İslâm
hukukunda müslim ve gayr-i müslim vatandaştan tahsîl edilen mikdârı ve nisbeti
belli mâlî mükellefiyetler. Bunlar; zekât, öşür, cizye, harac, gümrük vergisi,
rikâz, lukâta ve ganîmetdir.
Zekât: Her müslümanın tam mülkü olan nisâb
mikdârındaki zekât malının, belli zamanda, belli mikdârını zekât niyyeti ile
ayırıp, emredilen müslümanlara vermektir. Zekât, namaz gibi İslâm’ın beş
şartından biridir. Zekât vermeği farz bilmemek, vermediği için üzülmemek,
günâha girdiğini bilmemek çok tehlikelidir. Mükellef yâni âkıl-bâliğ ve hür
olan müslüman erkek ve kadının şartları bulununca zekât vermeleri farzdır.
Zekât
malı dört çeşittir:
1-
Senenin ekseri zamanında çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar. Muayyen
adede göre belli sayıda hayvan zekât olarak verilir. Meselâ koyunun nisabı
kırkdır. Kırkdan az koyunu olan, zekâtını vermez. Kırkdan yüz yirmiye kadar koyunu
olan yalnız bir koyun verir.
2-
Altın ve gümüş: Altının nisabı 96 gr, gümüşünki 672 gr.’dır. Bu kadar altını ve
gümüşü olan bunların zekâtını verir.
3-
Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan mal (ticâret eşyası): Bunların
kıymeti yâni alış fiyatı, alış-verişde kullanılan altın veya gümüş paradan
hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa onunla hesâb edilir. İkisi ile de nisâb
mikdârı oluyorsa, fakirlere daha faydalı olanı ile hesâb edilir.
4-
Yağmur suyu veya nehir ile sulanan, haraclı olmayan bütün topraklardan (öşürlü
toprak olmasa bile) ve vakıf topraklardan çıkan şeyler. Bunların zekâtıçıkan
mahsûlden onda bir olarak verilir. Buna Öşür denir. Motor ve dolap gücü ile
sulanan araziden zekât olarak yirmide bir alınır.
Bu
dört çeşit maldan, zekât hayvanları ile toprakdan elde edilen mallara emvâl-i zahire
(görünen mallar) denir. Bunların zekâtlarını devletin sâî denen zekât
me’murları toplar. Yine devlet, yollarda raslanılan müslüman tüccarın ticâret
mallarının zekâtını da âşir denilen zekat me’murları vasıtasıyla toplar.
Toprak mahsûllerinden alınan zekâta öşür dendiği gibi bu şekilde yolcu
tüccarlardan alınan zekâta da öşür denir. Aralarında sâdece isim benzerliği
vardır. Toprak mahsûllerinden onda bir; yolcu tüccarın ticâret eşyasından
kırkda bir alınır.
Zekât
bir ibâdettir; vergi değildir. Devletin zekâtı toplaması, bu ibâdeti yerine
getirmeleri hususunda müslümanlara yardımcı olmak içindir.
Devlet,
topladığı zekâtları; fakirler, miskinler, zekât me’murları, âzâd olacak köleler
(mukâtebler), cihâd ve hac yolunda muhtâc olanlar, borçlular ile parasız kalan
yolcular olmak üzere yedi sınıf kimseye verir, başka yere dağıtamazdı. Aksi
hâlde beytülmâlin diğer kısımlarından bunu tanzim etmek, ödemek
mecbûriyetindeydi.
Cizye: Zımmîlerin (gayr-i müslim vatandaşların) hür ve
mükellef erkeklerinden seneden seneye alınan şahsî vergi. Herkesin mâlî
kudretine göre değişirdi. Zenginden kırk sekiz, orta hallilerden yirmi dört,
fakirlerden on iki dirhem gümüş olarak alınırdı. Ödeme kolaylığı sağlamak için
taksitle alındığı da olurdu. Kadın, sabi, kötürüm, âmâ, felçli, pîr-i fâni (çok
yaşlı) ve papaz olanlardan cizye alınmazdı. Cizye alınmakla, gayr-i müsiim
vatandaşlar zımmîlik vasfını kazandıkları için İslâm devletinin emniyet ve
himayesine hak kazanırlardı (Bkz. Cizye).
Harâc: Gayr-i müslim vatandaşlardan alınan toprak vergisi.
Her sene muayyen mikdârdaki sahadan alınan muayyen mikdârdaki haraca muvazzaf harâc
denirdi. Arazi ekilmese de bu harâc alınırdı. Onda bir, beşte bir, dörtte bir,
üçte bir ve mahsûlün yarısı arasında değişen haraca ise, mukâseme haracı denirdi. Senede bir
kaç kere mahsûl alındığında her defasında bu harâc alınırdı (Bkz. Harâc).
Osmanlı
Devleti’nin topraklarının çoğu mîrî arazi idi. Mîrî araziler İslâm hukukunda
mâhiyet itibariyle harâcî arazî kabul edilirdi. Onun için bu arazilerden harâc
vergisi alınırdı. Mülkiyeti devlete âid olan bu topraklar, ariyet yoluyla veya
icâre-i fâsid (kira akdi) ile halka verilirdi. Her sene alınan kira, harâc
yerine geçerdi. Mikdârları, haracın iki kısmına göre ayarlanırdı. Mîrî araziden
haracı muvazzafa göre tesbit edilen kiraya; çift akçesi, basma akçesi, kulluk akçesi,
resm-i zemîn, çift hakkı, boyunduruk hakkı, resm-i dönüm gibi adlar
verilirdi. Bu isimler mahalline göre değişirdi. Rumeli’deki gayr-i müslimlerden
alınan çift akçesine ispenç denirdi. Bağ ve bahçeler için on dirhem,
Osmanlı akçesi ile kırk iki akçe vergi alınırdı, İslâm hukuku esas alınarak
hazırlanan kanunnâmelerde, arazinin durumuna göre, çift akçelerin mikdârları
değişirdi.
Yine mîrî arazilerden harâc-ı mukâsemeye göre
tesbit edilen kiraya (haraca), Osmanlı vergi hukukunda öşür veya onun cem’i
(çoğulu) olan a'şâr
denmiştir. Bu da zekât olan öşürden başkadır.
Bu şekilde harâc alınan mîrî (beytülmâl) arazîden ayrıca öşür alınmazdı. Çünkü,
İslâm hukukuna göre, harac alınan yerden bu vergi
muaftı.
Gümrük vergisi muayyen ticâret yollarından geçen gayr-i müslim tüccardan, devletin âşir
denilen me'muru tarafından alınan maldır.
Tüccar, zımmî (gayr-imüslim vatandaş) ise, yirmide bir alınır. Harbî
(dış ülkeden gelen, pasaportlu gayr-i müslim) ise, onların memleketinde
Müslüman tüccardan ne kadar alıyorlarsa, o kadar, bu bilinmiyorsa, onda bir
alınırdı.
Gayr-i müslimlerden alınan, harâc, cizye ve âşirin
bunlardan aldığı mallar; yol, han, mekteb, mahkeme gibi umûmî ihtiyâçlara ve
millî müdâfaaya sarfedilirdi. Memleket hududunu ve memleket içindeki yolları bekleyen Müslümanlara; köprü, mescid, havuz, kanal-ark açmaya ve tamirlerine,
imâma, müezzine, hademe-i hayrât yâni
hayır hizmetlerinde bulunanlara, İslâm ilimlerini, yâni din ve fen bilgilerini
okutanlara ve okuyanlara kâdılara müftîlere vaizlere ve dîni, milleti, devleti
yaşatmak için çalışanlara verilirdi. Bunlara, zengin olsalar bile çalışmaları, hizmetleri karşılığında
âdete ve ihtiyâç eşyasının değerine göre,
uygun bir pay verilirdi.
Ganimet: Harpte kâfirlerden zorla alınan maldır. Beşte
biri beytülmâle ayrıldıktan sonra, kalan beşte dördü gâziler arasında taksim edilir. Bir kimse hükümdârın izni
ile yahut kuvvet sâhibi kimseler dâr-ül-harbe girip baskın yapsalar, almış
oldukları mallardan, ganimet olduğu için, beşte biri beytülmâle konmak üzere
alınırdı. Kuvveti olmayan kimseler, hükümdardan izinsiz dâr-ül- harbe gidip bir
şeyler alsalar, almış oldukları şeylerden
beşte biri alınmaz. Münye kitabında kuvvetli olmak için dört kişi
olması gerektiği bildirilmiştir.
Rikâz: Yeraltında
yaratıldığı günden beri sabit bulunan mâdenler ile gömülü olan definelerdir. Mülk olan, öşür ve harâcî arâzîlerde
bulunan mâdenlerin beşte biri devlete (beytülmâle), geriye kalan ise, arâzi
sahibinin olur. Mîrî (devlete âid) arazide
bulunan mâdenlerin hepsi devlete âiddir.
Ganimetin ve
yerden çıkarılan mâdenlerin beşte biri; yetimlere, miskinlere ve parasız kalan
yoksullara verilir. Bunların üçünde de önce
(Benî Hâşim) ve (Benî Muttalib) olanlara verilir.
Lukata: Önceki İslam devletlerinde olduğu
Osmanlılar’da da, herhangi bir yerde sahipsiz bir mal (lukata) bulan; sahibine
vereceğinden eminse, sünnet-i şerife uyarak malı korumak için alırdı. Yerde
helâk olacak ise muhakkak alırdı. Çünkü helâk olacak malın alınması farzdır.
“Arayan olursa, bana gönderin!" diyerek iki kimseyi şahid yapar ve kalabalık
bir yerde tarif ederek sahibini arardı. Sahibi çıkmayacağını veya bozulacağını
anlarsa aramayıp beytülmâle verirdi. Beytülmal yoksa sadaka verir, bulan fakir
ise kendisi kullanabilirdi. Birine verildikten veya kullanıldıktan sonra,
sâhibi çıkarsa, ya değerini ödemeyi kabul eder, yahut bulana veya fakire tazmin
ettirirdi. Tazmin eden sevab kazanırdı.
Lukata,
hastahânelere verilir veya fakir cenazelerini kaldırmaya harcanırdı.
Çalışamayacak hâlde olan kimsesiz fakirlere de verilirdi.
Tekâlif-i
şeriyye olarak toplanan mallar, devletin elinde emânettir. Onları, hakkı
olanlara ulaştırmak hükûmetin vazifesidir.
Bütün
bu yollarla para ve malların toplandığı beytülmâl bir nevî sigorta vazifesi
görürdü. İşçi, me'mur ve emeklilere ev, maaş verir, geçimlerini sağlar, rahat
ve mesud yaşamalarını temin ederdi. Devlet fakirden para almaz, kimsesizleri,
fakirleri, açıkgöz ve menfaatperestlerin ellerine bırakmaz ve devlet ayırım
yapmadan her fakire bizzat yardım ederdi. Devlet, bir âile reisi ölünce, fakir
ailesine maaş bağlayıp, herkesi mes'ûd eder, kimseyi aç ve açıkta bırakmazdı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye; sh. 290
2) Bedâyi-us-sanâyi; cild-7, sh. 114
3) El-İhtiyâr; cild-4, sh. 126
4) El-Ahkam-us-sultâniyye; sh. 126
5) Osmanlı İmparatorluğunda Cizye (Boris Christoff Nedkoff), Belleten,
cild- 8, sayı 32, sh. 599
6) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-8, sh.181, cild-5, sh.23, cild-8
sh. 193, cild, 10 sh. 145
7) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Tâbirleri Sözlüğü; cild- 3; sh. 439
8) Redd-ül-Muhtâr; cild-2, sh. 57