Karadeniz
ve Hazar denizi arasındaki bölge ve burada vuku bulan harbler. İslâmiyet
Kafkasya’ya ilk defa hazret-i Ömer zamanında girdi (642). İslâm devletinin İran
orduları serdârı olan Sürâka bin Ömer, Azerbaycan’ı fethedip, Dağıstan’a girdi.
Sonraki kumandan Abdurrahman bin Râbia da Dağıstan ve Gürcistan’ın bir çok
yerlerini alıp İslâmiyet’i yaymaya başladılar. Halîfe Hişâm bin Abdülmelik
zamanında (724) Kafkasya tamamen fethedilerek İslâm ülkesine katıldı.
796
yılında henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Hazarların hücumlarıyla müslümanların
yoğun olarak yaşadıkları Derbend düşünce, bu hâkimiyet sona erdi. Neticede iki
yüz yıl devam edecek olan İslâm ve diğer kavimler arasındaki mücâdele başlamış
oldu.
Sultan
Melikşâh zamanında bölgeye akınlarda bulunan Selçuklular, bir kısım Türk kabîlelerini
Dağtstan taraflarına yerleştirdiler. Sonraları Selçuklu Devleti’ni yıkan
Moğollar buraya da hâkim oldular.
Moğol
te’sirinin azalmasından sonra bölgede idareyi ele geçiren Şirvanşahlar, 1335
yılına kadar Dağıstan yöresinde hüküm sürdükten sonra, İran şahı Tahmasb bu
devleti yıkıp topraklarını ele geçirdi.
1548’de
Kânûnî Sultan Süleymân Han İran seferinden dönerken ikinci vezir Ahmed Paşa’yı
Gürcistan taraflarına yolladı. Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’ya ilk fiilî
hareketi olan bu seferde, bir buçuk ayda başta Tortum ve Akçakale olmak üzere
yirmi mühim kale alındı. Daha sonra fethedilen yerler bir sancak yapılarak,
ümerâdan biri sancakbeyi olarak tâyin edildi (1555).
On
beşinci asrın ikinci yarısında, Orta Asya ticâretinin mühim iskelelerinden olan
Azak ve Kefe’nin Osmanlıların eline geçmesi, siyâsî ve ticarî sahada önemli
idi. Osmanlı Devleti kudret ve nüfuzunu Orta Asya’ya kadar sokmak ve şiî olan
İran’ı, Osmanlılarla Orta Asya sünnî hanlıkları arasında sıkışık vaziyette
bırakmak, İran’ın bâzı Avrupa devletleri ve Papalık ile ittifakına karşılık
Orta Asya’daki sünnî devletlerle anlaşmak istiyordu. Ancak bunun için evvelâ bu
devletlerle sınır birliği sağlamak gerekiyordu. Bu sayede Osmanlı hükûmeti’nin
îcâbında Gürcistan, İran ve Kuzey Kafkasya üzerine yapacağı bir seferde,
askerin zahire ve sâir levazımının kolayca nakli için emin ve kestirme bir yol
bulması îcâb ediyordu.
Bunu
sağlamak için Azak denizine akan Volga nehri ile Don nehrinin birbirine en
yakın noktasından bir kanal açılarak, bu iki nehrin birleştirilmesi düşünüldü.
Böylece İstanbul’dan çıkan Osmanlı donanması, Karadeniz’den Azak denizine,
oradan da Don ve Volga nehirlerinden geçerek Hazar, denizine ulaşabilecekti. Bu
sayede de doğudaki bir askerî hareket için kısa sürede asker ve mühimmat nakli
mümkün olabilecek, Rusların Orta Asya’ya yayılması ve Karadeniz’e açılma
siyâsetlerinin önüne kuvvetli bir duvar çekilebilecekti.
1568
yılında Kefe beyi Kâsım Paşa bu işle vazifelendirilerek bölgeye gönderildi. Hem
iki nehir arasında kanal açacak hem de Ejderhan’ı zaptederek Osmanlı Devletiyle
sünnî Orta Asya hanlıkları arasında bağlantı kuracaktı. Fakat Kırım hânı Devlet
Giray’ın ve Rus çarının entrikaları sonunda başarı sağlanamadı (Bkz. Astırhan
seferi).
1576’da
İran şahı Tahmasb’ın ölümünden sonra yerine geçen ikinci İsmâil ve ondan
sonraki Hüdâbende zamanında İran kuvvetleri Osmanlı idaresindeki Gürcistan’a
saldırdılar. Bu hareketler karşısında İran’a harb açıldı. Lala Mustafa Paşa
serdârlıkla vazifelendirilerek Kuzey İran taraflarına gönderildi. Ardahan’dan
Gürcistan’a giren Lala Mustafa Paşa, 1578’de Çıldır’da Tokmak Han idaresindeki
İran kuvvetlerini yenerek, Gürcistan’da ilerlemeye başladı. Tiflis’i alarak
eyâlet merkezi yaptı ve Mehmed Paşa’yı beylerbeyi nasbetti. Sonra Şirvan taraflarına
giderek Derbend’i merkez yaptı, beylerbeyliğine Özdemiroğlu Osman Paşa’yı
getirdi. Kış yaklaştığından Lala Mustafa Paşa Erzurum’a döndü. Özdemiroğlu
Osman Paşa ise harekâta devam ederek Kuzey Kafkasya’nın büyük bir kısmını
fethetti (Bkz, Özdemiroğlu). Bu fetihlerin sonunda İranlılarla İstanbul
andlaşması yapıldı (1590) ve alınan yerler merkezi Ahıska olan Çıldır
beylerbeyliğine bağlandı.
1603
yılında Şâh Abbâs, Avrupa devletleri ve Papalık’la ittifak kurduktan sonra harb
îlân etmeksizin ânî bir baskınla Tebriz’i ele geçirdi. Aileleri ve silâhlarıyla
beraber serbestçe çıkıp gitmek şartıyla teslim olan askerleri katletti. Şâh
bundan sonra Selmas, Hoy, Meraga ve Nahcivan gibi yerleri kolaylıkla ele
geçirip Erivan üzerine yürüdü. 1604 Kasım ayı başlarında Erivan’a girip, kaleyi
kuşattı. Şâh’ın teslim teklifine kale müdafii Şerîf Mehmed Paşa; “Kalenin her
taşı için bir baş vermedikçe ve sizin gibi ayak takımı olan din düşmanlarının
kellelerinden kule yapmadıkça mümkün değildir” cevâbını verdi. Sık sık tekrarladığı
hurûc hareketleriyle şiî ordusuna büyük kayıplar verdirdi. Yaklaşık yedi ay
boyunca az bir kuvvetle büyük bir orduya karşı kahramanca müdâfaa savaşı veren
Şerif Mehmed Paşa’nın elinde 500 kadar asker kalmıştı. Dışardan da yardım
alamayınca vire ile teslim oldu (28 Mayıs 1604). Tebriz’den sonra Nahcivan ve
Erivan’ın da Safevî hâkimiyetine geçmesi üzerine, Karabağ ve Şirvan’daki
Türkmen oymaklarıyla Gürcistan prensleri Şâh Abbâs’a tâbi olduklarını
bildirdiler. Osmanlı vâlisi olan Gürcü hükümdarları birer Safevî vâlisi
durumuna geldiler. Şâh Abbâs ise Karadağ ve Şirvan taraflarına akıncılar
göndererek yağma ettirdi. Kars ve kalesindeki sünnî câmilerini yakıp yıkarak
viraneye çevirdi.
Bu
târihlerde Anadolu’da celâlî isyânlarının büyümesi ve Avusturya ile yapılan
harb gibi sebeplerle Kafkasya ile ilgilenilememiş, fethedilen yerler hemen
tamamen elden çıkmış; Seki, Gence, Lori, Tumanis, Tiflis, Derbend (Demirkapı),
Bakü, Şamahı ve hattâ Kars bile Safevî hâkimiyetine geçmişti (Bkz. İran
Harpleri).
Bu
sırada Rus çarı Büyük Petro da fırsattan istifâde için Hazar sahillerinden
Bakü’ye doğru ilerleyip Gîlân’
Bu
günlerde Hazar boylarını işgal eden Büyük Petro, Afganlılara esir olan Şâh
Hüseyin’in oğlu Tahmasb’ı himayesine almış, o da Gîlân, Mâzenderân ve Esterâbâd
havalisinin Ruslara terkini kabul etmişti. Bu durum, Osmanlı-Rus
münâsebetlerinin çok gergin bir şekle gelmesine sebeb oldu. Rusya’ya savaş
açılması tartışıldıysa da, Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa orduya güvenmediğinden,
Ruslarla sulhe karar verdi. Rus elçisi Nepluyef’le akdedilen altı maddelik
andlaşma gereğince, Hazar boylarıyla Tahmasb’ın Ruslara terketmiş olduğu
eyâletler Rusya’da kaldı. Buna karşılık, Rus çarı da Osmanlıların istediği
Şirvan, Gence, Erivan, Mogan, Karabağ, Azerbaycan’ı verdi ve kısmen Irak-ı
acem’in Osmanlı’ya ilhakında yardım taahhüd etti (1724).
Bu
andlaşmadan sonra harekete geçen yeni serdâr Ârifî Ahmed Paşa, Nahcivan’ı
zaptedip Revan (Erivan) üzerine yürüdü. Üç ay süren şiddetli muhasara ve
muhârebeden sonra kale muhafızı Ali Kulu Han 28 Eylül 1724’de teslim oldu.
Revan muhafızlığına Anadolu vâlisi Osman Paşa getirildi (Bkz. İran Harpleri).
1733’de
kış sebebiyle kuvvetleri terhis edilmiş olan Topal Osman Paşa, Kerkük’de Nâdir
Şâh’a yenilince, Osmanlı hükümeti Kafkasya’daki Osmanlı nüfuzunu güçlendirmek
için Kırım hanı Kaplan Giray’a, Kafkasya’ya geçmesini emretti. Ayrıca
Kalmukların reisi Mehmed Bey’e beylerbeyilik vererek Osmanlı Devleti’ne
bağlanmasını sağladı. Buna rağmen Nâdirşâh, Osmanlı ordusunu Arpaçay meydan
muhârebesinde yendikten sonra, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan Şamahı,
Gence, Kuri, Ordubâd ve Yezd şehirlerini ele geçirdi. Bu sırada Hindistan’ı
fethe hazırlanan Nâdir Şâh’ın Gence vâlisi Genç Ali Paşa vasıtasıyla yaptığı
andlaşma teklifi, Osmanlılar tarafından kabul edildi. Bu andlaşma ile Kasr-ı
şîrîn muâhedesindeki hudud esas alındı. Ancak Sünnîliğe mütemayil olduğu hâlde
şiî bir ülkede görüşünü belli edemeyen Nâdir Şâh’ın, Câferî mezhebinin beşinci
mezheb olarak tasdik edilmesi hususundaki teklifini Osmanlı ulemâsı şiddetle
reddetti.
Bu
andlaşmadan sonra Hindistan tarafına dönerek Gürgâniye topraklarını işgal ve
yağma eden Nâdir Şâh, geri döndüğünde Osmanlı Devleti’ne bağlı Dağıstan
beylerine fermanlar gönderip kendisine itaat etmelerini istedi. Bu isteklerinin
kabul edilmemesi üzerine de Şamahı taraflarına tecâvüz ederek sık sık yağma
etmeye kalkıştı, fakat her defasında şiddetli mukabeleyle karşılaştı.
Bunun
üzerine Nâdir Şâh, asker gönderip, Kerkük havalisinin henüz hasad edilmemiş
mahsûllerini talan ettirdikten sonra kaleyi kuşattırdı. Teslim teklifini
reddeden kale müdâfîleri İran askerine ağır kayıplar verdirerek geri çekilmeye
mecbur ettiler. Bunu öğrenen Şâh, bir kaç yüz top ve büyük bir kuvvetle
Kerkük’e gelip kaleyi kuşattı. Kale ancak üç-dört gün mukavemet edebildi.
Nihayet canlarına dokunulmamak kaydıyla teslim olan kale müdâfîleri ve halkdan
büyük bir kısmı katledildi.
13
Eylül 1743’de de Musul önlerine gelen Şâh, siperler kazdırıp kaleyi muhasaraya
başladı. Uzun süre şehri topa tuttu. Kale müdâfiî Abdülcelîlzâde Hüseyin Paşa
bütün gayretiyle çalışıp düşman saldırılarına mukabele ettiğinden, Şâh bu
kaleyi alamadı.
1744
yılında tekrar harekete geçip Kars’ı kuşatan Şâh, bir ay süren kuşatmasında,
şiddetli müdâfaaya dayanamayarak geri çekildi.
Bu
tecâvüzler sonunda sefere karar veren Osmanlı hükümeti, Yeğen Mehmed Paşa’yı
Anadolu vâliliğine getirip Şark serdârı yaptı. Emrindeki orduyla harekete geçen
Yeğen Mehmed Paşa, Revan’ın kuzeyindeki Yagorvat sahrasına indi. Burada
siperlenmiş olan Nâdir Şâh’ın kuvvetlerine karşı çarpışmaya başladı. Nâdir
Şâh’ın kuvvetlerini ordugâhlarına, siperlerinin içine kadar sürüp ertesi gün
siper alarak İran metrisleri üzerine yürüdü. Üç gün süren muhârebe sonunda İran
ordusu iyice sıkıştırıldı. Fakat kat’î hücum karârı verildiği gün, Yeğen Mehmed
Paşa’nın vefât etmesi her şeyi alt-üst etti. Muhârebenin şiddetlendiği sırada
askerin bir kısmının geri çekilmesi sonunda, ordu yirmi bin kayıp vererek
Kars’a çekildi. Bundan sonra eski sınırlar esas alınarak İran’la yeniden
andlaşma yapıldı (4 Eylül 1746). İran, câferî mezhebinin beşinci hak mezheb
olarak kabulü isteklerinden vaz geçti. Bir müddet sonra Nâdir Şâh’ın ölmesi ve
İran’da uzun süre devam edecek olan iç karışıklıklar sebebiyle Kafkasya’daki
mücâdeleler bundan sonra genellikle Rusya ile oldu.
1739’da
Belgrad andlaşmasıyla Azak’ı alan Rusya, Osmanlı Devleti nezdinde harekete
geçerek Kabartaylara, devletler arasında anlaşmazlığa sebeb oluyor diye, bu
bölgenin işlerine her iki devlet tarafından müdâhale olunmamasını da kabul
ettirmişti. Sonradan bu andlaşmaya uymayarak Küçük Kabartay’ı ilhak edip, Büyük
Kabartay’ı da tazyike başlamıştı. Osmanlı Devleti bir yandan bu ilhaka mâni
olmak, bir yandan da Azak kalesini geri almak isterken 1768-1774 Osmanlı-Rus
harbi başladı. Uzun süren savaşlar sonunda Osmanlı Devleti yenilerek Küçük
Kaynarca andlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Andlaşmanın Kafkasya’yı
ilgilendiren yirmi birinci maddesine göre Orta Kafkasya’nın kuzeyinde bulunan
Küçük ve Büyük Kabartaylar Rusya’ya bırakıldı. Yirmi üçüncü maddeye göre de
Kafkasya’da Ruslar tarafından alınan Gürcistan taraflarındaki Kutayis ve
Şehriban’ın Osmanlı Devleti’ne, diğerlerinin ise, Gürcistan’a verilmesi
kararlaştırıldı.
Bu
andlaşma üzerine Kırım’ın da elden çıkmış olması, İstanbul’da büyük bir tepki
ve infiale sebeb oldu. Fransa ve İngiltere hükümetleri de el altından Bâb-ı
âlî’yî Rusya’ya karşı savaş için kışkırttılar. Nihayet İsveç’le ittifak kuran
Bâb-ı âlî 13 Ağustos 1787’de Rusya’ya harb îlân etti.
Kafkas
taraflarından da Rusları vurmak isteyen Osmanlı hükümeti, Çıldır vâlisi
Süleymân Paşa vasıtasıyla Dağıstan ve Azerbaycan hanlarını ittifaka almaya
teşebbüs etti ve Dağıstan hanlarının en kuvvetlisi olan Amme Han’dan istifâdeyi
düşündü. Kabartay ümerâsı ve Buhârâ hanına da, Rusya’ya karşı akın
düzenlemeleri için emir gönderdi.
Dağıstan
ve Azerbaycan hanları, Osmanlı Devleti’ne sâdık kalacaklarına dâir yemin
etmelerine rağmen, kendi aralarındaki mücâdelelere devam ettiklerinden
bunlardan yeterince faydalanılamadı. Amme Han’ın Osmanlı emrine verdiği otuz
bin kişilik kuvvetleri ise, asıl hedef olan Rusya’ya bağlı Gürcü prensi Ereğli
Han’ın üzerine gönderilmesi gerekirken başka tarafa sevkedilerek hedeften
uzaklaşıldı. Kafkas dağları, Türkiye ile Rusya arasında tabiî bir set iken,
Rusların Gürcistan’a girmeleri Anadolu tarafındaki emniyeti ortadan kaldırdı.
Bu arada Avusturya’nın da Rusya’nın yanında savaşa girmesiyle, muhârebe tamamen
Osmanlılar aleyhine döndü. Netîcede Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1791’de
Yaş andlaşması imzalandı. Bu andlaşmaya göre Osmanlılarla Rusya arasında
Kafkasya’da, Kuban ırmağı sınır kabul edildi.
On
dokuzuncu yüzyıl başlarında Gürcistan, birbiriyle savaşan bir kaç büyük beylik
yüzünden çeşitli târihlerde Ruslar tarafından zaptedilerek, bölündü. Bu durum
karşısında Gürcü Beylerinden on ikinci Gorg, Gürcistan’ı tamamen Ruslara
bağlamak istedi. Rus çarı bu teklifi kabul ederek, önce bir Rus generali
başkanlığında Gürcü hükümeti kurdu. 1801’de ise Gürcistan’ı ilhak etmek istedi.
Bunun üzerine Mingrelya ve İmeretya beyi Salaman, Osmanlı Devleti’ne sığındı.
1804 ve 1805 yıllarında ise, Revan ve Bakü hanlıkları da Rus hâkimiyetini
tanıdılar. Fakat bu bölgeleri Rus hâkimiyetine alan Tsitsianu, Bakü’de
öldürüldü. Bunu bahâene eden Ruslar, Kafkasya’ya asker göndererek Dağıstan ve
Kafkasya’nın büyük bir kısmını işgal edip Doğu Anadolu sınırına dayandılar.
Birinci
Nikola başa geçip Rusya’da mutlak bir hâkimiyet kurduktan sonra kendisinden
önceki Rus çarlarının geleneklerine sâdık kalarak Kafkasya’daki Rüs nüfuzunu
arttırdı. Azerbaycan’ı işgal etti. Öte yandan Navarin’de Osmanlı donanmasını
yakan Ruslar, Osmanlı Devleti’nin protesto ve tazmînât talebine savaş açmakla
cevap verdiler. Rus ordusu Avrupa’da Tuna nehrini geçtiği sırada, diğer bir
ordu da Kafkas cephesinde hücuma geçti. Kars, Erzurum gibi yerleri aldı.
Trabzon’a doğru ilerlemeye başladı. Bu fecî durum karşısında Bâb-ı âlî âcil
olarak andlaşma taleb etmek zorunda kaldı. 1829’da Edirne’de imzalanan
andlaşmayla Kafkasya ve Anadolu tarafında Anapa, Pati, Ahıska ve Ahılkelek
kaleleri Rusya’ya bırakılıp, Rusya’nın Gürcistan hâkimiyeti de kabul edildi.
Fakat buna rağmen Kuzey Kafkasya ve Dağıstan halkı tamamen Rus hâkimiyeti
altına girmedi. Arazinin dağlık ve zaptı güç olması, Rusların buralara
girmesine engel oldu.
Ruslar
Kuzey Kafkasya’yı itaatleri altına almak için büyük kuvvetlerle bölgeye
saldırdılar. Fakat bu devirde bölgede yetişmiş büyük âlimlerden İmâm Gâzi
Muhammed, Nakşibendî şeyhi Kuralı Muhammed ile irtibat kurarak Ruslara karşı
açacağı cihâd için fikirlerini aldı. Onun da teşvîkiyle 1829 yılında bir
beyanname neşrederek Ruslara ve onlara bağlı olan Kafkas kavimlerine karşı
fiilî mücâdeleyi başlattı. Bundan sonra Dağıstanlılar Rusya’ya karşı daha
sistemli bir şekilde savaşmaya başladılar. Fakat Osmanlı Devleti Rusya ile
Edirne’de imzaladığı andlaşmayla Kuzey Kafkasya dâhil bu bölgedeki haklarından
vazgeçtiğinden, te’sirli bir siyâset gütmesi ve asker yollaması imkânı yoktu.
Bununla beraber bütün Osmanlı ülkesinde bu hareketlerin başarısı için duâ
edilmiş, en ufak bir başarı bile İstanbul’da şenliklere sebeb olmuştur. İmam,
Gâzi Muhammed’in 1832’de şehîd edilmesinden sonra İmam olan Gamzat Bey, Ruslara
bağlı Avar hanlığını ortadan kaldırdı. Fakat bir müddet sonra o da şehîd oldu.
Yerine Şeyh Şâmil geçti.
Dağıstan’ın
Gimri köyünden olan Şeyh Şâmil, çok iyi bir medrese tahsîli görmüş, İslâmî
ilimlerde ileri derecede bir âlim idi. Meşhur velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin
sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda da yetişmişti. Kabiliyetli ve
teşkilâtçı bir lider olarak tanındı. Yirmi beş yıl boyunca topuyla tüfeğiyle
tam teşkilâtlı büyük Rus ordularına karşı Dağıstan’ı kurtarmak için savaştı.
Bir avuç askeriyle muazzam Rus ordularını bozup büyük kayıplar verdirdi.
Onların ilerleyişini durdurdu. Fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldı (1869),
Ailesi rehin bırakılarak kendisi hac için serbest bırakıldı. İstanbul’a geldi.
Abdülazîz Han bizzat karşılayarak izzet ikrâmda bulundu. Hac için gittiği
Medine’de vefât etti.
Şeyh
Şâmil’den sonra yerine geçen Muhammed Emîn, bir süre daha Kafkasların batı
bölgesinde mücâdelesini sürdürdü. Fakat o da mağlûb olup bölge Ruslar
tarafından ele geçirilince, on binlerce Türk Anadolu’ya göç etti.
Birinci
Dünyâ savaşı sırasında Kafkas cephesinde ilk tecâvüz Ruslar tarafından vâki
oldu (31 Ekim 1914). Doğu Bâyezîd’in kuzey tarafından tecâvüze başlayan Ruslar,
Kars’dan hareketle 1 Kasım’da hududu geçerek, Pasin ve Eleşkird’e doğru
ilerlediler. İki ordu arasındaki ilk mühim vak’a 6 Kasım’da başlayıp altı gün
süren Köprüköy muhârebesi idi.” Bu muhârebe neticesinde Ruslar geri atıldı. 11
Kasım’dan 19 Kasım’a kadar süren karşı Türk taarruzları ile Ruslar, Azap koyu
muhârebesinde mağlûb edildi. Fakat iyi keşif yapılamayıp düşman tâkib
olunamadığından nihâî netice elde edilemedi.
22
Aralık 1914’de Enver Paşa’nın sırf şan ve şöhret uğruna girişmiş olduğu
Sarıkamış harekâtı, Osmanlı târihinin en büyük felâketlerinden biri oldu. Büyük
bölümü daha düşmanı görmeden soğuktan donmak suretiyle ve bir kısmı da düşmanın
karşısında olmak üzere yaklaşık 90 bin kişinin şehîd düşmesi neticesinde;
Osmanlıların değil Kafkasya, Doğu Anadolu’yu dahi koruyacak gücü kalmadı (Bkz.
Sarıkamış Harekâtı).
Nitekim
1916 yılı başlarında karşı taarruza geçen Ruslar, 16 Şubat’ta Erzurum’a, sonra
da Muş ve Bitlis’e girdiler. Aynı zamanda Karadeniz kıyısı boyunca da gelişen
Rus taarruzu sonucunda 19 Nisan’da Trabzon, 25 Temmuz’da ise Erzincan düştü.
1917
yılında Rusya’da bolşevik ihtilâli oldu. İhtilâl sebebiyle muharip bir kuvvet
olma vasfını kaybeden Rus ordusu harbden çekilince, Lehistan’ın Brest-Litovsk
şehrinde Almanya ve müttefikleriyle Rusya arasında andlaşma imzalandı. Osmanlı
Devleti’ni, sadrâzam Talat Paşa’nın temsil ettiği bu andlaşmayla Türk-Rus
hududunu alâkadar eden yerlerin halk oylaması sonucu belirlenmesi
kararlaştırıldı. Fakat bu sırada Kafkasya’da Azerî, Türk, Ermeni ve Gürcü
unsurlardan meydana gelen Cenubî Kafkasya devleti kurulduğu için, Osmanlı
Devleti bir ültimatom vererek; Batum, Ardahan ve Kars’ı bu devletten istedi. O
sırada ordusu henüz teşkilâtlanmamış olan Rusya, bunu kabul etmek zorunda
kaldı.
30
Ekim 1918 Mondros mütârekesinden sonra, Osmanlı Devleti Batum ve Ardahan’dan
çekildi ve buraları İngilizler işgal etti. Temmuz 1920’de ise, İngilizlerin
çekilmesi üzerine Gürcistan hükümeti bölgeyi işgal etti. Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümetinin protestosundan ve askerî harekâta geçmesinden sonra; Batum,
Ardahan ve Artvin Türk ordusu tarafından alındı. Fakat 16 Mart 1921’de
Moskova’da imzalanan Türkiye-Rusya andlaşmasıyla Batum Gürcistan Sovyet
Cumhuriyetine bırakıldı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Târihi
(Uzunçarşılı); cild-2, 3/1, 3/2, 4/1, 4/2
2) Büyük Türkiye
Târihi (Y. Öztuna)
3) Rusya Tarihi
(A.N. Kuran); sh. 331, 417, 420
4) Kafkasya ve
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyâseti (Dr. Cemâl Gökçe)
5) Belgelerle Türk
Târihi Dergisi; sayı-3-24
6) Îzâhlı Osmanlı
Târihi Kronolojisi (Danişmend); cild-3, 4
7) Osmanlıların
Kafkas İllerini Fethi (Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu)