Kur’ân-ı Kerîm’i tefsirde
en güzel metot, aslında Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsirdir
[1]; ancak, bu üsûlün tatbik
edilemediği yerlerde sünnete; sünnetin bulunmadığı yerlerde
sahâbe kavillerine müracaat etmek,
en isabetli yol olmaktadır. Çünkü sahâbe-i kirâm Resulullah
“aleyhisselâm” ile sohbet etme şerefine ererek, imânın kemal noktasına
ulaşmış ve Kur’ân-ı Kerîm’de medhü senaları yapılmış[2] mümtaz şahsiyetlerdir.
Hadis münekkıtlerince, hepsi âdil ve sika
(güvenilir) kabul edilmişlerdir[3].
Bununla beraber onlar,
kabiliyetleri ve Hazret-i Peygamber’in yanında bulunmaları nispetinde,
Resulullah’tan ilim ve feyz almışlardır. Bu arada, İbn Abbâs gibi,
Hazret-i Peygamber’in özel duasına mazhar olanlar da olmuştur[4]. Tefsir sahasında,
Hazret-i Ebû Bekir, Ömer, Osmân, Ali, İbn
Mes’ûd, İbn Abbâs, Ubeyy ibn Ka’b, Zeyd ibn Sâbit, Ebû Mûsa el-Eş’arî,
Abdullah ibn Zubeyr ve Abdullah
ibn Amr “radıyallahü anhüm” gibi zâtlar temayüz
etmişlerdir. Hulefâ-i Râşidîn içinde, tefsire ait en çok
rivâyetleri bulunan, Hazret-i Ali’dir.
Diğerleri arasında, tefsirde en çok ismi geçenler de
tercümânu’l-Kur’ân[5] olarak nitelenen
müfessirlerin baş tâcı İbn Abbâs
ile İbn Mes’ûd ve
Ubeyy ibn Ka’b’dır. Daha çok
İsrâiliyyât[6] diye adlandırılan yahûdi
ve hristiyan kaynaklı haberleri nakleden
Abdullah ibn Selâm’ın[7] da tefsirdeki yerini
unutmamak lâzımdır. İbn Selâm’ın rivâyetlerine, başta Buhârî olmak
üzere, diğer Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi, eserlerinde yer
vermişlerdir[8].
Sahâbe kavillerinin, yani
sahâbe-i kirâmın Resulüllah’a isnat etmedikleri sözlerinin t e f s i r
ilmindeki değerine gelince:
Zerkeşî[9] ve
Suyûtî’nin[10] el-Hâkim en-Neysâbûrî’den[11] naklettiklerine ve bizzat
Suyûtî’nin de tasrih ettiğine göre[12], bunlar
m e r f û[13] hükmündedir. Ancak,
İbn Salâh[14], sebeb-i nüzûl ve
benzeri konularla ilgili tefsir haberlerinin
m ü s n e d[15]
olabileceğini ve
diğerlerinin ise m e v k û f[16] sayılması gerektiğini
kaydetmiştir[17]. Böylece,
sebeb-i nüzûl[18] ve
şer’î hüküm vaz
eden
sahabî kavillerine (senet ılletli olmadıkça) uymak
zorunluluğu vardır. Hatîb el-Bağdadî[19] bunu, çoğu âlimlerin
görüşü olarak ifade etmektedir[20]. Sahâbe’nin sebeb-i nüzûl
ve şer’î hüküm vaz eden sözleri ile âhiret âlemi gibi, aklen bilinmesi
imkân dâhilinde olmayan konular dışındaki sözleri, onların
re’y ve
ictihadlarıdır.
İşte müfessirin sünneti
bulamadığı yerlerde, öncelikle ashâb-ı kirâmın bu re’y ve
ictihadlarına başvurması, onun tefekkür dünyasında yeni ufuklar
açmasına ve re’yini, Kitâb’ın ruhuna uygun bir şekilde kullanmasına
sebep olacaktır. Unutmamak gerekir ki, Kur’ân-ı Kerîm, birçok âyetiyle
tefekkür edenleri övmekte[21] ve bunun karşısında da,
aklını çalıştırmayanları zemmetmektedir[22]. İşte bu övgüde, en çok
pay sahibi olanların, Resulüllah’ın eshâbı olduğu muhakkaktır. Onlar
sohbetin yanında, vahye ve
Hazret-i Peygamber tarafından dinî esasların en doğru şekilde
uygulanmasına şahit olmuşlardır. Herhalde bu hüviyetleriyle onların
cerh süzgecinden geçerek sıhhat kazanan
re’y ve ictihadları, sahâbe olmayanların kıyaslarına
mukaddemdir[23].
Kaynak: 2005, Etem Levent, Hasan-ı Basrî’nin Hayatı, Öğretim ve
Tefsir Yöntemi. Arı Sanat Yayınları, İstanbul.
-------------------
1 Zerkeşî, el-Burhân, II,175; Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.93.
2 Tevbe, 9/100; Enfâl, 8/64; Feth, 48/18; Bakara, 2/143; Âl-i Imrân, 3/110; Haşr, 58/8.
3 İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, I,9-10; el-Hatîbu’l-Bağdâdî, el-kifâye fî ilmi’r-rivâye, Matbaatu’s-seâde 1972, s.93; Talât Koçyiğit, Hadis Usûlü, Ankara 1967, s.36-37.
4 İbn Abdi’l-berr, a.g.e. (İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe ile birlikte), II,352; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, II,331; Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, I,33; Suyûtî, el-İtkân, II,187.
5 Taberî, Câmiu’l-beyân, I,31; Mukaddimetân (nşr. Arthur Jeffery), s.193 ve 263; Suyûtî, el-İtkân, II,187.
6 İleride “İsrâiliyyât” kunusunda bilgi verilecektir.
7 İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, II,320.
8 Zehebî, el-Kâşif, II,94-95.
9 Zerkeşî, el-Burhân, II,157.
10 Suyûtî, el-İtkân, II,179.
11 Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, III,1039.
12 Suyûtî, a.g.e., II,179.
13 Zeynu’d-dîn Abdirrahîm ibn el-Huseyn el-Irâkî, et-Takyîd ve’l-îdâh şerhu mukaddimeti İbni’s-Salâh, Medîne 1389/ 1969, s.65.
14 Zehebî, a.g.e., IV,1430.
15 Irâkî, et-Takyîd ve’l-îdâh, s.64.
16 Bk. Irâkî, a.g.e., s.66.
17 Irâkî, a.g.e., s.70.
18 Sahâbe’den Hazret-i Peygamber’e isnat edilmeden rivâyet olunan sebeb-i nüzûl haberleri, merfû’ hükmünde olduğundan, gereğince amel etmek vâciptir.
19 Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, III,1135.
20 el-Hatîbu’l-Bağdâdî, el-kifâye fî ilmi’r-rivâye, s.592. Bk. Serahsî, Usûlu’s-serahsî, II,110.
21 Bk. Âl-i Imrân, 3/7; 190-194; Ra’d, 13/19; Zümer, 39/9 ve 18.
22 Hucûrât, 49/4; Haşr, 59/14; Yâsîn, 36/68; Ankebût, 29/63; Mâide, 5/103; Enfâl, 8/22; Bakara, 2/44.
23 Bu konuda çeşitli âlim ve mezheplerin görüşleri varsa da “muhalefet edilmeyen sahâbî re’yinin (fetvâsının) kıyâsa mukaddem olduğu” üzerinde hemen hemen ittifak vardır. Çünkü bu husus, “sahâbe icmâ’ı”nı gerektirdiğinden, şer’î bir nass hükmündedir. Mütenâkız ve muhâlifi bulunan sahâbî kavline ise, ittiba’ (uyma) mecburiyeti yoktur. Zira o meselede kat’i bir hüküm olsaydı, zaten sahâbe ihtilâf etmezlerdi. Bu durumda müfessir, ya çeşitli sahâbe kavillerinden birini seçer veya re’yini kullanarak ictihadta bulunur. Konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Serahsî, Usûlu’s-serahsî, II,105 vd.