Pâdişâhların halkla münâsebet ve irtibatını sağlayan saray me’mûrlarına verilen ünvan. Sâhib-üs-sitâre yâni perdedâr (kapıcı) da denilirdi. En eski zamanlardan başlıyarak zamanımıza kadar bütün devletlerde bu ünvan değişik isimlerde kullanıldı. Hâciblik, pâdişâhın veya emîrin huzuruna çıkacaklara, rehberlik ve tavassut işini gören bir makamdı.
Hulefâ-i râşidîn denilen dört büyük halîfe (r. anhüm) devrinde, İslâm halîfeleri, kapılarını herkese açık tutarlardı. Kim görüşmek isterse serbestçe huzurlarına girer, hâlini arzederdi. Bu kabulde zengin-fakir, âmir-me’mûr farkı gözetilmezdi. Fakat daha sonraları halk kalabalıklaşıp iyi ve kötü karışınca hâcib kullanılmasına ve sultânın huzuruna çıkacaklar için bir takım tedbirlere lüzum görüldü. İslâm târihinde, lüzumunu hissederek, bu ünvanı ilk ihdas eden, hazret-i Muâviye oldu. Hazret-i Muâviye, haricîlerin hazret-i Ali’ye, kendisine ve Amr bin Âs’a yaptıkları suikastı görünce, hâcibler tuttu. Hâciblik, sonraları saray hizmetinde önemli bir ünvan oldu. Daha sonra gelen halîfe ve devlet başkanları nizâm ve emniyeti te’min ve kapıları önünde toplanan kalabalıkların kendilerini önemli devlet işlerinden alıkoymamaları için bu çâreye başvurdular. Hâcib, gelenleri makam ve işlerinin önemine göre; halîfe ile görüştürürdü. Hâciblik seçimi üzerinde önemle duruldu. Abdülmelik bin Mervân, bir hâcibi görevlendirdiğinde ona; “Seni kapımda hâcib olarak vazifefendirdim. Ancak üç kişinin girmesine mâni olma. Birincisi namaz vaktinin girdiğini bildiren müezzin. Çünkü o, insanı Allahü teâlâya çağırır. İkincisi haber getirene sâî (postacı). O da önemli bir haber getirmiş olabilir. Üçüncüsü, getirdikleri yemeklerin bozulmaması için yemek getirenleri geri çevirme. Buna hudud boylarından gelen me’mûrun geri çevrilmemesi hükmü de ilâve edildi. Abdülmelik bin Mervân, Mısır valisi olan kardeşi Abdülazîz’e şöyle vasiyet etti: “Güleryüzlü ol. Merhametli davran. Yumuşaklığı tercih et. Zîrâ bu, seni hayırlı netîcelere götürür. Kendine insanlar hinden hayırlı bir hâcib (kapıcı, muhâfız) seç. Çünkü hâcib, yüzün ve sözün yerindedir.”
Hâciblik (hicâbet) Endülüs Emevîlerinde de kullanılıp vezir karşılığı bir anlam kazandı. Daha sonraları Abbasîler döneminde de önemini koruyan bir ünvan oldu. Abbâsîlerde, hâcibin azl ve tâyini vezire aitti. Fakat halîfe yanında hâcibin derecesi yüksekti. Hâcib sayısının fazlalaşması netîcesinde, bunları murakabe (kontrol) için Hâcib-ül-hüccâblık makamı kuruldu, önemine binâen, halîfe ve emîrler bu görevi sırdaşlarına veya çok güvendikleri ellere teslim ederlerdi.
Teşrifat işi (hâciblik) ondan sonraki devletlerde de aynı suretle devam etti. Karahanlı Türklerinde Kutadgu Bilig yazarı Yûsuf Has Hâcib ünvanına sahipti. Gaznelilerde, vali ve komutanlar hâcibler arasından seçilirdi.
Büyük Selçuklu Devteti’nde hâciblik üstün bir ünvan olup, vezirlikden sonra en büyük devlet me’muru idi. Hâciblerin reisine hâcib-i büzürk, hâcib-ül-huccâb, emir hâcib veya hâcib-i kebîr denirdi. Hükümet teşkîlâtında vezir nasıl hükümdardan sonra gelirse, saray teşkilâtında da hâcib-ül-huccâb birinci vazife sahibi idi. Hükümdarla devlet işleri ve hükümet adamları arasında vâsıta olan hâciblik, sonradan bir rütbe olarak bâzı hizmet sahiplerine de verildi. Tuğrul Bey zamanında hâciblerin reisi Abdurrahmân Alb Zen isminde bir zât olup, Selçuknâme yazmakta idi. Hâcibler, sarayda bütün vazife sahiplerini kontrol ile onların vazifelerini iyi görmelerine nezâret ederlerdi. Baş hâcibin emrinde bir çok me’mûr olup, bunlar saraykapılarını gözetirler, hükümdarla hükümet arasında tebliğ ve tebellüğü îcâb eden evrak ve defterlerin gidip gel: meşine vâsıta olurlardı. Hâcib-ül-hüccâb, bâzan Emîr-i dâd yâni Adliye vekîli vazifesini de görürdü.
Memlüklerde, Melik Zahir Baybars zamanından itibaren Hâcib-ül-hüccâb ve yardımcıları, hükümdarın veya saltanat naibinin (vekilinin) emriyle askerlere ait bütün işleri kontrol etmek, emirler ve askerler arasındaki hâdiseleri hâlletmek vazifesini gördüler.
Osmanlı Devleti’nde hâcib kelimesi yerine mâbeynci kullanıldı. Bunlar teşrifat vazifesinde bulunurlardı.