HAKİM SÜLEYMAN ATA

Türkistan’da yetişen evliyanın büyüklerinden. Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin ileri gelen halîfelerinden idi. Süleyman Bağırganî adıyla da bilinen Hakîm Ata’nın, Süleyman Ata ve Hakîm Ata adında iki ayrı şahıs olduğu da söylenir. Fakat aynı zât olması daha kuvvetlidir. Hakîm Ata, daha küçük bir çocuk iken Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı. Mektebe gidip gelirken, diğer çocuklar gibi Kur’ân-ı kerîmi boynuna asmaz, eliyle altından tutarak hürmetle taşırdı. Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ânı kerîme çok hürmet gösteren bu küçük çocuk, okuduğu mektebe de sırtını dönmezdi. Yüzünü mektebe, arkasını eve dönmüş olarak eve giderdi. Onun bu hâli Yesevî hazretlerinin çok hoşuna gitti. Hocasının ve annesinin rızâsını aldıktan sonra kendisini Kur’ân-ı kerîm okutmak için yanına aldı. On beş yaşında iken Ahmed Yesevî hazretlerine tam talebe oldu.

Bir kurban bayramı günü Hakîm Ata’ya hocası; “Yarın seher vakti sana bir deve gelecek, ona bin, nerede durursa orada inersin” buyurdu. Ertesi sabah seher zamanı bir deve geldi. Hakîm Ata deveye binip yularını salıverdi. Deve bildiği gibi gitti. Harezm taraflarında bir yerde çöktü. Kaldırmak istedi, kalkmadı ve bağırdı. Bundan dolayı oraya Bağırgan, Hakîm Atâ’ya Süleyman Bağırganî dediler. Hakîm Ata, o mahallin beyi Buğra Hân’ın atlarının otladığı yerde devesinden indi. At bakıcıları kovmak istediler. O da; “Ben bir garip dervişim, başka bir yere gitmem!” deyince, bakıcılar, ellerindekilerle üstüne saldırdılar. Hakîm Atâ’nın ağaçlara seslenip onları tutmalarını istemesi üzerine, ağaçlar saldıranları dallarıyla sardılar. İki tanesi kaçıp durumu Buğra Hân’a anlattı. Buğra Hân, Allah dostlarını seven sâlih bir kimse idi. Bu habere sevinip; “Demek memleketimizi bir Allah dostu şereflendirmiş” diyerek, olup bitenleri öğrenmek için bir adam gönderdi. O kimse Hakîm Atâ’nın yanına gidip, hâlini öğrendi. Bu sırada ağaçlardan; “Allah dostlarına saldıranlar böyle olur!” diye bir ses geldi. Sonra at bakıcıları serbest bırakıldı. Gönderdiği adamlardan durumu öğrenen Buğra Hân, Hakîm Atâ’nın gönlünü almak ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için Anber adındaki güzelliği dillere destan kızını ona verdi. Çeyiz olarak da bir çok deve, koyun ve at gönderdi. Bunları kabul eden Hakîm Atâ’ya, Buğra Hân ve yardımcıları talebe oldu. Bağırgan’a yerleşen Hakîm Ata, çok meşhûr olup, oraları yıllarca nuruyla aydınlattı. Eline geçen malı Allah yolunda harcadı. Anber Ana’dan; Muhammed Hoca, Asgar Hoca, Hubbi Hoca adlarında üç evlâdı oldu. Bir çok talebe yetiştirdi. Halîfeleri arasında Zengi Ata meşhûr oldu. Süleyman Hakîm Ata, 1186 (H. 582) senesinde vefat etti. Harezm’de Akkurgan’a (Bağırgan) defn edildi. Kabrinin üzerinden kırk yıl su aktı. Kaybolan kabri, daha sonra Celâl Hoca adlı bir zât tarafından bulunup, üzerine türbe yaptırıldı.

Hak yolu, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine tam tabî olarak, sâde bir şekilde insanlara aktarması, örnek ahlâkı, güzel şiirleri ve yüksek hâlleri ile meşhûr olan Hakîm Ata, Türkler arasında adetâ destanlaştı. Ahmed Yesevî hazretlerinden duyduklarını şiirlerle diğer insanlara aktardı. Şiirlerinde Ahmed Yesevî’nin dil ve üslûbunu, vezinlerini kullandı. Kâfiyeleri umumiyetle yarım ve redifli kâfiyelerdir. Beytlerin ve dörtlüklerin sonunda söz ve mısra’ tekrarları vardır.

Hakîm Süleyman Atâ’nın, Bağırgan Kitabı, Âhır zaman Kitabı ve Hazret-i Meryem Kitabı adlı üç eseri vardır. Bağırgan Kitabında Hakîm Atâ’nın kırk dört adet şiiri vardır. Eserde ayrıca Ahmed Yesevî’nin de manzumeleri yer almıştır. Âhır zaman Kitabı, on altı sahifelik küçük bir risaledir. Dünyânın sonundan ve kıyamet gününden bahseder. Hazret-i Meryem Kitabı, hazret-i Meryem’in vefatı hakkında küçük bir risaledir. Yazma nüshaları çok olan bu eser, on dokuzuncu asırda Kazan’da basılmıştır.

“Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi Kadir bil.” “Herkes yahşi (güzel iyi) biz yaman, herkes buğday biz saman” sözlerinin sahibi olan Hakîm Ata hakkında Hakîm Ata Menkıbesi ve Hakim Ata Kitabı adlı eserler yazılarak, kerametleri dilden dile, gönülden gönüle aktarılmıştır.

ISLANMIYAN ODUNLAR

Bir gün Hızır aleyhisselâm Ahmed Yesevî hazretlerinin yanına geldi. Ahmed Yesevî, aralarında Süleyman’ın da bulunduğu bir kaç çocuğu odun getirmeleri için gönderdi. Odunları toplayıp dönecekleri sırada, yağmur yağmaya başladı. Odunların hepsi ıslandı. Yalnız elbisesiyle odunları örttüğü için, Süleyman’ın getirdiği odunlar kuru kaldı. O kuru odunlarla, diğerleri tutuşturuldu. Hızır aleyhisselâm, odunların niçin ıslanmadığını sordu. O da elbisesiyle örttüğünü söyledi. Bu cevâb Hızır (aleyhisselâmın) çok hoşuna gitti. Süleyman’a: “Bundan sonra adın Hakîm olsun!” dedi. Sonra mübarek tükrüğünden Süleyman’ın ağzına sürdü. O anda Süleyman’ın içi birden nura gark oldu. Hızır aleyhisselâm, onun feyzinden diğer insanların da istifâde etmesini emir buyurunca, hikmetler söylemeye başladı.