YÛNUS EMRE

Tasavvuf ehli halk şâiri. Hayâtı hakkında kesin malûmat yoktur. Şiirleri bütün Türk ülkelerinde asırlar boyunca zevk ve hayranlıkla okunmuş, yalnız bizde değil, bir çok ülkelerde alâka uyandırmış ve çeşitli dillere tercüme edilmiştir. Seksen sene kadar yaşadığı, Eskişehir’in Mihalıççık kazasına bağlı Yûnus Emre Köyü’nde 1439 senesinde vefat ettiği ve buraya defn edildiği kaynakların tedkîkinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Karaman’da timar sahibi olduğu ve burada kendi adı ile anılan camide yattığı da söylenenler arasındadır. Araştırmalar, onun, daha çok Konya merkez olmak üzere Sivrihisar ve Karaman arasında gidip geldiğini ihsas ettirmektedir. Bunların yanında Manisa, Erzurum ve Sivas gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde adına bir çok makamın yapıldığı da bilinmekte ve Türk milletinin bu derviş şâire gönlünde büyük yer verdiği anlaşılmaktadır. Eseri ile bütün Türklüğü kucaklayan bu şâir için, vefatı hakkında başka tarihler ve yerler de bulunmaktadır. 1320-21 yıllarında öldüğü de rivayet edilmektedir.

Yûnus Emre, bir işaret üzerine genç yaşta tasavvuf büyüklerinden Tapduk Emre’nin yanına gitti. Otuz seneden fazla onun hizmetinde bulundu ve ondan feyz aldı. Hattâ bâzı kaynaklar, Tapduk Emre’nin, kızını Yûnus Emre’ye verdiğini, hem talebesi hem de damadı olduğunu kaydetmektedir.

Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar, doğru ve düzgün idi. Bu durum hocasının kulağına gittiği zaman; “Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun getirmiyormuşsun?” dedi. Yûnus Emre; “Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz” cevâbını verdi.

Böyle rivayet edilmesine rağmen başka rivayetlere göre de Yûnus’un daha çok Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin sohbetlerinde bulunduğu ve şiirlerinde ona yer verdiği görülür. O daha ziyâde gençlik yıllarında Mevlâhâ’nın sohbetlerinde bulunmuş ve onu kutb-ı zaman bilmiştir. Bâzı kaynaklarda bektâşî olduğu zikredilirse de, şiirlerinden Yûnus’un bu tarikatta olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. O en azından Mevlânâ çevresinde bulunmuş bir mevlevî muhibbi olarak görülür. Ayrıca Tapduk Emre’ye yer veren şiirleri de vardır. Emre (âşık) kelimesinden hareket ederek, adının sonuna aldığı emre kelimesini de Tapduk Emre’ye nisbetle aldığını söylemek gerekmektedir.

Yûnus Emre, şiirlerini aruzla ve daha çok hece vezni ile yazmıştır. Şiirleri açık, derin manâlı, samîmi ve heyecanlıdır. İlâhî aşk, varlık, yokluk, hayât, ölüm mes’eleleri ve bunlara bağlı olarak, dünyânın fânîliği gibi mes’eleleri çok güzel bir şekilde dile getirmiştir. Yûnus Emre’de günlük konulara rastlanmaz, geçim endişesi, aile sıkıntıları, evlat acısı, yakınlarının şahsî ve ailevî mes’elelerine hemen hemen hiç yer vermez. O insanlığın umûmî kader çizgisi üzerinde durmuştur. Bunlar; kabir, ömrün geçişi, ölüm, Allahü teâlâya îmân ve yalvarma, dînî esaslar, insanın yalnızlığı, aşk, nasîhatler ve hayâtın gayesi gibi insanlığa has mes’elelerdir. Her yerde, her seste, her renkte, her zaman Allah’ın varlığını idrâk eden Yûnus Emre, bu dilsiz varlıkların büyük tanıtışındaki gizli dilin hayranıdır.

Altındandır direkleri,
Gümüştendir yaprakları,
Uzadıkça budakları,
Biter Allah deyû deyû

gibi mısralarla, insanlara önce bulutsuz bir günün ışıklarıyla aydınlanmış bir ağaç gösterir, insanlar bu altın tablo karşısında hayran hayran bakınırkenî o ağacın dış güzelliğinden iç güzelliğine bakarak, budaklarının uzayışındaki sırrı anlatır. Varlıkların her zerresinde yaratı: cıyı aramakla uğraşır. Bütün Allah âşıkları gibi, sevgilisine kavuşâmarna endişesini taşır.

Muradıma maksûduma ermezsem,
Hayıf bana, yazık bana, vah bana.
Kadir Mevlâm cemâlini görmezsem,
Hayıf bana, yazık bana, vah bana.

diye feryâd edişi bundanır. Allah’tan uzak kaldıkça, kalabalıklar içinde dahî kimsesiz olan insanın sonsuz garipliğini şu şiirinde dile getirir:

Acep şu yerde var m’ola,
Söyle garib bencileyin.
Bağrı başlı gözü yaşlı,
Şöyle garib bencileyin.

Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar.
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garib bencileyin.

Yûnus Emre’nin;

Bâd-ı sabâya sorsunlar,
Canan illeri kandedür?
Görenler haber versinler,
Canan illeri kandedür?

diye aradığı Allah sevgisine erdiğini, O’na yaklaştığını anlayınca;

Canlar canını buldum,
Bu canım yağma olsun.
Ballar balını buldum,
Kovanım yağma olsun!

diyerek sevincini coşkun bir şevk ile dile getirmiştir.

Onun, hiç yapmacığa sapmadan, bir san’at kaygısına düşmeden söylediği, sâde, külfetsiz, fakat güzel şiirlerine, bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Şiirlerinde, tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi hemen görülür. Yûnus’un şiirlerinde ihlâsa götüren tasavvuf ilmi hâkimdir. Bunun yanında o, dil, vezin, nazım şekli ile tâmâmiyle millîdir. Kendinden önceki şâirlerden bilhassa Sultan Veled’in anlatmada güçlük çektiği Türkçe, Yünus’un elinde gönül dili olmuştur. Gerçekten o, gönlünün en ince duygularını söylemekle Türkçe’ye büyük hizmet etmiş, böylece Türkçe’yi gönül dili hâline getirmiştir. Şiirleri tasavvufî olduğu için, yarih’ş mânâlara bile çekilmiştir. Yûnus Emre böyle şiirleri için diyor ki:

Yûnus bir söz söyledi,
Hiç bir söze benzemez.
Câhillerin içinde,
Örter mânâ yüzünü.

Çok incelikleri sezilen Yûnus Emre’nin şiirleri okundukça, insana yeniden okuma hevesi verir. Çünkü tatlı bir söyleyiş, ferahlık verici bir anlam ve kolay anlaşılır nasîhatleri vardır. Temas ettiği konular, hemen hemen her insanı ilgilendirir. Yûnus Emre’nin çok şiirleri atasözü hâlini almıştır. Dünyâ fâniliği hakkında şöyle demektedir:

Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan.

Ayrıca bir çok şiirlerinde gönül kırmamağa dikkat edilmesini dile getirmiştir.

Durma kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir.
Yüz Kabe’den yeğrektir,
Bir gönül ziyareti.

diyerek insan gönlüne ve insanlara yakın olma, onlara hizmet etme duygusunu ifâde etmektedir.

İslâm âlimlerine uyulmasını şöyle tavsiye etmektedir:

Bu yol gayet uzaktır,
Dünyâ ona tuzaktır.
Bu tuzağa uğrayan,
Komaya kılavuzun.

İlimden, okumaktan maksadın, Hakk’ı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:

İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır.

Okumaktan maksad,
Hakkı bilmektir.
Okuyup bilmezsen,
Nasıl okumaktır.

Verenin-alanın yalnız Allahü teâlâ olduğunu, takdire rızâ gösterilmesini şöyle anlatır:

Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim.
Aşkın ile avunurum,
Bana seni gerek seni.

Çok konuşmamayı da;

Az laf erin yüküdür,
Çok laf hayvan yüküdür.

mısralarında özetleyivermiştir.

“Bu dünyâda öldür beni, varıp orda ölmiyeyim, birde aşksız olmıyayım” diye Allahü teâlâya niyazda bulunur. Velhâsıl, çileli yoldan geçmedikçe, Allahü teâlâya kavuşamıyacağını anlamıştır. Çünkü huzura çıkış ve bağışlanmada kesin bir emniyet yoktur. Ümit ve korku paralel yürümektedr. Ayrıca; Kitâb, Peygamber, Kabe, şiirlerinde büyük bir yer tutmaktadır. Hepsinin başında, Ehl-i sünnet inancı ve Muhammed aleyhisselâmın sevgisi vardır.

Yûnus’a göre insanlara aynı gözle bakmak gerekir. Bu fikir ilâhî kaynağa bağlıdır. Çünkü insan akıl taşır. Din de akıllılara teklif edilir. Bütün Peygamberler aynı şeyi yapmışlar ve akıl sahibi kimselere tebliğde bulunmuşlardır. Yûnus da diğer velîler gibi peygamberlerin yolunda gitmiş, insanlar arasında bir farklılık gözetmemiş ve bütün milletlere aynı gözle bakılmasını dile getirmiştir. Ancak onun nazarında müslümanla kâfir aynı değildir. Yerine göre;

Müslümanım diyen kişi
Beş vakt namaz kılsa gerek

diyerek emr-i mârufta bulunmaktadır.

Zâten bütün peygamberler insanlığın dünyâ ve âhiret seâdeti için çırpınmışlar ve kötülerle mücâdele edip, inanmayanlarla çarpışmışlardır. Bu bakımdan, Yûnus da insanların saadetini istemektedir.

Yûnus Emre, üç bin kadar şiir söylemiş, bunlar bir dîvân hâlinde toplanmıştır. Bu dîvân, Molla Kâsım’ın eline geçtiğinde, bir su kenarında okur. Dîne uygun olmadığını zannettiklerini yırtıp suya atar. Böylece iki bin kadarını imha edip şu beytle karşılaşır:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sîgâya çeken bir Molla Kasım gelür.

Bu beyti okur okumaz, Yûnus’un keramet ehli erenlerden olduğunu anlayıp, dîvânı öpüp başına koyar. Ne yazık ki elde bin şiiri kalmıştır.

Yunus Emre, Peygamberimiz ile bütün yakınlarının, dört halîfenin, hazret-i Peygamberin soyundan gelenlerin ve bütün İslâm âlimlerinin âşıkıdır. Hiç bir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında ahlâkî nizâmı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu koruyan kültür ve san’at şeddi olmuştur. İhlâs ile, her şeyi Allah rızâsı için yapmayı her zaman söylemiştir. Yûnus emre için “Dervişlik”, herkese faydalı olmak ülküsüdür. Şiirlerinde tenbelliği, tufeyli ve faydasız olmayı kınamıştır.

Şerî’at, tarikat yoldur varana,
Hakikat marifet andan içerü.

diyerek, hakîkî tasavvufu tarif etmiştir.

Anadolu halkı tarafından Yûnus Emre öylesine sevilmiştir ki, bu sevgi, saygı ve hayranlık zenginliği için bir başka misâl göstermek zordur. Her bakımdan milletimizi birbirine bağlayan manevî ibrişim olmuştur. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, duygular ve değer yargıları vardır. Onu unutturmayan sebeb budur. Anadolu’da Yûnus Emre’nin dîvânının bulunmadığı, ilâhilerinin okunmadığı ev yok gibidir.

Yûnus Emre’den başka bu ismi kullanan bir kaç şâir daha görülmüştür. Bunlardan bilinenlerden ikisi; “Âşık Yûnus” ve “Derviş Yûnus”tur. Bunların şiirleri de yanlışlıkla Yûnus Emre’ye mâl edilmiştir.

Yûnus Emre’nin Ankara Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan türbesi, 1948’de yolun genişletilmesi için kaldırılmak istendi. Fakat bir türlü bu işte muvaffak olunamadı. Hattâ bir defasında döşenen rayların sökülüp sekiz metre geriye atıldığı görüldü. Bunun üzerine, Yûnus Emre için bir türbe yapılıp, kabrinin oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre’nin yeni kabri, eskisinden 100 m. kadar ileride bir tepecikte yapıldı.

Eserleri: Yûnus Emre’nin bilinen iki eseri vardır. 1-Risâlet-ün-Nushiyye: Mesnevi şeklinde “Fâilâtün Fâilâtün fâilün” aruz kalıbıyla yazılmış, tasavvufî, ahlâkî, dînî bir eserdir. 2-Dîvân: Yûnus Emre Dîvânı’nın bir çok yazma nüshaları vardır. Fakat bu dîvândaki bütün şiirlerin Yûnus Emre’nin olduğu söylenemez. Yûnus tarzında, daha sonraki şâirlerin yazdığı şiirler de karışmıştır. Taş basması nüshaları da vardır.

On beşinci yüzyılda Osmanlı Türklerine esir düşen ve Anadolu’da yirmi sene kadar kalan Transilvanyalı Mülbacher adlı bir Avusturyalı, Yûnus Emre’ye ait şiirleri, ilâhîleri duymuş, öğrenmiştir. Memleketine döndüğünde, Yûnus Emre’nin şahsiyetinde İslâm’ı anlatmış, kitaplar yayınlamış, yazılar yazmıştır. Büyük ün sahibi Avusturyalı tarihçi Hammer de, Yûnus Emre’ye ait şiirler ve ilâhilere yer vermiş, bundan sonra da batı ülkelerinde Yûnus ismi çok kimse tarafından tanınmıştır.

BU BİZİM YÛNUS DEĞİL Mİ?

Yûnus Emre, Tapduk Emre’nin hizmetinde bulunurken, manevî âleminde bir ilerleme olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Yolculuğunda bir gün iki kimseye rastgeldi. Onlarla arkadaş oldu. Her gün bunlardan biri dua eder, dualarının bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. O da dua etti. Duasında; “Yâ Rabbî! Benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin hürmetine dua ettiyse, onun hürmetine duamı kabul et!” dedi. Dua bitince, iki sofra yemek geldi. Arkadaşları; “Kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin?” diye sorunca, Yûnus Emre; “ünce siz söyleyin” dedi. Arkadaşları da; “Biz Tapduk Emre’nin kapısında hizmet eden Yûnus’un hürmetine diye dua ettik” dediler. Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Tapduk Emre’nin yanına döndü ve kapısının önüne yattı. Tapduk Emre’nin gözleri görmüyordu. Kapının önüne varıp, ayağı bir şeye takılınca; “Bu bizim Yûnus değil mi?” diye sordu ve onu kabul etti. O andan itibaren Yûnus Emre, ilâhîlerini söylemeğe başladı.