VALİ

Bir şehirde devleti temsil eden en yüksek mülkî âmir. Vilâyet kökeninden gelen kelime. Emevîler’de kullanılmaya başlanmıştır. İslâm târihinde başlangı-cından îtibâren, merkezden uzak yerlerin idarî, mâlî ve kazâî işlerini yürütmek için valiler tâyin edilmiştir.

Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfe devirlerinde; şehirleri idare eden, zekâtları toplayan, dâvaları hâlleden, ordulara kumandanlık eden kimselere yâni valilere âmil denirdi.

Emevîler devrinde ise, daha ziyâde zekât tahsildarlarına denildi ve ilk defa şehirleri idare edenlere de vali veya emir adı verildi. Küçük şehir valilerine yine âmil denirdi.

Türk-İslâm devletlerinden Selçuklular, Memlûklüler, Akkoyunlular ve Karakoyunlularda valiye, beylerbeyi denirdi. Osmanlılarda ise, valilik görevini eyâlet ve vilâyetlerde beylerbeyi, liva denilen sancaklarda da sancak beyleri ve mutasarrıflar yapardı.

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Medîne-i münevvereye hicret ettikten sonra, İslâm devleti teşekkül etmişti.

Hicretin ikinci senesi Ramazan ayında zekât farz olunca, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem etrafa âmiller yâni zekât toplayan me’mûrlar tâyin etmişlerdi. Bunlar vilâyet-i tefvîzi (tam yetkiyi) hâiz idiler. Bulundukları yerlerin idarî, mâlî işlerini yürütürler, insanlar arasında hüküm verirlerdi. Bunların mâiyyetinde ikinci derecede yetkiye sahip âmiller de vardı. Muâz bin Cebel (r. anh) hicretin dokuzuncu senesinde Tebük seferinden dönüşte Yemen’e âmil (umûmî vâlî) olarak gönderildi.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Yemen’in mâlî işlerini beş bölgeye ayırmış ve her birine Eshâbdan birini tâyin buyurmuştu. San’a’ya Hâlid bin Serd’i, Kinde’ye Muhacir bin Ebî Umâme’yi, Hadramut’a Ziyâd bin Lebîd’i, Cendel’e Muaz’ı, Zebid, Aden ve sahil kısmına da Ebû Mûsâ el-Eş’arî’yi tâyin etmişti. Bu âmillerin topladıkları zekât mallarını kabz ve sarf, kalanını da Medîne-i münevvereye göndermeğe Muaz bin Cebel (r. anh) me’mûr idi. Muaz bin Cebel’den (r. anh) başka Ala’ bin Hadramî ile Enes bin Mâlik (r. anhümâ) da Bahreyn’e vilâyet-i tefviz yâni tam yetki ile âmil (vali) tâyin edilmişlerdi. Ayrıca; Hâlid bin Sa’îd San’a’ya, Ziyâd bin Esed Hadramut’a, Ebû Mûsâ el-Eş’arî Aden’e, Ebû Süfyan bin Harbî Necran’a, hazret-i Muâviye’nin büyük kardeşi Yezîd Teyma’ya, Attab bin Usevd Mekke-i mükerremeye ve Amr bin As da Amman’a âmil olarak gönderilmişlerdi. Bunlar müslümanlara namazda imamlık yapıyor, zekâtlarını topluyor, dâvalarını hâllediyor, İslâmiyet’i öğretiyor ve valilik de yapıyorlardı.

Peygamber efendimiz, âmillerin murakabesinde çok titiz idiler. Bunun için Âmillerin hesap tesliminde bizzat hâzır bulunurlardı. Buhârî’de Ebû Humeyd Saîdî’den şöyle nakleder; “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Esed kabilesinden İbn-i Lutbî’yi Benî Süleym’in zekâtlarını toplamak üzere göndermişti. İbn-i Lutbî vazifesini bitirip dönünce, Resûlullah’a sallallahü aleyhi ve sellem hesap verirken; “Yâ Resûlallah! Şu zekât malıdır. Şu da bana verilen hediyedir” dedi Bunun üzerine Peygamber efendimiz; “Babanın, ananın evinde otursaydın sana bir tane hediye gelir miydi?”, sonra; “Hayâtım kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir âmil hıyanet edip, beytülmâlden hakkından fazla bir şey alırsa, kıyamet gününde muhakkak o, çaldığı mal boynuna asılarak yüklenerek haşr olunur. Çaldığı bir deve ise, boynunda musîbetzede develer gibi inliyerek, eğer, sığır ise, avaz avaz bağırarak, koyun ise, şiddetle feryâd ederek Arasat meydanına gelir” buyurdular.

Sonra Peygamber efendimiz, kollarını koltuk altı görülene kadar kaldırarak üç defa; “Yâ Rabbî! Emirlerini tebliğ ettim mi? Emirlerini tebliğ ettim mi? Emirlerini tebliğ ettim mi?” buyurdular.

Ebû Bekr (r. anh) halîfe olunca, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem tâyin ettiği âmilleri yerinde bıraktı. Arabistan yarımadasını; Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Tâif, San’a, Hadramût, Havlan, Zebîd, Yemen’de bir yer olan Rimâ, Cendel, Necran, Cureş ve Bahreyn gibi bölgelere ayırdı.

Hazret-i Ömer’in halifeliği zamanında, İslâm devletinin sınırları ziyadesiyle genişledi. İdare kolaylığı sağlamak ve gelirleri iyi murakabe etmek için memleket idarî bölgelere ayrıldı. Bunlar; Ahvâz, Bahreyn, Sicistan, Mukran, Kirman, Taberistan, Horasan vilâyetleri idi. İran üç, Irak iki vilâyete ayrıldı. Irak vilâyetlerinden birinin merkezi Küfe, diğerininki Basra idi. Şam bölgesi de Humus ve Dımeşk olmak üzere iki mıntıkaya ayrıldı. Filistin müstakil vilâyet olarak bırakıldı. Kuzey Afrika, Yukarı Mısır, Aşağı Mısır, Batı Mısır ve Libya sahası üç vilâyete taksim edilerek âmiller (valiler) gönderildi. Bunlar halîfe nâmına buraları idare ettikleri gibi, zekât, haraç ve cizyeleri toplayıp, ordulara kumanda ettiler.

Ömer (r. anh), birisini âmil tâyin edeceği zaman, onun için bir ahidnâme yazar, Muhacir ve Ensâr’dan bir cemâate onun hakkında şâhidlik yaptırırdı. Cins ve değerli ata binmiyeceği, hâlis undan yapılmış ekmek yemeyeceği, süslü elbise giymeyeceği, ihtiyaçlarını bildirmek için kendisine gelen insanlara manî olmayacağı hususunda ondan te’minat alırdı. Âmilleri vazifeye başlatmadan önce, mal beyânına tâbi tutar bunları kaydettirirdi, işin sonunda âmilin serveti ile beyânını karşılaştırır, uygun olmayan bir fazlalık varsa, mahkeme yoluyla müsadere ettirirdi.

Hazret-i Ömer, gerek hac zamanı ve gerekse, diğer vakitlerde muhtelif yerlerden yanına gelen kimselere, âmillerin kendilerine karşı muamelelerini sorar, onlardan bu hususta malûmat alırdı. “O sizin hastalarınızı, kölelerinizi ziyaret ediyor mu? Zayıflara karşı muamelesi nasıl? Onların kapısına gider, yardım eder mi?” derdi. Bu suâllerine, hayır cevâbını alırsa, o beldenin âmilini azlederdi. Şikâyetleri incelemek için Muhammed bin Mesleme’yi gönderirdi. Hazret-i Ömer bir gün cemâate şöyle hitâb etti: “Ey mü’minler! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bu me’mûrları sâdece vergilerinizi toplamaları, dîninizi öğretmeleri, rehberlik etmeleri için gönderiyorum. Allahü teâlâ şâhid, kime bunun hâricinde muamele yapılırsa, bana haber versin. Onun hakkını alıp, gerekeni yaparım’. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir âmil halkdan birisini dövse, ondan dövdüğü kimsenin hakkını alırım. Dövmeyiniz! Çünkü Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem, üzerinde hakkı bulunan kimselerin haklarını almaları için kendisini kısasa teslim ettiğini görmüşümdür. Sakın müslümanları dövmeyiniz. Yoksa onları zelîl etmiş, aşağılamış ve onlara hakaret etmiş olursunuz. Askeri, cephede uzun zaman ailelerinden uzak tutmayın. Haklarını vermeyerek onları isyana sevketmeyiniz.

Hazret-i Ömer devri (634-644) valileri

Hazret-i Ömer devri (634-644) valileri

Nâfi’ bin Haris el-Hızâî

Mekke-i mükerreme

Süfyân bin Abdullah es-Sekafî

Tâif

Ya’la bin Menbe

San’a

Ebû Mûsâ el-Eş’arî

Basra

Mugîre bin Şu’be

Küfe

Amr bin As

Mısır

Osman bin Ebî el-Âs

Bahreyn

Muâviye bin Ebî Süfyân

Suriye

Amr bin Sa’d

Humus-Filistin

Halîfe hazret-i Osman da âmillerine şöyle yazdı: “Allahü teâlâ imamlara (devlet reislerine), tebeasmın (halkının), hak ve hukukunu gözetmesini emretmiştir. Yoksa, onlara vergi me’mûru olmalarını emretmemiştir. Bu ümmetin reisleri, vergi me’mûrları olarak değil, halkın hukukunu gözetmek için yaratılmışlardır. İdarecileriniz hak ve hukuku gözetenler değil de sâdece vergi toplayan kimseler olursa; haya, emânete riâyet, vefa (sözünde durma) gibi güzel hasletler ortadan kalkar.”

Hazret-i Osman devri valileri

Hazret-i Osman devri valileri

Abdullah bin Hadramî

Mekke-i mükerreme

Kasım bin Rebîa es-Sekafî

Tâif

Ya’la bin Menbe

San’a

Abdullah bin Âmir

Basra

Sa’îd bin el-Âs

Küfe

Abdullah bin Sa’d bin Ebî Şerh

Mısır

Abdullah bin Kays el-Fezârî

Bahreyn

Muâviye bin Ebî Süfyân

Suriye

Abdurrahmân bin Hâlid bin Velîd

Humus-Filistin

Bu âmiller, vazife ve salâhiyetlerini halîfeden doğrudan alıyorlardı. Başlangıçta âmiller mutlak otorite sahibi değillerdi. Emevîler devrinde kullanılmaya başlanan vali ünvanı ile âmil nüfuz ve otorite sahibi olma vasfın: kazanmıştır. Halîfe Abdülmelik bin Mervân ve oğlu Velîd tarafından Irak vâliliğiyle görevlendirilen Haccac bin Yûsuf es-Sekafî’nin durumu, bunu açıkça te’yîd etmektedir.

İslâm devletlerinde vali, genel ve özel olmak üzere iki kısımdı Genel vali de iki kısımdı: 1-Serbest bir tâyin işlemi ile gerçekleşen valilik 2-Fetih ile ortaya çıkan valilik.

1-Serbest tâyin ile olan vali: Bulundukları yerde tam yetkileri vardı. Genel vali olabilmek için tam yetkili vezirdeki şartlar aranır (Bkz. Vezir). Bunların gördükleri işlerin en önemlileri şunlardır:

a) Bulunduğu muhitin ordusunu sevk ve idare edip, devlet başkanının tesbit ettiği mikdarda, onların yiyecek içecek ihtiyaçlarını te’min eder.

b) Mahkeme işlerine bakar ve kadılar yâni hâkimler tâyin eder.

c) Haraç ve cizye vergileri ile zekâtı toplar, bunun için me’mûrlar (âmiller) tâyin eder. Topladıklarını hak sahiplerine dağıtır.

d) Dîni ve insanların namusunu gözetip, korur.

e) Allahü teâlâ ve kullarına karşı işlenen suçlara ceza tatbik eder.

f) Cum’a ve diğer günlerde cemâate imâm olur veya yerine başkasını vazifelendirir.

g) Hacıları uğurlar, geride bıraktıkları çoluk-çocuklarına yardımcı olur.

h) Genel valinin bulunduğu ülke; düşmanla hudud hâlinde ise, düşmanla muharebe eder, elde edilen ganîmetin beşte birini beytülmâl nâmına alır.

Özel valilik: Genel validen daha az yetkiye sâhipdirler. Orduyu ve halkı sevk ve idare etmek, ferdlerin haklarının korunmasını, yasaklara uyulmasını te’min etmek gibi işleri yürütürdü. Özel valilerde aranan şartlar şunlardır:

1-Hür ve müslüman olmak: Çünkü âmil, dînî işlere de bakmaktadır. Zımmî ve köle âmil olamazdı. Bir âmil, âmilliği ne kadar iyi bilse de yahûdî, hıristiyan, zerdüşt ve bozuk îtikâdlı birisi ise, müslümanlara hesab bahanesiyle, meşakkat ve sıkıntı verirler, onları küçümserler. Bu sebeble hazret-i Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın (r. anh) pek mahir bir âmil olduğunu söylemesine rağmen, bir yahûdiyi âmillikden (me’mûriyetten) azlettirmiştir.

2) Emânet: Kendisine emânet edilen hususlarda kötülüğe sapmamak.

3) Doğru sözlü olmak: Yaptığı işlerde ve verdiği haberlerde sözüne îtimâd edilir olmak.

4) Tamahkâr yâni aç gözlü olmamak:

Âmil, rüşvet almak suretiyle itibârını düşürmemelidir.

5) İnsanlarla arasında düşmanlık, kin gütmemek: Düşmanlık, kin, merhamet ve insafa mâni olduğu gibi hakkın yerine getirilmesinde doğrudan ayrılmaya yol açar.

6) Kuvvetli hafızaya sâhib olmak: Halîfeye verdiği bilgileri ve ondan aldığı emirleri hatırlayabilmeli, unutmamalıdır.

7) Zekâ ve anlayış sahibi olmak: Böylece, vazifelerini birbirine karıştırmamalıdır.

8) Hevâ ehli olmamak: Çünkü arzu ve isteklerine uyan, yanlış yollara sürüklenir.