Âlemlerin efendisi, Kâinatın sultânı olan Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ilk hanunı, ilk îmân eden hür kadın. Kureyş kabilesinin kibar ve asîl bir ailesine mensuptur. Babasının adı Hüveylid, annesininki Fâtıma’dır. Nesebi Hadîce binti Hüveylid bin Esad bin Abdü’l-uzzâ bin Kuseyy bin Kilâb bin Mürre bin Ka’b bin Lüey bin Gâlib idi. Nesebi, Peygamber efendimiz ile baba tarafından Kuseyy, anne tarafından Lüey sülâlesiyle birleşmektedir. Câhiliye devrinde lakabı Tâhire idi. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 619’da hicretten üç sene önce altmış beş yaşında Mekke’de vefat etti.
Hazret-i Hadîce’nin nesebi, güzelliği, ilmi, malı, şerefi, iffeti ve edebi pek fazla idi. Ticâret ile uğraşırdı. Bu yüzden devrin büyük tüccarları arasında yer almıştı. Me’mûrları, kâtipleri ve köleleri vardı Ticâreti; adamları veya ortaklık suretiyle yapardı. Dul idi. Bu sebeple her taraftan kendisine tâlib olan ve rağbet eden çok kimse vardı. Fakat gördüğü bir rüya gereği hiç kimseye iltifat etmemişti. Rüyasında gökten ay inip koynuna girmiş, ayın nuru koltuğundan çıkıp bütün âlemi aydınlatmıştı. Sabahleyin bu rüyayı akrabasından olan Varaka bin Nevfel’e anlattı. Varaka; “Âhır zaman Peygamberi vücûda gelmiştir. Seninle evlenir ve senin zamanında O’na vahiy nazil olur. Dîninin nuru âlemi doldurur. En önce îmân eden sen olursun. O peygamber, Kureyş’ten ve Benî Hâşim’den olur” dedi. Hazret-i Hadîce, bu cevâba çok sevindi ve o peygamberin gelmesini beklemeye başladı.
Sevgili Peygamberimiz yirmi beş yaşlarında iken Mekke’de geçim sıkıntısı iyice artmıştı. Bu sebeple Mekkeliler Şam’a gitmek üzere büyük bir ticâret kervanı hazırladılar. Bu günlerde Ebû Tâlib, Resûlullah efendimize gelip; “Ey muhterem yeğenim! Fakirlik son haddine ulaştı. Kıtlık ve mücâdele ile geçirdiğimiz bu son yıllar, elimizde avucumuzda bir şey bırakmadı, işte, Kureyş kervanı hazırlanmış, Şam’a hareket etmek üzeredir. Hadîce Hâtûn da kervanla mal gönderecek. Mutlaka bu işi yapacak güvenilir kimseler arıyordur. Muhakkak ki, senin gibi emîn, temiz ve vefakâr bir kimseye ihtiyâcı vardır. Gidip bir konuşsak da senin vekil olarak gitmeni sağlasak iyi olacak. Şüphesiz seni başkalarına tercih eder. Aslında ben senin Şam’a gitmeni istemiyorum. Zîrâ oradaki yahudilerin sana bir zarar vermesinden korkuyorum. Fakat başka çâre de bulamıyorum” dedi. Peygamber efendimiz ona; “Sen nasıl istersen öyle yap” buyurdular.
Ebû Tâlib, hazret-i Hadîce validemize durumu anlattı. Bunun üzerine Hadîce (r. anhâ), Resûlullah efendimizi görüp konuşmak üzere evine davet etti. Efendimiz teşrif edince, pek ziyâde tazim ve hürmette bulundu. Peygamber efendimizin nezâketini, nezîh ve pak cemâlini görüp hayran kaldı. Resûlullah efendimize; “Doğru sözlü, güvenilir, emniyetli ve güzel huylu olduğunuzu biliyorum. Bu iş için hiç kimseye vermediğim ücretin, kat kat fazlasını vereceğim...” dedi. Sonra bu hizmette lâzım olacak el-biseler vererek, kalb huzuru içinde teşyi eyledi.
Hazret-i Hadîce validemiz, bilgili bir hıristiyan olan amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’den peygamberlik alâmetlerini öğrenmişti. Resûlullah efendimizin bu ziyaretinde de peygamberlik vasıflarını üzerinde teşhîs etmişti. Bu sebeple Meysere ismindeki kölesine; “Kervan Mekke’den ayrılacağı zaman, devenin yularını Muhammed aleyhisselâmın eline ver ki, Mekkeliler herhangi bir dedikodu yapmasınlar. Şehirden uzaklaşıp gözden kaybolunca bu kıymetli elbiseleri O’na giydir” dedi. Sonra sultanlara lâyık bir şekilde donattığı deveyi göstererek, şöyle devam etti: “O’nu bu deveye büyük bir hürmet ile bindirip yularını eline al ve kendini o hazretin hizmetkârı bil! O’ndan izinsiz bir iş yapma ve O’nu muhafaza etmek, tehlikelerden korumak için canını esirgeme! Gittiğiniz yerlerde çok eğlenmeyiniz ve çabuk geliniz. Böylece Hâşimoğulları katında mahcûb olmayalım. Eğer bu dediklerimi harfiyyen yerine getirirsen, seni âzâd eder ve istediğin kadar da mal veririm” dedi.
Kervan yola koyuldu. Şam ticâret seferi üç ay sürdü. Bu sefer esnasında sevgili Peygamberimizin şahsında harikulade hâller görüldü. Seferde O’nu gölgeleyen bir bulutun ve kuş şekline giren iki meleğin devamlı üzerinde bulunması, yolda yürüyemeyecek derecede yorulup, kervandan geri kalan iki devenin ayaklarını eliyle sığamasından sonra, develerin birden sür’atlenmesi, Busra’daki Manastır yanındaki kuru ağacın, altına oturmasıyla, yeşermesi ve rahip Nastûra’nın yemînle Resûlullah efendimizin son peygamber olduğunu müjdelemesi gibi fevkalâdelikleri Meysere ve kervandakiler görüyorlardı. Meysere, Resûlullah efendimizde gördüğü ve hakkında duyduğu her şeyi zihnine nakş ediyor ve O’na olan hayranlığı git gide artıyordu. Bu sebeple Efendimize canla başla hizmet ediyor, hürmette kusur etmemeye çalışıyordu.
Kervan Mekke’ye geri döndüğünde, Meysere, Hadîce (r. anhâ) validemize yolculuk esnasında Peygamber efendimizin gölgelendirildiğini, râhib Nastûra’nın söylediklerini, zayıf develerin nasıl sür’atlendirildiğini ve buna benzer gördüğü nice fevkalâde hâlleri tek tek anlattı. Dili döndüğü kadar Peygamber efendimizi medh etti. Hazret-i Hadîce, bunları biliyordu, fakat bu sözler onun yakînini arttırdı. Meysere’ye; “Bu gördüklerini kimseye söyleme!” diyerek tenbih etti.
Hadîce validemiz, bu işittiklerini haber vermek üzere Varaka bin Nevfel’e gitti. Olanları büyük bir hayranlıkla dinleyen Varaka; “Ey Hadîce! Bu anlattıkların doğru ise, Muhammed aleyhisselâm bu ümmetin peygamberi olacaktır” dedi.
Hadîce validemiz, Varaka bin Nevfel’in verdiği müjdeyle ve sevgili Peygamberimizin güzel hasletlerini görünce, O’nun hanımı olup, hizmetiyle şereflenmeye meyi etti. Nefîse binti Müniyye, bu hâli sezip araya girdi. Bu niyetle Resûl-i ekremin yüksek huzuruna geldi ve; “Yâ Muhammed! Zât-ı âlinizi evlenmeden alıkoyan nedir?” diye sordu. Peygamberimiz; “Evlenmek için yeterli para elimde mevcut değildir” buyurdu. Nefîse Hâtûn; “Yâ Muhammed! Eğer iffetli ve şerefli, mal ve cemâl sahibi bir hâtûnla evlenmek istersen hizmetine hazırım” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “O hâtûn kimdir?” buyurunca; “Hadîce binti Hüveylid’dir (r. anhâ)” dedi. Resûlullah efendimiz; “Bu işe kim vesîle olur?” buyurunca da; “Bu işi ben yaparım” deyip, huzurlarından ayrıldı. Hazret-i Hadîce’ye varıp müjdeyi verdi. Hadîce (r. anhâ), akrabası Amr bin Esed ile Varaka bin Nevfel’i çağırıp durumu anlattı. Ayrıca Resûlullah efendimize haber gönderip belli bir saatte teşrif etmesi için davet etti. Ebû Tâlib ve kardeşleri de hazırlıklarını yaptılar ve Peygamber efendimizle birlikte gittiler.
Hazret-i Hadîce validemiz, evini donatıp, süsledi. Bugünün şükrânesi olarak bütün, zînetlerini hizmetçilerine hediye etti. Sonra onları hürriyetlerine kavuşturdu. Resûlullah efendimiz, Hadîce validemizin evini amcaları ile teşrif ettiler. Ebû Tâlib; “Yaradanımıza hamd olsun ki, bizi İbrahim aleyhisselâmın evlâdından ve İsmail aleyhisselâmın neslinden eyledi. Bizi, Beytullah’ın muhafızı kıldı. Kardeşim Abdullah’ın oğlu Muhammed öyle bir kimsedir ki, Kureyş’ten her kim ile kıyaslansa üstün gelir. Gerçi malı azdır, lâkin mala itibâr olunmaz. Çünkü mal gölge gibidir. Elden ele geçerek gider. Yeğenimin şerefi, üstünlüğü hepinizin malûmudur. Şimdi Hadîce binti Hüveylid’i helâllığa taleb eder. Malımdan ne kadar mehr verilmesini istersiniz? Yemîn ederim ki, Muhammed’in mertebesi yüksek olsa gerektir” dedi. Varaka bin Nevfel, bu konuşmaları tasdik etti. Hadîce validemizin amcası Amr bin Esed; “Şâhid olun ki, Hadîce binti Hüveylid’i Muhammed aleyhisselâma hâtunluğa verdim” dedi. Böylece nikâh akdi tamam oldu. Bir rivayete göre mihr; 400 miskal altın, bir rivayete göre de 20 deve idi. Ebû Tâlib, düğün ziyafeti için bir deve kesip, o güne kadar görülmedik bir yemek verdi. Evlilik vâki oldu. Hazret-i Hadîce validemiz bütün varlığını Peygamber efendimize hediye etti ve; “Bu malların hepsi yüce şahsınıza aittir. Ben de sana muhtacım ve minnetin altındayım” dedi. O zaman Peygamber efendimiz yirmi beş, hazret-i Hadîce validemiz de kırk yaşında idiler.
Hazret-i Hadîce validemiz, evlilik hayâtında sevgili Peygamberimize bütün gayreti ile hizmet etmeye çalıştı. O’nu hiç üzmedi. Her arzusunu büyük bir emir kabul edip, canla başla yerine getirdi. O’na dert ortağı ve tesellî arkadaşı oldu.
Evliliklerinden on beş sene sonra, Resûlullah efendimize Hira dağında Cebrail aleyhisselâm görünmüş, peygamberliğini bildirmişti. Ve Kur’ân-ı kerîmden ilk âyet-i kerîmeler nazil olmuştu. Peygamber efendimiz, Hira dağından hâne-i seâdetlerine gelinceye kadar, yanından geçtiği her taşın, her ağacın, “Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!” dediğini işitti. Evine gelip; “Beni örtünüz! Beni örtünüz!” buyurdu ve ürpermesi geçinceye kadar, istirahat ettiler. Sonra gördüklerini hazret-i Hadîce validemize anlattılar ve “Cebrail (aleyhisselâm) gözümden gayb oldu. Lâkin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimden gitmedi. Bana mecnûn diyeceklerinden ve dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum” buyurdular. Bu hâlleri ve bu günleri bekleyen, buna hazır olan hazret-i Hadîce; “Allahü teâlâ korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder ve hayırdan başka bir şey dilemez. Allahü teâlânın hakkı için, bu ümmetin peygamberi olacağına inanıyorum. Zîrâ sen, misafiri seversin. Doğru söylersin ve eminsin. Âcizlere, yetimlere, gariplere acır, yardımda bulunur ve onları korursun, iyi huylusun, bu hasletlerin sahibinde korku olmaz” dedi. Sonra, bu durumu sormak üzere, Varaka bin Nevfel’e gittiler. Varaka, Resûlullah efendimizin anlattıklarını dinledikten sonra; “Müjde ey Muhammed aleyhisselâm! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sen, hazret-i Îsâ’nın haber verdiği son peygambersin. Sana görünen melek, senden evvel Mûsâ aleyhisselâma gelen Cebrail aleyhisselâmdır. Âh! Keski genç olsaydım. Seni Mekke’den çıkardıkları zamana yetişseydim de, yardımına koşsaydım. Çok yakın bir zamanda tebliğ ve cihâdla emr olunursun” dedi ve Peygamber efendimizin mübarek elini öptü. Çok geçmeden vefat etti.
Peygamber efendimize, ilk vahyin gelmesinden sonra, ilk îmân eden hazret-i Hadîce vâlidemizdir. Hiç tereddüd etmeden İslâmiyet’i hemen kabul edip, ilk müslüman olmakla şereflendi. Hazret-i Hadîce validemize, Cebrail aleyhisselâmın gösterdiği gibi abdest almasını öğretti. Sonra, Peygamber efendimiz imâm oldu, birlikte iki rek’at namaz kıldılar. Hadîce (r. anhâ) validemiz, sevgili Peygamberimizin her sözüne, her emrine, en mükemmel şekilde itaat etti. Böylece Allahü teâlânın katında pek yüksek derecelere kavuştu. Resûlullah efendimiz üzülse, inkâr edenlerin alay etmesiyle elem çekse, O’nu tesellî eder, kederini giderirdi. Derdi ki: “Yâ Resûlallah! Hiç üzülme, gam çekme. Sonunda dînimiz kuvvet bulup, müşrikler helak olurlar. Kavmin sana itaat eder...” Hadîce validemizin bu yardımlarından ötürü bir gün, Cebrail aleyhisselâm gelip; “Yâ Resûlallah! Hadîce’ye, Allahü teâlânın selâmını bildir” dedi. Peygamber efendimiz; “Ey Hadîce! İşte Cebrail (aleyhisselâm), Allahü teâlânın sana selâmını bildiriyor” buyurdu. Peygamber efendimiz bir defasında da; “Allahü teâlâ bana Cennet’te inciden bir ev ile Hadîce’ye müjde vermemi emretti. Orada hastalık, üzüntü ve baş ağrısı yoktur.”
Sevgili Peygamberimizin dışarda olduğu bir gün, hazret-i Hadîce
validemiz O’nu aramak için çıkmıştı. Cebrail ateyhisselâm, insan kıyafetinde
hazret-i Hadîce’ye göründü. Hazret-i Hadîce validemiz, ona, Peygamber
efendimizi sormak istediyse de, düşmanlardan olma ihtimâlini düşünerek geri
döndü. Sevgili Peygamberimizi evde görünce, hâdiseyi anlattı. Fahr-i kâinat
efendimiz buyurdu ki: “Senin gördüğün ve beni sormak istediğin o zâtın kim
olduğunu biliyor musun? O, Cebrail (aleyhisselâm) idi. Selâmını sana
bildirmemi söyledi. Şunu da sana bildirmemi söyledi ki, Cennet’te senin için
incilerden yapılmış bir bina hazırlanmıştır. Tabiî orada böyle üzüntülü,
sıkıntılı, zahmetli ve külfetli şeyler bulunmayacaktır.”
Müslümanlar, müşriklerin şerrinden, zulüm ve işkencelerinden kurtulmak için, Ebû Tâlib mahallesinde ikâmet etmeye başlamışlardı. Müşrikler, Peygamber efendimizin ve Eshâbının, Ebû Tâlib mahallesinde toplandıklarını görünce, tekrar bir araya geldiler. Sonra aralarında, Hâşimoğullarından kız alınmaması, hiç bir şey satılmaması, satın alınmaması, bir araya gelinip konuşulmaması karârını aldılar.
Üç sene süren bu boykotta, sevgili Peygamberimiz, hazret-i Hadîce validemiz, Ebû Bekr-i Sıddîk (r. anh) bütün mallarını harcadılar, çocukların açlıktan göklere çıkan feryatlarını dindirmeye çalıştılar. Elde avuçta olanlar bitince otları, ağaç yapraklarını yiyerek rızıklarını te’mine çalıştılar. Çocukların ağla malarını kesmek için, kurumuş deri parçalarını ıslatıp ateşte pişirerek yedirdiler. Başta Peygamber efendimiz ve diğer Eshâb-ı kiram efendilerimiz açlıktan mübarek karınlarına taş bağladılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için anneler bir deri ve bir kemik kalmışlardı. Müşriklerden biri acıyıp da gizlice bir şey getirseydi, onu döverler, çok hakaret ederlerdi. Velhâsıl geliş-gidiş kesilmiş ve zor duruma düşmüşlerdi.
Resûlullah efendimizin dert ortağı, yirmi beş senelik hayat arkadaşı olan mübarek hazret-i Hadîce validemiz de, dert ve üzüntülerle geçen üç senelik muhasaradan sonra, Hicretten üç sene önce, Ramazan ayının başında, 65 yaşında vefat etti. Fahr-i kâinat sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, hazret-i Hadîce vâilidemizi kendi mübarek elleriyle Hacun mezarlığına defn eylediler. Onun ayrılığından, çok hüzünlendiler. Aynı sene içinde hazret-i Hadîce validemizin ve amcası Ebû Tâlib’in vefatı, Peygamber efendimizi üzüntüye boğmuştu. Bundan dolayı bu seneye Senet-ül-hüzn yâni hüzün yılı denildi.
Hazret-i Hadîce validemizin vefatı, sevgili Peygamberimizi sarsmış ve haddinden ziyâde üzmüştü. Çünkü en önce îmâna gelen ve Resûlullah efendimizi tasdîk eden o idi. Ayrıca O’nun en büyük desteği ve teselli vereni idi. Herkes düşman iken o, bütün kalbini açmış ve Peygamberimizin muhabbetiyle dolmuş idi. Bütün malını, servetini, nesi varsa İslâmiyet uğruna harcamış, sevgili Peygamberimizin hizmetini görmek için, gecesini gündüzüne katmıştı. Resûlullah’ı hiç bir zaman üzmemiş, asla hatırını kırmamıştı. Peygamber efendimiz, bunu zaman zaman anlatır, böylece mübarek hanımlarının fazîletlerini yâd ederlerdi.
Peygamber efendimizin bu evliliği, Hadîce validemizin vefatına kadar yirmi beş sene sürdü. Bunun on beş senesi bi’setten önce, on senesi bi’setten sonra idi. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, ilk zevcesi hazret-i Hadîce hayatta iken başkası ile hiç evlenmedi. İkisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Bunlar; Kasım, Zeynep, Rukayye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah (Tayyib veya Tâhir)’dir. Peygamberliği sırasında evlendiği hazret-i Mâriye’den de İbrahim adında bir oğlu olmuştu. Diğer zevcelerinden çocuğu olmadı. Zeynep, kızlarının en büyüğü idi. En küçük kızı Fâtıma, babasının en sevgilisiydi. Hicretten on üç sene önce doğdu. Erkek evlâtları küçük yaşta vefat ettikleri gibi, hazret-i Fâtıma’dan başka bütün kızları da O’ndan önce vefat ettiler. Fâtıma validemiz de Peygamber efendimizden altı ay sonra vefat etti. Hazret-i Ali ile evlenmişti. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın soyu, hazret-i Fâtıma’nın evlâdları ile devam etti.
Siyer, târih ve menâkıb kitapları hazret-i Hadîce hakkında çok kıymetli bilgiler verir. Hadîce (r. anhâ) validemiz, Peygamber efendimize, evlâdına, müslümanlara ve insanlara çok şefkatliydi. Ev işlerini iyi bilip, mükemmel iş görürdü. Peygamber efendimiz, bu hususta onun için; “Hem çocuk annesi hem de ev işi tanzim eden hâtûn” buyurdu. Peygamber efendimize karşı çok hürmetkar idi. Ne buyurursa hemen kabul ederdi. Bu herzaman böyle oldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz de onu dâima merth ederdi. Hattâ bir gün yine onu medh ederken, hazret-i Âişe validemiz dayanamayıp; “Cenâb-ı Hak size daha iyisini verdi” dedi. Resûlullah efendimiz; “Hayır, ondan iyisi verilmedi. Herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana inandı. Herkes bana eziyet verirken, o bana yâr oldu. Üzüntülerimi giderdi” buyurdu. Peygamberimiz yine o ve diğer üstün hâtûnlar hakkında; “Dört hâtûnun faziletleri bütün dünyâ hâtûnlarının faziletlerinden üstündür. Meryem binti İmrân, Fir’avn’ın îmân etmiş hanımı Âsiye, Hadîce binti Hüveylid ve Fâtıma binti Muhammed” buyurdu.