Basılmış
şeyler, basılı her türlü şey. Belirli veya belirsiz aralıklarla yayınlanan her
türlü gazete, mecmua (dergi), salnâme, broşür, kitap ve benzeri yayınların
hepsi. Baskı makinaları ile çoğaltılarak geniş kitlelere ulaştırıldığı için
umûmî olarak matbûât
denilmiştir. Matbûât iki kısımda İncelenebilir:
Birincisi;
günlük, haftalık, aylık, yıllık gibi belirli veya belirsiz aralıklarla
yayınlanan her türlü cerîde (gazete), mecmua (dergi), salname (yıllık) ve
broşür gibi süreli yayınlardır (Bkz. Basın).
İkincisi
ise; belli bir süreye bağlı olmaksızın belli ihtisas dallarında ve ilmî
konularda yazılmış ve basılmış olan kitap ve benzeri süresiz yayınlardır.
İnsanların
anlaşma ve haberleşme vâsıtalarından biri olan yazı, insanlık târihiyle
yaşıttır. İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâma Allahü teâlâ
tarafından gönderilen suhuf (sayfalar) yazılı idi. Diğer peygamberlere
gönderilen kitaplar da böyle idi. Âdem aleyhisselâm kayalar ve kerpiçler
üzerine yazı yazmışdı. İlk olarak kalem ile yazı yazan ve insanlara öğreten
İdris aleyhisselâm idi. İnsanlar arasında anlaşma vâsıtası olan yazı,
toplumların bulundukları kültür ve medeniyet seviyesine göre yer yer
değişiklikler göstermiştir. Bu değişiklikler neticesinde çeşitli yazı çeşitleri
ve biçimleri gelişmiştir.
Farklı
dinlere inanan ve çeşitli yazıyı kendi aralarında anlaşma ve haberleşme
vâsıtası olarak kullandıkları gibi, araştırarak buldukları ilmî gelişmeleri,
târih ve kültür değerlerini kendilerinden sonraki nesillere aktarma vâsıtası
olarak da kullanmışlardır. Târihî mâhiyetteki yazılı belgeler ve kitabeler
bunun ifadesidir. Zamanla ilmin ve kültürün yayılması için kitaplar yazıldı ve
geniş kitlelere hitab edebilmek için kitabların baskı tekniğiyle çoğaltılmasına
geçildi. Baskı tekniğinin ilk doğuşunun Çin ve Kore’de olduğu söylenirse de
bugünkü anlamda baskı tekniği Almanya’nın Mainz şehrinde Johann Gutenberg
tarafından 1450 senesinde kullanıldı. Baskı tekniğinin gelişmesi yâni matbaanın
keşfiyle kitaplar daha ucuza mal edilebildi ve daha geniş bir okuyucu kitlesine
sunuldu. Kitapların hattatlar tarafından yazılması sebebiyle Osmanlı
Devletı’nde matbuaya ilk zamanlar fazla ihtiyâç hissedilmedi. Bununla beraber,
Osmanlı Devleti’nin çeşitli şehirlerinde on altıncı yüzyılın başından îtibâren
gayr-i müslim tebea tarafından basit matbaalar kuruldu. Rum, Ermeni, Romen ve
Mûsevîlerin kurdukları matbaalarda, Türkçe, Arabça, Farsça eserler basıldı.
Fakat resmî ve husûsî bir Türk matbaası kurulmadı.
Avrupa’daki
Rönenans hareketleri neticesinde ortaya çıkan bâzı ilmî ve teknik gelişmelerin
alınmağa başlandığı on sekizinci yüzyılın başından îtibâren Avrupa’ya çeşitli
vazifeliler gönderildi. Sultan üçüncü Ahmed Han zamanında 1718’de sadrâzam olan
Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa, İstanbul’da matbaa kurmak istedi. Paris’e
büyükelçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ve oğlu Sa’îd
Mehmed Efendi Paris’te gördükleri matbaayı yerinde incelediler. Sa’îd Mehmed
Efendi, Paris’ten döndükten sonra, sadâret mektubcusu olarak bulunduğu sırada,
aslen Macar olup Osmanlı hizmetine girmiş olan İbrâhim Müteferrika ile
anlaşarak bir matbaa kurmayı kararlaştırdılar.
1727
Temmuz’unda zâten bu işe tarafdâr alan sadrâzam Nevşehirli Dâmâd İbrâhim
Paşa’ya matbaanın önemini ve faydalarını anlatan bir lâyiha hazırlayıp sundular.
Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin dînî eserler hâricinde diğer
kitapların basılabileceği matbaa kurulmasına dâir verdiği fetva üzerine, Sa’îd
Mehmed Efendi ile İbrâhim Müteferrikaya bir müsâde fermanı verildi. Şirket-i
müdârebe ismiyle sözleşme imzalandıktan sonra, “Dâr-ut-Tıbâat’il-Âmire” adıyla
kurulan ilk matbaa, sultan Selîm semtinde İbrâhim Müteferrika’nın evinde
faaliyete geçti. Bu matbaada ilk olarak Arapça’dan Türkçe’ye iki cildlik Vankulu Lügati
1729 senesinin Ocak ayında basıldı. Bundan dört ay kadar sonra da Kâtip
Çelebi’nin Tuhfet-ül-Kibâr
fî-esfâr-il-Bihâr adlı eseri tab’edildi. Târih-ul-hind-el-garbî el müsemmâ bi
hadîs-i nev, Kitab-ı iklim-i cedîd, Târih-i Tîmûr Gürkân ve Eddürret-ül-yetîme
fî evsâf-i Mısr il-kadîme ve ikinci kısım Mısr-ı cedîd adlı eserler bu
matbaada ilk basılan eserlerdir. 1731de Gülşen-i Hulefâ adlı eserle, Türkçe, Fransızca
kavâid ve mükâleme kitabı basıldı. Sultan üçüncü Ahmed ve Dâmâd İbrâhim Paşa
zamanında kurulan bu matbaa, Patrona Halîl isyânından ve sultan birinci Mahmûd
Han’ın cülûsundan sonra da faaliyetini sürdürdü. 1732’de Usûl-ül-Hikem fî nizâm-il-âlem ve Füyûzât-ı
Mıknatisiyye gibi eserlerle Kâtip Çelebi’nin Cihânnümâ adlı eseri basıldı. Bu
matbaada 1733’de Kâtip Çelebi’nin Takvîm-üt-Tevârih kitabı, 1734 Haziran ve
Ekim’inde iki cildlik Nâimâ Târihi, 1741de Râşid Târihi ve Küçük Çelebizâde
Âsım Efendi’nin bu târihe olan zeyli basıldı. 1742’de ise, Farsça’dan Türkçe’ye
bir lügat olan Ferheng-i
Şuûrî basıldı. Kuruluşundan beri matbaanın idaresini elinde tutan
İbrâhim Müteferrika, 1745’de vefât edince, Rumeli kâdılarından İbrâhim Efendi
ve Anadolu kâdılarından Ahmed Efendi müştereken matbaayı işletmek üzere izin
istediler. Bunun üzerine, 1747 târihli olarak daha önce İbrâhim Müteferrika’ya
verilen fermanın aynısı bunlara da verildi.
Matbaalarda
basılan kitapların daha ucuza mâl edilmesi için daha önce İran, Hint,
Türkistan, Çin ve Avrupa’dan alınan kağıt yerine yerli kâğıt üretimi düşünüldü.
Hekimoğlu Ali Paşa’nın sadrâzamlığı sırasında bir kâğıt fabrikası kurulması
kararlaştırıldı. Lehistan’dan mütehassıslar getirtilmesine teşebbüs edildi ise
de, Hekimoğlunun sadâretten azli üzerine bu teşebbüs bir müddet durdu. Daha
sonra yapılan çalışmalar neticesinde 1746’da Yalova’da ilk kâğıt fabrikası
kuruldu. Lehistan’dan getirtilen ustalar tarafından kurulan ve çalıştırılan
fabrikada, Avrupa’daki kaliteli kâğıtlara rekabet eden kâğıt yapıldı. Fakat bir
müddet sonra kapandı.
Kadı
İbrâhim ve Ahmed efendiler işletme izni aldıktan sonra matbaa bir müddet
duraklama devri geçirdi. Vankulu Lügati’nin mevcudu kalmadığından, 1755’de
yeniden basıldı. Fakat İbrâhim ve Ahmed efendilerden sonra kitap basılmadı. Bu
durum, 1784’de Halîl Hamîd Paşa’nın sadâreti zamanına kadar sürdü. Beylikçi
Râşid Efendi ile vak’anüvis Vâsıf efendiler hükümete müracaat ederek matbaayı
işletmeye müsâde istediler. Sadrâzam Halîl Hamîd Paşa sultan birinci Abdülhamîd
Han’a arz ederek, ferman çıkarttırdı. İşte bu suretle Râşid ve Vâsıf
efendilerin işlettiği matbaada 1784’de ilk olarak Çelebizâde Âsım’a zeyl olarak
yazılan Sami, Şâkir, Subhi Vekâyînâmeleri, Subhî Târihi olarak basıldı. Ertesi sene de
Vak’anüvis Süleymân İzzî Efendi’nin târihi basıldı. Yine bu sene Güzelhisarlı
Zeynîzâde Hüseyin Efendi’nin nahivden Kâfiye üzerine yazmış olduğu İ’râb-ül-Kâfiye adlı eseri basıldı. Sultan üçüncü
Selîm Han zamanında da harb ve istihkâmcılığa dâir fennî lağım ve muhasaraya
dâir Fransızca’dan çevrilen eserler basıldı.
On
Sekizinci yüzyılın sonlarına doğru İstanbul-Kâğıthâne’de kurulan ikinci kâğıt
fabrikası da kısa bir müddet içinde kapandı. Üçüncü kâğıt fabrikası ise 1804’de
Beykoz’da kuruldu. 1832’ye kadar üretim yapan bu fabrika da teknolojide meydana
gelen gelişmeler neticesinde Avrupa’da üretilen ucuz kâğıtla rekabet edemiyerek
kapandı.
İbrâhim
Müteferrika’nın kurduğu ilk Osmanlı matbaasından sonra ikinci matbaa 1795’de
açılan Hendesehâne matbaasıdır. On dokuzuncu yüzyılın hemen başında devlet
tarafından yeni bir matbaa daha kuruldu. 1802’de faaliyete geçen bu matbaa Dâr-üt-Tıbâat-ul-Cedîde
adını taşır. Üsküdar’da kurulduğu için Üsküdar matbaası adıyla da bilinen bu
matbaa, 1831’de Üsküdar’dan Bâyezîd’e taşındı. Sultan İkinci Mahmûd Han
tarafından 1831’de resmî gazete hüviyetinde çıkarılan, Takvîm-i Vekâyî gazetesi için
kurulan Takvimhâne-i Âmire ile birleştirilerek Matbaa-i Âmire adını aldı. Taşbasma
tekniğini ülkeye getiren Kayoller’in İstanbul’da kurduğu matbaa ile, Kavalalı
Mehmed Ali Paşa’nın Mısır’da kurduğu Bulak Matbaası da bu dönemde faaliyete geçti.
Okuyucuların basma kitaba ısınmasında önemli rol oynayan bu matbaada basılan
243 kitabın 125’i Türkçe’dir. İstanbul’da 1831’de kurulan Matbaa-i Bâb-ı
Hazret-i Seraskeriye ile 1835’de kurulan Maçka Mekteb-i Harbiye Matbaası da bu
döneme matbaacılık açısından hareket getirmiştir. Tanzîmâtın ilk yıllarında pek
hızlı gelişme gösteremeyen matbaacılıkta taşbasma tekniğinin geliştirilmesine
çalışıldı. Daha önce Mısır’da kullanılan ta’lik yazı stilindeki harfler,
Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla ilk olarak 1842’de İstanbul’da
kullanılmaya başlandi. Bunu Râsih Efendi’nin hazırladığı 24 puntoluk ta’lik
harfler ve yine Mustafa İzzet Efendi’nin hazırladığı 24 puntoluk nesih harfler
tâkib etti. Bu arada 1846’da üretime geçen İzmit kâğıt fabrikası da 1860’a
doğru kapandı. İlk matbaanın kurulduğu 1727 senesinden 1840 senesine kadar
çeşitli ilim ve fenlere dâir 500 kadar kitap basıldı.
Matbaacılığın
ve matbûâtın gelişmesi, resmî devlet gazetelerinden başka, özel gazetelerin de
çıkmasıyla gittikçe hızlandı. Basının gelişmesiyle bir çok matbaa kuruldu.
Devlet
tarafından mahallî basının teşvik edilmesi her vilâyet merkezinde bir matbaa
kurulması, matbaacılığın tanınmasına ve matbûâta karşı ilginin artmasına sebeb
oldu. Tanzîmât’ın îlânından 1860’a kadar yavaş gelişen matbaacılık, bu târihten
sonra hem sayı hem de basım tekniğindeki gelişmeler bakımından oldukça ilerleme
gösterdi. 1840-1870 seneleri arasında çeşitli gazete ve dergilerin yanında 1300
kadar kitap basıldı. Bunların çoğu devlet eliyle basılmış ders kitapları ve
resmî yayınlar ile tek tek kişilerin veya kitapçıların (sahhâfların)
bastırdıkları kitaplardır. Henüz bir yayınevi meydana gelmemiştir.
Hukukî
açıdan, önceleri izne bağlı olmaksızın kurulan matbaalar dışarıya da iş yapan
Matbaa-i Âmirenin gelirinin azalması üzerine, 1856’da yayınlanan bir irâde ile
özel matbaaların bastıkları kitapları Takvimhâne nezâretine bildirmeleri ve
gelirleri üzerinden vergi alınması kararlaştırıldı. 26 Ocak 1857’de çıkarılan Matbaa nizamnâmesiyle
de matbaa açma isteği Meclis-i meârif ve zabtiye nezâretinin incelemesinden
sonra, sadâretin uygun görmesine bağlandı. Nizâmnâmeyle, matbaaların gazete
dışındaki her türlü yayını basmadan önce Meclis-i meârife inceletmeleri,
herhangi bir mahzur görülmediği takdirde ve sadâretin izniyle basabilmeleri
hükmü getirildi. Aynı yıl çıkarılan Te’lif nizamnâmesiyle de matbaaların,
müellifin (yazarın) izni olmadan kendi nam ve hesaplarına kitap bastırmaları
yasaklandı.
1870’den
sonra Şinâsî’nin çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde sonradan kesilerek
forma hâline getirilebilecek biçimde risaleler yayınlandı. Ahmed Mithat
Efendi’nin 1870’den itibaren Letâif-i Rivâyat adlı 25 kitaplık külliyâtı ilk
seri yayınlardandır. 1878’de Tercüman-ı Hakikât tefrikalarından mütehassıl yeni
kütüphâne adlı seri tâkib etti. 1879’da Matbaacı Mihran ile birlikte Cep
kütüphânesini kuran küçük boyda ve her sahada bilgileri İhtiva eden 30 kadar
kitabı neşreden Şemseddîn Sami’yi, 1879’da başladığı salname ve takvim
yayımcılığını, 1881’de kitap yayımcılığıyla genişleten Ebüz-ziyâ Tevfik tâkib
etti. Kurduğu Kütübhâne-i Ebüzziyâ’da ise, 114 kitap yayımlandı. 1880’den
îtibâren Bâb-ı âlî civarında yerleşmiş gayr-i müslim olan, Kasbar, Krikor ve
Ohannes Kayseryan gibi, özellikle ermeni kitabcılar da yayımcılığa başladılar.
Kasbar, Tedrisât Kütüphânesi; Krikor, Asır Kütüphânesi; Orhannes de Vatan
Kütüphânesi adıyla kitaplar yayımladılar.
23
Ocak 1888’de çıkarılan Matbaa nizâmnâmesine yeni hükümler eklendi. 1890’dan
sonra Ahmed İhsân tarafından kurulan Servet-i fünûn dergisinin yanısıra te’lîf
ve tercüme kitaplar yayımlandı. Bu arada, sultan İkinci Abdulhamîd Han 1893 de
İstanbul Beykoz’da Hamîdiye kâğıt fabrikasını kurdurdu. Osmanlı-İngiliz Şirketi
biçiminde organize edilen bu fabrika, ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık
sebebiyle kısa bir müddet üretim yapabildi. İkdâm gazetesi sahibi Ahmed Cevdet
(Oran) 1895’de Kütüphâne-i İkdam adı altında daha ziyâde târihî ve edebî bir
dizi kitap yayımlandı. İbrâhim Hilmi’nin 1896’da kurduğu Kütüphâne-i İslâm daha
sonra gelişerek Kütüphâne-i İslâm ve Askerî ve Kütüphâne-i Hilmî adını alarak
yayınına devam etti. Malûmat gazetesi sahibi Tâhir Bey de Malûmat
Kütüphânesi adı altında kitap yayımcılığı yaptı. Bunların dışında Bâyezîd’teki
Hakkâklar Çarşısı (Bugünkü Sahhâflar Çarşısı), Kapalı Çarşı’daki Sahhâflar
Çarşısı ile Bâyezîd ve Bâb-ı âlî’deki kitapçılar da kitap ticâretinin yanısıra
yayıncılık alanında da etki gösterdiler.
İkinci
Meşrûtiyetin ilânından sonra kitap yayımcılığında hızlı bir artış oldu. Fakat
gerek maddî sıkıntılar, gerekse İttihâd ve Terakkî’nin uyguladığı baskı rejimi
neticesinde kurulan yayınevleri kapanmak zorunda kaldı. Zaman Kütüphânesi,
Cihân Kütüphânesi, Gayret Kütüphânesi, Kanâat Kütüphânesi, İkbâl Kütüphânesi,
Maârif Kütüphânesi, İçtihâd Kütüphânesi bu devirde faaliyet gösteren
yayınevlerindendir. 1911’de Matbûât ve matbaalar kânunu çıkarıldı. 1913’den
sonra iktidarı büsbütün eline geçiren İttihâd ve Terakkî döneminde basın
hürriyeti tamamen kullanılmaz oldu.
İbrâhim Müteferrika, zamanın
şeyhülislâmı Yenişehirli Abdullah Efendi’ye matbaa açmak, kitap basmak
hususunda; “Kitap basma san’atını iyi bildiğini söyleyen bir kimse, lügat,
mantık, astronomi, fizik ve benzerlerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıdların
üzerine basarak bu kitapların benzerlerini elde ederim derse, bu kimsenin böyle
kitap basmasına şeriat izin verir mi?” diye sorunca, cevâb olarak; “Kitâb basma
san’atını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer
kalıba çıkarıp, buradan kâğıdlara basmakla, bu kitaptan az zamanda kolayca çok
sayıda elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebeb oluyor. Faydalı
bir iş olduğundan şeriat bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitâbda
yazılı ilmi bilen bir kaç kişi önce tashih etmelidir. Tashihten sonra
basılırsa, güzel bir iş olur” diye fetva verdi. Pâdişâh da izin verince, 1729
senesinde İbrâhim Müteferrika ilk matbaayı kurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Türkiye’de Matbûât İdareleri (Server İskit,
Ankara-1943)
2) Basın ve Yayın Târihi (H.R. Ertuğ;
İstanbul-1955)
3) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı; cild-4,
kısım-2, sh. 513
4) Büyük Türkiye Târihi; cild-11, sh. 121
5) Türkiye’ye Matbaanın Girişi (Osman
Ersoy-İstanbul, 1959)
6) Âlimler ve San’atkarlar (Ahmed Refik); sh.
279
7) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-5, sh. 2445
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 514