Osmanlı
Devleti’nin son yıllarında değişik vazifelerde bulunan, İttihâd ve Terakkî’nin
ileri gelenlerinden olan kumandan ve devlet adamı. 1872’de İstanbul’da doğdu.
1922’de Tiflis’de öldü.
Askeri
eczacı Mehmed Nesîb Efendi’nin oğlu olan Ahmed Cemâl, ilk tahsilini gördükten
sonra, 1890’da Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdi. 1895’de Harbiye’den erkân-ı harb
yüzbaşısı rütbesiyle me’zûn oldu. Önce Genel Kurmay Birinci şûbe’de daha sonra
Kırklareli İstihkam inşâatı şubesinde çalışmak üzere ikinci Ordu’da
vazifelendirildi. Daha sonra da Selânik’deki Redif fırkası kurmay başkanlığına
tâyin edilerek, Üçüncü Ordu emrine verildi. Selanik’te bulunduğu sırada Talat
Bey ve arkadaşlarının kurduğu gizli İttihâd ve Terakkî cemiyetinin
faaliyetlerine katıldı. İttihâd ve Terakkî cemiyetinin askerler arasında
teşkilatlandırılmasıyla vazifelendirildi. Üçüncü Ordu müşiriyet-i erkân-ı
harbiye reisliğine getirilerek binbaşılığa terfî ettirildi. Aynı zamanda
Şimendifer hat müfettişliğine getirildi. Şimendifer hat müfettişi olarak
dolaştığı yerlerde cemiyetin şubelerini açmak suretiyle İttihâd ve Terakkî’nin
yayılmasına çalıştı. İkinci Meşrûtiyet’in îlânını tâkib eden günlerde,
İttihatçıların ifadesiyle; “Meşrûtiyet’i korumak ve bir meşrûtiyet hükümetinin
halka hizmet vâsıta ve şartlarını tesbit etmek üzere milletin emrinde olan
İttihâd ve Terakkî’nin arzu ve maksatlarını arz etmek” üzere İstanbul’a
gönderilen sekiz kişilik Hey’et-i mahsûsa arasında bulundu. Osmanlı ordusunun
içinde dînine ve devletine bağlı subayları ordudan tasfiye etmek üzere kurulan
Hey’et-i ıslâhiyye âzâlığında ve rütbeleri tetkik hey’etinde bulundu. O yıllarda
binbaşı olan ve sâdece Cemâl Bey diye anılan bu genç ittihâdçı, 31 Mart
vak’asının olduğu günlerde vazifeli bulunduğu Gebze’den Yeşilköy’e geçti. 31
Mart ayaklanmasını bastırmak bahanesiyle Selanik’ten Yeşilköy’e gelen Hareket
ordusuna katıldı. Hareket ordusu ile İstanbul’a girerek bu hareketin
bastırılmasında aktif vazife aldı. Bu sırada Üsküdar muhafızlığında
vazifelendirildi. Üsküdar muhafızlığı sırasında zecrî tedbirlere başvurarak
İttihâd ve Terakkî komitesine karşı olan geniş kitlelere akla gelmedik kötü
muamelelerde bulundu.
Daha
sonra Çukurova’da meydana gelen Ermeni isyânını bastırmak üzere kaymakam
rütbesiyle Adana vâliliğine tâyin edildi. Bu vazifesi esnasında ermenilerin
hatırı için müslümanlara karşı zulm etmekten çekinmedi. Hatıratında bu hareketini
bizzat îtirâf eden Cemâl Paşa; “Yalnız Adana şehrinde Dîvân-ı Harb-i örfî
mahkûmlarından otuz müslümanı îdâm ettirdiğim gibi, ondan iki gün sonra da
Erzin kasabasında on yedi müslümanı îdâm ettirdim. Îdâm olunan müslümanlar
arasında, Adana’nın en eski ve zengin ailelerine mensûb gençler bulunduğu gibi,
Bahçe kazası müftîsi dahi vardı. Bu müftî o havali Türkleri arasında pek büyük
bir nüfuza sâhibdi” demekten çekinmez.
Adana
vâliliğinden sonra Bağdâd vâliliğine de tâyin edilen Cemâl Bey, kendisinden
önce Bağdâd vâliliği yapan ve daha sonra harbiye nâzırı olan Nâzım Paşa’nın
başlattığı îmâr faaliyetlerine devam etti. Balkan harbinin patlak vermesi
üzerine harbiye nâzırı Nâzım Paşa tarafından İstanbul’a çağırıldı. Konya Redif
fırkası kumandanlığına tâyin edildi. Bu fırka ile Vize’de Bulgarlarla savaşan
Cemâl Paşa, Pınarhisar muhârebesinde fecî bir mağlûbiyete uğrayarak bütün ordu
ile birlikte Çatalca hattına çekilmek zorunda kaldı. Böyle olmasına rağmen
harbiye nâzırı Nâzım Paşa tarafından Umum Menzil müfettişliğine tâyin edildi.
Burayı İttihâd ve Terakkî fırkasının istekleri doğrultusunda teşkilâtlandırdı.
Talât ve Enver beylerle devamlı temaslarda bulundu. Balkan harbinin korkunç
neticeleri alınmak üzereyken, Bâb-ı âlîye karşı tertip peşinde koşan Talât ve
Enver paşalarla birlikte hareket ederek, 23 Ocak 1913’de, târihte Bâb-ı âlî
baskını olarak bilinen ihtilâl hareketini tertibledi (Bkz. Bâb-ı âlî baskını).
Bu
baskın esnasında harbiye nâzırı Nâzım Paşa öldürüldü. Sadrâzam Kâmil Paşa
istifa etmek zorunda bırakıldı. Sadrâzamlığa getirilen Mahmûd Şevket Paşa
tarafından İstanbul muhafızlığına tâyin edilen Cemâl Bey, İttihâd ve Terakkî
tarafdârı olmayanlara karşı çok keyfî muamelelerde bulundu. Bir çok kimse keyfî
olarak tutuklandı.
Böylece
İttihâd ve Terakkî fırkasının ve onun hükümetinin muhafızlığını üstlendiği
gibi, Osmanlı Devleti’nin istikbâli üzerinde söz sahibi olmaya başladı. İttihâd
ve Terakkî iktidarını tasvib etmeyip, açık ve gizli karşı harekete geçen
muhalifleri bastırmak için şiddetli tedbirler aldı.
Edirne’nin
kurtuluşundan sonra feriklik rütbesine terfî ettirildi. Cemâl Paşa’nın emeli
harbiye nâzırı olmaktı. Mahmûd Şevket Paşa’nın mechûl bir cinayetle
öldürülmesinden sonra, Talât Paşa ile birleşerek Enver Paşa’nın harbiye nâzırı
olmasına mâni olmak istediyse de, Enver Paşa İttihâd ve Terakkî erkânı üzerinde
daha etkili olarak harbiye nâzırlığına getirildi. Cemâl Paşa, Enver Paşa’nın
harbiye nâzırı olmasından sonra, önce nâfia nâzırı, kısa bir müddet sonra da
bahriye nâzırı oldu.
Osmanlı
Devleti’nin son dönem sorumluları olan ve üç paşalar diye bilinen Talât, Enver
ve Cemâl paşalar, devletin, patlak veren Birinci Dünyâ harbi devletler grubuna
dayanmadan yaşayamıyacağına inanıyorlardı. Ancak, bu husûsda önemli görüş ayrılıkları
vardı. Cemâl Paşa şahsen dostluk kurduğu Fransız elçisi M. Bompar ile devamlı
temasda idi. Kendisi bahriye nâzırı olarak Fransız donanmasının manevralarına
davet edilmişti. Bu sebeble Fransa ile beraber olmak gerektiğini kabul
ediyordu. Fakat bu konudaki düşünceleri, Fransa’nın müttefiki olan Rusya ile
İngiltere’nin Osmanlı Devleti hakkındaki çirkin hayâlleri sebebiyle
gerçekleşemedi.
Alman
dostu olan Enver ve Talât Paşa ile diğer ittihâdçılar ise, Almanlarla ittifak
kurulması tarafdârıydılar. Nitekim patlak veren Birinci Cihân Harbi’nde önce
Osmanlı Devletini; Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D., Japonya,
Sırbistan, Romanya, Belçika, Yunanistan, Portekiz, Karadağ devletlerinden
meydana gelen îtilâf devletlerine karşı Almanya, Avusturya, Macaristan ve
Bulgaristan’dan meydana gelen ittifak devletleri yanında bir oldu-bittiyle
savaşa soktular. Böylece İttihâd ve Terakkî erkânı ile Bâb-ı âlî hükümeti,
Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanını kendi elleriyle imzalamış oldular.
Savaş
sebebiyle îlân edilen seferberlikten sonra, daha önce harbiye nâzırlığına
getirilen Enver Paşa’nın aynı zamanda başkumandan vekili olmasıyla, Cemâl Paşa
da bahriye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere, Mısır (kanal) seferine gitmekle
vazifeli olan Dördüncü Ordu kumandanlığına ve Filistin-Arabistan umûmî
vâliliğine tâyin edildi. Cemâl Paşa, 21 Kısım 1914 Cumartesi günü Haydarpaşa
istasyonu’ndan parlak bir merasimle Şam’a doğru yola çıktı. Şam’a ulaştıktan
sonra, krallar gibi zevk ve sefâhet içinde yaşamaya başladı. Cuma günleri İstanbul’daki
pâdişâh gibi Cuma selâmlığına çıkarak Ümeyye Câmii etrafında toplanan ve para
ile tutulan kimselerle; “Haydi zafere, haydi zafere, Cemâl Paşa gir Mısır’a”
diye kendini alkışlattı.
Burada
bulunduğu sırada akla gelmedik çılgınca eğlenceler yaparak, yerli ahâliye
zulmetti ve bilhassa karşısında güç olarak gördüğü şerîf hânedânından kıymetli
kimseleri öldürttü. Sultan Abdülhamîd Han zamanında İstanbul’da mühim
makamlarda bulunan ve mîr-i mîrân yâni beylerbeyi rütbesini taşıyan, halîfeye
ve devlete çok faydalı hizmetlerde bulunan ve İttihâdçıların Birinci Cihân
Harbi felâketine sürüklemelerine karşı çıktığı için İstanbul’dan
uzaklaştırılarak Mekke emîrliğine tâyin edilen Şerîf Hüseyin Paşa ile iyi
geçinmeye çalıştı. Fakat Cemâl Paşa’nın bir yandan dinden, îmândan ve din
düşmanları ile cihaddan söz ederken, öte yandan da Osmanlı Devleti’ni
parçalamaya çalıştığını, binlerce müslüman gencini ateşe attığını, daldığı
gafletin ve sefâhetin hiç de sözlerine uymadığını gören Şerîf Hüseyin Paşa,
milleti bu eşkıyanın elinden kurtarma yollarını aradı. Oğlu Şerîf Faysal
Efendi’yi Mekke’den Şam’a gönderdi. Faysal Efendi, bütün bu kötülüklerin doğru
olduğunu anlayıp babasına bildirdi. Bu durumlar karşısında dayanamayan Şerîf
Hüseyin Paşa, bütün müslümanlara işin içyüzünü bildirmek için 1916 yılında iki
beyanname neşr etti. İttihâdçılar ve Cemâl Paşa bu haklı çağrıya isyân
beyannâmesi dediler. İstanbul’da çıkan ittihâdçı gazetelerdeki kiralık
kalemler, Şerîf Hüseyin Paşa’ya ağza ve akla gelmeyen küfür ve iftiralar savurdular.
Fakat hâdiseler, Şerîf Hüseyin Paşa’nın haklı olduğunu gösterdi. İttihâdçılar
ve Cemâl Paşa, Şerîf Hüseyin Paşa’nın beyannamelerinden uyanacakları yerde, onu
vatan hâini îlân ettiler. Üzerine alaylar gönderip senelerce kardeşi kardeşe
öldürttüler. Mekke’yi ve Medine’yi o hâlis müslümanlara, sevgili
Peygamberimizin torunlarına vermemek için çok masumun şehîd düşmesine sebeb
oldular.
Medine
muhafızları Basri ve Fahri paşalar, İngilizlerin Osmanlılar için kurdukları
tuzaklarını ve hıyanetlerini yakından gördükleri hâlde, İttihâdçılardan ve
Cemâl Paşa’dan aldıkları emirlere uymağı vazife sayarak Şerîf Hüseyin Paşa’yı
ve oğullarını âsî îlân ettiler. Kardeşi kardeşe boğdurmaya âlet oldular. Hicaz
vâli ve kumandanı Gâlib Paşa ise din bilgisi kuvvetli, ileri görüşlü, tecrübeli
bir kumandan olup, Cemâl Paşa’nın emirlerine aldanmadı. Uzun ve esaslı inceleme
ve araştırmalar yaparak, Şerîf Hüseyin Paşa’nın haklı olduğunu ve iki
beyannâmesini de din ve millet sevgisi ile yazdığını anladı. Şerîf Hüseyin
Paşa’ya yapılan iftiralara karşı aşağıdaki günlük emri yayınladı: “Emîr
hazretlerinden hiç bir suretle şüphe edilmemelidir. Böyle bir isyân çıkarması
İhtimâli asla yoktur. Bu yolda sözlerin hiç biri doğru değildir. Şerîf Hüseyin
Paşa halîfe-i müslimîne tam bir itaat ile bağlı olup, ömr-i şahanelerinin
uzaması için her zaman duâ etmektedir.” Gâlib Paşa ayrıca yazısını,
İttihâdçıların elebaşılarından Dördüncü Ordu kumandanı olan Cemâl Paşa’ya ve
İstanbul’a gönderdi. Fakat Şerîf Hüseyin Paşa’yı ve oğullarını kendisine büyük
mâni gören Cemâl Paşa, bunların milleti uyandırarak kendi işkence ve taşkınca
davranışlarına son verileceğinden çok korkuyordu. Şerîf oğullarını âsî duruma
sokmak için iğrenç hileler hazırladı. Medîne’deki kahraman Türk subaylarına
savaş emri gönderdi. Senelerce kardeş kanının akıtılmasına sebeb oldu.
Şerifleri âsî, hattâ hâin sanarak onlara ateş açan masum subayların çoğu,
sonunda aldatıldıklarını anladılar. Başlarında tümen kurmay başkanı Emin Bey
olmak üzere yüzlerce subay birleşip merkez hey’eti kurdular. Çeşitli
beyannameler dağıtarak Hicaz’da oynanan cinayetleri bildirdiler;
“Kumandan
(Cemâl Paşa) ve adamları yalan söylüyorlar. Arab, Türk, iki millet olarak
bundan sonra da kardeş gibi yaşayacaktır. Zâten kardeş değil mi idik? Târih ve
din bağları ile birbirimize bağlı değil miyiz? Kavm-i necîb-i arab, istiklâlini
kazanmakla düşmanımız olabilir mi? Onlara da sorarsanız “Hayır”
diyeceklerdir... Bundan sonra maksadsız olarak ölmeği göze almak yiğitlik
değildir. Bu yazımız, hakikati anlayamıyanlar içindir. Ekseriyet anlamıştır. Bu
zulme hazret-i Peygamber efendimiz dahî evet der mi?” dediler. Bu subaylar,
Medine muhafızı kumandanı Fahreddîn Paşa’yı Medine’den alıp Yenbû iskelesine
getirdiler. Fakat İngilizler, hepsini esir alarak Mısır’a götürdüler. Mısır’da
altı ay kadar İngiliz esaretinde kaldıktan sonra savaş suçlusu olarak Malta’ya
sürüldüler. Fahreddîn Paşa, Cemâl Paşa’nın emirlerine uymayı bir vatan borcu
bildiği için hareketsiz kalmış ve Mekke ve Medine gibi mukaddes yerlerin târihî
Türk düşmanlarının eline geçmesine sebeb olmuşlardır.
Cemâl
Paşa ile Enver ve Talât paşalar arasında 1915 senesinde bir takım
anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Yalnız bu anlaşmazlıklar harbin idaresine âid
olmayıp, daha çok İttihâd ve Terakkî fırkasının şefliğini aralarında paylaşamamalarındandı.
Bu rekabet, memleketin idaresine âid siyâsî konulara te’sir ediyordu. Meselâ
Cemâl Paşa umûmî harb esnasında bir kısım ermenilerin tâkib ettikleri hatt-ı
hareket sebebiyle, tatbik edilen siyâseti tasvib etmiyordu. Bu sebeble kendi idaresi
altındaki yerlerde ermenilerle işbirliği yapıyor, onları elinden geldiği kadar
memnun etmeye çalışıyordu.
Cemâl
Paşa ve adamlarının Suriye’deki şeriflere ve yerli halka yaptıkları kötü
muameleler ve İngilizlerin yürüttüğü casusluk faaliyetleri sebebiyle Araplar
arasında kavmiyetçilik akımı yayılıyordu. Cemâl Paşa gelecekte müslüman
Arapların kendi aleyhinde çıkarabilecekleri muhtemel isyânlara mâni olabilmek
için, Fransa tarafından Suriye’de tatbik edilen usûlü tâkib ederek, Suriye’nin
muhtelif bölgelerine ermenileri kitleler hâlinde yerleştiriyor, Araplara karşı
ermenilerle işbirliği yapmaktan hiç çekinmiyordu. Bunun sonucu, umûmî harb
sırasında ermeni komiteleri İttihâd ve Terakkî hükümetinin şiddetle aleyhinde
bulundukları hâlde, Cemâl Paşa’ya karşı dosça tavırlar alıyorlardı.
Bu
sırada İttihâd ve Terakkî hükümeti ile Cemâl Paşa arasında bir takım fikir
ihtilâfları ve rekabet duyguları olduğunu sezen ermeniler, itilâf devletleri
tarafından Cemâl Paşa’ya Suriye krallığı vâd ederek onu İstanbul hükümeti
aleyhine isyân ettirmek için plân hazırladılar. Bu plân uzun müddet Petersburg,
Londra, Paris ve Roma hükümetleri arasında siyâsî haberleşmelere konu oldu.
Rusya’nın
Bükreş elçisi S.A. Poklefski tarafından Rus hâriciye nezâretine 15 Ekim 1915
tarihli şifrede; Talât, Enver ve Cemâl Paşa arasındaki ihtilâftan bahisle,
hükümetine; “Şayet biz Türkiye Asya’sında icrâi hükümet etmek hususunda Cemâl’e
yardım vâd edecek olursak, onu İstanbul aleyhinde açıktan açığa bir harekete
sevk etmek ihtimâl dahilindedir. Bu düşünce muvafık görülürse, ermeniler
Cemâl’e te’sir yapacak surette temas hususunu düşündüklerinden cevâbınızı
bekliyoruz” tavsiyesinde bulundu.
Rus
hâriciye nezâreti bu şifreyi alır almaz, hemen Bükreş elçisine muvafakat cevâbı
vermiş, ayrıca durumu 25 Ekim 1915 tarihli ve 6391 numaralı olarak Paris,
Londra ve Roma elçilerine bildirmiş; Fransa, İngiltere ve İtalya hükümetlerinin
muvâfakatlarının alınması için elçilerine şu talimatı vermişti:
“İstanbul
ermeni mehâfilinden bildiriliyor ki; devletler kendilerine aşağıdaki şartları
teklif edecek olurlarsa, Cemâl’i, İstanbul hükümeti aleyhine açık bir isyâna
meylettirmek ümidi vardır:
1-
Yeni sultan için Suriye, Filistin, Irak, Arabistan, Kilikya muhtar
eyâletlerinden teşkil edilecek bir “Türkiye Asyası” devletinin masuniyet ve
istiklâlini müttefik devletler tekeffül ederler.
2-
“Türkiye Asyası” devletinin sultânı Cemâl Paşa olacak ve sultanlık babadan
büyük oğla geçecektir.
3-
Sultan Cemâl, İstanbul hükümetiyle, sultânını Almanlar elinde esir kabul ve ilân
ederek, bunlar aleyhine harb açmayı teahhüd edecektir.
4-
Bu harb açılınca, İtilâf devletler ona silâh, teçhizat ve erzak vereceklerdir.
5-
Harb bitince İtilâf devletler Cemâl’e mâlî yardımda bulunacaklardır.
6-
Cemâl, İstanbul’un ve boğazların elden gitmesine (Rusya lehine) razı olacaktır.
7-
Cemâl ermenileri kurtarmak ve harbin nihayetine kadar onları beslemek hususunda
tedbîr almayı taahhüd edecektir.
Her
türlü dahilî karışıklık yalnız ve ancak Türkiye’nin kuvvetlerini zayıflatır ve
bizim faydamıza hizmet eder. Bize sâdık ermeniler vasıtasıyla Cemâl ile gizli
görüşmelere girişmek lâzımdır. Eğer Cemâl Almanları kovmaya ve İstanbul
hükümetini devirmeye muvaffak olamazsa; Osmanlı İmpataroluğu’nda bir karışıklık
ve fesâd çıkarmak hususu bile faydadan hâli olmayacaktır.
Mahrem
bir surette hâriciye nâzırına keyfiyet îzâh edilerek acele telgraf vermenizi
rica ederim.”
Bu
mes’ele hakkında Ruslar, İngilizler ve Fransızlar arasında haberleşme devam
ederken, ermeniler vâsıtasıyle husûsî surette Cemâl Paşa’ya bildirilmiş midir?
Bu nokta anlaşılamıyorsa da, haberlerin birinde itilâf devletleriyle Cemâl Paşa
arasında ermeniler vâsıtasıyle bâzı temasların vuku bulduğuna dâir imâlar
vardır. Yalnız muhakkak olan nokta şudur ki, Cemâl Paşa, söz ve icrâatlarıyle sonradan
kendisine hıyanet edecek ermenilere aldanmış ve işbirliği kurmaktan
çekinmemiştir.
Şam’daki
Damascus-palas’da karargâhını kuran Cemâl Paşa, Mısır fâtihi olmak hülyâsıyla
tantanalı hayat tarzına devam etti.
Bir
hiç uğruna girişilen ve onbinlerce müslüman-Türk evlâdının aç, sefil ve feda
edilerek mağlûbiyetle sona eren kanal seferinden sonra, Suriye’de kendini
mutlak hâkim gören Cemâl Paşa, Aratık 1917’de İstanbul’a döndü (Bkz. Kanal
harekâtı).
Birinci
Cihân Harbi, Osmanlı Devleti’nin ve müttefiklerinin yenilmesiyle neticelenince,
Cemâl Paşa da diğer arkadaşları Talât ve Enver Paşa gibi yurt dışına kaçtı.
Önce Almanya’ya giderek Berlin’e yerleşti, sonra Münih’e geçti. Münih’te bâzı
bolşevik şahsiyetlerle tanışarak İsviçre’ye geçti. İsviçre’de bulunduğu sırada
Afganistan’a karşı bir harb hazırlamakta olan İngiltere’ye karşı savaşmak ve
Afgan ordusunu ıslah ve teçhiz etmek üzere Afganistan’a gitmeye karar verdi.
Tanıştığı bolşevik (komünist) liderlerden Karl B. Radek’in tavassutu ile
Moskova’ya; oradan da Çiçeri’nin yardımıyla Taşkent’e gitti. Türkistan’a dağdan
esir Türk subaylarını etrâfında toplayarak bir komite kurdu. Daha sonra
Afganistan’a geçerek Afgan kralı Emânullah Han ile görüştü ve iltifatını
kazanarak, Afgan ordusunu ıslaha girişti. Bu sırada eski silâh ve siyâset
arkadaşı Enver Paşa’nın Türkistan’a geleceği haberini aldı. Enver Paşa gelince,
hazırladığı bâzı plânları bozacağından korkan Cemâl Paşa, Moskova’da
buluşmaları için mektup yazdı. Enver Paşa’yla görüşmek üzere Moskova’ya gitti.
Enver Paşa’nın Türkistan’a geçmesi üzerine tekrar Afganistan’a dönmeye karar
veren Cemâl Paşa, 5 Temmuz 1922’de Tiflis’e geldi. Burada Anadolu’da istiklâl
harbini yapmakta olan millî mücâdele hareketinin temsilcisi Muhtar Bey ile
görüştü. Afganistan’a dönmek veya Anadolu’ya geçmek üzere hazırlanırken, 21
Temmuz 1922 Cuma gecesi, geç vakit kaldığı otele dönerlerken, yanında yaverleri
teğmen Süreyya Bey ve binbaşı Nusret Bey olduğu hâlde, Jukavski sokağının
köşesine vardıkları zaman, kimlikleri bilinmeyen kimseler tarafından açılan
ateş sonucu öldürüldüler.
Cemâl
Paşa’yı öldüren kimselerin ermeniler olduğunu iddia eden Rus resmî makamları,
ermeni Taşnak komitesine mensup pek çok kişiyi tutuklattı. Buna göre Cemâl
Paşa’yı öldürenler ermenilerdir.
Cemâl
Paşa’nın Ankara’ya gönderdiği İsmet (Karadoğan) Bey’in iddiasına göre; Cemâl
Paşa’yı ermeniler değil, Rusların “Çeka” teşkilâtına mensûb fedaîleri
öldürmüştür. “Evvelâ şunu söyliyeyim ki, Enver Paşa’nın Türkistan’daki isyân
hareketi başladığında, Ruslar Cemâl Paşa’yı öldürmeyi kafalarına koymuşlardı
diyen İsmet Bey devamla; “Cemâl Paşa, ermeniler tarafından vurdurulmuştur...
Tiflis’de günlerce peşini tâkib etmişler, Moskova’da bulunduğumuz sırada da,
Enver’in harekete geçişini müteâkib bizi Çeka’ya çağınp uzun uzadıya, Enver ile
alâkamız ve onunla haberleşmede bulunup bulunmadığımız hususlarında sorguya
çekmişlerdi. Tabiî ne kadar hayır desek inanmıyorlar ve içlerinden; “Yârın
bunların da Enver gibi yapmayacakları ne malûm, iyisi mi temizliyelim” dedikleri
şüphesizdi” demiştir.
Cemâl
Paşa’nın cenazesi ertesi gün Şâh Abbâs Câmii’nde kılınan namazdan sonra, geçici
olara Tiflis mezarlığına defnedildi. İstiklâl harbinden sonra ise Erzurum’a
nakledildi.
Yirminci
yüzyılın başındaki, Osmanlı Devleti’nin istikbaliyle ilgili önemli
şahsiyetlerden olan üç paşalar diye meşhur olan Talât, Enver ve Cemâl paşalar;
girdikleri maceralarla ve daldıkları hülyalarla koskoca Osmanlı Devleti’nin
yıkılmasına, yüzbinlerce müslüman-Türk kahramanının imha edilmesine sebeb olmuşlardır.
Cemâl Paşa da bunlardan biri olmakla sâdece Türkiye için değil, bütün dünyâ
için denge unsuru olan Osmanlı Devleti’ni yıkmak suretiyle, pek çok müslüman ve
Türk’ün esaret ve sömürge altına girmesine sebeb olmuş, işlediği pek çok
cinayetlerin cezası olarak da birlik yaptığı veya hizmet ettiği kimselerce,
fecî bir şekilde öldürülmüştür.
Selanik’teyken
Seniha hanımla evlenmiş olan Cemâl Paşa’nın; Ahmed, Kâmurân, Necdet, Behçet ve
Mehmed adlı beş oğlu vardı. Edebiyata meraklı olan Cemâl Paşa’nın Plevne
müdâfaası adlı eserinden başka, 1913-1922 yılları arasındaki faaliyetlerini
Cemâl Paşa Hatıratı adıyla kaleme aldığı bir hâtıratı vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Görüp İşittiklerim; sh. 116, 124, 141, 142
2) İnkılâb Târihimiz ve İttihâd Terakkî (A. B.
Kuran); sh. 283
3) İnkılâb Târihimiz ve Jön Türkler; sh. 348
4) İttihâd ve Terakkî içinde Dönenler; sh.
129, 133
5) Kıyamet ve Âhiret; sh. 407
6) Büyük Türkiye Târihi; cild-7, sh. 275, 288
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 203
8) Üç Paşalar Kavgası (Cemâl Kutay,
İstanbul-1964)
9) Sultan Reşad’ın Sarayında Gördüklerim; sh.
344
10) Medine
Müdâfaası (N. Kâşif Kıcıman); sh. 5 v.d.
11) Peygamberimizin
Gölgesinde Son Türkler (F. Kandemir, İstanbul-1983); sh. 29 v.d.
12) History of the
Ottoman Empire and Modern Turkey; cild-2, sh. 319
13) Hâtırât-ı Cemâl
Paşa, (İstanbul-1933)
14) Türk İnkılâb
Târihi (Y. H. Bayur); cild-3, Kısım 1, sh. 194
15) Moskova
Hâtıraları (A. Fuâd Cebesoy)
16) Îzahlı Osmanlı
Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 398