On altı ile on sekizinci yüzyıllarda İran’da hüküm süren hanedan. Evliyanın büyüklerinden olan Şeyh Safiyyüddîn Erdebîlî’nin soyundan geldikleri için, Safevî ismiyle anıldılar. Dedelerinin iyi şöhretini dünyâ menfaatlerine âlet ettiler. Eshâb-ı kiram düşmanlarının sapık fikirlerinin etkisinde kalarak bozuldular. Velînînîetleri olan Akkoyunlular Devleti’ni yıkarak, Safevî Devleti’ni kurdular. Pek çok Ehl-i sünnet âlimini ve sünnî müslümanı şehîd ettiler. Anadolu’daki Osmanlı Devleti’ne ve doğudaki özbeklere karşı istilâcı bir tavırla savaştılar. Batılı devletlerle zaman zaman Osmanlılar aleyhinde birleştiler. Aslen Türk olan Avşarlı Nâdir Şah, İran’da hâkimiyeti ele geçirerek, 1731 (H. 1144)’de bu hanedanın hâkimiyetine son vermiştir.
Safevîlerin dedesi olan Safiyyüddîn Erdebîlî, 1252 (H. 650)’de Erdebil yakınlarındaki Kulhuran köyünde doğdu. Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl ettikten sonra tasavvufa yöneldi. Şeyh Zâhid Rükneddîn İbrahim el-Geylânî’ye talebe olup, yirmi beş sene hizmetinde bulundu ve feyz alarak yükseldi. Hocasının kızı Bibi Fâtıma Hâtûn’la evlendi. Hocası vefat edince, onun yerine geçti ve Erdebil’e yerleşti. Silsilesi Cüneyd-i Bağdâdî’ye ulaşan Safeviyye yolunu kurdu. Pek çok talebe yetiştirdi. Azerbaycan, Kafkasya ve Anadolu’da meşhûr oldu. Talebeleri arasında, İlhanlı (Moğol) hükümdarlarından Olcaytu Hudâbende, Ebû Sa’îd Bahadır Hân, İlhanlı beylerinden Emîr Çoban, vezir ve tarihçi Reşîdüddîn gibi kimseler de bulundu. Olcaytu Hudâbende’nin iltifat ve ikramlarına kavuştu. Selef-i sâlihînin doğru yolunu insanlara anlatan, yetiştirdiği talebeleriyle Azerbaycan, Kafkasya ve Anadolu’yu aydınlatan bu büyük velî, 1334 (H. 735) senesinde vefat etti (Bkz. Safiyyüddîn-i Erdebîlî). Vefatından sonra yerine oğlu Sadrüddîn geçerek, yolunu devam ettirdi. 1392 (H. 795)’de onun da vefat etmesinden sonra, yerine oğlu Hoca Ali geçti. Ondan sonra da oğlu Şeyh İbrahim geçti. Safeviyye yolu İran dışında; Suriye, Irak, Anadolu, Belh, Buhara gibi yerlere de yayıldı. Safiyyüddîn Erdebîlî’nin torunları ve onun yolunda gidenler, müslüman-Türk sultanları tarafından büyük hürmet gördüler. Osmanlı sultanları, Çerağ akçesi adıyla Erdebil’deki dergâha yıllık hediyeler gönderdiler. Tîmûr Hân ve Akkoyunlu hükümdarlarının da büyük ilgi ve yakınlıklarına mazhar olan Safevîler, Ehl-i sünnet îtikâdı üzere bulundular. Safiyyüddîn Erdebîlî’nin torunlarından Hoca Ali zamanından îtibâren, bu yolun mensûbları arasında Eshâb-ı kiram düşmanlığı yayılmağa başladı. Tîmûr Hân üzerinde büyük etkisi olan Hoca Ali’ye, bu hükümdar tarafından Erdebil şehri verilmiş ve burada bağımsız hareket etme yetkisi tanınmıştı. Anadolu’ya daha önceki devirlerde yerleşmiş olan Bâtınîler ve Tîmûr Hân tarafından Anadolu’dan götürülen Türkmenler, Safeviyye yolunun mensûbları arasına girdiler. Bâtmiyye sapık fırkasının Eshâb-ı kiram düşmanlığı olan fikirlerini Safevîler arasında yaymağa başladılar. Hoca Ali’nin torunu olan Cüneyd’e de, Eshâb-ı kiram düşmanlığını bulaştırdılar. Cüneyd de Bâtınîlerin fikirlerinin etkisinde kalarak doğru yoldan ayrıldı. Ehl-i sünnet itikadında olan müslümanların nefretini kazanan Cüneyd, baba ve dedelerinden dolayı kendisine gösterilen hürmet ve sevgiyi istismar edip, siyâsete karıştı. Bölgeye hâkim olan Karakoyunlulara karşı zaman zaman ayaklanmalar düzenledi. Bu yüzden memleketini terk etmeye mecbur kalarak, bir ara Osmanlılara ve Karamanoğullarına sığındı. Ancak, sapık fikirlerinden dolayı buralarda da tutunamadı. Güney ve Güneybatı Anadolu ile Suriye’nin kuzeyindeki Türkmenler arasında sapık fikirlerini yayarak, bu bölgede bir beylik kurmaya çalıştı. Fakat Mısır Memlûkıü hükümdarlarının müdahalesiyle başarısızlığa uğradı. Sonra Trabzon’a giderek Rum Pontus Devleti’ni yıkıp bir beylik kurmak için çalıştı, fakat yine muvaffak olamadı.
Daha sonra Akkoyunlu ülkesine giderek Uzun Hasen’in kız kardeşi Hadîce Begim’le evlendi. Bu evlilikten Haydar adında bir oğlu dünyâya geldi. Gürcistan ve Çerkez ülkelerine seferler düzenledi. Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı muharebede 1460 (H. 865)’de öldü.
Fikrî temelleri, Eshâb-ı kiram düşmanlığına dayanan bir devlet kurmayı gaye edinen Cüneyd’in yerine oğlu Haydar geçti! O da açıkça Eshâb-ı kiram düşmanlığını yaymağa çalıştı. Dayısı Uzun Hasen’in kızı Halîme Begim Âlemşâh’la evlendi. Bu evlilikten, meşhûr Şah İsmail dünyâya geldi. Akkoyunlularla akrabalık bağlarını daha da pekiştiren Haydar, gücünü arttırdı. Kendine tabî olanlara, kızıl başlıklar giydirdi. Bu sebeble ona tâbi olanlara Kızılbaş adı verildi. Babasının öcünü almak üzere Şirvan hükümdarı Ferruh Yesâr üzerine yürüdüyse de 1488 (H. 894)’de yapılan savaşta öldü.
Haydar’ın ölümünden sonra, İsmail’in de aralarında bulunduğu çocukları anneleri ile birlikte dayıları ve Akkoyunlu Sultânı olan Ya’kûb tarafından habs edildiler. Sultan Ya’kûb’un 1490 (H. 896)’da ölümünden sonra İsmail ve kardeşleri, anneleriyle birlikte serbest bırakıldılar. Büyük kardeşleri olan Sultan Ali, Safevîlerin başına geçti. Daha sonra Akkoyunlularla araları iyice açıldı. 1493 (H. 899)’da Akkoyunlularla yaptığı bir muharebede Sultan Ali’nin ölümünden sonra Safevîler dağıldı. Sultan Ali, ölmeden önce yerine henüz altı yaşında olan kardeşi İsmail’i veliahd tâyin etmişti. İsmail ve kardeşi İbrahim’in başına bir iş geleceğinden korkan Sasevîler, onları gizlediler. Bir müddet Gilan’a götürülen İsmail, orada altı yıldan fazla kaldı.
Akkoyunlu hükümdarı Sultan Rüstem’in ölmesi üzerine meydana gelen kargaşalıktan istifâde etmesini bilen Safevîler, çocuk yaşta olan İsmail’in etrafında toplanıp, Akkoyunlu tahtında hak iddia ettiler. Çoğu Anadolu’da bulunan bir çok Türkmen kabilelerini de yanlarına alarak Arran (Karabağ) ve Şirvan’ın bir kısmını ele geçirdiler. Azerbaycan üzerine yürüdüler. Akkoyunlu hükümdarı Elvend Bey’i yenilgiye uğrattılar. Tebriz’e dönen İsmail bin Haydar’ı 1501 (H. 907)’de Şah îlân ederek Safevî Devleti’ni kurdular. Koyu bir Eshâb-ı kiram düşmanı olan ve fikirlerini açıkça yayarak müslümanları parçalamaya çalışan Şah İsmail Safevî, çevresindeki beylik ve devletlerle savaşıp bâzılarını hâkimiyeti altına aldı. Şiîliği yayarak Tebriz’de on iki imâm adına hutbe okutup, kendi adına para bastırdı.
Akkoyunlular, elden çıkan topraklarını ele geçirmek için teşebbüse geçtilerse de başarılı olamadılar. Doğuda bulunan Tîmûrlu Müslüman-Türk Devleti de zayıflamıştı. Kendini güçlü hisseden Şah İsmail, 1502-1503 (H. 908-909)’da Irak üzerine yürüyüp Akkoyunlu hükümdarı Murâd Bey’i mağlûb ederek Şirâz’ı ele geçirdi. Kâzerûn’u alıp, pek çok Ehl-i sünnet âlimini ve sünnî müslümanları kılıçtan geçirtti. Yezd ve İsfehan’ı da istilâ ederek sapık fikirlerini kabul etmeyen Ehl-i sünnet müslümanlara zulüm yaptı ve kabul etmeyip karşı çıkanları öldürttü. Anadolu içlerine ve Osmanlı topraklarına da sapıklıklarını yaymağa teşebbüs etti. İsfehan’da bulunduğu sırada Osmanlı pâdişâhı İkinci Bâyezîd Hân, elçiler göndererek fikirlerinden vazgeçmesini ve sünnî müslümanlara karşı uyguladığı zulmü durdurmasını istedi. Fakat küstahlaşan Şah İsmail, Osmanlı elçilerinin gözü önünde sünnî bir âlimi şehîd ettirdi. Onun bu tür davranışları Osmanlılarla arasının iyice açılmasına sebeb oldu.
Akkoyunlular hanedanına mensûb kimselere karşı kıyım hareketine girişen Şah İsmail, 1505 (H. 911)’de Kazvin’e gelip, Hâlid bin Velîd’in soyundan gelen Hâlidîleri topluca katl ettirdi. 1507 (H. 913)’de Dulkadiroğlu Alâüddevle Bey’i mağlûb edip, Erciş, Ahlat ve Bitlis’i ele geçirdi ve Elbistan’a kadar ilerledi. İşgal ettiği yerlerde on binlerce sünnî müslümanı şehîd ettirdi. Hâkimiyet sahasını genişleten Şah İsmail, Irak-ı Arab’a sefer düzenlendi. 1509 (H. 914)’de Bağdâd’ı istilâ etti.
Bağdâd’ı ele geçiren Şah İsmail, Ehl-i sünnet âlimlerinden pek çoğunun türbelerini tahrip ettirip, sünnî müslümanları topluca katlettirdi. Bir müddet sonra Huzistan üzerine yürüyerek burayı zabt etti. Horasan’ı feth eden Özbek hükümdarı Muhammed Şeybek üzerine yürüyerek 1509 (H. 915)’de, Merv civarında Özbek kuvvetleriyle karşılaştı. Bu muharebede Muhammed Şeybek Hân yenildi. Muhammed Şeybek Hân’ın kafatasını kendisine şarap kadehi yapan Şah İsmail, derisine saman doldurup, zaferine alâmet olmak üzere Osmanlı sultânı ikinci Bâyezîd Hân’a gönderdi. Bu galibiyetten sonra kendini güçlü hisseden Şah İsmail, Mâverâünnehr üzerine yürüdü. Özbeklerin sulh talebi üzerine Belh ve bir kaç vilâyeti zabt ettikten sonra Irak’a döndü.
Şah İsmail, bir taraftan seferler düzenleyerek ülkesini genişletmeye çalışırken, diğer taraftan derviş kılığında ve tarîkat mensubu adı altında pek çok tarafdârını; komşu ülkelere, bilhassa Osmanlı topraklarına göndererek isyan ve karışıklıklar çıkarttı.
Anadolu’da büyük bir isyana sebeb olan Kızılbaş reislerinden Şâh-kulu veya Şeytan-kulu diye bilinen Karabıyıkoğlu, Osmanlı kuvvetleri önünden kaçarak yanında bulunan on beş bin kişiyle birlikte Şah İsmail’e sığındı.
İleri görüşlü bir devlet adamı olan İkinci Bâyezîd Hân, Safevîlere meyledenlerin İran’a gitmelerini yasaklayarak, bunların bir kısmını Rumeli’ye sürgüne gönderdi. Şah İsmail, taraftarlarının kendisini ziyarete gelmelerinin yasaklandığını haber alınca, İkinci Bâyezîd Hân’a mektub yazarak onların gönderilmelerini istedi. İkinci Bâyezîd Hân ise; yazdığı mektubda İran’a gidenlerin Şâh’ı ziyaret için değil, askerlikten kaçmak için gittiklerini bildirdi ve Şah İsmail’in isteğini yerine getirmedi.
Batıda Osmanlılardan ve doğuda Özbeklerden çekinen Şah İsmail, Bâbür Şâh’la ortak hareket etmeğe başladı. Necm-i sânî lakabıyla tanınan Âmir Ahmed İsfehânî idaresindeki büyük bir orduyu, Bâbürlülerle birlikte Özbeklere karşı Mâverâünnehr’e gönderdi. Özbeklerle yapılan savaşta mağlûb olan Safevî ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Özbekler, Horasan’ı tekrar ele geçirdiler. Bu haberi alan Şah İsmail, hemen harekete geçip, Horasan’ı tekrar ele geçirdi. 1513 (H. 919)’da İsfehan’a döndü.
Bu sırada Şah İsmail’in, Osmanlı Devleti için içten ve dıştan büyük bir tehlike arz etmeğe başladığını, Osmanlılara karşı Mısır Memlûklü sultânı Kansu Gûri ile anlaştığını tesbiteden İkinci Bâyezîd Hân, gerekli tedbirleri aldı. Fakat herhangi bir harekete geçmedi. Yavuz Sultan Selim Hân, Osmanlı pâdişâhı olunca, Anadolu’da bulunan Safevîlere karşı takibata girişti. Özbek hânına haber göndererek Şah İsmail’e karşı harekete geçmesini istedi. Şah İsmail’e de ağır hakaretlerle dolu mektuplar yazarak, onu savaşa girmeye tahrik etti. Nihayet 23 Ağustos 1514 (H. 920)’de Çaldıran’da yapılan savaşta ağır mağlûbiyete uğrayan Şah İsmail, muharebe meydanından kaçtı. Bu sırada Özbekler Horasan’ı tekrar ele geçirdiler. İçkiye ve işrete düşkün olan Şah İsmail, devlet er-kânının isteği üzerine henüz bir yaşında olan oğlu Tahmasb’ı veliahd tâyin etti. Bundan sonraki ömrünü Kum, Tebriz, İsfehan ve Nahcivan şehirlerinde geçirdikten sonra, 1524 (H. 930)’de Erdebil’in Serab kasabasında öldü. Cenazesi Erdebil’e getirilip, dedelerinden Safiyyüddîn Erdebîlî’nin yanına defn edildi. İmâm-ı Mûsâ Kâzım’ın soyundan olduğunu iddia eden, fakat Hatay denilen Türk kabilesinden olan ve on üç yaşında hükümdar olan Şah İsmail, koyu Eshâb-ı kiram düşmanlığı, kan dökücülüğü, merhametsizliği ve Türk birliğini inançta parçalamasıyla meşhûrdur. Bilhassa sünnîlere karşı takındığı zalimane tavır, onun en bariz vasıflarından biri idi. Tebriz’i aldıktan sonra ezanın şeklini değiştirerek, “Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah” şeklinde okunmasını emretti ve buna muhalefet edenlerin öldürüleceğini îlân etti. Hatâî mahlasıyla şiirler de yazan Şah İsmail’in Türkçe, Farsça ve Arabça şiirleri vardır. Türkçeyi resmî dil olarak kabul eden Şah İsmail, aruz ve hece vezniyle şiirler yazmıştır. Onun, zamanımıza kadar gelmiş olan, Dîvân, Dahnâme ve Nasîhatnâme adlı eserleri vardır.
Şah İsmail’in ölümünden sonra yerine henüz on yaşında bulunan büyük oğlu Ebü’l-Muzaffer Tahmasb geçti. Yeni Şâh’ın çocuk olması bâzı karışıklıklara sebeb oldu. Hattâ bâzı kabileler kendi bölgelerinde bağımsız hareket etmeye başladılar. Bu durumdan istifâde eden Özbekler, bir çok kere Horasan’ı zabt ettiler. Şah Tahmasb’ın daha sonra Horasan’a tâyin ettiği vali, bu bölgeyi hâkimiyeti altına aldı. Bitlis hâkimi Şeref Bey’in, Safevîlere itaat etmesi, Osmanlı ordusunun Safevîlere karşı sefer açmasına sebeb oldu. Vezîr-i a’zam Makbul İbrahim Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri; Van, Adilcevâz ve Erciş gibi Doğu-Anadolu kalelerini feth etti. Bu kuvvetler Ağustos 1534 (H. 941)’de Tebriz’e girdi. Bu sırada Herat’da bulunan Şah Tahmasb, Irak-ı Aceme dönerek Tebriz’e gelen Osmanlı pâdişâhı Kanunî Sultan Süleyman Hân üzerine öncü kuvvetleri gönderdi. Fakat kuvvetli Osmanlı ordusu karşısında dayanamayan Safevî ordusu geri çekildi. Osmanlı pâdişâhı Kanunî Sultan Süleyman, Irak-ı Arab’ı feth etmeye yöneldi. Kânûnî’nin, Bağdâd üzerine yürümesini fırsat bilen Şah Tahmasb, Tebriz’e yürüyerek muhasara etti. Buna karşılık Osmanlı hükümdarı, 1535 (H. 942)’de Azerbaycan üzerine sefer düzenledi. Ancak Safevîler, bu defa da Osmanlı ordusunun karşısına çıkamadılar. Osmanlı ordusu Hoy, Adilcevâz ve Bitlis üzerinden Diyarbekir’e döndü. Bu sırada Özbekler Horasan’ı tekrar zabt ettiler. Osmanlı ordusunun Irakeyn seferinden dönmesini fırsat bilen Şah Tahmasb, Özbek hânı Ubeydullah Hân üzerine yürüyerek Herat ve Kandehar’ı tekrar aldı. Elkas Mirza kumandasındaki yirmi bin kişilik bir orduyu da Şirvanşâhların idaresindeki Şirvan üzerine gönderdi. Bu ordu, 1538 (H. 945)’de Şirvan’ın önemli kalelerini ele geçirdi. Gürcülerle de mücâdeleye girişen Safevîler, uzun çarpışmalardan sonra onları hâkimiyetleri altına aldılar. Bu sırada Avrupa seferleri sebebiyle Osmanlı-Safevî münâsebetleri bir müddet sessiz kaldı. Ancak Safevî kumandanlarından Elkas Mirza’nın Osmanlılara iltica etmesi ve onun Şah aleyhindeki telkinleriyle Kanunî Sultan Süleyman, 1548 (H. 955)’de Tebriz üzerine bir sefer daha düzenledi. Meren civarında, Safevî ordusu Osmanlılara yenildi. Kanunî Sultan Süleyman Hân’ın vefatından sonra, Osmanlı-Safevî münâsebetlerinde sessizlik hâkim oldu. Şah Tahmasb, İkinci Selim’in cülûsunu tebrik için kıymetli hediyeler gönderdi. Üçüncü Murâd’ın cülûsunda da Şah Tahmasb İstanbul’a elçi göndererek, pâdişâha cülûs tebriknâmesi ve hediyeler takdim etti. 53 yıl gibi uzun bir müddet saltanat süren Şah Tahmasb, hükümet merkezini Tebriz’den Kazvin’e nakl etti. Tezkire-i Şah Tahmasb adıyla bilinen kendi hâl tercümesine ait bir eser yazan Şah Tahmasb, veliahd tâyini hususunda kızılbaş reîsleri arasında çıkan anlaşmazlık sebebiyle, 15 Mayıs 1576 (H. 984)’de zehirlenerek öldürüldü.
Şah Tahmasb’ın ölümünden sonra oğlu İsmail Mirza, Şah İkinci İsmail ünvanıyla tahta geçti. Bâzı kızılbaş ileri gelenlerini ve diğer şehzadeleri ortadan kaldırdı. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden Şafiî mezhebini tercih edip, Eshâb-ı kiram düşmanı olduğu hâlde, âlim geçinen kimseleri sarayından uzaklaştırdı. Ehl-i sünnet âlimlerine karşı ilgi duyup, onları sarayına aldı. Devlet kademelerinde bulunan kızılbaşları azledip, yerlerine, kendine tâbi fakat tecrübesiz kimseleri getirmesi, Eshâb-ı kiram düşmanlarının karşı çıkmasına sebeb oldu. Bir sene kadar saltanatta kaldıktan sonra, 1577 (H. 985)’de düşmanları tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Şah İkinci İsmail’in vefatından sonra, yerine kardeşi Şah Tahmasb’ın büyük oğlu Muhammed Hudâbende geçti. Âmâ olan bu hükümdar, idareden âciz olduğu için, memleketi, hanımı idare etmeye başladı. Yerine de Hamza Mirzâ’yı veliahd tâyin etti. Şah İkinci İsmail zamanında Osmanlılarla yapılan anlaşma bozulduğundan, Osmanlı sultânı Üçüncü Murâd Hân tarafından Safevîlere harb îlân edildi. Vezir Lala Kara Mustafa Paşa kumandasındaki ordu, Safevîleri Çıldır ovasında yendi. Tiflis ve Şirvan bölgeleri Osmanlıların eline geçti. Safevîler, kaybettikleri toprakları geri almak üzere teşebbüse geçtilerse de, başarılı olamadılar. Bu durum karşısında Şah Hamza Mirza, sulh isteğinde bulundu. Fakat 1586 (H. 995)’de Şah Hamza Mirza da öldürüldü.
Şah Hamza Mirza’nın öldürülmesinden sonra, yerine tâyin edilecek veliahd hususunda kızılbaş reîsleri arasında anlaşmazlıklar çıktı. Nihayet 1588 (H. 997)’de Abbâs Mirza, Safevî tahtına geçti. Şah Abbâs tahta geçtikten sonra, Osmanlılarla sulha tarafdâr olan emîrleri katl ettirdi. Özbek hânı Abdullah Hân’ın, Herat’ı zabt ederek, Meşhed üzerine yürüdüğünü duyup, onu durdurmak için Horasan’a hareket etti. Bu sırada Ferhat Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Gence’yi; Sinan Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu da Nihâvend’i ele geçirdi. Doğuda Özbek, batıda Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî Devleti’nde iç isyanlar başgösterdi. Şah Abbâs, iç isyanları bastırmak için Osmanlılarla anlaşmak istedi. Sulh için İstanbul’a bir elçi gönderdi. 1590 (H. 999)’da yapılan anlaşmayla İran’da; Peygamber efendimizin Eshâbına ve halîfelerine hakaretten vazgeçilmesi, sünnî olan müslümanlara karşı kötü hareketlerde bulunulmaması kararlaştırıldı. Azerbaycan’ın bir kısmı, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Luristan’ın bir kısmı Osmanlılarda kaldı. Şah Abbâs, Osmanlılarla bu anlaşmayı imzaladıktan sonra içerdeki karışıklıkları bastırdı. Özbekler! de Horasan’dan uzaklaştırdı. Devlet merkezini de Kazvin’den İsfahan’a nakl etti. “Şâhsevenler” adı verilen yeni bir ordu da kuran Şah Abbâs, Avrupa devletleriyle sıkı münâsebetler kurmaya başladı. İçeride istikrarı sağladıktan sonra, Osmanlıların feth ettiği yerleri geri almaya teşebbüs etti. Çok zâlim, kan dökücü ve koyu Eshâb-ı kiram düşmanı olan Şah Abbâs, Basra körfezindeki adaları da Portekizlilerden aldı. 42 yıllık bir saltanat sürdükten sonra 1628 (H. 1038)’de öldü.
Şah Abbâs’ın ölümünden sonra torunu Sam Mirza, Şah Birinci Safî ünvanıyla tahta geçti. Zâlim bir şahsiyete sâhib olan Sam Mirza da, Özbekler ve Osmanlılarla uğraşmaya devam etti. Van bölgesini Osmanlılardan almak için teşebbüs etti. Bunun üzerine Osmanlı pâdişâhı Dördüncü Murâd Hân, Revân seferine çıktı. Daha sonra da Bağdâd üzerine yürüyüp bu bölgeyi kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine aldı. Şah Birinci Safî, 1642 (H. 1052)’de ölünce, yerine on yaşındaki oğlu İkinci Abbâs geçti. Onun da 1667 (H. 1078)’de ölümünden sonra oğlu Safî Mirza, Şah Birinci Süleyman ünvanıyla tahta geçti. Şah Birinci Süleyman zamanında İran istikrar içinde yaşadı. 1694 (H. 1106)’da ölünce, yerine Sultan Hüseyn geçti. Yirmi beş yıldan fazla tahtta kalan Sultan Hüseyn, devletin bütün işlerini Eshâb-ı kiram düşmanı olan ve âlim geçinen kimselere verdi. Sünnî müslümanlara çok zulm etti. Halk tarafından da pek sevilmeyen Sultan Hüseyn’in Afganlılarla arası açıldı. Kandehar valisi Mîr Üveys, 1709 (H. 1121)’de bağımsızlığını îlân etti. Mîr Üveys’in oğlu Mahmûd, 1722 (H. 1135)’de İsfehan’ı ele geçirerek, Şah Hüseyn’i Safevî tahtından uzaklaştırdı. Bu sırada Safevî hanedanının, Mahmûd’un eline esir düşmesini istemeyen İran devlet adamları, Şah Hüseyn’in oğlu İkinci Tahmasb’ı, Kazvin taraflarına kaçırdılar.
Aslen Avşar olan Safevî kumandanlarından Nâdir’in gayretleriyle Afganlılar İran’dan çıkarıldıktan sonra, 1722 (H. 1135)’de ikinci Tahmasb Safevî tahtına çıkarıldı. Fakat memlekette iç karışıklıklar baş gösterdi. Eshâb-ı kiram düşmanı kimseler, sünnî müslümanlara zulüm ve kıyım hareketlerini arttırdılar.
Ehl-i sünnet müslümanların müdâfî ve koruyucusu olan Osmanlılar, sünnî müslümanların bulunduğu bâzı şehirleri Safevîlerin elinden kurtarmaya karar verdiler. Erzurum valisi Silâhdar İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, 1723 (H. 1136)’da Tiflis bölgesini ele geçirdi. Rus çarı Büyük Petro, bâzı toprakların Rusya’ya verilmesi karşısında Afganlıları İran’dan çıkaracağını vâd etti. Bu yönden anlaşma imzalandı. Şah İkinci Tahmasb, Osmanlılarla da anlaşmak üzere elçiler gönderdi. Fakat Osmanlılar, bu teklifi kabul etmediler. Nihayet Osmanlı orduları üç koldan İran üzerine yürüdü. 1723 (H. 1136)’da Kirmanşâh ve Erdelan eyâletinin merkezi olan Sine şehrini aldılar. Köprülüzâde Abdullah Paşa kumandasındaki ordu da, 1724 (H. 1136) Mayıs’ında Tebriz önüne geldi. Şah İkinci Tahmasb’ın kumandasındaki Safevî ordusu, Osmanlılara karşı şiddetle savaştı. Fakat bütün gayretlerine rağmen, iki aylık bir kuşatmadan sonra Tebriz, Osmanlıların eline geçti. Ordu, Revân üzerine yürüdü. İran topraklarını ele geçirmeleri, Osmanlıları Rusya ile karşı karşıya getirdi. Nihayet 24 Haziran 1724 (H. 1136)’da, İstanbul’da yapılan bir toplantıda, İran topraklarının Rusya ile Osmanlı Devleti arasında taksim edilmesi kararlaştırıldı. Memleketi; Afganlılar, Osmanlılar ve Ruslar tarafından taksim edilen Şah İkinci Tahmasb, Fransa aracılığıyla bu anlaşma ve takzimata îtirâzda bulundu ve anlaşmayı kabul etmeyeceğini açıkladı. İran’a karşı tekrar harb îlân eden Osmanlılar, önce Luristan eyâletinin belli başlı şehirlerini aldılar. 1724 (H. 1137)’de Hemedan ve Nihâvend’i de ellerine geçirdiler.
İkinci Tahmasb’ın Şahlığı 1731 (H. 1144)’e kadar devam etti. Ancak bu devirde idare, Avşarlı Nâdir Şâh’ın elinde idi. Nâdir Şah, 1730’da Afganlıları İran’dan çıkardı. Başşehir İsfehan’ı geri aldı. Ahmed Paşa zamanında Bağdâd’ı kuşattı. Sekiz ay sonra İstanbul’dan Topal Osman Paşa’nın ordusu gelince, kuşatmayı kaldırıp kaçtı. Nâdir Şah, 1731 (H. 1144)’de Şah İkinci Tahmasb’ı saltanattan uzaklaştırarak, onun yerine küçük yaştaki oğlu Üçüncü Abbâs’ı, Safevî tahtına çıkardı. O zamana kadar zâten bağımsız hareket eden Nâdir Şah, Üçüncü Abbâs’ın 1736’da ölmesinden sonra, İran’da idareye hâkim oldu. Böylece iki yüz yıldan fazla hüküm süren Safevî hanedanı son buldu. Çok kan döken Nâdir Şah, Dehli, Afganistan ve Buhârâ’yı aldı. Bağdâd ve Musul üzerine yürüdü ise de alamadı. Osmanlı Devleti” ne elçiler gönderip, Ehl-i sünnet ile İmâmiyye fırkasından hangisinin doğru olduğunu, iki taraf âlimlerinin tartışarak ilim yoluyla ortaya çıkarmalarını istedi. Bağdâd valisi Ahmed Paşa bu iş için Abdullah-ı Süveydî hazretlerini Necef’e gönderdi. Nâdir Şah, Abdullah Efendi’yi reîs yaptı. İki taraf âlimleri toplandı. Hepsinin karşısında Abdullah Efendi; ilim ve akılla, senedler ortaya koyarak yaptığı uzun konuşmalar sonunda şiîleri cevâb vermekten âciz bıraktı, iki tarafın soru ve cevapları, Hucec-i Kat’iyye ismi ile bir kitap hâlinde neşr edildi.
Bu münazaralar neticesinde Nâdir Şah, Osmanlı sultânını halîfe olarak tanıdı. Yayınladığı bir fermanla Şah İsmail’in ortaya çıkması ile doğru yoldan ayrılan İranlıların îtikâdlarını Ehl-i sünnete uygun şekilde düzeltmelerini emr etti. Necef Câmii’nde Ehl-i sünnete uygun şekilde hutbe okundu. Dört halîfenin herbirinin ismi hürmetle anıldı. Oğlu Rızâkulu’nun da içinde bulunduğu bâzı kimselerce, Nâdir Şâh’a karşı başarısız bir suikast düzenlendi (1741) Nâdir Şah 1747 (H. 1160) senesinde Avşar ve Kaçar kabîle reîsleri tarafından şehîd edildi. Yeğenleri kısa sürelerle saltanat sürdüler. Torunu elli seneye yakın Horasan’a hâkim oldu. Nâdir Şâh’ın ölümü ile asıl kuvvet, askerî reîslerin ellerinde kalmış, herbiri bir eyâlette iktidarı ele geçirmişti (Bkz. Abbâdîler). Bir ara Lurîlerden Muhammed Kerîm Zend, güney İran’a hâkim oldu. Soyundan gelenler, 1750’den 1794’deki Kaçar hâkimiyetine kadar ülkeyi idare ettiler (Bkz. Kaçarlar).
Safevîlerde Kültür ve Medeniyet: İlk zamanlar Akkoyunlu Devleti’nin idarî teşkîlât ve müesseselerini kabul eden Safevîler, daha sonra Osmanlılardaki idare usûlü ve müesseseleriyle idare edildiler. Mutlak hâkimiyet sahibi olan Şâh’ın bir müşavere meclisi vardı. Şahlık babadan oğula kalırdı. Şâhdan sonra en büyük devlet adamı vezîr-i âzam idi. İtimâdüddevle ünvanıyla da anılan vezîr-i âzam, şahın vekîli idi. Safevî devlet teşkilâtında, îtimâdüddevle’den sonra ikinci önemli vazife, bütün adlî işlere bakan Dîvân beyliği veya Kâdıl-kudât adı verilen makam idi. Diğer mühim bir rütbe de, Meclisnüvis veya Vekâyi-nüvis idi. Safevî devlet ricali arasında vezîr-i azamdan sonra; Kurcıbaşı, Kullarağası, Eşikağasıbaşı ve Tüfekçibaşı gelirdi. Vezîr-i âzam, Dîvân Beyi, Vekâyinüvîs’le beraber devlet ileri gelenleri, toplam yedi kişi olurlar ve mühim devlet işlerine istişare ile karar verirlerdi.
Taşra teşkîlâtı ise vali veya beylerbeyi tarafından idare edilen eyâletlere ayrılmıştı. Ordu teşkîlâtı da Akkoyunlu ordu teşkîlâtına çok benzerdi. Şah Abbâs devrinden îtibâren ordu, iki kısımdan meydana geliyordu. Birinci kısım; İran’ın her tarafına dağılmış olan ve savaş zamanlarında eyâlet valileri tarafından toplanarak merkeze gönderilen daimî süvarilerdi. İkincisi ise; Şah Abbâs tarafından meydana getirilen ve Şâhsevenler adı verilen yeni ordu idi. Bu yeni ordu; tüfekçiler, kullar ve topçulardan meydana geliyordu.
Safevîler devrinde İran’da canlı bir ilim hayâtı yoktu. Yalnız şiîfıkhıyla ilgilenen ve müftî denilen kimseler vardı. Bunun hâricinde bir ilmî çalışmaya pek rastlanmazdı. Safevîler devrinde yetişen Bahâî, Mîr Dâmâd ve Molla Sadra gibileri, o devrin ilmî şahsiyetleri arasında sayılabilirdi. Bahâî; matematik, astonomi ve tıbda üstün bir seviyeye ulaşmış ve bu konularda bir çok eser vücûda getirmişti. Mîr Muhammed Bakır-ı Esterâbâdî de felsefe ve matematikte devrinin meşhûr bilginleri arasında yer almıştı. İsfehan’da yetişen Molla Sadra (Sadreddîn Muhammed bin İbrâhim-i Şîrâzî) tefsîr, hadîs, fıkıh ve felsefe öğrenmiş ve bu konularda birçok eserler yazmıştı. Molla Muhsin Feyzi Kâşânî, şâir olarak şöhret kazanmış ve pekçok kitap ve risale yazmıştır. Safevîlerden önce zirveye ulaşmış olan Fars edebiyatı, bu dönemde pek ilerleme kaydedememiştir. Abdurrahmân-ı Câmî ve Celâleddîn Devvânî gibi sünnî şâir ve münşîler, Safevîlerin ilk zamanlarında yetişmişti. Türkçenin resmî dil olarak kabul edilmesi sebebiyle Azerî edebiyatı da önem kazanmıştı. Fuzûlî bu dönemde yetişen şâirlerdendir. Ancak pek îtibâr edilmemiştir. Yine Avşar Türklerinden olan Sadıkî, Mecma-ül-Navâs adlı tezkiresini, Ali Şîr Nevâî’ye zeyl mâhiyetinde bu devirde yazdı ve bunu diğer eserler tâkib etti. Bu devirde bâzı tarihçiler de yetişti: Tevekkül bin İsmail bin Bezzâr el-Erdebîlî, Kadı Ahmed Gaffîrî-i Kazvînî, Hasan Bey Rumlu, Celâl Müneccim, İskender Münşî, Vahhid-i Kazvînî ve Şeyh bin Şeyh Abdüzzâhidî bunlardandır.
Safevîler döneminde güzel san’atlara önem verildiği göze çarpar. Bilhassa, camiler, türbeler ve saraylar gibi mîmârî eserler meydana getirilmiştir. İsfehan’da bulunan Nakş-i Cihan meydanı, Alî Kapı, Şeyh Lütfullah Camii, Şah Camii Hıyâbân-ı Çeharbağ, Allahverdihan köprüsü, Çihl Sütün ve Heşt-Behişt sarayları bu devirlerde yapılan belli başlı mîmârî eserlerdendir.
Ayrıca Şah İsmail devrinde oldukça ilgi gören hat san’atında talik, nestâlik, dîvânî, siyâkat ve müsennâ stilinde eserler meydana getirilmiştir. Tezhîb yâni süsleme san’atı da bu devirde yüksek seviyeye ulaşmış, kitaplara altın suyu ile süslemeler yapılmıştır. Safevîler devrinde minyatür san’atı ileri gitmiş olup, silâh, halı ve diğer süsleme san’atlarında mâdenlerden yapılan süs ve şekillere rastlanır. Halı dokumacılığı da gelişmiş olup, acem halıları adıyla meşhûr halılar bu devrin eserleridir. İpekten dokunan bu halılar, hayvan ve kuş resimleriyle süslenmişti. Safevîler devrinde, İran’da kumaş îmâlâtı, çinicilik, cildcilik, oymacılık ve tahta işlemeciliği gibi san’atların da oldukça geliştiği görülür.
SAFEVİ HÜKÜMDARLARI |
Tahta Geçişi |
Şah İsmail I |
1501 (H. 907) |
I. Tahmasb |
1524 (H. 930) |
II. İsmail |
1576 (H. 984) |
Muhammed Hudâbende |
1578 (H. 985) |
I. Abbâs |
1588 (H. 996) |
I. Safî- |
1629 (H. 1038) |
II. Abbâs |
1642 (1052) |
I. Süleyman (II. Safî) |
1666 (H. 1077) |
I. Hüseyn |
1694 (H. 1105) |
II. Tahmasb |
1722 (H. 1135) |
III. Abbâs |
1732 (H. 1145) |
II. Süleyman |
1749(H. 1163) |
III. İsmail |
1750 (H. 1163) |
II. Hüseyn |
1753(H. 1166) |
Muhammed |
1786 (H. 1200) |
(III. Abbâs’dan Muhammed’e kadar olan son beş hükümdar, İran’ın bâzı kısımlarında ismen hükümdardır.)