Evliyanın
büyüklerinden. Halvetî yolunun Gülşenî kolunun kurucusu. İsmi, İbrâhim bin
Muhammed, lakabı Gülşenî’dir. 1426 (H. 830) târihinde Azerbaycan’da doğdu. 1534
(H. 940) târihinde Mısır’da vefât etti.
Babası
Emîr Muhammed, asîl bir Türk âilesindendir. Küçük yaşta yetim kalan İbrâhim
Gülşenî’nin tahsîl ve terbiyesiyle amcası Seyyid Ali meşgul oldu. Çok zekî ve
kabiliyetli olduğundan ilimde kısa zamanda akranlarını geçti. Zamanın
âlimlerinden okuyup din ilimlerinde mütehassıs oldu. Semerkand ve Tebriz’e
gidip Kâdı’l-kudât Mevlâna Hasan ile görüşüp, hürmet gördü. Kendisine sultan
Uzun Hasan tarafından dîvân-ı hümâyûnda nişancılık vazifesi verildi. Haram ve
şüphelilere düşmek korkusuyla oradan ayrıldı ve Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin vekîli
Dede Ömer Rûşenî’nin hizmetine girerek talebesi oldu. Çetin mücâhedelerde
bulundu. Kalb gözü açıldı. Hocasından icazet ve Gülşenî lakabını aldı.
Hocasının emriyle kâmil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirebilen bir zât) olarak
Tebriz’deki medreselerde dersler verdi.
İbrâhim
Gülşenî, Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki
gayreti ve tevazûu ile meşhur oldu. Kâfirler bile, onun güzel ahlâkını görünce
İslâmiyet’i seve seve kabul ederlerdi. Çok kerâmetleri görüldü.
İbrâhim
Gülşenî, Tebriz’de vâz ve nasîhat ediyordu. Yabancı biri gelip, İbrâhim
Gülşenî’ye; “Senin akraban, kâdı ile işbirliği yaparak bana zulmetti. Yüz elli
altınımı aldı” dedi. İbrâhim Gülşenî vâz ve nasîhati bıraktı. Mes’eleyi
araştırdı ve şikâyetçinin haklı olduğunu anladı. Şemseddîn adındaki kâdıyı
huzuruna çağırttı. Kâdıya; “Niçin haksız yere hükmettin?” deyince; Kâdı, “Sizin
yeğeniniz olduğu için, hatırınıza riâyet ederek bu karârı verdim” dedi. İbrâhim
Gülşenî; “Haksız yere karar verdiğin için bu hâlini her yere muhakkak duyurmak
lâzımdır” dedi. Kâdı Şemseddîn özür diledi. Pişman olduğunu, tövbe ettiğini
bildirdi. Çevrede bulunan kâdılar da araya girip, güçlükle Kâdı Şemseddîn’i bu
zor durumdan kurtardılar. İbrâhim Gülşenî hazretleri, altınları yeğeninden
alarak sahibine geri verdi.
Erdebil
hânedânına mensub Şah İsmail, Tebriz’deki Ehl-i sünnet müslümanları ortadan
kaldırmak için teşebbüse geçince, İbrâhim Gülşenî (r. aleyh) bu fitneden
kurtulmak için hicret etmek üzere iken yakalandı ve îdâmına karar verildi. O
da; “Cenâb-ı Hak, İbrâhim aleyhisselâmı Nemrûd’un ateşinden nasıl kurtardı ise,
inşâallah bizi de öyle kurtarır” diyerek tevekkül eyledi. Başına koydukları
nöbetçinin ondaki üstün halleri görüp hayran olmasıyla serbest bırakılıp yol
gösterildi. İbrâhim Gülşenî, oğlu Ahmed Hayâlî’yi de alarak Diyarbakır yoluyla
Mısır’a gitti. Yolda herkesten çok hürmet gördü. Mısır’da daha önce gelip
yerleşen hocasının talebelerinden Tîmûrtaş ve Şahin efendilerle görüşüp hürmet
gördü. Kubbet-ül-Mustafâ denilen yere yerleşip talebe yetiştirmeye başladı.
Kısa zamanda Mısır sultânı Gavri’nin sevgisine kavuştu. Başta Sultan olmak
üzere herkes onun dersine koştu. Hükümdar ona Müeyyediye’de bir medrese
yaptırdı. Gülşenî (r. aleyh) oraya yerleşip Gülşeniyye yolunu anlatmaya
başladı.
Yavuz
Sultan Selîm Han Mısır’ı fethettiğinde İbrâhim Gülşenî hazretleri onu; “Azîzim,
hayr-ı mukaddem ömrümün yârı safa geldin. Keremler eyledin. Gönlümün sultânı
safa geldin” diyerek karşılamıştır. Sultan Selîm Han, Ehl-i sünnet büyüğü olan
İbrâhim Gülşenî’ye çok saygı ve hürmet gösterdi. Pek çok yeniçeri ve sipâhî
sohbetiyle şereflendi ve duâsına kavuştu.
İbrâhim
Gülşenî’nin nâmı her yere yayıldı. Yavuz’dan sonra zamanın sultânı Kânûnî
Sultan Süleymân Han onu İstanbul’a dâved edip çok hürmet gösterdi. Çıkrıkçılar
başındaki Atik İbrâhim Paşa Câmii’nde vâz edip kısa zamanda İstanbulluların
gönüllerinde taht kurdu. Gülşenî’ye devlet erkânından ve halktan pek çok kimse
talebe oldu. Pâdişâh, şeyhülislâm, âlimler ve evliyâ onun ilimdeki üstünlüğünü
takdir ettiler. İbrâhim Gülşenî, Sultan’dan izin alıp tekrar Mısır’a döndü.
Vefâtından sonra yolunu oğlu Ahmed Hayalî devam ettirdi.
İbrâhim
Gülşenî Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî’sine benzer ve eş olarak,
Kırk gün içinde kırk bin beytlik Farsça bir mesnevî yazdı ki Mânevi
ismini verdiği bu kitabı çok kıymetlidir. Ayrıca Arabî, Fârisî ve Türkçe dîvânları, Rûznâme
ve Kenz-ül-cevâhir
adlı eserleri vardır.
İbrâhim
Gülşenî (r. aleyh) buyurdu ki: “İşi Hak teâlâya havale etmek iyidir. Kin tutup,
öfkelenerek bir müslümana zarar vermeye kalkmak, hattâ uğradığı bir zarara
sevinmek caiz değildir.”
İbrâhim
Gülşenî’nin geleceğini ve onun çok büyük bir âlim ve velî olacağını, Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî hazretleri iki yüz elli sene önce, Allahü teâlânın izniyle
kerâmet olarak bildirmiştir.
Arapça
ve Farça şiirlerinin yanında, Türkçe şiirleri de vardır. Bilhassa Dîvân’ı
24.000 beyti bulmaktadır. O, bu şiirlerinde tarikat neşvesi içinde ve bir
mürşid olarak açık bir dil kullanmıştır. Bu bakımdan Türk tekke edebiyatı
içinde müstesnâ bir yeri vardır.
İbrâhim Gülşenî, bir gün
talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeler; “Efendim! Allahü teâlânın
ihsânı ile kabirdeki ölülerin azâbda veya nimet içinde oldukları bilinebilir
mi? Duâ ederek azâbda olanın azabı kaldırılır mı?” diye sordular. İbrâhim
Gülşenî de; “Allahü teâlânın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında,
kabirdekinin azâb içinde olduğunu gördü.
Aradan bir müddet geçtikten sonra,
tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azabın kaldırılmış
olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sırada kendisine bir hitâb
geldi. Hitâbda; “Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o
çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmele’yi öğrenince, Besmele’nin
hürmetine babasının azabı kaldırıldı” deniyordu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî (Muhyî Gülşenî,
Ankara-1982)
2) Şakâyık-ı nu’mâniyye zeyli (Atat); sh. 67
3) Sefînet-ül-evliyâ; cild-3, sh. 106
4) Esmâ-ül-müellifin; cild-1, sh. 26
5) Kâmûs-ül-a’lâm, cild-1, sh. 580
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1008
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-8, sh. 43
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-14, sh.
135
9) Türk Klâsikleri; cild-4, sh. 308