Son büyük Selçuklu sultânı. Sultan Melikşâh’ın oğludur. Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu. Küçük yaşından itibaren ilim öğrenmiş, devlet idaresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk’a devlet işlerinde, yardımcı olmuştur.
Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk’un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın saltanatları zamanında devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin te’minine elinden gelen yardımı yaptı. Doğuda ortaya çıkan isyanları bastırdı. Bu esnada gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devleti’nirt içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı hükümdarı Kadir Hân’ın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102). Gazneliler Devleti’ni tâbi duruma soktu. Gazne’de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihayet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118).
Sencer, ağabeyi Berkyaruk’un vefatından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi. O, doğu bölgelerinde siyâsetini icra ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu. Yâni Sultan ile müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı.
Babası Melikşâh’ın siyâsetini tâkib eden Sencer, Horasan’dan itibaren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu. Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devam etti.
Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmûd, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı. Diğer taraftan Sencer de Horasan’da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi. Sencer’in tek başına Büyük Selçuklu sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmûd’un bertaraf edilmesi lâzımdı. 14 Ağustos 1119’da Save’de amca yeğen arasında yapılan savaş, Sencer’in galibiyeti ile neticelenince Sencer; Büyük Selçuklu sultânı oldu. Devletin merkezi, Irak’ı Acem’den Horasan’a nakledildi.
Mahmûd’la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer’de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları, Mahmûd’a verilecekti. Ancak Mahmûd hem sultan ünvanını koruyacak, hem de Sencer’e tâbi olacaktı. Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu (Bkz. Irak Selçukluları).
Sencer, 1113’de Semerkand’da, 1114’de Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak bölgede hâkimiyetini te’sîs etti. Ayrıca Irak, Azerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Efganistan, Kâşgar ve Mâverâünnehr’de hâkimiyet kurdu. Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti yeniden tanzim etti. Âdeta devleti yeniden kuran Sencer, idareci kadroyu da yeniden tâyin etti. Irak-ı Acem’in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzade Tuğrul’a, Fars eyâletini, İsfehan ve Huzistan’ın yarısını ise Selçuk Şâh’a verdi. Kendisi de Sultan-ül-a’zam ünvanını aldı. Diğerleri ona tâbi oldular. Bu birlik bir müddet böyle devam etti. Fakat Halîfe Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmûd, amcasına isyan hazırlıklarına başladı. Bunu haber alan Sencer, Mahmûd’un üzerine yürüdü. 26 Mayıs 1132’de yapılan Dînever savaşı Sencer’in galibiyeti ile neticelendi. Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmûd’un küçük kardeşi) Tuğrul’u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü.
Daha sonra Karahanlıların isyanını bastıran Sencer, 1136’da Gazneliler ve 1141’de Harezm’in isyanını bastırdı. 1141’de gayr-i müslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isteyen Sencer’in Semerkand yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylar’a mağlûb olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü. Belh’i kaybetti.
Sencer’in bu mağlûbiyeti, gerek müslüman gerekse hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı. Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer’in payitahtı Merv’i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü. Sencer’in Harezm’e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muharebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itaatini arz edince affedilerek hazîneleri iade etti. Bu uzlaşma hiç bir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız’ı ikna etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir’i elçi gönderdi. Atsız, tertib ettiği bir suikast ile Edib Sâbir’i öldürtünce, Sencer üçüncü defa Harezm’e sefer yapmaya mecbur oldu (1147). Sencer payitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi. Sultan yine affetti. Bu esnada Sencer’in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gûr sultânı Alâeddîn Hüseyn Cihansuz’a yenilmişti. Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular Gaznelilerle savaşa tutuştu. Netîcede Gazneliler kat’î mağlûbiyete uğradı ve Behramşâh Hindistan’a kaçtı. Gaznelilerin payitahtı, Gûr hükümdarı Alâeddîn Hüseyn Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı. Haziran 1152’de yapılan savaşta Gurlular mağlûb ve hükümdarları da esir edildi. Gûr idaresi tekrar Alâeddîn Cihansuz’a verildi. Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defa büyük bir zafer kazanmış ve tekrar itibârını yükseltmişti. Fakat bu defa Oğuzlar ile Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü. Ve bir kısım emirlerin ısrarı üzerine, Oğuzlar ile Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153). Savaş, Selçuklu ordusunun mağlûb olması ile sonuçlandı. Sultan esir düştü!.. Tâbi bulundukları Selçuklu Devleti’nin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu neticeden sonra birden bire kendilerini devletin başında buldular. Esir Sultan’ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; Fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı. Her ne kadar Sencer aralarında esir sıfatı ile bulunmuş ise de, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdarı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların Büyük Selçuklu Devleti’ni devam ettirmek istediklerini gösteriyordu. Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esaret altında hükümdar olmaktansa tahtı terk etmeyi tercih etti. Merv hânkâhına kapandı. Yine esaret devam ediyordu. Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti. Kumandanlarından Kumac’ın torunu Mu’eyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhafızları kandırılarak Nisan 1156’da kurtarıldı.
Büyük Selçukluya tâbi bütün devletler kurtuluşundan dolayı Sencer’i tebrik ettiler. Ona tekrar itâatlarını arz ettiler. Fakat Sultan, esaretten dönüşünde, kumandanlarını bıraktığı şekilde bulmadı. Esaretten sonraki bir yıllık saltanatında, bu defa kendi kumandanlarının elinde bir çeşit esir hayâtı yaşadı. Esaretten ve bir yıl süren hür esirlikten sonra Sencer, 91 yaşında, 29 Nisan 1157 senesinde vefat ederek Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defn edildi.
Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkib etmiştir. Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir. Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır. Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamamen ihmâl edilmiştir. En ufak bir bahane ile hep doğuya hareket eden Sultan’ın bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan savaşı ve Oğuz isyanının doğuda patlak vermesi göstermiştir.
Sencer zamanında halk, refah içindeydi. Mevcut nizâmı bozmak ve Ehl-i sünneti zayıflatmak için ortaya çıkan bâtınîlik ve ismâilîlik cereyanı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devam etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Suriye’ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan’a doğru yayılmıştı. Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu. Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle onlarla yeteri kadar ilgilenemedi.
Sencer devrinin en büyük âlimi, şöhreti günümüze kadar gelen ve belki kıyamete kadar devam edecek olan İmâm-ı Gazâlî hazretleridir. Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri ile Sencer’in münâsebetleri meşhûrdur. Ahmed Nâmık-i Câmî (r. aleyh) ile de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi. Bunun neticesi olarak, uzun süren saltanatı zamanında Sultan’ın teveccühüne mazhar olan pek çok âlim, san’atkâr, tabîb yetişmiştir. Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasihatlerini can kulağı ile dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini rica ederdi. Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler adaleti yerine getirirdi.
Sultan Sencer bir gün devlet ileri gelenlerinden bir kaç zâtla at üstünde seyahat ederken, ansızın karşısına perişan kıyafetli bir derviş çıkıvermişti. Bakışları çok keskin, alnı açık, duruşu vakur idi. Sultan’ın önüne geçip Allah’ın bunca lütuf ve nimetlerine karşı şükretmesini hatırlatır ölçüde bir kaç cümle sarfetti. Sultan onu dikkatle dinledikten sonra, sordu: “Neyin şükrünü nasıl yerine getirmeliyim?” Derviş aynı ciddiyet içinde ona şu cevâbı verdi: “Allah’ın senin üzerinde bir çok lütuf ve ihsanları var, ama bunlardan on tanesi çok önemlidir. Önce onların şükrünü eda etmelisin!..” Sultan; “O on nîmeti anlatır mısın?” dedi. Derviş; “O hâlde beni can kulağıyla dinle: 1-Saltanatın şükrü, adalettir. Bir hükümdar âdil olduğu nisbette değer kazanır. 2-Geniş bir mülkün şükrü, halkın malına, ırzına, ve şerefine göz dikmemektir. Milletinin malına ve ırzına göz diken, onların haysiyet ve şerefiyle oynayan bir sultan, felâket çığrını açan bir bedbahttır. 3-Baş olmanın şükrü, halka inanarak hizmet etmek, onların huzurunu sağlamak ve haklarını korumaktır. 4-İkbal ve seâdetin şükrü, fakirlere acımak, kimsesizlerin elinden tutmaktır. 5-Beyt-ül-mâlın zenginleşmesinin şükrü, onu sâdece hak edenlere ve lüzumlu yerlere harcamaktır. 6-Kudret ve izzetin şükrü, zavallıları ve güçsüzleri yerine göre bağışlamaktır. 7-Güçlü bir orduya sâhib olmanın şükrü, onların ezici kuvvetini milletin selâmeti, devletin bekası, din ve devlet düşmanlarının kahredilmesi yolunda kullanmaktır. 8-Ülkenin bayındır hâle gelmesinin şükrü, halkın sosyal haklarını gözetmek, iş sahasını genişletmektir. 9-İlim ve maârifin şükrü, ahlâklı, terbiyeli, bilgili bir nesil yetiştirmektir. 10-Beden ve ruh afiyetinin şükrü, günlük ibâdeti kusursuz yapmak, Allah adına konuşmak, O’nun adına alıp-vermek, O’nun için sevmek ve sevmemektir” dedi.
Sultan Sencer’in, bu on öğütten çok memnun kaldığını yine tarihçiler kaydetmekte ve bunların altınla, bir levha üzerine yazdırılıp, sarayın dikkati çeken bir bölümüne konulduğunu bildirmektedirler.
Sultan Sencer’in teşvikleri ile Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu’ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu. Sencer zamanında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı.
Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdar sayılmıştır, ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte örnek hükümdar olarak gösterilmiştir.
Diyarbekir bölgesi halkının, mâruz kaldıkları Bizans istilâsından kurtarması için Sencer’e gönderdikleri feryadnâme ve bu büyük Sultan’ın Bizans imparatoruna gönderdiği mektup günümüze kadar gelmiştir.
İslâm dünyâsının mümtaz sultanlarından biri olan Sencer, hadîs-i şerîf rivayet edebilecek kadar ileri derecede ilim sahibi olup, hadîs âlimleri arasında sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir.
Daha hayatta iken Merv’de yaptırdığı türbesi büyük bir san’at eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeğe yeter.
Sultan Sencer zamanında Bizans imparatoru, Anadolu’da bulunan müslümanlar üzerine zaman zaman saldırılarda bulundu. Bir defasında Meyyâfârikîn’e asker gönderip, şehri harâb ettirdi ve elli bin kadın-erkek müslümanı esir etti. Esir edilen müslümanlar da, Sultan Sencer’e mektub yazarak yardım istediler. Sultan Sencer bu mektubu alınca, ordusunu harekete geçirdi. Bizans imparatoruna da aşağıdaki mektubu yazdı:
“Duyuldu ki, müslüman memleketlerine taarruzda bulunup, zulüm ile onların bâzılarını esir edip, bâzılarını da kılıçtan geçirmişsin. Mallarını yağmalamış ve şeytanın verdiği gururla netîceyi düşünmemişsin. Sevgili Peygamberimiz, Allahü teâlânın emriyle hakkı aşikâre kıldı. Bütün âlem karanlıkta iken, Allahü teâlânın inâyetiyle, kısa bir zamanda bu dînin eserleri her tarafa yayıldı, doğu ve batıya ulaştı. Dört büyük halîfe zamanında Anadolu’da (Rum diyarında) ve Ebhâz’da bulunan eserleri görüldü, islâm ehlinin eli oralara ulaştı. Karşı gelenler kahr ve perişan oldular. Kaç kere ordu kurup mukavemet ettilerse de muvaffak olamadılar. Ayet-i kerîmede meâlen; “(Kâfirler) ağızlarıyla (sihirdir, şiirdir, kehânettir gibi sözlerle) Allahü teâlânın nurunu (dînini) söndürmeye yelteniyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, kâfirler hoş görmese de, kendi nurunu tamamlayıcıdır” (Saf sûresi: 8) buyrulduğu gibi, târihin her devresinde böyle hâdiseler olmuştur. Mübarek pederim Sultan Melikşâh da, kendinden öncekiler gibi, o vazifeyi yerine getirmiştir. İslâm’a düşmanlık eden Ermeni, Rum ve Islavların, kılıçlarımızdaki kanları henüz kurumamıştır. Elhamdülillah ki, bu gün kuvvetimiz ve askerimiz eskiye nazaran daha çoktur. Doğudan batıya kadar biz hükmediyoruz. Her memleketi bizim bir oğlumuz veya naibimiz idare etmektedir. Bu yerlerden biri de Horasan bölgesidir. Orayı kendi mülkümüz yaptık. Irak, Arabistan, Şam, Magrib vilâyeti, Mısır ve havalisi de bizim idaremiz altındadır. Bu memleketleri Rum diyarına kadar zapt ettik. Bu vakitte, Meyyâfârikîn’deki müslüman esirlerin mektubu bize ulaştı. Biz doğuya doğru sefere niyet etmişken batıya döndük. Ceyhun’u geçtiğimiz sırada; Mâverâünnehr ve Türkistan’daki naibimizin vefat ettiğini, oraların Maçin’e kadar başsız kaldığını haber aldık. Oraları düzenlemeyi ve yeni nâib tâyin etmeyi düşünüyorduk. Esirlerin yardım isteyen mektubunu okuyunca, derhâl Rum tarafına döndük ve şu karârı verdik: O tarafa gelelim, hiç bir tarafta durmayalım ve Meyyâfârikin’e ulaşalım, islâm’ın ve Allahü teâlânın hakkı için, Rum kayseri bütün esirleri en iyi bir şekilde salıverip, İslâm memleketlerinden aldıklarını tamâmıyle geri vererek özür dilemezse, emredelim ki; bütün Rum kapısına kadar Türkistan, Hindistan, Arabistan, Şam ve diğer memleketlerde bulunan hıristiyanların hepsini kılıçtan geçireler, bütün kilise ve mâbedleri yerle bir edeler. Yine emredelim ki; doğudan batıya kadar, denizde ve karada Sind, Hind, Türk ve Acemlerden büyük orduları Rum tarafına göndereler. Deryalar ve dağlar onların saffetinden titreyeler. Onların çokluğundan sahrâlardaki hayvanlara, havadaki kuşlara yer kalmaya ve bundan sonra da mülkümüzü (baş şehrimizi) Kostantiniyye yapalım ve Rum askerlerinden büyük-küçük kimseyi hayâtta koymayalım. Bütün Rumları, idarecilerinden ve askerlerinden mahrum kılalım. Allahü teâlânın yardımıyla, İslâm milletinin şiarı olan mescid ve minber, Rum’un kalbinde yer ede...
Allahü teâlânın izzet ve celâliyle, peygamberlerin server-i Muhammed aleyhisselâm hürmetine ve Şehîd Sultan Melikşâh hakkına söz veriyorum ki; eğer bu emrettiğim şekilde esirlerin hepsi vatanlarına ve memleketlerine ulaşmazsa; bir tek çocuk bile geri kalırsa bu yazdığım şeylerin hepsini yerine getireceğim ve âlemlere ibret olarak bırakacağım. Meyyâfârikîn’den itibaren Kostantiniyye’ye kadar hiç bir yerde durmayacağım.”
Bu mektûbla korkuya kapılan Bizans imparatorunun karârı; müslüman esirlerin serbest bırakılması ve gönderilen hediyelerle Sultan Sencer’in gönlünün hoş tutulmasına çalışmak oldu...