Hindistandaki Gürgâniyye Devleti’nin dördüncü sultânı. Ekber Şâh’ın oğlu, Hürrem Şah Cihân’ın babasıdır. 1569 (H. 977)’de Feth-pûr’da doğdu. 3 Kasım 1605’de tahta çıktı. İngilizlere Hindistan’da ticâret için ilk olarak yerleşme yerleri verdi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini 1617 (H. 1027)’de hapsetti. İki sene sonra, pişman olup özür dilemesine rağmen, iki sene askerde bıraktı. 1627 (H. 1037)’de Lahor’da vefat etti.
Selîm Cihangir Şah, babası Ekber Şah’ın çevresindeki, sapık fikirleri ile insanları doğru yoldan ayıran kimselerden bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Babası Ekber Şâh’a tanrı diye tapanların fikirleri, onu tatmin etmedi. Doğru dürüst bir tahsîl ve terbiye görmediği gibi, kendisini, içki ve afyona kaptırdı. Fakat ilme ve ava meraklıydı. Lalası Hân-ı Hânân Abdürrahîrn Hân’dan az da olsa, istifâde etti. Daha şehzadeliğinde babasının bozuk fikirlerinde akıl hocası olan vezir Ebü’l-Fadl’ı öldürdü. Babasının sapıklıklarına karşı çıktığı için araları açıldı. Hattâ babası onu veliahdlıktan uzaklaştırıp, yerine torunu ve Cihangir’in oğlu Hüsrev’i geçirmek istedi. Bir Hind racasının kızı ile evli olan Hüsrev, dedesinin sapık fikirlerini benimsiyor, müslümanlara düşmanlık ediyordu. Ekber Şâh’ın kötülüklerine bir son vermek için hazırlık yapan müslümanlar, yerine Hüsrev’i veliahd tâyin etmek niyetinde olduğunu duyunca, daha az zararlı olan Cihangir Şâh’ı desteklediler. Bilhassa İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden ve devlet ileri gelenlerinden olan Seyyid Şeyh Ferîd, Cihangir’e isyan eden en güçlü rakibi ve oğlu Hüsrev’in isyanını bastırdı. Bu yüzden Cihangir Şah, Şeyh Ferîd’e Nevvâb Murtezâ Hân ünvanını verdi ve çadırında bizzat ziyaret ederek, Gücerat valiliğine tâyin etti. Hüsrev’e yardım eden Sih gurusu Arjan Dev, saraya çağrılarak öldürüldü. Bu durum Sihlerle devletin arasını açtı.
Cihangir Şâh’ın tahta çıkması, müslümanlara rahat nefes alma imkânı verdi. Fakat o, babasının adamlarına da hürriyet verdi. Bütün eski rakiplerini içine alacak şekilde af îlân etti. Ebü’l-Fadl’ın oğlu Abdurrahmân’ın rütbesini yükseltti. Hüsrev’e arka çıkanları bile affetti. 1611 yılında, eski kumandanlarından Şir Afgan’ın kırk yaşlarındaki dul karısı Nur Cihân’la evlendi. Zekî ve kültürlü bir kadın olan Nur Cihan, Cihangîr’in irâdesine hâkim oldu. Eski kocasından olan kızını şehzade Şehriyâr’la evlendirdi. Nur Cihân’ın; İranlı bir râfizî olan babası Gıyas Bey ve yakınları devletin üst kademelerine yükseldiler. Bunlar arasında kardeşi Âsaf Hân da vardı. Âsaf Hân sonradan başvezir oldu. Âsaf Hân’in kızı Mümtaz Hân, şehzade Hürrem’le (Şah Cihan) evlendi. Nur Cihân’ın akrabaları sayesinde, İran’ın askerî, ilmî ve idarî şahsiyetleri, şâirleri Hindistan’a akın ettiler. Bir râfizîyi baş müfti yaptılar. Devlet dâirelerine rastgele adam alınmaya başlandı. “Sulh-ı kül yapacağız” iddiasıyla sözde herkesi memnun edecek şeyler yapmak istediler. Devlet harcamaları çoğaldı ve rüşvet aldı yürüdü. İngilizlere ticâret için yerleşme yeri verildi. İmparatorluğun genişlemesi durma noktasına geldi. Kandahar kalesi İranlıların eline geçti. Fırsat ele geçince, İranlıların hakkından gelinmesini Nur Cihan önledi.
Nur Cihân’ın yakınları tarafından Bâbürlü sarayı lükse alıştırıldı. Sarayda görülen lüks ve rahatın asilzadeler tarafından da taklid edilmesi, savurganlık, yolsuzluk ve ahlâk düşkünlüğü devrinin başlamasına sebeb oldu. Bu hâl, Tîmûroğulları Devleti’nin idarî mekanizmasında tamiri mümkün olmayan hasarlara sebeb oldu. Nur Cihan da bizzat saray seviyesinde yolsuzlukların başlamasından mes’ûldü. Âsaf Hân ise, İngilizlerle olan münâsebetlerinde hediyeye düşkün bir şahsiyet olduğunu gösterdi. İranlılar gelmeden önce, Gürkanlı devlet adamlarının sâde bir yaşayışları vardı. Çünkü an’anevî Hind hayât felsefesi dâima elde bulunanla kifayet edilmesi şeklinde idi. İslâmiyet ise bu kadar olmamakla birlikte, yine yaşama şeklinin seviyesine bir takım tahditler koyuyor, israfı haram kılıyordu. Ancak Nur Cihân’la Hindistan’a gelen İranlılar, bu tür uhrevî düşüncelere yakınlık gösteren bir hayâta yanaşmadılar. Onların te’siri altında kalan pek çok şahıs, lüks yaşamayı varlıklarının sebebi kabul etme hatâsına düştüler. Savurganlığın artmasının bir diğer sebebi de, bilhassa üst tabakanın Avrupalılarla temas kurmaları oldu. İngilizler asilzadelere satmak üzere incik-boncuk getirerek, bunları çok pahalıya satıyorlardı. Cihangir, her türlü oyuncağa, antika şeylere çocukça bir alâka gösteriyordu. Covert isimli bir ecnebî, altından yapılmış bir düdük verdiğinde, hükümdar bundan hoşlanarak düdüğü bir saat boyunca çaldı. Hele Gücerât valisi Seyyid Şeyh Ferîd’in (Mürtezâ Hân) vefatı ile Cihangir Şah iyiden kontrolden çıktı. Çevresindeki Eshâb-ı kiram düşmanı râfizîler onu Ehl-i sünnet âlimlerine ve Ehl-i sünnet müslümanlara karşı kışkırtmaya başladılar. O sırada Hindistan’da yaşayan, ariflerin ışığı, velîlerin önderi, İslâm’ın bekçisi ve müslümanların baş tacı İmâm-ı Rabbânî müceddîd ve münevvir-i elf-i sânî Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretleri, insanların kurtulması, ebedî saadetlere kavuşması için Serhend’deki medresesinde talebelere ilim öğretiyor, insanlara nasihat veriyordu. Hazret-i Ömer’in yirmi dokuzuncu torunu olan bu mübarek, muhterem zât, tâ Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden akıp gelen feyz ve bereketleri talihlerinin kalblerine akıtıyor, dünyâya nur, ışık saçıyordu. Sevgili Peygamberimizin; “Ümmetimden Sıla isminde biri gelecektir. Onun şefaati ile Cennet’e çok kimseler girecektir” hadîs-i şerîfiyle kendisine işaret buyrulan İmâm-ı Rabbânî hazretlerini hasedçiler, Cihangir Şâh’a şikâyet edip, hakkında olmadık şeyler söyleyerek iftiralarda bulundular. Hindistan’da Ehl-i sünnet düşmanı pek çok mezhebsiz, elele vererek, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guvalyar’a hapsedilmesine sebeb oldular. Bülbüllerin, aşağı insanların kafesine sokulması gibi, imâm’ın (r. aleyh) mübarek güneş yüzü, müslümanların nazarından perdelendi. Ayın on dördü, siyah bulutla örtüldü. Hind’in Âzâd ismi ile meşhûr edîbi Seyyid Gulâm Ali, o gecenin kararışını, gayet güzel şiirlerle dile getirmiştir.
Kalede mahbûs bulunan binlerce kâfir, İmâm’ın (kuddise sirruh) bereketi sayesinde îmân ve İslâm ile şereflendi. Bir çok günahkâr, tövbe etti. Hattâ, bâzıları yüksek âlim oldu. Sultan’ın veziri Ehl-i sünnet düşmanı olduğundan, zindanda İmâm’ın başına kardeşini tâyin etmiş ve çok şiddetli davranmasını söylemişti. O ise, İmâm’dan çeşitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hattâ neş’e görerek tövbe etmiş, bozuk itikadını düzelterek Ehl-i sünnet olmakla şereflenmiş, İmâm’ın (kuddise sirruh) hâlis talebelerinden olmuştu.
İmâm-ı Rabbânî (r. aleyh), mahbûs iken, Sultan’dan razı olup, yaptıklarından memnun idi. Ona hep hayır dua ediyordu. Hattâ, İmâm’ın (kuddise sirruh) talebelerinden bâzısı, Sultan’a kasd etmek istedi. Bunu yapabilecek kudrette oldukları hâlde İmâm onları, rüyalarında ve uyanık iken men etti. Sultan’a hayır dua etmelerini emretti. “Sultan’ı incitmek, bütürv insanlara zarar verir” buyurdu.
İmâm (kuddise sirruh) kalede iki veya üç sene kaldıktan sonra, Sultan, yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsanda bulundu. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp ihtiramla vatanına gönderdi. İmâm-ı Rabbânî (r. aleyh), evvelce bulunduğu hâllerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak avdet buyurdu. Sultan Cihangir’e yazdığı mektublarla emr-i ma’rûfta bulundu. Bu mektublar, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât’ında yer almaktadır (Bkz. İmâm-ı Rabbânî).
Sultan Cihangir’in râfizî îtikâdlı hanımı Nur Cihân’ın hâkimiyeti tamamen ele geçirmesi ve damadı şehzade Şehriyâr’ı Cihangir’e velîahd yapma niyetleri, Şehzade Hürrem’in isyanına sebeb oldu. Nur Cihân’ın faaliyetlerinden rahatsız olan Mehabet Hân da, bu isyana katıldı. Hattâ Cihangir’i esir alarak, yedisekiz ay kontrolünde tuttu. Daha sonra serbest bıraktı. Şehzade Hürrem de babasına itaat etti. Racputan’a ve Dekken’e yapılan seferlerde komuta kudretini ortaya koyarak, mühim başarılar elde etmiş olan Şehzade Hürrem (Şah Cihan), babasının son günlerinde tekrar isyan etmek istedi. Çevresindeki herkes isyana teşvik ediyor, babası Cihangir’in vefatından sonra üvey annesi Nur Cihân’ın kendi damadı şehzade Şehriyâr’ı başa geçireceğini söylüyordu. Bâzı kimselerin tavsiyesi üzerine, zamanın büyüğü, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine hâlini arz etti. İmâm-ı Rabbânî (r. aleyh) ona nasihatte bulunup, babasına karşı gelmesine mâni oldu ve; “Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefat edecek, saltanat sana kalacaktır” buyurarak müjde verdi. Söz dinleyen şehzade Hürrem, isyandan vazgeçip babasına itaat etti. Çok geçmeden Cihangir Şah vefat etti (1627). Nur Cihan, damadı Şehriyâr’ı, kardeşi Âsaf Hân da kendi damadı Hürrem’i tahta geçirmek için faaliyete geçtiler. Ancak, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin müjdelediği gibi, mücâdele şehzade Hürrem’in lehine neticelendi. Bu sonuç onun, Şah Cihan adıyla tahta geçmesine yol açtı.