SENÂÎ

Meşhûr mutasavvıf şâirlerden. İsmi Hakîm Ebü’l-Mecid bin Âdem es-Senâî el-Gaznevî’dir. Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte ve 1072 (H. 465) yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. 1180 (H. 576) senesinde Gazne’de vefat etti. Meşhûr bir şâir olan Senâî, tasavvufda, evliyanın büyüklerinden idi. Yûsuf-ı Hemedânî hazretlerinin sohbetlerinde yetişerek yüksek derecelere kavuştu.

Senâî, önceleri Gazneli Sultan İbrahim’in emrinde çalışan bir me’mûrdu. Bir dîvâneden işittiği ibret dolu sözler üzerine, dünyâyı terkedip, inzivaya çekildi. O zamana kadar yazdığı şiirleri ve dîvânını yakıp, bundan sonra sâdece tasavvuf ve tevhîde dâir şiirler söyledi. Çok beğenilen Hadîka adlı mesnevisinde otuz bin beyt vardır.

Senâî tasavvufa yönelmeden önce, Gazne’de Sultan Ebû İshak İbrahim’i medheden bir şiir yazmıştı. Sultan Ebû İshak, Hindistan’daki küffâr kalelerini fethetmek için sefere çıkmaya karar verdiği bir sırada, Senâî onu medh için yazdığı kasîdeyi ulaştırmak için acele sultânın yanına gitmişti. Şehre vardığında Gazne’de, Layhâr adıyla meşhûr divâne, Senâî’yi; “...Gözleri hakîkati görmeyen şâir...” diyerek zemmetti. Dîvânenin yanında bulunan sâkîsi; “Ey dost! Senâî hakkında fena şeyler söyleme! Bu söylediğin sözün tashihi mümkün değildir. Zîrâ o, zarif, güzel tabiatlı, avam ve hâssın beğendiği bir kimsedir” dedi ise de dîvâne şöyle devam etti: “Hatâ etene! O, gafil birisidir. Bir kaç saçma-sapan söz toplamış, bunlara da şiir demiş. Her gün bir şeyler elde ederim diye sultânın yanına gidiyor, ona yaranmaya çalışıyor. Kendisinin şairlik ve saçma sözler söylemek için yaratılmadığını bilmiyor. Eğer kıyamet günü ona; “Senâî, bizim huzurumuza ne getirdin?” diye sorarlarsa, ne mazeret beyân edecek? Bu gafilin tâ kendisi değil midir?”

Senâî, dîvânenin sözlerini işitince kendinden geçerek ibretle düşündü. Gönlü dünyâdan tamamen söğüdü. Sultanların medhi için yazdığı dîvânını imha etti. İbâdet ve zühde sarıldı. Bu husûsda şiirler yazmağa başladı. Dünyâyı o derece terketti ki, Gazne’de yalınayak dolaşır oldu. Dost ve akrabaları onun bu hâline çok üzülüyordu. O ise; “Benim bu hâlime üzülmeyin. Bilâkis sevinip neş’elenin” diyordu. Bu olgunluk ve fazîlete ulaştığında, gayet nefis şiirlerine yer verdiği pek çok tasavvuf ehlinin istifâde ve iktibas ettiği Hadîkat-ül-hakîka kitabını yazdı. Bunun üzerine bir kısım kimseler eserine îtirâz edip, aleyhinde bulundular. Sonunda eserini Bağdâd âlimlerine gönderip incelemelerini istedi. Bağdâd’daki âlimler ve tasavvuf ehli, eseri inceledikten sonra; içinde bildirilen akidenin doğru ve Ehl-i sünnet îtikâdına uygun olduğunu söylediler.

Bu hâdiseden sonra Senâî, Gazne’den Horasan’a gitti. Bir müddet Merv’de kaldı. Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin sohbetinde bulundu ve tekrar Gazne’ye döndü, ömrünün sonlarında tamamen tevhîd, ilâhî bilgiler ve hakîkatlarla ilgili şiirler söyledi. Tevhîd-i ilâhî hakkında, tasavvuf ehli büyüklerin okuyup inceledikleri eşsiz şiirler söyledi.

Ferîdüddîn Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa’dî-i Şîrâzî ve Hafız gibi kendisinden sonra gelenler Senâî’nin şiirlerinden istifâde edip, nazireler yazdılar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri kendini Senâî’nin tâbilerinden saymış ve; “Attâr ruh, Senâî de onun iki gözü idi. Biz Attâr’ın ve Senâî’nin izinden yürüdük” demiştir.

Bazı meşhûr şâirler de Senâî’nin te’siri altında kalmışlardır. Hâkânî, Nizamî, Emir Hüsrev Dehlevî ve Mevlânâ Câmî, onun Hadîka adlı mesnevisini okumuşlar ve bâzı şiirlerine nazireler yazmışlardır.

Senâî’nin eserleri bir külliyât hâlinde olup, şunlardır:

1-Dîvân: Otuz bin beyti ihtiva eder.

2-Kârnâme-i Belh: Dört yüz doksan yedi beytlik küçük bir mesnevidir.

3-Seyr-ül-ibâd: Sekiz yüz beyt civarında bir mesnevidir.

4-Hadîkat-ül-hakîka ve tarîkat-üş-şerîa: İran edebiyatında tasavvufî, ahlâkî ilk mesnevîolup, on bin beyttir.

5-Tahrîmât: İki yüz iki beytlik bir mesnevidir.

6-Işknâme: Beş yüz yetmiş altı beytlik bir mesnevi olup, aşkı, tasavvufî olarak ele alır.

7-Aklnâme: Yüz doksan beş beytlik bir mesnevîdir.

8-Senâî âbâd: Beş yüz doksan altı beytlik bir başka eseridir.

9-Mekâtib: Senâî’nin on yedi mektubunu içine alan bir eserdir.