denilmiştir. Nitekim Hazret-i Hasan radıyallahü anh: Allah'ım, Muhammed'in âl'ine rahmet et, der ve bundan onun şahsını kastederdi. Fir'avn'i zikretmekle halkını söylemeye gerek kalmamıştır.

"Siz de bakıyordunuz” bunlara.

Ya da boğulmalarına veyahut denizin üzerlerine kapaklanmasına veyahut denizin yarılıp eskimiş kuru yollara ayrılmasına veyahut denizin sahile attığı cesetlerine bakıyordunuz.

Yahut birbirinize bakıyordunuz. Çünkü

rivâyete göre Allahü teâlâ Mûsa aleyhisselâm'a İsrâîl oğullarını geceleyin yürütmesini emretti; o da onları çıkardı. Sabahleyin de Fir'avn ve ordusu onları bastırdı. Onlara deniz kıyısında rastladılar. Allah ona asasıyla denize vurmasını emretti, o da vurdu. Ondan kuru on iki yol göründü. Onlar gittiler: Ey Mûsa, bazılarımızın suya boğulup da onları bilememekten korkuyoruz, dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ delikler açtı, denizi geçinceye kadar birbirlerini gördüler ve seslerini işittiler. Sonra Fir'avn ve askerleri oraya ulaşıp da açık olduğunu görünce kendisi ve orduları içine daldılar, deniz de onların hepsini yuttu ve onları boğdu.

Bil ki, bu olay Allah'ın İsrâîl oğullarına verdiği en büyük nimetlerden ve hikmet sâhibi Allah'ın varlığına ve Mûsa aleyhisselâm'ın tasdikine zorlayan en büyük mu'cizelerdendir. Sonra onlar bunun ardından buzağıyı ilâh edindiler ve: Allah'ı açıkça görünceye kadar sana îman etmeyiz, dediler ve benzeri sözler ettiler. Onlar kavrayış, zekâ, nefis temizliği ve güzelce tâbi olma bakımından ümmet-i Muhammed'den çok uzaktırlar / geridirler. Üstelik Efendimizin mütevatir mu'cizeleri zekilerin anlayacağı şekilde ince nazari şeylerdi. Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm'ın bunları haber vermesi de yukarıda geçtiği gibi onun mu'cizelerinden sayılır.

51

Bir zamanlar Mûsa ile kırk gece sözleşmiştik. Sonra onun ardından zâlimler olarak buzağıyı (ilâh) edindiniz.

"Bir zamanlar Mûsa ile kırk gece sözleşmiştik". İsrâîl oğulları Fir'avnin helâkinden sonra Mısır'a dönünce, Allah Mûsa'ya ona Tevrat'ı vereceğini va'detti ve ona zilkade ayı ile zilhicce'nin de on gününü tayin etti. On güne gece demesi, mehtaplı olmalarındandır. İbn Kesîr, Nah, Âsım, İbn Âmir, Hamze ve Kisâî vâadna okumuşlardır. Çünkü Allahü teâlâ ona vahyi va'detti, Mûsa aleyhisselâm da randevu için Tûr'a gelmeyi va'detti.

"Sonra buzağıyı edindiniz” ilâh ve mâbut edindiniz.

"Onun ardından” Mûsa aleyhisselâm'dan veya sürenin geçmesinden sonra demektir.

"Zâlimler olarak” şirk koşmanızla.

52

Sonra bunun arkasından şükredesiniz diye sizi affettik.

"Sonra sizi affettik” tevbe ettiğiniz zaman. Af suçu silmektir, afa'dan gelir ki, izi yok olmaktır.

"Bunun ardından” yani buzağıyı ilâh edinmenizin ardından demektir.

"Şükredesiniz diye.” yani affına şükretmeniz için.

53

Bir zamanlar doğru yolu bulasınız diye Mûsa'ya kitabı ve iyiyi kötüden ayırma gücü verdik.

"Bir zamanlar Mûsa'ya kitabı ve iyiyi kötüden ayırma gücünü verdik” yani indirilmiş bir kitap olmakla beraber hak ile bâtılı ayırmayı da içine alan Tevrat'ı demektir.

Şöyle de denilmiştir: Furkândan maksat davada hak ile bâtılı ya da inkâr ile îmanı ayıran mu'cizeleri demektir.

Şöyle de denilmiştir: Furkân helalle haramı ayıran şerîattır, ya da onu düşmanından ayıran zaferidir. Meselâ Allahü teâlâ’nın:

"Furkân günü” (Enfâl: 41) sözü gibi ki, bundan Bedir gününü murat etmiştir.

"Doğru yolu bulmanız için.” kitabı incelemek ve âyetlerini iyice düşünmekle hidâyete ermeniz için.

54

Hani Mûsa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim, şüphesiz siz buzağıyı ilâh edinmekle kendi nefislerinize haksızlık ettiniz. Öyleyse Yaradanınıza tevbe ediniz ve kendi nefislerinizi öldürünüz. İşte bu, Yaradanınız katında sizin için daha hayırlıdır. Allah da tevbenizi kabul etti. Şüphesiz o, evet o, tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir.

"Hani Mûsa kavmine şöyle demişti: Ey kavmim, siz buzağıyı ilâh edinmekle kendi nefislerinize haksızlık ettiniz. Öyleyse Yaradanınıza tevbe ediniz". Tevbeye ve sizi Yaradana dönmeye azmedin. O ki, sizi dengesizlikten beri olarak yarattı ve sizi değişik suret ve şekillerle birbirinizden ayırdı. Beraet terkibinin aslı ya bir şeyi bir şeyden kurtarmak içindir, Meselâ beriel maridü min maradihi velmedyunu min deynihi (hasta hastalığından, borçlu borcundan kurtuldu) denir.

Ya da yapmak (yaratmak) içindir, Meselâ bereallahu ademe minet tini (Allah Âdem'i çamurdan yarattı) gibi.

Ya da tevbe edin "nefislerinizi öldürün” tevbenizi tamamlamak için, bu da ya intihar etmekle ya da şehvetleri kesmekle olur. Nitekim: Kim nefsine azâp etmezse ona sefa sürdürmez ve kim onu öldürmezse onu diriltmez, denilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Birbirlerini öldürmekle emrolundular.

Şöyle de denilmiştir: Buzağıya tapmayanlar tapanları öldürmekle emrolundular.

Rivâyete göre adam yakınlarını görür ve Allah’ın bu emrini yerine getiremezdi. Bunun üzerine Allah bir sis ve kara bir bulut gönderdi, birbirlerini göremediler. Sabahtan akşama kadar birbirlerini öldürmeye başladılar, nihayet Mûsa ve Hârûn dua ettiler, bulut açıldı, tevbe emri indi. Ölüler de yetmiş bin olmuş idi. İlk fe sebebiyet, ikincisi de takip içindir.

"İşte bu, Yaradanınız katında sizin için daha iyidir” çünkü o, şirkten temizlenme ve ebedî hayata ve sonsuz neşeye kavuşmadır.

"Fetabe aleyküm” bu da mahzûfa bağlıdır, eğer bunu Mûsa aleyhisselâm'ın onlara sözü kabul edersen, takdiri de şöyledir: İn fealtüm ümirtüm bihi fekad tabe aleyküm. Ve mahzûfa ma’tûftur, eğer onu üslup değiştirerek Allah'ın onlara hitabı kabul edersen, sanki şöyle demiş olur: fefealtüm ümirtüm bihi fetabe aleyküm bariüküm (size emrolunanı yaptınız, Yaradan'mız da tevbenizi kabul etti). Bari'nin zikredilmesi ve işin ona bağlanması, onların cehaletin ve ahmaklığın son kertesine vardıklarını gösterir, öyle ki, hikmet sâhibi Yaradanlarma ibâdeti bıraktılar, ahmaklıkta darb-ı mesel hâline gelene (öküze) tapmaya başladılar. Bunda şu da vardır ki, bir kimse gerçek nimet vereni tanımazsa, elinden alınmaya müstahak olur. Bunun içindir ki, öldürmek ve insan binasını yıkmakla emrolundular.

"Şüphesiz o, evet o, tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet edendir". Yani tevbeye çok muvaffak kılar yahut günahkârlardan çok kabul eder ve aşırı nimet verir.

55

Hatırlayın ki, siz: Ey Mûsa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla îman etmeyiz, demiştiniz de, siz de bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.

"Hatırlayın ki, siz: Ey Mûsa sana îman etmeyeceğiz, demiştiniz". Yani senin demenden dolayı îman etmeyeceğiz yahut seni ikrar etmeyeceğiz.

"Hatta nerallahe cehreten” Allah'ı gözlerimizle görünceye kadar. Cehreten aslında mastardır: Cehertü bilkırâati (sesli okudum) sözünden gelir. Sonra istiare yoluyla gözle görmek için kullanılmıştır. Mastar (mef'ûlu mutlak) olarak mensûbtur, çünkü o da rü'yettendir.

Ya da fâilden veyahut mef ul'den hâl olarak mensûbtur. He'nin fethi ile cehereten şeklinde de okunmuştur, o zaman galebe gibi mastar olur yahut cahirin cem'i olur, Meselâ ketebe gibi, bu durumda da hâl olur. Bunu diyenler de Mûsa aleyhisselâm'ın Tûr'da buluşma için seçtiği yetmiş kişidir.

Şöyle de denilmiştir: Onlar kavminden on bin kişi idiler. İnanacakları şey de sana Tevrat'ı Allah'ın vermesidir, seninle konuşmasıdır yahut senin peygamber olduğundur.

"Sizi yıldırım çarpmıştı” aşın dikbaşlığmızdan, inadınızdan ve imkânsızı istemenizden dolayı. Çünkü onlar Allah'ın cisimlere benzediğini zannettiler ve cisimler gibi çeşitli taraflardan ve bakanın karşısından görülmesini istediler. Bu ise muhâldir; belki mümkün olan, nitelikten münezzeh olarak görünmesidir; bu da âhirette mü'minler ve dünyada da bazı peygamberler içindir.

Şöyle de denilmiştir: Gökten bir ateş gelip onları yaktı. Ses de denilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Onlar birtakım askerlerdi, onları hissettiler, bir gün bir gece ölü olarak kaldılar.

"Siz de bakıp duruyordunuz” size çarpan şeye veya eserine bakıyordunuz.

56

Sonra şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi diriltmiştik.

"Sonra sizi ölümünüzün ardından dirilttik". Yıldırımın çarpmasıyla ölümünüzden, demektir. Diriltmeyi,

"ölümünüzden” diye kayıtlaması, onun baygınlıktan veya uykudan da olabiieceğindendir, Meselâ şu Âyette olduğu gibi.

"Sonra sizi dirilttik (uykudan)(Kehf: 12).

"Şükredesiniz diye” diriltme nimetine yahut inkâr ettiğiniz şey (îman) nimetine şükredersiniz, yıldırımla Allah'ın hışmını gördüğünüz için.

57

Bulutu gölge yapmış ve üzerinize kudret helvası ile bıldırcın eti indirmiştik. Size rızık ettiğimizin temizlerinden yiyin. Onlar bize zulmetmediler; ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.

"Bulutu size gölge yapmıştık". Allah onlar Tin çölünde iken bulutu güneşten gölge yapmak için onların emrine verdi.

"Üzerinize kudret helvası ile bıldırcın eti indirdik” men (kudret helvası) terencebindir, selva da bıldırcındır.

Şöyle de denilmiştir: Kudret helvası kara benzer bir şeydir, şafaktan güneşin doğmasına kadar inerdi. Güney rüzgârı da bıldırcınları üzerlerine sürerdi. Gece de bir ateş sütunu inerdi, onun ışığında yürürlerdi. Elbiseleri de kirlenmez ve eskimezdi.

"Size rızık ettiğimizin temizlerinden yiyin” yani onlara böyle dedik.

"Bize zulmetmediler” burada kısaltma vardır, aslı şöyledir: Bu nimetlere nankörlük etmekle zulmettiler, bize zulmettiler "ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı” nankörlükle, çünkü bunun zararı onları geçmez.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1286  H : 685)

 

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç