Osmanlı
devlet teşkilâtında dîvân-ı hümâyûn üyelerinden olup, pâdişâh adına yazılacak
fermanlara, berâtlara, nâmelere hükümdarın imzası demek olan tuğrayı çekmekle
görevli olan me’mur. Bâzı târihî kaynaklarda muvakki, tevkiî ve tuğrâî
isimleriyle anılır. Pâdişâhın emri bulunan ve baş tarafında tuğra çekilmiş olan
vesîkalar, Osmanlı teşkîlât dilinde, nişân-ı şerîf-i sultânı, nişân-ı hümâyûn, tuğrâ-yı garrâ-i
hâkânî, tevkî-i hümâyûn gibi isimlerle anılırdı. Ancak, bunlara
nişan denmesi daha yaygındı. Ayrıca on sekizinci yüzyılın başına kadar
nişancılar, devlet tarafından yeni çıkarılan kânunların İslâm hukukuna
uygunluğunu kontrol ettiklerinden, kendilerine müftî-i kânun da denirdi. Ayrıca
devlet arazi kayıtlarını ihtiva eden tahrir defterlerindeki düzeltmeler ve
değiştirmeler de önemli vazîfeleri arasındadır.
Hazret-i
Ömer, istidaları (dilekçeleri) bizzat kendisi cevaplandırırdı. Bir defasında
Amr bin Âs’a (r. anh); “Emirin senin hakkında nasıl olmasını istiyorsan, sen de
halk hakkında öyle ol!” diye yazmıştı.
Abbasîler
devrinde tevkî’yazılması için dîvân-ül-inşâ denilen dâire kurulmuştur. Bu dâire
Büyük Selçuklu Devleti’nde tuğra kelimesi kullanılarak dîvân-ı tuğra ismini almıştır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nde büyük dîvânda bulunan ve arazi defterlerine bakan
ve dirlik tevcih beratlarını hazırlayan dâire başkanına pervaneci denilmiştir.
Orhan Gâzi zamanında pâdişâha âid berat ve
tuğraların mevcudiyetinden, nişancı denen görevlinin bu târihten îtibâren var
olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı târihinde tesbit edilebilen ilk nişancı olan
meşhur İslâm âlimi Cezerî’nin oğlu Muhammed Asgar’dan îtibâren bu me’mûriyette
vazîfe yapan bütün nişancılar, devletin nizamlarına, teşkilâtına ve
müesseselerine dâir kânunların toplanıp neşredilmesinde başlıca rolü oynadılar.
Leyszâde Mehmed bin Mustafa, Fâtih Kanunnâmesi diye bilinen kânunnâme-i Âl-i
Osman’ın bir araya getirilmesinde ve yazılmasında en büyük pay
sâhiplerindendir. Nişancılık vazifesinde bulunanların, teşkilâtın işleyişine
dâir bir hizmetleri de, dîvândan çıkan fermanların tertîb, imlâ ve inşâ
hususunda koydukları kaidelerdir. Konulan bu kaideler, haleflerince de aynen
tatbik edilmiştir. Bununla beraber, meselâ Tâcizâde Cafer Çelebi, Koca Nişancı
Celâlzâde Mustafa Çelebi, Ramazanzâde’nin kendilerine mahsus ferman ve meşhur
yazış tarzları vardır.
Nişancılar, on altıncı asır başlarına kadar
ilmiye sınıfı arasından ve inşâsı yâni kalemi (yazma san’atı) kuvvetli
olanlardan seçilirdi. Fâtih Kânunnâmesi’ne göre nişancıların dâhil
müderrisleriyle Sahn-ı semân müderrislerinden tâyin edilmeleri kânundu. On
altıncı asrın başlarından îtibâren dîvân kalemi hey’eti arasında yetişmiş
olanlardan nişancılık yapabilecek reîsülküttâb varsa, onlar nişancı olurlar,
bulunmazsa müderrisler arasından seçilirlerdi. Nişancıların tâyininde kendi
me’mûriyetlerine âit berat verilmez, pâdişâhın şifahî iradesiyle tâyin
edilirlerdi. Çünkü bunlar bizâtihî îtimâda lâyık addedilmişlerdi. On altı ve on
yedinci asır kanunnâmelerinde nişancının vazifeleri kaydedilmektedir. Bunlara göre;
nişancı tuğra-i şerîf hizmetiyle me’murdur. Önce nişancı dâiresinde kânunla
ilgili hüküm yazılırdı. Mümeyyizi (müsveddeyi yazan kâtip) tashîh ettikten
sonra nişancı tuğralarını çekerdi. Nişancılar Arapça ve Farsça olarak İslâm
devletlerinden gelen nâmeleri tercüme ederek sadrâzama takdim ederlerdi.
Nişancılar yalnız kendi dâirelerinde tuğra
çekmeyip, dîvân-ı hümâyûnda da tuğra çekerlerdi. İşleri fazla olursa kubbe
vezirlerinden en kıdemsizi kendisine yardım ederdi.
On altıncı yüzyılda nişancı, dîvân kaleminin
şefi olup, reîsülküttâb ile defter emîni onun maiyyetinde bulunurdu. Nişancılar
protokolde sadrâzamın sağında, vezirlerin alt yanında yer alırdı. Rütbesi vezir
olan nişancı, baş defterdârdan önceydi, vezîr değilse, derece bakımından sonra
gelirdi. Nişancı, Dîvân-ı hümâyûn üyesi olmasına rağmen vezir rütbesine sahip
olmadıkça, kânuna göre arz günleri pâdişâhın huzuruna kabul edilmezlerdi.
Devlet teşkilâtında önemli yeri olan
nişancıların, kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. On yedinci asır sonlarında
kaleme alınmış olan Tevkiî Abdurrahmân Paşa kanunnâmesinde, nişancılara mahsus
olan kıyafet şöyle tarif edilmektedir: Mücevveze sarık sarar, saf (yün) üstlük,
lokmalı kutnî (pamuk) iç kaftanı ve orta abayı giyer. Ayrıca bu kanunnâmede
nişancıların 400 akçelik hasları olduğu ve sadrâzamla her zaman
görüşebildikleri yazılıdır.
On sekizinci yüzyıla kadar önemini muhafaza
eden bu me’muriyetîn îtibârı sonradan azaldı. On sekizinci yüzyıl sonlarında
vazîfeleri yalnız sadrâzamların mührünü basmaktan ibaret oldu. 1836 yılında
kaldırılan nişancılığın görevi, defter eminliğine verildi. Mühim fermanların
üzerine tuğralar, Bâb-ı âlî (Bkz. Bâb-i âlî); diğerleri defter emîni tarafından
vazifelendirilen me’murlarca çekildi. 1838’de defter eminliği ile Bâb-ı âlî
tuğranüvisliği (tuğra yazıcılığı), Bâb-ı âlî’de bulunan bir me’mura verildi.
Tanzîmât’tan sonra nişancılığın vazifeleri
bir kaç me’mûriyete dağıtıldı. Aslî vazîfeleri mâbeyn başkâtipliği ile hâriciye
nâzırlığına devredilirken, ikinci derecedeki vazîfeleri mâliye ve defter-i
hâkânî dâirelerinde görülmeye başlandı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı
Târihi Lügati; sh. 336
2) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye
Teşkilâtı; sh. 214
3) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-2, sh. 697
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 135