Son
devir Osmanlı sadrâzamlarından. Kumandan ve devlet adamı. Basra mutasarrıfı
Kethüdâoğlu Bağdâdlı Süleymân Bey’in oğludur. 1856 senesinde Bağdâd’da doğdu.
İlk tahsîlini Bağdâd’da gördükten sonra İstanbul’a gelerek önce Harbiye’ye
girdi. 1882’de de Mekteb-i erkân-ı harbiye’den (kurmay) yüzbaşı rütbesiyle
me’zûn oldu. O sene Mısır’a sevk olunmak üzere Girid’de toplanan fırkaya
(tümen) tâyin olunarak Girid’e gitti. Bir müddet sonra oradan dönüp 1883’de
Harbiye mektebinde silâh bilgisi ve atış tâlimi nazariyeleri muallimliği yaptı.
Bir sene kadar Almanyalı müşir Kampatner Paşa’nın daha sonra da Von der Golç
Paşa’nın emrinde çalıştı. Satın alınan mavzer tüfeklerinin yapılışını tedkîk
etmek ve nezârette bulunmak üzere teşkîl olunan komisyonun âzası olarak
Almanya’ya gitti. 1884’de kolağalığa, 1886’da binbaşılığa terfî ettirildi.
1889’da kaymakam (yarbaylık) rütbesiyle muayene komisyonu reis muavinliğine
tâyin edildi. İki sene sonra da miralaylığa (albay) terfî ettirildi. Almanya’da
kaldığı dokuz-on senelik müddet içinde çeşitli askerî manevralarda, top
tâlimlerinde ve Mağdeburg’da, 1892’de çeşitli milletlere mensup iki yüz elli
subayın katıldığı seri ateşli top ve zırhlı kale tatbîkâtlarında bulundu. 1894’de
Osmanlı zabitlerinden meydana gelen bir komisyonun reîsi olarak Fransa’ya
gönderildi. Zırhlı kuleler ve ateşli silahlar hakkında incelemelerde bulundu.
Dönüşünde mirlivalığa yükseltildi. 1899’da Tophâne-i âmire tecribe ve muayene
dâiresi reis vekilliğine tâyin edildi. 1901’de Feriklik rütbesine terfî
ettirildi. O sene Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvere arasında telgraf
hattı döşetme vazifesiyle Hicaz’a gönderildi. Orada kaldığı bir sene içinde,
Mekke şerîfi Avnür-Refîk ve Hicaz vâlisi Ahmed Râtib paşalarla anlaşamayarak
İstanbul’a döndü. Tophane’deki vazîfesine iade edildi. 1905’de birinci ferik
rütbesiyle Kosova vâliliğine tâyin edildi. 1908’de Birinci Meşrûtiyet’in
ilânından sonra Üçüncü ordu kumandanlığına ve ilâveten Rumeli vilâyeti müfettiş-i
umûmî vekilliğine tâyin edildi. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve
yıkılmasını isteyen azınlıklarla işbirliği yapan, İttihâd ve Terakkî
komitacılarıyla anlaşarak, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı harekete geçti.
İngilizler ve İttihâdolar tarafından plânlanan ve İstanbul’da zuhur eden 31
Mart ayaklanması üzerine Selanik’te toplanan Hareket ordusunun kumandanı olarak
İstanbul’a geldi. 24 Nisan’da Topkapı ve Edirnekapı’dan şehre girerek yol
üzerindeki karakolları teslim aldı ve harbiye nezâretini işgal etti. Pâdişâh’a
sâdık paşalar saraya gelerek, Yıldız ve civarındaki birliklerin, Hareket
ordusuna karşı kullanılması için izin istediler. Kan dökülmesini istemeyen
sultan İkinci Abdülhamîd Han; “Tüfekçilerin silâhları toplansın, kimse silâh
atmasın. Müslümanı müslümana kırdırmam” diyerek, teklifi reddetti. Kuvvetli ve
talimli askerleri bulunmasına rağmen, büyük fitne çıkmaması için bunu
kullandırtmadı.
Taksim
kışlasında ve Taşkışla’da bâzı mukavemet hareketleri olduysa da, Hareket
ordusunun şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Yıldız Sarayı’nın, Hareket
ordusu tarafından işgal edilmesi sırasında, sultan Abdülhamîd Han mukavemet
etmek isteyen askerlere; “Ben halîfe-i İslâm’ım. Müslümanı müslümana kırdırmam.
Silâh çekmek isteyen ilk önce beni vursun, sonra diğer asker kardeşlerine
kurşun atsın” diyerek çatışmanın ve kan dökülmesinin önüne geçti. Pâdişâh’ın
emrine boyun eğen askerlerin silâhlarını teslim etmeleri üzerine 25 Nisan günü
Hareket ordusu İstanbul’a hâkim oldu. Mahmûd Şevket Paşa örfî idare (sıkıyönetim)
îlân ederek suçlu suçsuz demeden İttihâdçılara ve kendine muhalif pek çok
kimseyi îdâm ettirdi. Etrafında topladığı yüzlerce Balkan çetecisiyle saraya
girerek, kıymetli eşyaları yağmaladı. Hazîneyi, asırlardan beri toplanmış olan
kıymetli yadigârları ve dünyânın en zengin kütüphânelerinden olan saray
kitaplığını yağma ettirdi. Pâdişâh’ın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı.
Kendisi Abdülhamîd Han’a muhalif olduğu halde, bu yağmaya dayanamayan Tevfik
Fikret, bu hâdise için Han-ı Yağma adlı şiirini yazdı. Mahmûd Şevket Paşa
İttihâd ve Terakkî’nin hâkimiyetini devam ettirmek için İstanbul’da tedhiş ve
terör havası estirmeye başladı. Milletin can, mal ve nâmuş emniyeti kalmadı.
Pek çok suçsuz kimse tutuklanarak hapse atıldı ve zulme uğradı. Sultan
Abdülhamîd Han tahttan indirilerek Selânik’e gönderildi.
İstanbul’a
hâkim olan Mahmûd Şevket Paşa; Birinci, İkinci, Üçüncü ordular müfettiş-i
umûmîsi oldu. 1909’da kurulan Hakkı Paşa kabinesinde harbiye nâzırı oldu.
İttihâd ve Terakkî tarafından yâver-i ekremlik ünvânı verildi.
Daha
önceki devirlerde ordudaki subaylar arasındaki görüş ayrılıkları ve
grublaşmalar onun harbiye nâzırlığı sırasında, had safhaya vardı. Pâdişâh’a,
devletine, vatanına ve dînine bağlı subayları çeşitli bahanelerle ordudan
uzaklaştırdı.
1910’da
başlayan Arnavutluk isyânını bastırmak üzere sefere çıktı. Kumandasında seksen
iki piyade taburu vardı. Arnavutluk isyânını şiddet kullanarak bastırdı. İsyana
iştirak eden ve etmeyen bütün ahâlinin silâhlarını toplattı. Bu muamele
esnasında erkekleri, kadınlarıyla kızlarının önünde sopalarla dövdürdü. İsyan
yatışacağı yerde müzminleşti. Balkan harbi sırasında Arnavutluk’un tamamen
elden çıkmasına sebeb oldu.
Roma
elçiliğinden sadrâzamlığa getirilen Hakkı Paşa hükümetinin harbiye nâzırı olan
Mahmûd Şevket Paşa, Trablusgarb kumandanı ve vâlisi Müşir İbrâhim Paşa’nın;
“Buradaki askerlerin Yemen’e gönderilmesi, Trablusgarb’ın İtalya’ya teslimi
demektir” diye itirazına rağmen, Trablus’daki askeri Yemen’e sevk etti. İtiraz
ettiği için de İbrâhim Paşa’yı vazifeden aldı. Bu kâfi gelmiyormuş gibi
Trablus’daki askeri mühimmat iâşe ve silâhları da İstanbul’a naklettirdi.
Trablus’u askersiz, kumandansız ve mühimmâtsız bıraktı. Hıyanet derecesine
ulaşan bu gafletinden sonra İtalyanlar Eylül 1911’de Trablusgarb’ı işgal
ettiler. Ateş bacayı sardıktan sonra asker gönderildiyse de netice alınamadı.
On iki adayı işgal eden İtalyanlar, Çanakkale boğazını topa tutarak, İstanbul’u
tehdîde başladılar. Ordudaki subaylar, İttihâdcı ve Halâskârân-ı zâbitân diye
ikiye ayrıldı. Makedonya vilâyetlerinde, iktidar ve muhalefeti tutan subaylar
çeteler teşkil ederek birbirleriyle çarpıştılar. İstanbul’da bulunan
Halâskârân-ı zâbitân mensupları, hükümeti tehdîd etmeye başladılar. Bu baskı ve
tehdîdler karşısında, Mahmûd Şevket Paşa 1912’de sadrâzam ve diğer nâzırlarla
birlikte istifa etti. Böylece İttihâd ve Terakkî iktidardan uzaklaşmış oldu.
Balkan
Harbi sırasında Alasonya ordusu kumandanlığına tâyin olunan Mahmûd Şevket Paşa,
bu vazifeyi kabul etmeyerek istifa etti. Böyle mühim bir harbdeki vazifeyi
kabul etmeyişinin sebebini de kendine mâbeyn başkâtibi Ali Fuâd Bey tarafından
sorulan bir soruya verdiği cevâbda; “Canım efendim ne yapayım. Bu, benim
şöhretimi ve şeref-i askerîmi ihlâl etmek, için yapılmıştı. Şöhretimi nasıl
feda ederim?” diyerek vatan ve millet hususundaki kayıtsızlığını beyân etti.
İktidardan
uzaklaşan İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin 23 Ocak 1913’de düzenledikleri
kanlı Bâb-ı âlî baskınından sonra, Kâmil Paşa zorla sadrâzamlıktan istifa
ettirilince, sadrâzamlığa Mahmûd Şevket Paşa getirildi. Onun sadâreti döneminde
Balkan harbi devam etti. 30 Mayıs 1913 Cuma günü Osmanlı Devleti ile Balkan
müttefikleri arasında yedi maddelik, Londra barış andlaşması imzalandı. İttihâd
ve Terakkî zihniyetinde olan Mahmûd Şevket Paşa, kendinden önceki sadrâzam
Kâmil Paşa’yı ihanetle itham edip Edirne’yi kurtarmayı vâdederken, bütün
Rumeli’yi Balkan devletlerine terk edip Midye-Enez hattını hudûd kabul etti. Bu
suretle Edirne de sınır dışında kaldı. Arnavutluk’la, adaların geleceği ise,
büyük devletlere terk edilmek suretiyle elden çıkarıldı.
Mahmûd
Şevket Paşa, yaptığı işler sebebiyle İttihâd ve Terakkîciler arasında şöhret
sahibi oldu. Onun bu şöhreti, meclisteki muhalif meb’ûslardan başka
İttihâdcıları da düşündürüyordu. Bu sebeble günün birinde bütün devlet
idaresini ele geçirip kendilerine mevkî ve makam vermemesinden endişe
ediyorlardı. Muhalif milletvekilleri, onun bâzı kötü icrâatlarını tenkid
etmekten çekinmiyorlardı. Bu tenkidlere şiddet ve tehdîtle karşılık veren
Mahmûd Şevket Paşa’ya karşı muhalefet şiddetlendi. Hattâ bu muhalefet
kampanyasına İttihâd ve Terakkî meb’uslarından da katılanlar oldu. Mahmûd
Şevket Paşa’nın gün geçtikçe orduda artan nüfuzundan çekinen Talat Bey (Paşa),
çeşitli planlar hazırladı ve Paşa aleyhinde yolsuzluk iddialarının
çıkarılmasını teşvik etti. Talat Bey ile birlikte harekete geçen Selanik
milletvekili yahûdî Emanuel Karaso ile İsmâil Canbolat, Mahmûd Şevket Paşa’nın
aleyhinde uğraşırken, Talat Bey ve arkadaşları da İttihâd ve Terakkî umûmî
merkezinin hükümet üzerinde nüfuz sahibi olması için çalıştılar. Mahmûd Şevket
Paşa’nın daha kuvvetlenmesine ve tahakkümüne tahammül edemedikleri için, onu
ortadan kaldırma yollarını düşündüler. Bütün muhalif unsurları, Mahmûd Şevket
Paşa aleyhine kullanmaya çalıştılar. İttihâd ve Terakkî ileri gelenleri, Hürriyet
ve îtilâf fırkasının gayr-i memnunları, İttihâd ve Terakkî’ye düşmanlık
besleyen halk, tahsil ve yetişme tarzlarıyla kuru bir gurura kapılan okumuşlar,
gayr-i müslim azınlıklara mensup banker, sarraf gibi kimseler, müslüman olup
Türk olmayan unsurlar; Mahmûd Şevket Paşa hükümetini devirmek için birlikte
çalıştılar.
Sadrâzam
ve Harbiye nâzırlığını birlikte yürüten, Bâb-ı âlî baskını ile iş başına
geldiğinin dördüncü ayını idrâk eden Mahmûd Şevket Paşa, 11 Haziran 1913 günü
saat 11.30 sıralarında Bâyezîd’deki harbiye nezâretinden otomobiliyle çıkıp
Bâb-ı âlî’ye gitmek üzere Bâyezîd meydanını geçip, Çarşıkapı’ya sapacağı sırada
bir cenaze alayı ile karşılaştı. Topluluk, paşanın Çarşıkapı’ya sapacak
otomobilinin yolunu kapadı. Bu sırada meçhul silâhlı kişiler tarafından açılan
tabanca ateşiyle yaralandı. İsabet eden beş kurşundan birisi paşanın sağ
yanağına isabet etti. Arabasında bulunan İbrâhim Bey de aldığı kurşun
yaralarının te’siriyle orada öldü. Paşanın otomobili harbiye dâiresine
götürüldü. Mahmûd Şevket Paşa Şûrâ-yı askerî dâiresine kaldırılarak, tedavisine
başlandı. Kurşunlardan birinin paşanın sağ şakağını delerek beynini tahrîb
ettiği görüldü. Bütün müdâhalelere rağmen, yarım saat sonra öldü. Ertesi gün
Ayasofya Câmii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra, Hürriyet-i Ebediye tepesine
götürülerek defnolundu.
Mensubu
olduğu İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin tertipleri sonucunda mı, yoksa
muhalifleri tarafından mı vurulduğu kesin olarak aydınlanmamış olan bu cinayet,
İttihâdcıların azarak muhaliflerini sindirmesine yol açtı. Katillerinden
bâzıları yakalandıysa da cinayetin esası aydınlanamadı. İbnül Emin’in
bildirdiğine göre, meşhur İttihâdçı Cemâl Paşa, vak’a ânında İstanbul muhafızı
iken suikasttan haberi olup lüzumlu tedbiri almamıştır.
Cebir,
geometri ve askerî konulara dâir eserleri olup; Arapça, Almanca, Fransızca
dillerini bilen Mahmûd Şevket Paşa, İttihâd ve Terakkî’nin zulüm ve
işkencelerine âlet olmasının cezası olarak; “Su testisi su yolunda kırılır” ve
“Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur” kâidesince muhtemelen kendisini o
makamlara getirenler tarafından öldürüldü.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han
Hâtırât’ında, Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle ilgili olarak şunları
söylemektedir: “Hareket ordusu kahramanının şöhretinden halâs olmak (kurtulmak)
ve Enver Bey’e (Paşa) harbiye nâzırlığı yolunu açmak için, Mahmûd Şevket
Paşa’yı güpegündüz kurşunlayıp öldürdüler. Bir taşla iki kuş vurmak
istiyorlardı. Hem ikide bir önlerine çıkan meşhur bir kumandanın gölgesinden
kurtulmak, hem de ondan yanaymış gibi davranıp günün muhaliflerini bir çırpıda
temizleyivermek... Nasıl avcı taburlarını kışkırtıp Hareket ordusunu İstanbul
kapılarına getirmişler ve beni düşürmüşlerse, bu sefer de Mahmûd Şevket Paşa’nın
kan dâvası ve asayiş bahanesiyle bütün muhaliflerini astılar, sürdüler, birer
köşeye sindirdiler...
... Dört yıl önce Takvîm-i vekâyî’de
okumuşdum: Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürüleceği yer ve saat hükümetçe daha
önceden haber alınmışken, koca bir sadrâzam ve harbiye nâzırı güpegündüz ve
harbiye nezâretinin önünde bir yâveriyle birlikte parça parça ediliyor ve on
yedi kurşun atılıyor da yine bir polis, bir jandarma eri meydana çıkmıyor.
Otomobille kaçamayan bir topal olmasaydı belki olayın suçluları da kolluk
me’mûrları gibi ortaya çıkmazlardı.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) İttihâd ve
Terakkî İçinde Dönenler, sh. 66, 163, 192
2) Son Sadrâzamlar;
cild-3, sh. 1869
3) Rehber
Ansiklopedisi; cild-11, sh. 163
4) Hâtırât-ı
Siyâsiyye (Cemâleddîn Efendi); sh. 25, 52
5) İkinci
Abdülhamîd Han’ın Hâtıra Defteri; sh. 20, 165
6) Büyük Türkiye
Târihi (Y. Öztuna); cild-7, sh. 231
7) Görüp
işittiklerim; sh. 18, 58, 71, 98
8) Türk inkılap
Târihi; cild-2, kısım-1, sh. 253
9) Türkiye İstiklâl
ve Hürriyet Mücâdeleleri Târihi; cild-17, sh. 9959
10) İkinci
Meşrûtiyetin Îlânı ve Otuzbir Mart Hâdisesi (F. Reşit Unat, Ankara-1985); sh.
68 v.d.