KIYÂS

İslâm dinindeki hükümlerin dört temel kaynağından dördüncüsü. Lügatte; bir şeyi diğer bir şeyle ölçmek, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhda; hakkında nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunmayan bir mes’elenin hükmünü, buna benzeyen ve hakkında, nass bulunan başka bir mes’elenin hükmünden anlamakdır. Kıyâs için başka tarifler de yapılmıştır. Bir işin, helâl veya haram olduğunu kıyâs yolu ile anlamak için, helâl ve haram olduğu bilinen, başka bir işe benzetilir. Bunun için o işi helâl veya haram yapan sebebin birinci işte de bulunması lâzımdır.

İctihâd yapılarak çıkarılan hükümler, kıyâs yoluyla Kitâb ve sünnete dayandırılmış olur. Çünkü dînî hükümler ya doğrudan nassa (Kitâb ve sünnete) dayanır veya kıyâs yoluyla nass üzerine hamledilir. Yâni, kıyâs ile sabit olan hüküm, Kitâb ve sünnet ile bilinen hüküm gibidir. Kıyâs (ictihâd) ile âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin derin ve örtülü mânâları meydana çıkarılmış olur. Yoksa bu mânâlara başka yeni bir mânâ eklenmiş olmaz.

Şir’ât-ül-İslâm kitabında da şöyle denilmektedir: Kur’ân-ı kerîmden, aranan her ince bilgi elde edilir. Abdullah ibni Mes’ûd (r. anh); “Onda, öncekilerin ve sonrakilerin bütün ilimleri vardır” buyurmuştur. Kur’ân-ı kerîmdeki bilgiler, hükümler sonsuzdur. Ancak bu bilgilerin bir kısmı kapalı ve örtülüdür. Ehli olanlar bunları ilim ve ihlâsı kadar görebilir, işte, sünnet, icmâ’ ve kıyâs ile; Kur’ân-ı kerîmde bulunmayan şeyler, bilgiler eklenmiyor, bilâkis, Kur’ân-ı kerîmdeki kapalı bilgiler meydana çıkarılıyor. İşte, kıyamete kadar, bütün insanlara lâzım olacak ahkâmı, dört mezheb imâmı anlamış, bunlar kitâblara yazılmıştır.

Zarurî olarak ve icmâ’ ile bilinen inanılacak şeylerde, îtikâd mes’elelerinde kıyâs olmaz. Böyle bilgilerde ictihâd edip yanılan kâfir olur. Zarurî olarak ve icmâ’ ile bildirilmemiş îtikâd bilgilerinde ictihâd edip yanılan kâfir olmaz ise de, bid’at sahibi yâni sapık müslüman olur. Yetmiş iki sapık fırkanın durumu böyledir. Yapılacak işlerin Kitâb (Kur’ân-ı kerîm) ve Sünnet’le açık bildirilenlerinde de kıyâs olmaz. Nitekim Mecelle’nin on dördüncü maddesinde; “Mevrid-i nass’da (hükmü açık âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunan yerde) içtihada mesâğ (izin) yoktur” denilmektedir.

Kıyâsı, müctehid âlimler yapar. Böyle olmayanlar kıyâs yapamaz. Hicri dördüncü asırdan sonra kıyâs (ictihâd). yapacak âlim kalmadı (Bkz. İctihâd). Kıyâsın, din bilgilerinin elde edildiği delillerden olduğu hem naklen ve hem de aklen bilinmektedir.

Nitekim Haşr sûresi ikinci âyet-i kerîmesinde meâlen: “Ey ilim sahipleri! İtibâr ediniz (yâni bilmediklerinizi bildiklerinize kıyâs ediniz).” buyrulmuştur. İtibâr etmek, benzetmek demektir. Kıyâsın caiz ve lâzım olduğunun, bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı Beydâvî tefsirinde yazılıdır. Âyet-i kerîmedeki emir, mutlak müctehid olan âlimler içindir. Böyle olmayan müslümanlar, onların sözüne uyarlar.

Sünnetten delîle gelince; Resûlullah efendimiz, Mu’az bin Cebel’i Yemen’e hâkim olarak gönderirken; “Orada nasıl hükm edeceksin?” buyurunca; “Allah’ın kitabı ile” dedi. “Allah’ın kitabında bulamazsan?” buyurunca da; “Allah’ın Resûlünün sünneti ile hükm edeceğim” dedi. “Resûlullah’ın sünnetinde de bulamazsan!” buyurunca; “İctihâd ederek, anladığımla” cevâbını verdi. Resûlullah efendimiz, mübarek elini Mu’âz’ın (r. anh) göğsüne koyup; “Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün Resûlünü (elçisini) Resûlünün rızâsına uygun eyledi” buyurdu. Resûlullah efendimizin razı olup, hamd etmesi, kıyâsın hüccet olduğunu göstermektedir.

Kıyâs, Eshâb-ı kiramın (r. anhüm)söz ve fiilleriyle de sabit olup, onlar buna daha çok re’y derlerdi. Abdullah bin Abbâs’a (r. anhümâ) bir şey sorulunca, cevâbını Kur’ân-ı kerîmde bulup söylerdi. Kur’ân-ı kerîmde bulamazsa, Resûlullah’dan sallallahü aleyhi ve sellem işittiğini bildirirdi, işitmemiş ise, Ebû Bekr ile Ömer’e (r. anhümâ) sorardı. Cevâb alamaz ise, kendi re’yi (içtihadı) ile hükm ederdi. Yâni kıyâs yapardı. Eshâb-ı kiramın (r. anhüm ecmaîn) hepsi böyle ictihâd ederdi. Zîrâ hepsi Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişerek ictihâd makamına yükselmişlerdi.

Mezheb imamlarının hepsi de (r. aleyhim ecmaîn) bir soru ile karşılaştıkları zaman, bunun cevâbını önce Kur’ân-ı kerîmde ararlardı. Kur’ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflere baş vururlardı. Hadîs-i şerîfde bulamazlarsa, icmâ-i ümmet’de ararlardı. İcmâ’da da bulamayınca, bu soruya benzeyen başka sorunun Kitâb, Sünnet ve icmâ’da bulunan cevâbına kıyâs ederek, ictihâd edip cevâbını bulurlardı. Bin seneyi aşkın zamandan beri bütün müslümanlar, âlimler, sâlihler, velîler, hep bu dört mezheb imamından birinin ictihâdlarına uydular.

Görülüyor ki, din büyükleri kıyâs yapmışlar, bunu dînî delillerden biri olarak kabul etmişlerdir. Kıyâsı, din bilgilerinin elde edildiği kaynaklardan kabul etmeyerek, o büyüklerin yolundan ayrılanlar da olmuştur, imâmiyye, râfızîler, haricîler ve mu’tezile ile zahirîlerin bâzısı bunlardandır. İbn-i Âbidîn (r. aleyh), abdestin farzlarını anlatırken buyuruyor ki: “Bir kişinin haber verdiği hadîs-i şerîfleri veya kıyâs ile anlaşılan bilgileri kabul etmeyen, beğenmeyen kâfir olmaz ise de, doğru yoldan sapmış olur. Bid’at ehli olur. Cehennem’e girmesi muhakkak olur. Kıyâs ile bildirilen hükmü kabul edip yapmayan, fâsık olur. Vacibi terk etmiş olur. Te’vil ettiği için yâni zannî delîlden bir başka mânâ çıktığı için o hükmü yapmayan fâsık olmaz.” (Bir kişinin haber verdiği hadîs-i şerîf ile kıyâs zannî delîldir.)

Kıyâsın dört rüknü vardır:

1-Asıl: Hakkında nass bulunan şey. Buna makîsun aleyh (kendisine kıyâs yapılan) veya müşebbehün bih (kendisine benzetilen) de denir.

2-Fer’: Hakkında nass bulunmayan ve dînî hükmü bilinmeyen mes’ele. Buna makîs (kıyâs yapılan) veya müşebbeh (benzetilen) de denir.

3-İllet: Aslın hükmünün, fer’a verilmesine sebeb olan vasıf. Bu vasıf, hem asıl, hem fer’de bulunur. Buna illet-i müştereke (ortak sebeb, vasıf) ve vasf-ı cami’ (birleştirici vasıf) da denir.

4-Hüküm: Nass’ın, asi hakkında getirdiği ve fer’a verilmek istenen şer’î hüküm. Buna hükm-i muaddî de denir.

Misâl: Şarabın haram kılındığına dâir nass vardır. Bu nass, Mâide sûresinin doksanıncı âyet-i kerîmesidir. Şarap hükmü hakkında nass’ın bulunduğu asıldır. Hükmü haram oluşudur. Fakat daha sonraları rakı, votka, konyak gibi başka içkiler çıkmış ve Kur’ân-ı kerîmde zikredilmemiştir. Lâkin bunlarda haramlık hükmünün illeti bulunmaktadır, illet, aklı gidericilik sarhoşluk vermektir. Bu yeni içkiler de aynen şarap gibi hattâ daha fazlasıyla sekr (sarhoşluk) vermektedir. Bâzı içkilerde sarhoş etme vasfı hamr (şarap)dakinden daha azdır. Bu da kıyâsın doğruluğuna mâni olmaz. Çünkü hakkında nass bulunan nüküm, illete delâlet bakımından her zaman daha açıktır. O hâlde bunlar da şarabın hükmü olan haramlık ile haram hükmündedirler. Böyle hükümleri müctehidler kıyâs yoluyla ortaya çıkarıp bildirmişlerdir.

Başka bir misâl: Peygamber efendimiz; “Hâkim, öfkeli iken iki taraf arasında hüküm vermesin” buyurdu. Buna kıyâs ile Mecelle’nin 1811. maddesinde de bildirildiği gibi; “Hâkim gam ve gussa (keder) ve açlık ve galebe-i nevm (uyku basması) gibi sıhhat-i tefekküre (doğru düşünüp karar vermeye) mâni olabilecek bir arıza ile zihni müşevveş (karışık) olduğu hâlde hükm vermeğe tasaddî (teşebbüs) etmemelidir” denilmiştir.

Kıyâs, illeti bakımından iki kısma ayrılır: Kıyâsın illeti, müctehid âlim tarafından kolayca anlaşılıyorsa buna kıyâs-ı celî, kolayca anlaşılmayıp, araştırmak icâbediyorsa kıyâs-ı hafi (gizli, kapalı kıyâs) denir. Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılır. Kıyâs denince, kıyâs-ı celî anlaşılır. Fıkıh usûlü ilminde, kıyâs-ı celî’den ayırmak için kıyâs-ı hafi’ye ihtihsân da denilmiştir. Ancak istihsân tâbiri fıkıh ilminde kıyâs-ı hafî mânâsında değil, kıyâs-ı celî’ye mukabil bir delîl olarak kullanılır.

Kıyâsın şartları:

1-Aslın hükmü, başka bir delîl ile kendisine mahsûs olmamalı. Tek başına şâhidliğin kabulü, Eshâb-ı kiramdan Huzeyme’ye (r. anh) mahsûstur. Çünkü Resûlullah; “Huzeyme sâhidlik ederse, kâfidir” buyurmuştur. Huzeyme’ye kıyâsla başkasının tek başına şehâdeti kabul olmaz.

2-Aslın hükmü, kıyâsa muhalif olarak sabit olmamalıdır. Meselâ, unutularak yenip içildiğinde, orucun bozulmaması kıyâsa muhalif olarak nass (hadîs-i şerîf) ile sabittir. Çünkü Peygamber efendimiz unutarak yiyen bir oruçluya; “Orucuna devam et” buyurdu. Bu sebeble hatâ ile orucunu bozan kimse buna kıyâs edilemez.

Meselâ, oruçlu olduğunu bildiği hâlde, abdest alırken boğazından içeriye su kaçıran kimsenin orucunun, unutarak yiyip içenin orucunun bozulmamasma kıyâs ederek, onun da orucunun bozulmayacağına hükmedilemez. Bu Hanefîlere göredir.

3-Asıldaki hüküm neshedilmişolmayıp, fer’a geçebilecek durumda olmalıdır.

4-Fer’î mes’eleye mahsûs bir nass bulunmamalıdır. Böyle olursa, artık kıyâs yoluyla hükme ihtiyaç kalmaz.

5-Fer’, illet ve hüküm bakımından aslın tam benzeri olmamalı. Bu takdirde o da asıl olmuş olur ve kıyâsa lüzum kalmaz.

6-Aslın hükmü kıyâsdan sonra fer’de de aynı olmalı, hüküm asılda mutlak ise, fer’de de mutlak; asılda mukayyed ise fer’de de mukayyed olmalıdır.