HAC

İslâm’ın beş şartından biri. Diğerleri Kelime-i şehâdet getirmek, namaz, oruç ve zekâttır. Lügatte, kasd etmek, yapmak, istemek mânâsına gelir, islâm dîninde hac; belli bir zamanda, belli şeyleri yaparak Kabe’yi ziyaret etmek demektir. Bu belli şeylere menâsik, menâsiklerden her birine de nüsük denir. Nüsük, ibâdet demektir. Hac ve umre’ye de nüsük denir. Hac, islâm’ın beşinci şartıdır. Yâni zengin olanın ömründe bir kerre Kâbe-i muazzamaya gitmesi farzdır, ikinci ve daha sonra yapılan haclar nafile olur. Hacı olmak için Kabe’nin binasına değil, arsasına gidilir. Başka yerlere giden hacı olmaz. Hac zamanı olan beş günden başka, senenin her günü, ihram ile yapılan tavaf ve sa’y’e, saç kazıma veya kesmeye umre denir. Ömründe bir kerre yapmak sünnettir.

Bir rivayete göre Kabe’yi yaparak ilk ziyaret eden meleklerdir. Allahü teâlâ yeryüzünde bir beyt (kâbe) yapılmasını isteyince, meleklerden bir kısmını yeryüzüne gönderdi. “Yeryüzünde benim için bir beyt bina ediniz. Semâda Beyt-i Ma’mûr tavaf olundukça, yapacağınız bu beyt de yeryüzünde bulunanlar tarafından ziyaret ve tavaf edilsin” buyurdu. Bunun üzerine melekler yeryüzüne inip, Kâbe-i muazzamayı yaptılar.

Başka bir rivayete göre, Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâma Kabe’yi inşâ etmeyi emredince, o da Mekke’ye geldi ve meleklerle Beytullah’ı inşâ eyledi (Bkz. Kâbe).

Âdem aleyhisselâm ilk tavafını yaptıktan sonra melekler kendisine; “Ey Âdem! Haccın mübarek olsun. Biz senden iki bin sene evvel bu beyti tavaf ettik” dediler. Âdem aleyhisselâm onlara; “Siz Beytullah’ı tavaf esnasında neler söylüyordunuz” diye sordu. Melekler; “Sübhânallahi vel-hamdülillahi velâ ilahe illallahü vallahü ekber” diyorduk cevâbını verdiler. Âdem aleyhisselâm onlara; “Velâ havle velâ kuvvete illâ billah” cümlesini de buna ilâve ediniz” buyurdu. Âdem aleyhisselâm tavaftan sonra kapı önünde iki rek’at namaz kıldı ve Mültezem’e gelip şu duayı yaptı: “Ey Allah’ım! Gizli ve açık her şeyimi biliyorsun, mazeretimi kabul et. Kalbimde olanı da bilirsin, günâhımı ört. İhtiyâcımı biliyorsun, dilediğimi bana ihsan et. Yâ Rabbî! Senden kafbime nüfuz edecek şüphesiz ve dosdoğru bir îmân ve benim hakkımda senin hükmettiklerine razı olma kudreti vermen için yalvarıyorum. Tâ ki senin yazdıklarından başkasının bana isabet etmeyeceğini bileyim.” Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Âdem! Benden bâzı dileklerde bulundun. Ben bu dileklerini senin için kabul ettim. Senin zürriyetinden bu şekilde duada bulunanların da dualarını kabul edip düşünce ve sıkıntılarını yok edeceğim, kederlerini dağıtıp, mallarını koruyacağım...” Âdem aleyhisselâmın yaptığı bu duayı okumak, o devirden bu güne kadar devam etmiş, tavafın bir sünneti hâline gelmiştir.

Zamanla Kabe, bir kaç defa yıkılıp yeniden yapılmıştı, İbrahim aleyhisselâm da oğlu İsmail aleyhisselâm ile Kabe’yi inşâ ettikten sonra, Bekara sûresi 127. âyet-i kerîmesinde bildirdiği gibi meâlen; “Yâ Rabbî! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki sen, duamızı işitici, niyetimizi bilicisin” diye dua ettiler.

İbrahim aleyhisselâm, Kâbe-i muazzamayı yapınca, Cebrail aleyhisselâm; “Ey İbrahim! Beytullan’ı yedi defa tavaf et” dedi. İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm ile birlikte, Kabe’yi tavaf etmeye başladı. Her tavafta rükünlerin hepsinde istilâm yaptılar. Yedi tavafı bitirdikten sonra Makâm-ı İbrahim’in arkasında ikişer rek’at namaz kıldılar. Bundan sonra Cebrail aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâma Hac ile ilgili bütün ibâdet yerlerini; Safa, Merve, Minâ, Müzdelife ve Arafat’ı gösterdi. Cebrail aleyhisselâm Arafat’a kadar olan her yerde yapılacak ibâdetleri yaptırdı ve tek tek öğretti. Arafat meydanına geldikleri zaman; “Ey İbrahim! Hac vazifesini yapacağın yerleri öğrendin mi?” diye sordu. İbrahim aleyhisselâm da; “Evet, öğrendim” diye cevab verdi.

İbrahim aleyhisselâm, İsmail aleyhisselâmla haccın erkânını yerine getirdikten sonra, oğluna Kabe’ye bakması ve onu koruması için tenbihâtta bulundu ve Şam’a gitmek istedi. Gitmeden önce bir gün Arafat’a çıkmıştı. Mekke-i mükerremeye baktı. Burası bir vadi içinde olup, taşlı ve kumlu idi. Oğlu İsmail aleyhisselâmın evlâdını düşünerek, şefkat edip mübarek ellerini kaldırdı ve; “Yâ Rabbî! İsmail’in evlâdına rahmet eyle” diye dua buyurdu. Gideceği sırada kendisine vahy gelerek, Hac sûresinin 27. âyet-i kerîmesinde meâlen bildirildiği gibi; “Bütün insanlara haccı îlân et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yoldan (sür’atli) hafif develer (binekler) üzerinde tavaf için Kabe’ye gelsinler” buyruldu. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Benim sesim nereye kadar ulaşır ki?” dedi. Cenâb-ı Hak’dan; “Seslenmek senden, seni insanlara duyurmak benden. Tâ ki, insanlar gelip bu evi ziyaretle şereflensinler” emr-i ilâhîsi geldi. İbrahim aleyhisselâm mübarek yüzünü Yemen tarafına çevirip; “Ey insanlar! Allahü teâlâ, bir ev bina ettirdi ve bu evi ziyaret etmenizi emreyledi. Geliniz. Kabe’yi ziyaret ediniz” diye seslendi. Her yöne doğru dönerek birer defa bağırdı. Hak teâlâ, İbrahim aleyhisselâmın sesini bütün dünyâya duyurdu, insanlar bu sesi duyunca; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk (Emrine amadeyim Allah’ım!) diye cevap verdiler. Bir defa hac yapacak olanlar bir defa, iki defa hacca gidecekler iki defa, daha fazla yapacaklar da ziyadesiyle cevap verdiler.. Sonra İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm ve Cürhümîlerle beraber hac yaptı ve Şam’a döndü.

İbrahim aleyhisselâmdan Resûlullah efendimize kadar gelen peygamberler aleyhimüsselâm ve ümmetleri, Mekke’ye gelip Kâbe-i muazzamayı tavaf ederek hac yaptılar. Bu ümmetler dinlerini unuttular. Hac ibâdetine birçok bid’at karıştırdılar. Kâbe-i muazzamanın içini putlarla doldurdular. Resûlullah efendimiz Hicret’in sekizinci yılında Mekke’yi fethedinceye kadar böyle devam etti. Fetih gerçekleşip Kâbe-i muazzama putlardan temizlenince, Hicret’in dokuzuncu yılında hac farz oldu. Resûlullah efendimiz, o sene hazret-i Ebû Bekri emîr tâyin ederek Eshâb-ı kirâmını (r. anhüm) hacca gönderdi. Ertesi yıl da, yüz tane kurbanlık deve hazırlayıp kendisi hacca gitti.

Peygamber efendimiz bir gün eshâbından birine Kabe-i muazzamayı ziyaret ile ilgili buyurdular ki: “Şüphesiz sen, Beytullah’ı ziyaret kasdıyla evinden çıktığın zaman, bindiğin deve, ayağını her kaldırıp indirdikçe, Allahü teâlâ sana bir sevâb yazıp bir günahını da siler. Cenâb-ı Hak katındaki mevkiin dahî bir derece yükselir. Kâbe-i muazzamayı tavaf esnasında, ayağını her kaldırıp indirmende, Hak teâlâ sana bir sevâb verir, bir hatânı yok eder. Allahü teâlâ katındaki mevkiinde bir derece yükselir. Tavaftan sonra kılacağın iki rek’at namazın sevabı ise, İsmail (aleyhisselâm)’in neslinden yetmiş köle âzâd etmekle birdir. Safa ile Merve arasında dolaşman, bir köle âzâd etmek kadar sevâbdır. Allahü teâlâ, Arafat’ta meleklerine karşı sizinle öğünerek buyurur ki: Bu benim kullarım, engin vadileri aşarak, toz toprak içinde benim emrimi yerine getirmeye, geldiler. Benim rahmetimi istiyorlar. Onların günahları; denizdeki kumlar, yağmurlardaki damlalar, yahut denizdeki dalgaların köpükleri kadar çok olsa da, günahını mağfiret edeceğim. Hem sizleri hem de şefaatçi olduğunuz kimseleri affediyorum. Cemreleri taşlarken attığınız bir taş, günâhınızı yok eder. Kestiğin kurban da Allahü teâlâ katında senin için saklanacaktır. Başından traş ettiğin veya kısalttığın saç kıllarının her biri senin için bir sevâbdır. Her kıla karşılık olarak da Allahü teâlâ senden bir hatâyı siler.”

Bu müjdeyi alan o kimse; “Yâ Resûlallah! Eğer günahlar daha az ise ne olacaktır?” diye suâl edince de buyurdular ki: “Kıyamete kadar hasenatın senin için saklanır. Bu işlerden sonra Beytullah’ı tekrar tavaf ederken, tamamen günahsız olarak tavaf edersin. Sonra bir melek gelip, “Geçmiş bütün günahların affedilmiştir. Artık istikbâlin için amel et” der.”

Sevgili Peygmberimiz, Kabe’ye bakmanın faziletiyle ilgili olarak da; “Her gün ve her gece Allahü teâlâ Beytullah’ın üzerine yüz yirmi rahmet indirir. Bunların altmışı tavaf edenler, kırkı namaz kılanlar, yirmisi de Kabe’ye bakanlar içindir” buyurdu. Sa’îd bin Müseyyib hazretleri buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve sırf O’nu tasdik ettiği için Kâbe-i muazzamaya bakarsa, anasından doğduğu günki gibi günahlarından sıyrılır.” Ebû Sâib (r. anh) da buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve tasdik ettiği için Kabe’ye bakarsa, ağacın yaprakları döküldüğü gibi, günahları da ondan dökülür Mescid-i Haramda oturup tavaf etmese ve namaz kılmasa, sâdece Beytullaha baksa, ona bakmayıp evinde nafile ibadet ve namaz kılmakla meşgûl olan kimseden daha çok sevâb kazanır.”

Makâm-ı İbrahim’in fazileti hakkında Abdullah bin Amr hazretleri buyurdu ki: “Şüphesiz Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrahim, Cennet’ten çıkmadırlar.” İbn-i Abbâs şöyle rivayet etti: “Dünyâda Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrahim’den başka Cennet varlığı yoktur. Zîrâ onlar Cennet cevherlerindendir. Eğer onlara müşrikler elleriyle dokunmasalardı, onlara dokunan dert sahiplerine Allahü teâlâ mutlaka şifâ verirdi.”

Haccın farz olduğu Kitap ve sünnet ile sabittir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresi 97. âyetinde meâlen; “Azık ve binek bakımından, yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyti (Kabe’yi) hac etmesi, insanlar üzerine Allahü teâlânın hakkıdır, farzdır” buyuruyor. Peygamberimiz; “İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir” hadîs-i şerîfinde, beş esastan birinin hac olduğunu bildirmiştir. Resûlullah efendimiz; “Allahü teâlâ size haccı farz kıldı. Haccı yerine getirin, emre uyun” buyurdu.

Hac yapan kimseye hacı denir. Üç türlü hacı vardır:

1-Müfrid Hacı: İhrama girerken, yalnız hac yapmağa niyet eden kimsedir. Mekke’de oturanlar, yalnız müfrid hacı olur.

2-Kârin Hacı: Hac ile umreye birlikte niyet eden kimsedir. Önce umre için tavaf ve sa’y edip, sonra ihramını çıkarmadan ve traş olmadan hac günlerinde hac için tekrar tavaf ve sa’y yapar. Kârin hac sevabı diğer ikisinden fazladır.

3-Mütemetti Hacı: Hac aylarında umre yapmak için ihrama girip, urnre için tavaf ve sa’y yapıp ve traş olup ihramdan çıkar. Memleketine gitmeyerek o sene, terviye gününde veya daha önce hac için ihrama girerek müfrid hacı gibi hac yapan kimsedir. Yalnız tavaftan sonra da sa’y yapar. Temettü hac sevabı ifrad hacdan çoktur.

Hac ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce’nin ilk on günüdür. Kârin ve mutemetti hacıların şükür kurbanı kesmesi vâcibdir. Mekkeliler kârin ve mutemetti olamaz.

Haccırt şartları, farzları, vâcibleri ve sünnetleri vardır. Şartları iki çeşittir:

A-Vücub şartları sekizdir:

1-Müslüman olmak, 2-Kâfir memleketinde olanın, haccın farz olduğunu işitmesi, 3-Akıllı olmak, 4-Baliğ olmak (Erginlik çağına girmek). 5-Hür olup köle olmamak, 6-Geçim ihtiyâcından fazla olarak hacca götürüp getirecek ve geride kalanlara yetecek kadar, helâl kazanılmış parası olmak. Buradaki ihtiyaç da zekâttaki gibidir. Bu durum fıkıh kitaplarında yazılmıştır. 7-Hac vakti gelmiş olmak. Hac vakti, arefe ve bayram günleri olmak üzere beş gündür. Yolda geçen zaman da düşünülerek, vücup şartları, bu zaman başında mevcut olan kimsenin ömründe bir kerre hacca gitmesi farz olur. 8-Hacca gidemiyecek kadar, kör, hasta, çok ihtiyar ve sakat olmamak.

B-Eda şartları dörtdür:

1-Hapsedilmiş veya hac etmekten men edilmiş olmamak, 2-Hac için gideceği yolda ve hac yerinde selâmet ve emniyet olmak, 3-Mekke’den üç gün üç gecelik uzak yerlerde bulunan kadının hacca gidebilmesi için kocasının veya nikâhı düşmeyen akrabasından haram işlemeyen âkil ve baliğ bir erkeğin beraber gitmesi ve kadının, bunun yol parasını verecek kadar zengin olması da lâzımdır. 4-Kadın, iddet hâlinde yâni kocasından yeni ayrılmış olmamalıdır. Vücub şartları bulunmakla beraber, eda şartları da kendinde bulunan kimsenin o sene hacca gitmesi farz olur. O sene, hac yolunda ölürse hac sakıt olur.

Haccın farzı üçtür. Bu üçünden biri yapılmazsa hac sahîh olmaz. Bunlar: 1-Haccı ihram içinde yapmaktır, İhram, peştemal gibi iki beyaz bez olup, biri belden aşağı sarılır, öteki, omuzlara sarılır. İple bağlanmaz, düğümlenmez. İnsana sanki kefenlendiğini, mezara girdiğini ve bu dünyâdan ayrıldığını hatırlatır. Kadınların başını örtmesi lâzım olup, deriye değmemek üzere yüzlerini örtmeleri ve dikilmiş elbise, mest, çorap giymeleri, örtü altına zînet eşyası takmaları caizdir.

2-Arefe günü, Arafat’ın (Vadiyi Ürene) denilen yerinden başka herhangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra vakfe’ye durmak. Herkes, imâma karşı ayakta durup, ayakta durmazsa, oturup imâmın duasını dinler. Sonra oturabilir, yatabilir.

3-Kâbe-i muazzamayı tavaf (ziyaret) etmektir. Tavaf, Mescid-i Haram içinde Kâbe-i muazzama etrafında dönmek demektir. Dördü farz, üçü vâcib olmak üzere yedi kerre dönülür.

Hac ibâdeti, yılda bir defa dünyânın her tarafından gelen müslümanları, islâmiyet’in ilk defa doğduğu ve yayıldığı topraklarda bir araya getirir. Allahü teâlânın, yeryüzünde mübarek ve mukaddes kıldığı Kabe’nin bulunduğu arsada bir araya gelen çeşitli ırk, renk ve dilden bu insanlar, büründükleri ihram içinde aralarındaki beşerî ayrılıklardan ssyrılarak, islâmiyet’in emrettiği saf din kardeşliğini bütün varlıklarıyla yaşarlar. İstisnasız hepsi tek bir kıyafet, tek bir îmân ve tek bir nida (Lebbeyk... Allahümme Lebbeyk! Emret Allah’ım emret!) ile ve topluca hac ibâdetini îfâ ederler, ibâdet günlerinin öncesinde ve sonrasında bir araya gelerek birbirleriyle yakından tanışır, konuşur, görüşür ve sevişirler. Dînî bilgi ve mes’elelerde âlimler arasında birbirleriyle istişare etmek ve bilmediklerini birbirlerinden öğrenmek imkânı doğar. Ayrıca her memlekette yaşıyan müslümanların hâllerinden, sevinç, ve üzüntülerinden bizzat haberdâr olurlar ve din kardeşlerinin halleriyle hâllenirler. Bu yakından tanışma ve sosyal yardımlaşma, müslümanlar arasındaki bağlan kuvvetlendirir.