Geri

   

 

 

İleri

 

Tefsir İlminde Sünnetin Yeri 

Tefsir ilminde, “Hazret-i Peygamber’in Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin tamamını mı, yoksa bazısını mı tefsir etmiştir?” konusu çok önemlidir. Bu husus,  tefsir âlimlerince farklı şekillerde değerlendirilmiştir:  

Resulüllah’ın “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını tefsir etti­ğine kâil olanların başlıca delilleri şunlardır[1]:

1. Hazret-i Peygamber’in tebyîn[2] ile mükellef olduğu,

2. Sahâbe-i kirâmdan gelen rivâyetlere göre, onların on âyeti ilim ve amel yönünden tam öğrenmeden, diğerlerine geçmemeleri[3],

3. Bir millet, konuştuğu lisan ile[4] kendine bir kitap indirilsin de dünya ve âhiret saâdetini temin eden bu kitabı okuyup an­lamasın! Bunun âdeten mümkün olmadığı,

4. Hazret-i Ömer’in “Ribâ âyeti son inen âyetlerden oldu­ğundan, Peygamber “aleyhi’s-selâm” onu tefsir edemeden vefât etmiştir.” demesinden, Resulüllah’ın mezkûr âyet dışında, diğer bütün âyetleri tefsir ettiğinin anlaşıldığı[5] gibi delillerdir.

Ancak bazı tefsir âlimleri bu delilleri incelediklerinde şu değerlendirmeyi yapmışlardır:

a. Hazret-i Peygamber, bir âyeti, gerektiğinde açıklıyordu. Bu da ya sahâbenin kendilerine müşkil gelen bir âyeti sor­dukları veya bizzat kendisi lüzum gördüğü zaman oluyor; böylece tebyîn vazifesini yerine getiriyordu[6]. Eğer Kur’ân’ın bütün müşkil, garîb ve muteşâbih lâfız ve âyetleri açıklanmış olsaydı, Hazret-i Ömer …..âyetindeki[7]  “ebben” kelimesinin manasını anlamakta güçlük çekmez[8] ve İbn Abbâs, kıyame­tin ne zaman vuku bulacağı[9] ve ruhun mahiyeti gibi hususla­rın tevilini, Allah’tan başka kimsenin bilemiyeceğini[10] ifade etmezdi.

b. Sahâbe-i kirâmın on âyeti iyice öğrenmeden diğerle­rine geçmemesi, onların öğrenme metodları ile ilme ve amele gösterdikleri hassasiyetin, çok önemli bir örneğini ortaya koy­maktadır. Yoksa “Onlar, Kur’ân’ın bütün müfredat ve ter- kipleri­nin tefsirini, Hazret-i Peygamber’den öğreniyorlardı.” denile­mez. Zaten sahâbe, Resulüllah’ın nübüvvet nurundan aldıkları feyz ve bereketin bir sonucu olarak, kendilerinden sonra ge­len müfessirlerin ilmî tartışma konusu yaptıkları birçok mesele üzerinde durmaya bile gerek duymamışlardır. Elbette bu hu­sus, onların iman ve teslimiyetlerinin, en üst derecede oldu­ğunu göstermektedir.

c. Sahâbîler, Kur’ân-ı Kerîm’i okuyorlar, manasını da an­lıyorlardı; ancak Kur’ân, çeşitli ilim ve edebî özelliklere sahip olarak, kendine hâs, en vecîz ve belîğ bir uslûpla nâzil oldu­ğundan, yalnız lügat bilgisiyle, onun tamamını anlamanın mümkün olamıyacağı izah istemez bir gerçektir. Onun için sahâbe-i kirâm, kendilerine müşkil gelen âyetlerin manasını, Hazret-i Peygamber’den soruyorlardı. Bu da onların, her lâfız için Resulüllah’a müracaat ettiklerini göstermez.

d. Yukarıda zikredilen Hazret-i Ömer’in sözünden mef­hûm-ı muhâlefet yoluyla bir mana çıkararak, bununla, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının Peygamber “aleyhisselâm” tarafından tefsir edilmiş olduğu kanaatine varmak, her şeyden önce, yu­karıda ifâde edilen “Hazret-i Ömer’in bir âyeti tam olarak anla­makta zorluk çektiği[11]” ile ilgili beyanına ters düşmektedir.

“Peygamber “aleyhisselâm”, Kur’ân âyetlerinin çok az bir kısmını tefsir etmiştir.” diyenlerin delilleri de şunlar­dır[12]:

1. Hazret-i Âişe’den “Resulüllah, Kur’ân’dan Cibrîl’in ken­disine öğrettiği bir kaç âyetten başkasını tefsir etmezdi.[13]” şeklinde bir rivâyet nakledilmiştir,

2. Hazret-i Peygamber’in, bütün âyetleri ayrı ayrı tefsir et­mesinin güç olduğu açıktır ve bu mümkün de değildir[14]. Ancak birkaç âyeti açıklamıştır. Çünkü yüce Allah, kullarının Kitâb üzerinde düşünmeleri ve ondan istinbatta bulunmaları için Resulüne, âyetlerin hepsinde kasdolunan murâdı açıklamayı emretme­miştir.

3. Eğer Resulüllah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Kur’ân-ı Kerîm’in bütün kelimelerini tefsir et­miş olsaydı, İbn Abbâs “radıyallahü anh” için “Allah’ım, onu dinde fakîh kıl ve ona te’vîli öğret![15]” şeklinde dua etmesinin hikmeti kalmazdı.

Bu deliller de tefsir âlimlerince şöyle değerlendirilmiştir:

a. Hazret-i Âişe’den gelen mezkûr rivâyetin, senet yö­nünden muallel olduğunu, Taberî[16] kaydetmektedir. Böylece, yalnız bu habere istinaden, bir hüküm istinbâtına gitmenin, hadis usulü ölçüleri çerçevesinde, sıhhatten yoksun olacağı açıktır. Şayet Taberî’nin tespitinin hatalı olduğunu, yani bu hadisin rivâyet zincirinin sıhhatli olduğu kabul edilirse, o tak­dirde İbn Atıyye’nin, söz konusu hadisi, gayb ile ilgili bilgilerle açıkladığı[17] gibi anlamakta bir engel bulunmamaktadır.

b. Hazret-i Peygamber’in, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını açıklamasının imkân dâhilinde olmadığı düşünülemez. Bazı sahâbenin, kendilerine müşkil gelen âyetlerin manalarını sor­dukları gibi, bütün âyet-i kerîmelerin manasını sormuş olsa­lardı, Resulüllah “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”, âyet[18] iktizasınca, hepsini beyan etmek durumundaydı.

c. Rasulüllah’ın, İbn Abbâs’a yaptığı duaya gelince; bu, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının tefsir edilmediğine delil olsa da, çok az bir kısmının açıklandığını da ispat etmemektedir[19].

Böylece, Kur’ân âyetlerinin tefsirine müteallik birbirine ol­dukça uzak olan bu iki görüşün delilleri, genel olarak görül­dükten ve bunların değerlendirilmesi verildikten sonra, Haz­ret-i Peygamber’in, bu konuda, şu esaslar çerçevesinde hare­ket ettiğini söylemek, ilmî ve tarihî gerçeklere daha uygun düşmektedir:

1) Hadis-i nebevîye[20] göre, Peygamber’e tilâvet olunan vahyin yanında, onu beyan ve tefsir eden “sünnet”in de ilham suretiyle verildiği sabittir[21].

2) Taberî’nin İbn Abbâs’tan naklettiği bir rivâyette[22], Resulüllah tarafından, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının tefsir edilmediğine bir delildir. Bu haberin, hemen hemen aynı manayı veren merfû şekli de vardır [23].

3) Kütüb-i Sitte’den Sahîhân ve Sünenü’t-Tirmizî’nin tef­sir bölümleri ile Tefsîru’t-Teberî ve İtkân’da[24] zikredilen tef­sirle ilgili müsned hadisler nazar-ı dikkate alındığında sünne­tin, Kur’ân âyetlerinin hepsini mufredât ve terkip olarak tefsir edecek yekûna ulaşmadığı görülecekse de, bir kaç hadisten ibaret olmadığı, yani sünnetin tefsirle ilgili kısmının büyük bir yekûn tuttuğu gün gibi açıktır.

Burada hemen ifade edilecek olursa, Taberî ve İtkân’daki bu hadislerin cerhe tabi tutularak, bazısının sahîh olmadıkları­nın ispatlanması mümkün ise de, çoğunun sakîm olduğunu kim iddia edebilir? Şayet bu konuda ilmî bir araştırma yapılsa ve bazı hadislerin muallel olduğu ortaya konsa bile, cerh ve tadîl de kullanılan ölçüler, genellikle her muhaddise göre fark­lılık gösterdiğinden, böyle bir araştırmanın, genel ve bağlayıcı nitelikte olamayacağı açıktır. Çünkü bu hadisler, sahîh hadisle­rin şartlarını kapsamış olarak, Taberî ve Suyutî’ye kadar ulaş­mıştır.

4) Hazret-i Peygamber, yukarıda zikredilen belgelerde de görüldüğü şekilde, “Arap dilini konuşanların kolayca anlayabi­leceği âyetler” ile “müfredat”ı ve ancak Allahü teâlâ’nın bildiği “kıyametin vuku zamanı” gibi hususları tefsir etmemiştir.

5) Buna karşılık Resulüllah “aleyhisselâm”, gerekli gördüğü veya bir soru ile karşılaştığı zaman, Kur’ân-ı Kerîm’de “mücmel”i beyan[25], “müşkil”i tavzih[26], “umumî lâfzı” tahsis[27], “mutlak”ı takyîd[28] etmek gibi tefsirlerde bulunmuştur.

6) Sünnet bazı durumlarda, “nesh”i beyan etmiştir[29].

7) Mekhûl, Kitâb’ın “sünnet”e olan ihtiyacı, sünnetin Kitâb’a olan ihtiyacından fazladır[30] diyerek, sünnetin Kur’ân’ı tefsirdeki önemini belirtmiştir. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîm ile sünnet mukayese edilerek, sünnete üstünlük tanıma yönüne gidilme­miştir. Ahmed ibn Hanbel de, “Sünnet, Kur’ân’ı beyan eder.” buyurmuştur[31].

Kaynak: 2005, Etem Levent, Hasan-ı Basrî’nin Hayatı, Öğretim ve Tefsir Yöntemi. Arı Sanat Yayınları, İstanbul.

--------------------------------------

1.      Bk. Zehebî, et-Tefsîr ve’l-mufessirûn, I,49-50.

2.      Nahl, 16/44.

3.      Taberî, Câmiu’l-beyân, I,27; Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,39.

4.      Yûsuf, 12/2; Zuhruf, 43/3.

5.      Suyûtî, el-İtkân, II,205.

6.      İsmâil Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, Ankara 1968,s.42-44.

7.      Abese, 80/31.

8.      Taberî, Câmiu’l-beyân, XXX,38-39; Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, XIX,233; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV,473; Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.183.

9.      Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.262.

10.   Taberî, Câmiu’l-beyân, I,26; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I,346; Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.115.

11.   Taberî, a.g.e., XXX,38-39.

12.   Zehebî, et-Tefsîr ve’l-mufessirûn, I,51.

13.   Taberî, Câmiu’l-beyân, I,29; Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,31; Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.263.

14.   Bu bir iddiadır. Aşağıda (Delillerin değerlendirilmasi yapılırken) buna cevap verilecektir. E. L.

15.   İbn Abdi’l-berr, el-İstîâb (İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe ile birlikte), II,352; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, II,331; Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,33; Suyûtî, el-İtkân, II,187.

16.   Taberî, a.g.e., I,30.

17.   Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.262.

18.   Nahl,44.

19.   Zehebî, et-Tefsîr ve’l-mufessirûn, I,53.

20.   Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,37-38; Zerkeşî, el-Burhân, II,176.

21.   Kurtubî, a.g.e., I,39.

22.   Taberî, Câmiu’l-beyân, I,26; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I,346.

23.   Taberî, a.g.e., I,26.

24.   Suyûtî, el-İtkân, II,191-205.

25.   Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,38-39.

26.   Bakara, 2/187; Kurtubî, a.g.e., II,320.

27.   En’âm, 6/82; Kurtubî, a.g.e., VII,30.

28.   Mâide, 5/38; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II,56.

29.   Kurtubî, a.g.e., II,263.

30.   Kurtubî, a.g.e., I,39.

31.   Kurtubî, a.g.e., I,39.