CEVAP:
Felsefe
= Philosophie, Yunanca “philos” [sevgi] ve “sofia” [hikmet] kelimelerinden
meydana gelmiş, “hikmet sevgisi” demektir. Felsefe, bir konu üzerinde
insanların akıl ve mantık yolu ile inceleme ve araştırmalarla elde ettikleri
sonuçlardır. Her şeyin aslını arama ve ne için var olduğunun sebebini bulmak
için çalışma demektir. Felsefe ile meşgul olanların, hem ruh, hem de fen
bilgilerinde çok derin bilgi sahibi olması gerekir. Fakat bir insanın ne kadar
ilmi olursa olsun, yanlış düşünebilir veya yaptığı araştırmalardan yanlış
sonuçlar çıkarabilir. İşte bunun içindir ki, felsefe, hiçbir zaman kesin
sonuçlar vermez. Bir kere de, bunu işiten insanın kendi akıl ve mantık
süzgecinden geçirmesi gerekir.
Her
felsefenin bir de zıddı vardır. Her iki düşünceyi karşılaştırmak gerekir.
Birçok felsefi düşünceler zamanla değişebildiği için hiçbir zaman kesinlik
taşımaz. Dinimizdeki nasslar ise kesindir, tartışılmaz.
Her
çağda gelen filozoflar, öncekilerin yanlışlarını göstererek kısmen veya tamamen
reddettiler. Eski Yunan filozoflarından Eflatun ve Aristo’nun, daha sonra gelen
filozoflar üstündeki tesirleri daha uzun sürdü. Bugünkü felsefeyi İngiliz
filozofu Bacon ile Fransız filozofu Descartes’in kurduğu kabul edilir.
Filozoflar içinde Sokrat, Aristo, Eflatun, Epikuros, Farabi, İbni Rüşd, Bacon,
Dekart, Spinoza, Kant, Hegel, Karl Marx, August Compte, Bergson meşhurlarıdır.
Bunların hiçbiri, yanlışsız bir sistem kuramamıştır.
Filozoflar,
iman bakımından üçe ayrılır:
1-
Dehriyyun: “Bu âlem böyle gelmiş, böyle gider. Bu âlemin yaratıcısı yoktur”
derler.
2-
Tabiiyyeciler: Bir yaratıcıya inanırlar; ama ahireti inkâr ederler.
3-
İlahiyyun: Bunlar ilk iki görüşü red ederlerse de, Peygamberlere
ve bedenen dirilmeye inanmazlar.
Yunan
felsefecileri, (Kâinat, Allah gibi, ezeli ve ebedidir, Allah cüzi olan şeyleri
bilmez, bedeni bir dirilme yoktur) diyorlar. İslam âlimleri, kâinatı ezeli ve
ebedi bilen böyle felsefecilere kâfir demiştir.
İslam
dininde felsefe yoktur. Felsefenin cevap aradığı soruların hepsine, aksi iddia
ve ispat edilemeyecek şekilde dinimiz cevap vermiştir. Felsefecilerin uğraştığı
her şeyi dinimiz açıklamıştır. Bunlar, tekniğin değişmesiyle değişmez.
Batılılar, dinimizdeki tasavvufu, felsefe zannetmişler ve tasavvuf büyüklerine
İslam filozofu demişlerdir. İslam felsefesi tâbiri de bu yanlışlıktan
doğmuştur.
İslam
felsefesinden bahsedenler, 72 sapık fırka mensuplarıdır. Bu bozuk fırkaların
ortaya çıkışında eski Yunan, Hind ve Acem felsefesinin karıştırılmasının ve
âyetlerin, nakle göre değil, akla göre açıklanmasının büyük etkisi olmuştur.
Felsefeden
farklı ve bir ibadet olan tefekkür ikiye ayrılır:
1-
Allahü teâlânın büyüklüğünü, kudretini
düşünerek, kendisinin acz ve zayıflığını anlamak, eserden müessire [o eseri
yaratana] yol bulmaktır.
2-
Fen ilmini, İslam dininin bildirdiklerine uygun, insanların rahatını temin
etmek maksadıyla kullanmak için akıl yormaktır.
İmam-ı
Gazali hazretleri, “Akıl daha kendisinden bile habersizdir. Her şey
peygamberlik gerçeğindedir. Bu gerçeğe yapışarak kurtuldum” demiştir. Hazret-i
Mevlana; “Hocamı bulunca aklımı bıraktım ve kurtuldum” demiştir. Felsefede kuru
akılcılığı yıkan Bergson’a, “Akılcılığı yine akıl ile yıktın” denildiğinde,
“İşte aklın atacağı en son adım kendi aczini ve hiçliğini anlamasıdır”
demiştir.
İslam
dünyasında aklı ölçü alan bir felsefe olmamış, vahye uygun tefekkür olmuştur.
Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi filozoflar ve bid’at fırkaları, Yunan
filozoflarının etkisinde kalıp, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri kendi
akıllarına göre yorumladıkları için, doğru yoldan ayrılmışlardır.