Sultan
İkinci Mahmûd Han devri devlet adamlarından. Asıl ismi Mehmed Saîd olup, Hâlet
Efendi denmekle meşhur oldu. 1760 târihinde İstanbul’da doğdu. Kırımlı Kâdı
Hüseyin Efendi’nin oğludur. Nüfuz ve iktidarını kötüye kullandığından 1823 (H.
1238) târihinde Konya’ya sürülüp îdâm edildi ve oraya defnolundu.
Hâlet
Efendi, babası gibi, şeyhülislâm Şerîf Efendi’nin yanında yetişti. Şerîf
Efendi’nin vefâtından sonra bir müddet Atâullah Efendi’nin, sonra da rikâb-ı
hümâyûn reisi Mehmed Râşid Efendi’nin mühürdar yamağı oldu. Bir müddet sonra
buradan ayrılıp Rumeli vâlisi Ebû Bekr Sami Paşa dâiresine girmek için
Manastır’a gitti ise de iltifat görmeyince Ohrili mîr-i mîrân Ahmed Paşa’nın
hizmetine girdi. Burada da uzun süre kalamadı. İstanbul’a dönüp Galata
mevlevîhânesi şeyhi meşhur Şâir Galip Dede’nin dergâhına girdi.
Hâlet
Efendi, zahîre nâzırı Râsih Mustafa Efendi ve kasabbaşı Hacı Mehmed Efendi’nin
kitabetinde de (sekreterliğinde) bulunduktan sonra, derya tercümanı Kallimaki
vasıtasıyla Fenerli rumlarla dostluk kurdu. Mehmed Râşid Efendi sayesinde beylik
kîsedârı maiyetine girerek hâcegânlık rütbesi aldı. Pek az zaman sonra da baş
muhasebeci payesi ve ortaelçi ünvânıyla Paris’e gönderildi. O sırada Mısır’dan
yeni dönen Bonapart, Mısır’daki başarısızlıkları ile Akka’da Türklere
mağlûbiyetini bir türlü hazmedemediğinden, Hâlet Efendi’ye hiç yüz vermedi. Üç
seneden fazla Paris’te kalan Hâlet Efendi’nin elçiliği çok sönük geçti. 1807
târihinde İstanbul’a döndü ve dîvân-ı hümâyûn beylîkçiliğine, kısa bir süre
sonra da rikâb-ı hümâyûn reisliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında Fransız
elçisi Sebastiani’nin ihbarına göre İngilizlerle gizli işleri olduğu ortaya
çıkarılınca, vazifesinden alınarak Kütahya’ya sürüldü. Bir sene sürgünde
kaldıktan sonra İstanbul’a geri döndü.
Saîd
Bey’in Bağdâd vâlisi olmasıyla, me’mûr olarak Bağdâd’a gönderildi. Buradaki
bâzı hizmetleri sonucu İstanbul’a dönünce boş bulunan rikâb-ı hümâyûn
kethüdâlığına tâyin edildi.
Fenerli
rumların bâzılarına kâtiplik yaptığından, onlara tarafdâr olarak devlet
aleyhine bâzı yolsuz hareketlerde bulundu. Fenerli rumlardan elde ettiği
paralarla servetini çoğaltarak yeniçerilere para dağıtıp geleceğini garanti
etmeye çalıştı. Hattâ bu sırada Mora’da kargaşalık belirtileri yeteri kadar
açıklığa kavuştuğu zaman, Hâlet Efendi eskiden fenerlilerden (rumlardan)
gördüğü iyilik yüzünden rumlara toz kondurmak istememiştir. “İhtilâl
söylentileri Yanya vâlisi Tepedelenli Ali Paşa’nın karıştırıcılığı sonucudur. O
adam, o tarafta kaldıkça halka rahat yüzü yoktur. Yunanistan’ı yatıştırmak,
Tepedelenli’nin başını ezmeye bağlıdır”, gibi sözler söyliyerek, Yunan
âsîlerinin hakkından gelebilecek biricik insanın kanına girdi. Nitekim paşanın
öldürülmesi ile Yunan haydutluğu durmadı, tersine daha da gelişerek Yunan
topraklarının dolaylarına ve bütün adalara sıçradı. Bütün bu olaylara rağmen
Hâlet Efendi’nin iki yüzlü politikası devam ediyordu.
Yeniçeriliğin
ilgâsına karşı olan Hâlet Efendi, dâima sultan İkinci Mahmûd Han’a muhalif
olmuştur. On üç sene süren ikbâl devrinde, gerek halkın gerek pâdişâhın
üzerinde nüfuzunu sürdürebilmek için yeniçeri ocağını dâima elinde tutarak,
kendisine dayanak noktası yapmıştır.
Hâlet
Efendi, zamanındaki âlimlerin en büyüklerinden evliyânın kutbu Mevlânâ Hâlid-i
Bağdadî hazretlerinin şöhret ve îtibârını çekemeyerek, kendisini halîfeye
çekiştirmiş; “On binlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat için tehlikelidir.
Ortadan kaldırılması lâzımdır” diyerek cezalandırılmasına çalışmış, sultan
Mahmûd ise; “Din adamlarından devlete zarar gelmez” diyerek sözüne kıymet
vermemiştir. Mevlânâ Hâlid hazretleri bunu duyunca halîfeye hayır ve selâmetle
duâ edip; “Hâlet Efendi’nin işi (mevlevî olması dolayısıyla) pîri Celâleddîn-i
Rûmî’ye havale olundu. Onu huzuruna çekip cezasını verecektir” buyurmuştur. Az
zaman sonra sultan Mahmûd Hah Mora isyânına sebeb olduğu için Hâlet Efendi’yi
Konya’ya sürdü ve kısa bir süre sonra Hassa hasekilerinden Arif ağa tarafından
ikâmet ettiği Çelebi Efendi dâiresinde îdâm edildi.
Devrinin
ilgi çekici şahsiyetlerinden olan Hâlet Efendi, zekî ve hitabeti kuvvetli bir
şahıs olarak kendini göstermiştir. Son derece kindar olup, muhaliflerini ve
menfaatine dokunanları bilhassa makamına rakîb gördüklerini kat’iyyen affetmez,
onları uzaklaştırıp ezmedikçe kalbi rahat etmezdi.
Bir
gün bahçede gezerken, bahçıvan bir incir fidanını söküp atmış. Yakınlarından
biri bahçıvana; “Bu fidanı atma! Birinin ocağına dikmek için efendi
hazretlerine gerekir” demiş. Hâlet Efendi, kethüdâlık mertebesine yükselen
Moralı Osman Efendi’yi azlettirmiş, rütbesini aldırmış, geçim derdine sokmuştu.
Bütün bunlara rağmen, Osman Efendi bayramlaşmak için Hâlet Efendi’ye
geldiğinde, kapıda karşılar, kapıya kadar teşyi ederdi. Bu davranışı hakkında soranlara;
“Evet ben bu adamı sevmem, elinden her şeyini aldım. Fakat üzerinde bir Osmanlı
efendiliği var ki, işte onu alamıyorum” demiştir.
Sultan
ikinci Mahmûd bir gün Galata mevlevîhânesine gittiği zaman mezar taşına gözü
ilişince, dergâhın şeyhi olan Kudretullah Dede’ye dönerek; “Şeyhim bizim
Hâlet’e ne dersin?” demesi üzerine, Dede; “Efendim o da bir hâlet idi geçti”
cevâbını verdiği meşhurdur.
Hâlet
Efendi’nin ölümünden sonra aşağıdaki mısralar halkın dilinde sık sık
tekrarlanmıştır.
Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi
huzûr,
Yıkıldı gitti cihândan, dayansın ehl-i kubur.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-3, sh. 1915
2) Tezkire (Fâtin Efendi, İstanbul-1271); sh.
54
3) Sefînet-ur-rü’asâ; (İstanbul-1269); sh. 157
4) Târih Musâhebeleri; sh. 27
5) Târih-i Cevdet; cild-8, sh. 315
6) Hâlet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (E. Z.
Karal, İstanbul-1939)
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-7, sh. 38